Franz Kafka: Tekeller çağında çelişkilerle dolu bir yazar - KAYA TOKMAKÇIOĞLU / SOL

 İçi çöküntü imgeleri ve karabasanlarla dolu Kafkaesk dünya, bugün yaşadığımız, çürümeye yüz tutmuş toplumsal düzenin 'gerçekliğini' yansıtıyor.

Geçtiğimiz yüzyılın ilk yılları olağanüstü bir altüst oluşu beraberinde getirdi. Ekonomik, siyasal ve ideolojik büyük bir krizin içine sürüklenmiş kapitalist-emperyalist sistem milyonlarca insanın yaşamına mal olan bir paylaşım savaşına yol açarken, Çarlık Rusyası’nı yıkıp iktidarı alan Bolşevikler sosyalist devrimler çağının açıldığını tüm dünyaya ilan etti. Burjuvazi, proletarya ve ezilen halklar nezdinde artık alt edilemeyecek bir düşman olmaktan çıkmış, kâğıttan bir kaplana dönüşmüştü. Bu büyük altüst oluşun arifesinde, 1883 yılının 3 Temmuz’unda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Prag kentinde dünyaya geldi Franz Kafka. 1906 yılında hukuk doktoru oldu. Pek çok yapıtını emperyalist paylaşım savaşı yaşanırken kaleme alıp yayımladı. Savaşta taraf olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu söz konusu dönemde geleneksel, taşra kökenli bir toplum yapısından hızla kentlerde yaşayan modern bir topluma doğru evrilmekteydi.

Kozmopolit bir kentte dünyaya gelmiş, Yahudiliğini umursamayan, Çekçe yerine Almanca konuşan, bir sosyal sigorta memuru olarak içine doğduğu burjuva ailesini tam olarak yansıtmayan Kafka topyekûn çelişkilerle dolu bir kişilikti. Pek çok kere dile getirildi; evet, karamsardı. Bunda çökme noktasına gelmiş bir düzenin insanlığa musallat ettiği her türlü yabancılaşmanın büyük payı vardı. Karamsarlığıyla birlikte hüzünlü bir ümitsizlikten mustaripti, çünkü gelmekte olanı kavrayabilmesine yardımcı olacak diyalektik bakış açısına sahip değildi. Buna karşın, savaşın ayak seslerinin duyulduğu bir momentte düzenin kurumlarının büyük bir gümbürtüyle yerle bir olacağını sezmiş gibiydi.

Hukukçu olarak çalıştığı sigorta şirketinde işçi sınıfına yakından temas etme olanağı bulan Kafka’nın umutsuzluk ve karamsarlığını, çözülmekte olan bir imparatorlukta sınıf bilincine sahip olmayan, baş kaldıracak gücü kendinde bulamayan bir proletarya da körüklüyordu. Küçük burjuva, hümanist bakış açısı, işçileri güçsüz, zavallı bir kitle olarak bellemesine yol açtı. Yapıtlarında resmettiği insanların dünyayı değiştirebilecek olmalarına inanmamasına ardı arkası gelmez kuşkular ve korku iklimi eşlik ediyordu. Yavaş yavaş gerçekleşen ulus-devletleşme sürecine güçlü bir sınıf hareketi mevcut değildi ve imparatorluğun hantal bürokratik aygıtının boğucu etkisi yazarın üzerine her geçen gün daha fazla çökmekteydi. Kapitalizmin emperyalist aşamasında ve üstüne üstlük sosyalist devrimler çağının açıldığı bir momentte gideni anlayan ama gelmekte olanı kavrayamayan bir aydının trajedisiydi yaşanan.

Betimlemeye ve kavramaya çalıştığı, çürümekte olan toplumsal düzenden herhangi bir umut ışığı çıkaramayan ve insana dair inancını gitgide yitiren Kafka’nın edebî gücü burjuva toplumuna ilişkin yaptığı gözlemlerin gücünde yatmaktadır. 1915’te yayımlanan Dönüşüm’ün başkarakteri Gregor Samsa, herkesle iyi geçinmek ve babasının patronundan aldığı borcu emeği karşılığında ödemek zorunda olan bir pazarlamacıdır. 1925’te (ölümünden bir yıl sonra) yayımlanan Dava’nın Josef K.’sı ise çevresi tarafından pek de umursanmayan, usulen saygı duyulan bir banka şefidir. Her iki anlatı da çürümekte olan bir toplumsal düzenin devlet, aile, hukuk gibi üst-yapısal kurumlarını gözler önüne serer.

Sabah uyandığında kendisini dev bir böceğe dönüşmüş olarak gören Gregor Samsa özelinde betimlenen tema, emperyalizm çağında boyun eğen emekçilerin bencilleşmeye ve tepkisizleşmeye karşı koyamaz hale gelmeleridir. Patrona, aileye ve burjuvazinin iktidarına tutsak olmuş Samsa, böceğe dönüşmesine karşın mesai saatini düşünmekte ve işe gitmeyi arzulamaktadır.

Ailedeki otoritenin karşılığı olarak babayı işaret eder Kafka. Toplumsal yabancılaşmanın başladığı yer olarak aileyi gösterir. Dönüşüm’de böcekleşen Samsa olsa da ailenin diğer bireyleri anlatı ilerledikçe birer böcek gibi davranmaya başlarlar. Kapitalist üretim biçiminde aileyi bir arada tutan gerçek bir sevgi bağı yoktur. Babasının kendisinden para sakladığını öğrendiğinde kullanılmış hisseder Gregor. Kafka, asalak, ikiyüzlü ve aralarında herhangi bir sevgi bağı olmayan aile bireyleri aracılığıyla çürümekte olan bir toplumsal düzende aile kurumunun çıkarcılığını ön plana koyar. Dönüşüm’ün sonunda Samsa’yı öldürür ve aslen böcekleşen aileyle okuru baş başa bırakır. Samsa’nın aileye uyum sağlamasına, sürüye tekrar katılmasına izin vermez.

Kendisine ve topluma yabancılaşmış, isyan etme yetisini yitirmiş, mevcut düzen karşısında geri dönüşsüz bir yenilgi hissi besleyen ve dolayısıyla yazgısına boyun eğmiş bireyleri betimlemeyi tercih etti bir yandan Kafka. Bu bireylerin mensup olduğu toplumsal tabakanın içinde egemen sınıfa tabi bürokrasi her daim başrolü oynadı. Örneğin Dava’nın küçük burjuva Josef K.’sı kapitalist toplumda bir başına kalmış, nadiren de olsa düzeni sorgulayabilen bir nitelik taşır. Burjuvazinin tesis ettiği düzenin adalet mekanizmasının yalanlar üzerine kurulu olduğunu teşhir eden Kafka, rahip ile Josef K. arasındaki diyalogla burjuva devletinde bürokrasiyle dinin ayrılmaz bütünlüğüne dikkatleri çeker. 

“… Adam henüz gelmektedir kanuna, kapıcı ise öteden beri oradadır. Kanun tarafından kapıcılıkla görevlendirilmiştir. Onun yüce mevkiinden şüphe etmek, kanundan şüphe etmek demektir.” — “Ama ben aynı görüşte değilim”, dedi K., başını sallayarak, “Çünkü söz konusu görüş benimsendi mi, kapıcının her söylediğine gerçek gözüyle bakılması gerekir; böyle bir şeyin olamayacağını ise sen kendin enine boyuna kanıtlamış bulunuyorsun.” — “Hayır!” diye cevapladı Rahip, “Gerçek gözüyle değil, sadece zorunlu olarak!” — “Karamsar bir görüş bu”, diye ekledi K., “Dünyanın düzenini yalana bağlıyor.” [Franz Kafka, Dava, Cem Yayınevi, çev.: Kâmuran Şipal, 1984 (3. baskı), s. 247-248]

Kafka’nın üretmeye başladığı döneme fazlasıyla benzeyen bir çağda yaşıyoruz. Kriz koşullarında sömürülenlerin sayısı ve bireylerin kendileriyle topluma yabancılaşmaları artmaya devam ediyor. Egemen sınıfın ezilenlere dayattığı böcekleşmenin sadece sosyalizmin galebe çalmasıyla aşılabileceği ve dolayısıyla geleceğe dair umut beslemenin her zamankinden daha önemli olduğu zamanlardan geçiyoruz. Kafka da doğru bir bağlamda ele alındığı takdirde önemini ve güncelliğini korumaya devam ediyor. İçi çöküntü imgeleri ve karabasanlarla dolu Kafkaesk dünya, bugün yaşadığımız, çürümeye yüz tutmuş toplumsal düzenin “gerçekliğini” yansıtıyor. Dolayısıyla, Kafka’nın ufkunun yetmediği noktayı göz önünde bulundurarak yalnız olmadığımızın bilincine varmak ve Kafkaizm’i aşmak önümüzde duruyor. Yaşadığımız toplumun gerçekliğini kavramaya ve onu dönüştürmeye çalışan okur için, emperyalizm çağında sürüden ayrılıp boyun eğmeyenlere güç katabilmek için yapıtını tartışmaya devam etmek gerekiyor.

 KAYA TOKMAKÇIOĞLU / SOL



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Dünyanın en pahalı evini Türk milyarder satın aldı! - Mehmet Kaya / Ekonomim

Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul a...