Tarım Kredi marketlerinde fiyatların ucuzlayacağı konuşuldu ancak fiyatlar daha da arttı. Vitrindeki pahalı bulgura bakarken gördüğümüz şey bir arz-talep-maliyet denklemi değil, yıllara yayılmış bir servet ve sermaye transferi.
Haberlere göre Recep Tayyip Erdoğan kesin talimat vermiş. Tarım Kredi marketlerinde satılan ürünler ucuzlayacakmış. Benzer sözleri 2018’deki kur şokundan sonra da duymuştuk. Erdoğan yine bu marketleri örnek göstermişti.
Ucuz gıdanın, çiftçinin ucuza üretiminden geçtiğini bilmeyen yoktur. Erdoğan da biliyor. Ama Tarım Kredi’nin görevi sanki bulgur, salça falan satmakmış gibi dört yıldır aynı hikayeyi anlatıp duruyor. Oysa Cumhuriyet’le yaşıt bu kuruluşun esas işi tarımsal üretimi ayakta tutmak. 40 milyar liralık varlığı, 2 milyar dolar piyasa değerine sahip Gübretaş’ı, 19 iştiraki, limanı ve yeni edindiği altın madeniyle bunu başaracak gücü de var üstelik.
Peki neden yapamıyor? AKP asırlık bu kuruluşu niye basit bir ‘ucuzluk marketi’ olarak sunuyor bize? Esas hikâye burada yatıyor işte.
Başkanlık rejiminin baskın karakterinin parasal her türlü kaynağın birer havuza çevrilmesi olduğu unutulmamalı. “Bu basit işi niye yapmıyorlar?” dediğimiz her olayın ardında bir ‘havuz problemi’ yatıyor. Tarım Kredi’de de böyle. Vitrinde salça dururken, çiftçiye gitmesi gereken milyarlarca liralık kaynakla başkalarını gönendiriyor.
Nasıl mı? Dikkatlerden kaçmış ilginç bir atamayla başlayalım…
ARSLAN’IN SÜRPRİZ GÖREVİ
Erdoğan’a en yakın isimlerden birisi eski Diyarbakır Milletvekili Mehmet İhsan Arslan’dır. AKP’nin ‘kara kutularından’ diye de bilinir. Erdoğan’a siyasi danışmanlık yaptı. Aynı görevi Ankara Milletvekili olan oğlu Mücahit Arslan sürdürüyor. Baba Arslan son olarak 2020’de BBC Türkçe’ye verdiği bir röportajda AKP’ye eleştirileriyle gündem olmuş, disipline sevk edilmiş ve nihayetinde Erdoğan’a bağlılığını yineleyerek sessizliğe bürünmüştü.
Şimdi sürpriz şekilde bir şirketin üst yönetiminde çıktı karşımıza. Kimseler duymadı. Açıklama başka bir ülkede yapıldı çünkü. Mayısın sonunda, İran’ın ticaret sicil gazetesinde Razi Petrokimya’nın başkan yardımcısı olduğu ilan edildi.
Razi’yi tarım meselelerine uzak olanlar bilmez. Gübretaş yönetimi yaklaşık 700 milyon dolarlık yatırımla 2008’de satın aldı. İran’da Devrim Muhafızları’na ait, bölgenin en büyük gübre ve gübre hammaddesi üretim tesisinin ihalesi ciddi bir olaydı. Satış, İran’ın kolay kolay yaptığı bir şey değildi. Hele ABD ambargosu düşünülürse. Dönemin Tarım Bakanı Mehdi Eker bir ilki başardıklarını, gübrede dışa bağımlılıktan kurtulup çiftçiye artık ucuz gübre sağlayacaklarını iddia ediyordu. Hiç de öyle olmadı. Aksine, gübre erişilmez bir ihtiyaca dönüştü.
Razi ihalesi daha ilk günden şaibeler taşıyordu. Gübretaş, iki ortakla beraber almıştı. İşin sırrı ikinci ortaktaydı.
BAŞTAN ŞAİBELİ BİR İHALE
Konsorsiyumda Tabosan ve Asya Gaz bulunuyordu. Tabosan mali sıkıntı içindeydi. Asya Gaz ise ihaleden 4 ay önce kurulmuş, hemen ardından üç kamu bankasından yüklü miktarda kredi verilmişti. İktidarın kararıyla konsorsiyuma eklendi. MHP’li bazı vekiller konuyu Meclis’e taşıdılar ancak “ticari sır” yanıtını aldılar. Olayın peşini bırakmayan vekillerin daha sonra ünlü ‘kaset’ vakasıyla beraber MHP yönetiminden tasfiye edildiğini hatırlatalım.
Razi’nin yüzde 25 hissesi Asya Gaz’da bulunuyor. Şaban Kayıkçı’nın şirketi. Gübretaş son 10 yılda en fazla kime yaradı deseler, yanıt tereddütsüz Kayıkçı olur. Nitekim Razi ortaklığından sonra Arabistan’da kurduğu şirketlerle Afrika ile petrokimya ürünleri, Hindistan’daki şirketiyle de gübre ticaretine girişti. Hepsinin merkez üssü Dubai. Kendisi de orada yaşıyor. Gübretaş vasıtasıyla denizciliğe de el attı. Suudi Arabistan’lı Nesma ile 2008’de kurulan ve Negmar çatısı altında faaliyet yürüten denizcilik şirketlerinin çoğunda yöneticiydi. Sonunda Negmar’daki yüzde 40 Gübretaş hissesi de dönüp dolaşıp Kayıkçı’nın oldu.
“Üretilen gübreyi doğrudan Türk çiftçisine ulaştıracağız” denilerek Güney Kore’den ANKA ve DİCLE adlı iki gemi satın alınmıştı.“Razi’de üretilen gübreyi doğrudan Türk çiftçisine ulaştıracağız” denilerek 100 milyon dolara Güney Kore’den 2015’te satın alınan ANKA ve DİCLE adlı iki dev gemi de önce Kayıkçı ailesinin en küçüğü Uğur Berke Kayıkçı’nın, Marshall Adaları’nda kurduğu şirkete satıldı. Ardından gemilerin nihai rotası Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’ın şirketine ulaştı. Gübretaş merkezli gemicilik şirketlerindeki baş döndüren trafiği merak edenler şu yazıya bakabilir: (https://www.gazeteduvar.com.tr/gubretasin-milyon-dolarlik-gemileri-nereye-gitti-makale-1532075)
Kısaca Gübretaş-Kayıkçı ilişkisi yıllara yayılmış karmaşık bir hikaye. Hikayeleri tam anlayabilmek için de sonunu beklemek lazım. Arslan’ın gübreyle ilişkisine dair soru işaretleri de hikayenin sonunda beliriyor zaten.
ARSLAN, KAYIKÇI DOSTLUĞU
Kayıkçı’nın bir zamanlar Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü’nde memur olduğu çokça yazıldı, çizildi. Arslan ailesiyle sıcak ilişkileri hep gündemdeydi. Mücahit Arslan, sosyal medyadaki mesajında “Şaban Kayıkçı abimiz…” yazacak kadar yakın mesela. Bu bilgiler ve daha fazlası arşivlerde duruyor. Arslan-Kayıkçı ilişkisini iyice gizemlileştiren son bir detaya daha değinelim.
Sezgin Baran Korkmaz’ın, Erdoğan ile fotoğraf çektirdiği DEİK bünyesindeki Türk-Amerikan İş Konseyi’ne (TAİK) katılmasını sağlayan ismin Mücahit Arslan olduğu haberlerde yer almıştı. Kayıkçı’nın da Korkmaz ile ilişkisi malum. Kara para aklamak için kurulduğu MASAK raporuyla belgelenen Mega Varlık üzerinden çökülen ilk otel Bodrum Kervansaray’dı. Ve kısa süre sonra Kayıkçı aldı. Adı bugün Duja olan otelin yanı başındaki skandallarla ünlenen Paramount Oteli’nin işletmesinin de yine Kayıkçı ailesinde olduğu anlaşılıyor.
Tekrar dönelim Razi meselesine. Son iki yıldaki faaliyet raporlarında, tonlarca gübre satılan iki şirketin izinin dahi bulunamadığı yazılı. Vergi cenneti adalarda kurulmuş ve Razi’ye milyonlarca lira borçlanmış şirketler kime ait, bilinmiyor. Arslan’ın kimi temsilen yönetimde yer aldığı da öyle.
HANİ BUNUN İLK SAHİBİ!
Ne kadar karışık ilişkiler değil mi? Pahalı salça, bulgur derken gübre ticareti, gemiler, oteller, bir sürü isim ve şirket dökülüyor ortaya. Kim emanetçi, kim değil belirsiz.
Haliyle gündelik hayatı çıkmaza sokan sorunların çözümü için hikayenin tamamına, asıl aktörlerine ve nihai sonuna bakmalı daima. Hani Yunus Emre’nin “Mal sahibi, mülk sahibi…” diye başlayan o meşhur dizesi var ya, onun sonunu değiştirerek sormalı: “Hani bunun son sahibi!”
İşte Tarım Kredi’nin vitrinindeki pahalı bulgura bakarken gördüğümüz şey de basitçe bir arz-talep-maliyet denklemi değil, yıllara yayılmış bir servet ve sermaye transferidir. Çözümü de buralarda aramak gerekir.
Bahadır Özkan / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder