14 Ağustos 2022 Pazar

İkinci Birinci Meclis + İslamcı faşizm - Özdemir İnce / Cumhuriyet

 


İkinci Birinci Meclis

“Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; Aralarındaki Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları erteleyerek Ulusal Kuruluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir.” 

M. Kemal ATATÜRK (İrade-i Milliye, 1921)

***

Tarihçi (Prof. Dr.) Şaduman Halıcı ile sohbet etmekteydik. Bana “altılı masa” hakkında ne düşündüğümü sordu. “İkinci Birinci Meclis” çıktı ağzımdan. O ana kadar hiç düşünmemiştim bunu ama kulağım duydu. Hiç de içi boş bir remil değildi. Altı ayaklı masa, Atatürk’ün “Aralarındaki Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları ERTELEYEREK Ulusal Kuruluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir” sözlerini doğrular nitelikteydi: 

 - CHP, merkez sol

- İYİ PARTİ, milliyetçi merkez sağ

- SAADET PARTİSİ, dindar muhafazakâr

- DEMOKRAT PARTİ, liberal demokrat merkez sağ

- DEVA PARTİSİ, dindar muhafazakâr

- GELECEK PARTİSİ, dindar muhafazakâr

23 Nisan 1920’de açılan Birinci Büyük Millet Meclisi’nde, Sivas Kongresi’nde karar alındığı için siyasal parti yoktu ama iktidar ve muhalefet  vardı: İttihatçılar (İttihat ve Terakki), İtilafçılar, Bolşevikler, dinci muhafazakârlar, tarikatlar ve şeyhleri gibi çok farklı düşünsel ve inanç tabanının temsilciler vardı.

Birinci Meclis’teki gruplar: İstiklal grubu, Tesanüt grubu, Müdafa-i Hukuk zümresi, Halk zümresi, Islahat grubu.

Bu gruplar arasında yarışma Meclis’te kargaşa yaratınca Mustafa Kemal Paşa duruma müdahale etmiş ve 10 Mayıs 1921 tarihinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Grubu’nu kurmuş, bunun üzerine Meclis’teki üyeler üçe bölünmüş ve Meclis’te şöyle oturmuşlardı:

1- Hükümete yakınlar sağda. 

2- Hükümete karşı olanlar solda.

3- Yaşlılar ve tarafsızlar ortada.

 Birinci Grup sayılan  Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) örgütlü hareket etmiş, bu grubun dışında kalan milletvekilleri “Biz de Anadaolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk’tan geliyoruz” diyerek İkinci Grubu kurmuşlardır. Bu iki grubun dünyaya bakışları farklıdır. Kurtuluş’tan sonraki devlet düşünceleri birbirine zıttır, ekonomi politikaları ayrıdır.

Ama ikisi de vatanın kurtuluşu ve Türklüğün özgür ve bağımsız yaşaması konusunda birleşmişlerdir. Birinci Meclis’i demokratik yapan bu özelliğidir.

Şu anda, Birinci Cumhuriyet AKP sayesinde yıkılmış ve altılı masa şu anda ikinci kurucu meclis durumunda. 2023’ten sonra ne olacak? Altı parti, İkinci Cumhuriyeti yeniden kuracak mı kurmayacak mı?

Güçlendirilmiş parlamenter sistemi mutlaka kuracaklarını ilan ettiler. Bunun anlamı şudur: Kuvvetler ayrılığı ilkesini mutlaka işler hale getirecekler. Hukuk devletini mutlaka onaracaklar. Anayasanın ikinci maddesine mutlaka itaat edecekler. Başta Öğrenim Birliği (Tevhidi Tedrisat) olmak üzere Devrim Yasalarını ödünsüz uygulayacaklar. Şeyhülislamlığa özenen Diyanet İşleri Başkanlığı’nı mutlaka laik Cumhuriyete uygun hale getirecekler. Merkez Bankası, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, TRT gibi anayasal kamu kuruluşlarını hükümetlerin etki ve saldırısına karşı donatacaklar... Ve bunları yapacak olurlarsa İkinci Cumhuriyetin kurucuları olarak tarihe geçecekler.

Altı partinin genel başkanları, benim çok partili rejime 25 yıl erken geçildiği görüşümü bilirler mi bilmezler mi, bilemem. Bu görüşüm 1950’de iktidara gelen merkez sağın temsilcisi Demokrat Parti’nin demokrasiye ihanet etmesine dayanmaktadır. Ondan sonra gelen merkez sağ partiler de “dini kullanarak” demokrasiye ihanet ettiler. Bu ihanetler olmasaydı, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz hareketleri olmaz, AKP diye bir İslamcı parti 20 yıl iktidarı işgal etmez, R.T. Erdoğan adlı biri siyaset sahnesine çıkamaz ve ülkemiz dünya taşrasında gecekondu olmazdı. 1950’den sonra büyük bir fırsat kaçtı bari 2023’te kaçmasın.

                                                            /././

İslamcı faşizm 

İnanç bağlamında kitabi ya da bireysel Musevi faşizmi, Hıristiyan faşizmi olmadığı gibi İslam faşizmi de olamaz.

Son yıllarda, terör ya da  çağdışı, gerici, saplantılı bireysel ya da örgütlü şiddet olayları söz konusu olduğu zaman “La fascisme islamique”, “İslamic fascism” tanımı kullanılıyor. Bu deyiş, “yirminci yüzyılın başlarındaki Avrupa faşist hareketleri”ninkine benzer şekilde, “İslama inancın, dininin totaliter bir siyasal ideolojinin hizmetinde kullanılması için bir örtü olarak kullanılması” anlamına gelen bir terimdir. Bu nedenle çok dikkatli kullanılmalı.

Faşizmin internetdeki sıradan tanımı şöyle: İtalya’da, Mussolini’nin önderliği altında 1919’da başlayan, adını 1922–1943 yılları arasında iktidarda bulunan partiden alan, sendikalara, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını genişletmek ereğini güden, tüm yetkilerin tek partinin ve tek kişinin elinde toplandığı düzen. // Demokratik düzen yerine aşırı, çarpıtılmış bir ulusçuluğa dayanan bir baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti.

İslam adına yapılan eylemlerin tamamı maddi ve manevi şiddet, demokrasi karşıtlığı ve totaliterlik içerdiği için İslamcı faşizm(i) deyimi kullanılabilir.

“Din” dediğimiz olgu bireysellikten çıkıp toplumsallaşmaya, dahası toplumu yönlendirmeye kalkışırsa şu ya da bu şekilde faşizmle ve despotizmle örtüşür.

Tevrat, İncil ve Kuran’da yazılı olanlar indikleri, derlendikleri ya da yazıldıkları zaman ve mekânın bilgisiyle sınırlıdırlar. Yerçekimi hep vardı, uzay düzeni milyarlarca yıldır var ama bu bilgileri kutsal kitaplarda bulamazsınız. Dünyanın, dağların, denizlerin canlı varlıkların, insanın bilimsel oluşumunu da kutsal kitaplarda aramak saçmalıktır. Din dindir, bilim bilimdir: Bunları yarıştırmamak, çarpıştırmamak gerekir.

İnsanlık var oldulça hem Tanrı, hem din(ler) varlıklarını sürdürecek. Dinciler, dinbazlar istedikleri kadar tersini iddia etsinler, din bireyseldir. Bireyin bir dine inanmak, din değiştirmek özgürlüğü vardır. Ama bir birey bütün insanların aynı dine inanması gerektiğini düşünürse; bu bireyler bir topluluk oluşturup kendi dinlerini tek din olarak zorlamaya başlarlarsa; daha da ileri gidip düşünceyi silahlandırarak saldırıya geçerlerse buna faşist terörizm denir. Bu nedenle günümüzde İslam terörü değil ama İslamcı terör vardır: Hizbullah, İBDA-C, IŞİD, Boko Haram, Taliban, El-Kaide vb. örgütler. Bu terör örgütlerinin tamamı başta cihat kavramı olmak üzere çağdışı bazı kavramları güncelleştirerek terörün gerekçesi olarak kullanmaktalar.

Kutsal kitapları, bügün, zaman ve mekândan soyutlayarak yorumlamak son derece tehlikelidir. Tevrat’ın Tanrısı İsrailoğullarını özel olarak yarattığını söyler, onlara toprak tahsis eder (vaat edilmiş topraklar), onları kayırır ve korur, gerektiğinde oları yere çalar ama sanki dünyada İsrailoğullarından başka insan yoktur. Günümüz dünyasında Tevrat’a göre yaşamak mümkün değildir.

Kuran’da Tevbe suresi 5. ayeti okuyalım: “O haram aylar sona erince müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, esir edin // Eğer şirkten vazgeçer, namazı kılar ve zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın.”

Bu ayete dayanarak cinayet işlerseniz, kendinizi bu ayetle savunabilir misiniz?

Çağdaş devlet, bilimsel gerçeklerle çelişen dinsel bilgi ve inançlardan arındırılmış bilgiyle donanmış olmak zorundadır. Yani laik olmak!

Bizi kendi selefi dünyasında yaşamaya zorlayan AKP iktidarını “İslamcı” sıfatıyla tanımlamak zorundayız. Terör günümüzde ikiye ayrılmakta: Silahlı ve silahsız terör. Yanlışları dinin naslarıyla, fetvalarla korumak ve meşrulaştırmak silahsız terördür.

Özdemir İnce / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder