22 Aralık 2022 Perşembe

Belirsiz Zamanlar-Huzursuz Yaşamlar (I-II) - Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

 

(I)

Bu, “İnsani Gelişme Raporu 2021-2022”nin başlığı. IMF raporu ve Dünya Bankası, OECD beklenti analizleri de benzer tonda: Bu yıl çok zor geçti, 2023 daha zor bir yıl olacak. Bu zeminde gelişmeye başlayan tartışmalar, uzun sürecek bir sarsıntılar, dönüşümler dönemi olasılığı üzerinde yoğunlaşıyor. Bu beklentilere jeopolitik çelişkileri, küresel ısınmayı, teknolojik gelişmeleri ekleyince orta ve uzun dönemde kapitalist uygarlığın, kısa dönemde Türkiye gibi gelişmekte olan (bağımlı) ülkelerin geleceğine iyimser bir gözle bakmak zorlaşıyor.

ORTA DÖNEM

IMF’nin son “Dünya Ekonomisine Bakış” raporu reel ekonomik büyümenin (AB bölgesi hariç) 2022’de yüzde 3.2’den 2023’de yüzde 2.6’ya düşmesini bekliyor. Bu oran 2024 ve 2025’te sırasıyla yüzde 3.1 ve yüzde 3.6 olacakmış. Avrupa Merkez Bankası, 2022’de yüzde 3.2 olan Avro bölgesi büyüme hızının 2023’te çok sert bir biçimde yüzde 0.5’e düşmesini, 2024-25’de yüzde 1.9 ve yüzde 1.8’e toparlanmasını bekliyor. Dünya Bankası’nın “temel aldığı” senaryoda, 2022/23/24 büyüme hızları beklentisi sırasıyla yüzde olarak 2.3/2.4/3.0. “Kötümser” senaryoda büyüme hızları 2.3/0.5/2.0 düzeyine, sert-uzun bir resesyon olasılığına işaret ediyor. IMF, ECB Dünya Bankası projeksiyonlarını bir araya koyunca 2023’te dünya ekonomisinde sert bir fren ve sonra en azından 3-4 yıllık bir resesyon olasılığına bakıyoruz. 

Dünya Bankası, eylül ayında yayımladığı “Bir küresel resesyon kaçınılmaz mı?” başlıklı çalışma, enflasyon ve stagflasyon beklentilerin hızla arttığını, sonuç bölümümde de kısa dönemde bir küresel resesyondan kurtulmanın kolay olmayacağını vurguluyor. Gerçekten de bu kez, merkez bankalarının alet çantası boş; “küresel resesyon” olasılığına karşı faizleri düşürmek, mali kurtarma paketleri açıklamak, hiper enflasyon riskine açılıyor. Faizleri yüksek kalma eğilimi, kamu ve özel sektör borç yükünün servis edilmesini, yeniden finansmanını, tüketici talebinin desteklenmesini, giderek daha da zorlaştıracak. Halbuki COVID sonrası tüketim balonu söndü, enerji, gıda fiyatları yüksek düzeyde seyrediyor. Bu sırada borçlanma maliyetleri, “zombi” (aslında batık) işletmelerin yaşam ortamını hızla yok ediyor. Gelişmekte olan ülkeler, borç yüklerini artık kaldırmayacakları bir noktaya yaklaşıyor. Özetle “orta dönemde” sert bir resesyona eşlik edecek bir finansal krizi önlemek olanaklı görünmüyor. 

KISA DÖNEM VE TÜRKİYE

Yukarıdaki resim, çalkantılı bir seçim ortamına girmeye başlayan Türkiye açısından, ihracat piyasaları, ithalat fiyatları, borçlanma maliyetleri açısından koşulların giderek daha da zorlaşacağını gösteriyor. Mustafa Sönmez’in Al Monitor’deki “Zoraki büyümenin yakıtı tükeniyor” başlıklı yazısı, AKP Türkiyesi’nin bekleyen zorlukları sergiliyordu: Enflasyon yükselmeye devam ediyor, ekonomik büyüme yavaşlıyor (bir stagflasyon gelişiyor-EY), madencilik ve enerji gibi sektörlerde üretim daralıyor. Satın Alma Yöneticileri İndeksi ve “öncü göstergeler” bir ekonomik daralmaya işaret ediyor. 

Merkez Bankası rezervlerindeki iyileşme de Wall Street Journal’a göre, “bir yanılsama”. Merkez Bankası, Katar, Emirlikler, Çin hatta Güney Kore gibi ülkelerden, jeopolitik ilişkilere dayanarak borçlanıyor; “Swap ve Forward” işlemleri, kasımda 69 milyar dolara ulaşmış. WSJ, “Sürdürülemez ekonomik model, daha bir süre sürdürülebilir” diyor; “yabancı dostlarla ve daha kolay ekonomik koşullarla desteklenirse”...

Aktardığım veriler, dünya ekonomisinde koşulların kolaylaşmak bir yana daha da zorlaşacağını gösteriyor. “Yabancı dostların”, yardımlarının, açıklanmayan, jeoekonomik ve jeopolitik maliyeti karşılanabilir mi? Seçimlerden sonra (yapılabileceğini varsayarak) ülkeyi yönetmeye talip olanları hangi sürprizler bekliyor? Gibi zor sorular da ortada duruyor.

                                                          /././

(II)

Pazartesi günü, uzun süreli bir küresel resesyon beklentisine, bir finansal kriz riskine değindim. Kapitalizmin tarihine bakarak “Bunlar da geçer” diyebilirsiniz. 

ORTA UZUN DÖNEM

Ancak bu kez farklı: Merkez bankaları, finansal kriz ve “büyük durgunluk” döneminde kullandıkları, kriz yönetme araçlarını (sıfır faiz, niceliksel genişleme gibi) son 10 yılda tükettiler. Stagflasyon ortamında, önceliği durgunlukla değil, enflasyonla mücadeleye veriyorlar: Borç yükü altındaki ekonomiler, aşırı kaldıraçlı borsa oyuncuları, çapı 10 trilyon dolara ulaşmış, özel varlık yatırım/yönetim sektörü üzerinde faiz baskısı hızla artıyor. Yüksek faizler durgunluğu resesyona itmeye başlayınca iflaslar, mali kırılganlık artacak.

Finansal kriz riskini, resesyonu besleyen “yakıt”, ekonomik etkenlerle sınırlı değil. Ukrayna, NATO-Rusya vekâlet savaşı, enerji, tahıl, yemeklik, suni gübre, tarım ilacı, bitkisel yağ fiyatlarını etkiliyor, enflasyonu, yatırım-üretim alanında belirsizlikleri beslemeye devam ediyor; bu durumun önümüzdeki dönemde değişmesi beklenmiyor. “Küreselleşme” 2008 mali krizinin, büyük güçler arasında başlayan ticaret ve teknoloji savaşlarının uluslararası tedarik zincirleri, üzerindeki etkileri altında dağılırken enflasyonu besliyor, kâr oranlarını baskı altına alıyor. Covid tüm bu eğilimleri derinleştirdi; derinleştirmeye, özellikle dünyanın 2. büyük ekonomisi Çin bağlamında devam ediyor.

Yapay zekânın işsizliği artıran, ahlaki ve kültürel kalıpları zorlayan, insan varoluşuna ilişkin yeni sorular yaratan etkileri giderek daha çok hissediliyor. Merkez ülkelerde işçi sınıfı ve sendikalar son 20 yılda kaybettiklerini geri almak için hareketlendiler. Bu karmaşık resim içinde devlet ve ekonomi yönetimi seçkinlerinin, hâlâ, tükenmiş neoliberal modelin araçlarına tutunmaya çalışması iyimserliğe izin vermiyor.

“İklim krizi” ekonomileri, aşırı sıcaklarla, aşırı soğuklar, yağışlarla, fırtınalarla vuruyor. Bir taraftan kimi tarım alanları işlenemez hale geliyor, diğer taraftan insan toplulukları yaşanabilir yerlere sığınmaya çalışıyor, birçok ülkede halk işini, kültürünü, kimliğini koruyacak güçlü devlet, güçlü lider arzusu “süreç olarak faşizmi” besliyor. Devletlerin, gıda, su ve diğer doğal kaynak alanları üzerinde, rekabeti giderek sertleşiyor. Büyük güçler arası hegemonya rekabeti ortamı, yerel çatışmaların küresel çapta genişleme potansiyellerini besliyor. İklim krizine karşı önlem alamayan kapitalist uygarlık, “finansal kriz/sert resesyon” senaryosunu giderek “uygarlık sonu” senaryosuna dönüştürerek adeta intihar ediyor. Bu kez gerçekten farklı!

KISA-ORTA DÖNEM TÜRKİYE

Seçimler sonrasında, (yapılabilirse), yeni hükümeti, ülke içinde, dış dünyada çok zor koşullar bekliyor. En azından üç “topluma” bölünmüş, büyük bir kısmı seçim sonuçlarından mutsuz olmuş bir ülkeyi yönetmeye çalışacak. “6’lı masa”, eğer seçimlerden önce dağılmadıysa, bir arada durmakta zorlanacak. Seçimleri, kazandıysa“yeni” rejimin inşasındaki öncelikler, bakanlıkların ve “arpalıkların” dağılımı, eski rejimin personeline, medyasına, beslenen asalaklarına ilişkin konularda iç çelişkilerinin basıncına, kaybettiyse, AKP etkisi altında şekillenecek yeni koalisyon olasılıklarının çekiciliğine dayanamayacak.

Son olarak dış dengeler: İran dinci rejimi “canavarlaştı”, Çin devlet başkanı Şi’nin Ortadoğu gezisinde kurduğu ekonomik siyasi bağlar, ABD’nin bölgedeki etkisinin aşınmasını hızlandırdı. Ukrayna’da çamura saplanan Rusya’nın Ortadoğu’daki mevzilerini kaybetme kaygısı giderek artıyor. Bu gelişmeler, küresel jeopolitiğin merkezini yine Ortadoğu’ya kaydırıyor. Bu süreçte, yukarıdaki sorunlarla boğuşan bir (yeni) hükümetin, küresel ve yerel “büyük” güçlerin, önüne koyacağı seçeneklere ulusal çıkarlarına uygun tepkiler geliştirmesi çok zor görünüyor.

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder