'Her şeyin ötesinde, 'Holodomor' yalnızca şudur: Tarihsel gerçekliği olmayan bir peri masalı.'
Rusya'nın Ukrayna'ya dönük saldırısı devam ederken, Almanya, 1930'larda Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna'da "toprak reformunu çiftçilere zorla kabul ettirmek için attığı adımlar nedeniyle yaşanıldığı" öne sürülen 'Holodomor' adı verilen kıtlığı bu hafta "soykırım" olarak tanıdı.
Alman Federal Meclisi'nde görüşülen önergeye hükümeti oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP) ile muhalefetten Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) "evet" oyu kullanırken Sol Parti ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi ise "çekimser" kaldı.
Nazi Almanyası tarafından Sovyetler Birliği'ne karşı kara propaganda olarak kullanılan "Holodomor", günümüzde Ukrayna devleti ve Batılı müttefikleri tarafından hâlâ kullanılıyor.
2014 yılından sonra Batılı devletler, Rusya'ya dönük kara propagandalarını artırırken, 2017 yılında Almanya'da, "Holodomor – bittere Ernte" (Holodomor - Acı Hasat) adlı bir film vizyona girdi. Filmde, Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna'da yaşanan kıtlık "Sovyetler Birliği tarafından Ukraynalılara bilinçli olarak uygulanmış bir soykırım" olarak tanıtılıyor. Filmin yayınlanmasının ardından Thanasis Spanidis, Junge Welt'te yayınlanan makalesinde "Holodomor"un, Ukraynalı Neo-Naziler ve Batı tarafından Sovyetler Birliği ve günümüz Rusya'sına karşı halen nasıl kullanıldığını ele alıyor.
Makaleyi, soL okurları için çevirdik.
Çeviri: Can Kuyumcuoğlu
“Holodomor – Acı Hasat”, bu yılın Şubat ayında ABD sinemasında vizyona giren detaylı bir “tarihi dram” filminin adı. Film, Hollywood standartlarında özel bir tarihi çarpıtma arsızlığı vakası. Filmin konusu 1932-33 yıllarında yaşanan “Ukrayna kıtlığı”. Filmin yapımcılarına göre, bu olay, özgürlük arzulayan Ukraynalıları cezalandırmak için Sovyet hükümeti tarafından bilinçli bir şekilde düzenlendi.
Filmin yönetmeni George Mendeluk’un Kanada’ya sürülmüş bir Ukraynalı olması tesadüf değil. Ukraynalı-Kanadalı yatırımcı Ian Ihnatowycz ise, filmin senaryosu için 21 milyon dolar finansal destek sağladı. Filmin, tarihi içeriğinin yanı sıra sinemacılık anlamında da arzulananın dışında kaldığını hesaba katarsak, en azından bahsi açılmaya değmeyecek kadar başarısız olacağını düşünebiliriz. Her halükarda; Mendeluk’un “eseri”, Ekim Devrimi’nden önce, Rus aksanlı şeytani Bolşeviklerin saldırılarından, katliamlarından ve yağmalamalarına kadar huzurlu koşulların olduğu bir Ukrayna’yı tasvir ediyor. Ukraynalıların bu saldırılara direnmesine öfkelenen Stalin, ülkedeki herkesin açlıktan ölmesini emreder. Sonrasında bir umut ışığı yanar; milyonlar öldükten sonra, kitleler “özgürlüklerini” geri kazanmak için ayaklanır ve komünistleri öldürmeye başlar.
Filmin 2017’de vizyona girmesi tesadüf değil. NATO, son yıllarda Rusya’ya karşı açık bir meydan okuma mesaisi başlattı. Moskova’nın kuşatılmasında önemli bir yapı bloğu da, ulusal anlatısında “Holodomor”un da yer aldığı Kiev rejimi. “Holodomor”, Ukraynacada kabaca “açlık yoluyla katliam” anlamına gelen yeni bir kelime. “Holokost” kelimesine olan fonetik benzerliği büyük ihtimalle bilinçli bir şekilde tercih edildi. Ancak her şeyin ötesinde, “Holodomor” yalnızca şudur: Tarihsel gerçekliği olmayan bir peri masalı.
Ancak filmin tarihi çerçevesi ne kadar yanlış olsa da, filmin kendisi hiçbir şekilde marjinal değil. Doğrudur, Ukraynalı faşistler ve milliyetçiler, Holodomor yalanının her zaman en gayretli taraftarları olmuştur. Ancak tek taraftarı olmaktan uzaklar. Çok sayıda hükümet, tarihin çarpıtılması sürecine katılıyor. Bugüne kadar Polonya, Kanada, ABD, İspanya, Çekya ve bazı Latin Amerika ülkelerinin aralarında olduğu 24 ülkenin hükümeti, “Holodomor”u soykırım olarak tanıdı. AB Parlamentosu da, 2008 yılında “Holodomor”u insanlığa karşı suç olarak tanımladı.
Mitin icadı
“Kıtlık Soykırımı”nın doğuşu 1935 yılında denk geliyor. O dönemde, medya patronu William Randolph Hearst’in imparatorluğuna ait ABD’li gazeteler, “Ukrayna Kıtlığı” hakkında Thomas Walker tarafından çizilen bir çizgi dizi yayınladı. Hearst’in kendisi dünyanın en zengin adamlarından biriydi ve Hitler ve Mussolini’nin ateşli bir destekleyicisiydi. Ne var ki, söz konusu çizgi dizi hakkında her şeyin sahte olduğunun ortaya çıkması uzun sürmedi. Walker’ın iddialarının düzmece olmasının yanında, resimler 1. Dünya Savaşı dönemindeki Avusturya-Macaristan’dan ve 1921-22 kıtlığı dönemindeki Rusya’dan gelmişti. Tabi böylesine utançlar Völkischer Beobachter (Ulusal Gözlemci) gazetesinin Hearst’ın basınından gelen bu korku hikayelerini değerlendirmesine ve “Yahudi Bolşvizmi”ne karşı propaganda hizmetinde kullanmasına engel olmadı.
Nazi Reich’ı 1945’te tarihe gömüldü, ancak “Açlık Holokostu” yalanı gömülmedi. Çünkü, arkasında hâlâ çok güçlü çıkarlar var. Ukrayna’nın faşist işgali sırasında ülkenin özellikle batı bölgelerinde işbirlikçi bir hareket vardı. Ukrayna İsyan Ordusu (UPA), liderleri Stepan Bandera (1909-1959) öncülüğünde Polonyalı, Yahudi ve Sovyet yanlısı sivillere dönük en ciddi savaş suçlarına dahil oldu ve aynı zamanda Yahudi katliamının yürütülmesinde SS ve Wehrmacht birliklerine yardım etti. “Holodomor” UPA’nın suçlarını bastırmak veya en azından daha “anlaşılabilir” kılmak için icat edilen bir merkezi “kurban miti”dir.
Mit, tarihçilerin kendisi tarafından da bugüne kadar taşınıyor. Asgari nitel araştırma standartlarına bağlı kalan tarihçiler “Holodomor” tezini reddediyor. Ancak İngiliz tarihçi ve gizli servis ajanı Robert Conquest’in 1986’daki standart Holodomor eseri olan “Hüzün Hazadı” hâlâ belli bir popülerliğe sahip. Komünist harekete ihanet eden Conquest, karşıdevrime sadık biri olarak kendisine Enformasyon Araştırma Dairesi’nde (IRD) görev buldu. IRD, başlıca görevi Sovyetler Birliği’ne karşı dezenformasyon kampanyaları yürütmek olan bir İngiltere Dışişleri Bakanlığı kurumuydu. Conquest’e akademik kitap yayını yoluyla Sovyet karşıtı propaganda yürütmeye yönlendiren de IRD’ydi. Conquest’in kitabı antikomünist amaçlar doğrultusunda kullanışlı olsa da, profesyonel dünya bundan heyecan duymadı. Sovyetler birliği tarihini çalışan önde gelen Batılı tarihçiler, kitabı bilimdışı olarak niteledi ve Conquest’in temel tezi olan “açlık soykırımı”nı absürt buldu. 2010 yılında ise Yale Üniversitesi’nden Timothy Snyder, tarihin revizyonu konusunda Conquest’i dahi geçen, en çok satanlar arasındaki “Bloodland” kitabıyla ortaya çıktı. Buna da akranları kuşkulu yaklaşsa da, dönemin iklimi gözle görünür şekilde değişmişti. Snyder’e dönük temel eleştiriler çok nadir ortaya atıldı.
Milliyetçiliğin inşa bloğu
“Holodomor”, sonuç olarak Sovyetler Birliği’ne ve Stalin’in Komünist Partisi Genel Sekreteri olduğu 30 yıllık döneme dönük mevcut tarihi bakışın önemli bir unsuru. Ancak halk arasında (‘sol’un büyük bir bölümü dahil olmak üzere) bu dönem hakkında neyin gerçek olduğunu bildiğini düşünen, gerçeklere denk düşen kişi sayısının genel olarak az olduğunu da düşünürsek, Holodomor yalanının özel bir tarihi uydurma niteliği de taşıdığı söylenebilir.
Anlatılara göre, olay 1932-33 yıllarında gerçekleşiyor. Genellikle tüm Sovyet yönetimiyle eşit tutulan Stalin, Sovyetler Birliği’nin sanayileşmesini finanse etmek için tarımı baskılamak istedi. Buna ek olarak, Ukrayna milliyetçiliği onu rahatsız etti. Stalin köylülerden ve özel olarak Ukraynalılardan haz etmiyordu. Ukraynalı köylülerin direncini kırmak için Ukraynalıları korkunç bir kıtlığa mahkum etmeye karar kıldı. Olay patlak verdiğinde hükümet, çıkışları imkansız kılmak için cumhuriyetin tüm sınırlarını kapatırken, milyonlarca ton tahıl ihraç etmeye memnuniyetle devam etti. Bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen kıtlığın sonucu, olayın sunuluşuna bağlı olarak yedi, on veya on dört milyon ölü oldu. “Tahminlerin” faşist Yahudi soykırımının kurbanlarının sayısının biraz üstünden başlaması bir tesadüf olmasa gerek.
Ancak doğrusu hiçbir şey mitin iddia ettiği gibi olmadı: Sovyetler Birliği yönetimi, tarihin hiçbir noktasında herhangi bir kıtlık istemedi, tam aksine bunu onlarca yıl sabit bir tehlike olarak gördü. Bunu engellemek için adımlar dahi attı. Stalin’in köylülerden ve Ukraynalılardan nefret ettiğine dair iddiayı destekleyecek bir kanıt yok, ama tam tersini destekleyecek çok kanıt var. Sovyetler Birliği’nin soğukkanlılıkla tahıl ihracatına devam ettiği iddiası, aşırı çarpık bir bakışın zirvesi. Son olarak, açlıktan ölenlerin sayısına dair ortaya atılan iddialar da abartılıyor olabilir. Bu konu hakkında tek bir doğru var: Hiç şüphe yok ki, Sovyetler Birliği, 1932-33 yıllarında birçok ölüme neden olan ciddi bir kıtlık yaşadı.
Bununla birlikte, kıtlığın nedenlerine dair önde gelen tarihçiler arasında, kıtlığın şiddetlenmesindeki çevresel faktörlerin yanında siyasi gelişmelerin de etkisinin boyutuna ilişkin bazı anlaşmazlıklar var. Robert Davies ve Stephen Wheatcroft, kıtlığın ana nedenini Sovyetler Birliği hükümetinin tarım politikası olarak görüyor. İkiliye göre, tarımın kolektifleştirilmesi yıldırım hızıyla gerçekleşirken, sanayileşmenin getirdiği kayıpları gidermek için tahıl vergileri artırıldı. Çiftçileri traktörlerle, iyileştirilmiş tohumlarla ve suni gübrelerle donatmaya başlamak, tarımın çöküşünü bir dereceye kadar karşılayabilirdi. Ancak yazarlar aynı zamanda, kıtlığın beklenmedik ve istenmeyen bir şey olduğunu vurguluyor. Ne var ki, yazarlara göre, hükümet tarafından alınan önlemler, kitlesel ölümlerin önüne geçilmesi için yeterli olmadı.
Hafife alınan çevresel koşullar
Diğer yandan, Mark B. Tauger, yalnızca anlatıların “bilinçli kıtlık” versiyonunu değil, “bilinçsiz ancak ‘insan kaynaklı’ felaket” versiyonunu da yoğun eleştiriye tabi tutuyor. Ünlü Sovyetler Birliği tarımı tarihi uzmanı, temelde iki argüman çizgisinde ilerliyor. İlk olarak, kıtlığa yol açan etkenlere dair diğer tüm yazarlardan daha kapsamlı bir analiz sunarak, çevresel koşulların kıtlığa neden olan en önemli faktör olduğunu ortaya koyuyor. Sovyetler Birliği’nin büyük bir bölümü 1931-32’de ağır bir kuraklığa maruz kalmıştı. Aynı zamanda bazı bölgelerde hasadın büyük bir bölümünü yok eden şiddetli yağışlar ve seller görülmüştü. Aşırı nem nedeniyle ciddi bitki hastalıkları ortaya çıkmıştı. Özellikle birtakım türlerde pasmantarı, tahıl yanığı ve ergot hastalığı görülmüştü. Buna ek olarak, bitki zararlıları ve zararlı ot sayısı toplu olarak katlanmıştı. Sovyetler Birliği tahminlerine göre, 9 milyon tona yakın tahıl, yani tüm mahsulün yüzde 13 ila 20’si yalnızca tahıl yanığı ve pasmantarı nedeniyle yok olmuştu. Diğer hastalıklar, bitki zararlıları ve hava koşulları nedeniyle yaşanan mahsul kayıpları da azımsanmayacak sayıdaydı. Bunun sonucunda, bazı aşırı olumsuz faktörlerin bir araya gelmesi gıda üretiminde ağır bir krizi tetikledi. Bu durum, o dönemin tüm tarım sistemlerinde büyük sorunlar yaratırdı. Önceki yıllarda yaşanan gıda darlıkları ve kıtlıklar da yük beygiri nüfusunu ciddi bir şekilde etkilemiş, toprak sürme kapasitesinin düşmesine neden olmuştu.
Aksine, çok tartışılan “insan kaynaklı” faktörler, Tauger’in analizinde yalnızca ikincil bir rol oynuyor. Endüstriyelleşme sonucunda birçok tarım işçisi kentlere taşındı. Kolektivizasyonun da büyük ihtimalle hasata bir kısa vadeli olumsuz etkisi olmuştu, çünkü kolektivizasyonla birlikte varlıklı çiftçiler (“kulaklar”) yeniden iskan edildi. Buna direnen çiftçiler mahsulleri ve çiftlik hayvanlarını yok etti. Ancak bu çok önemli bir olay değildi, çünkü kulaklar genel olarak faaliyetlerine devam etti. Ayrıca köylü direnişi, milyonlarca ton tahılın eksikliğini açıklayamazdı. O durumda, kırsal nüfusun büyük bir bölümü, bu tür olaylarda yer alırdı. Son olarak, ekonomik planlama ve yönetim konusundaki hatalar ve yetersizlikler, eksik bilgi ve çevresel koşullar ve güvenilir olmayan hükümet istihbarat bilgileri de durumun kötüleşmesine katkı sağladı. Ancak genel olarak Tauger, aşırı olumsuz çevre koşullarının sıradışı bir şekilde üst üste gelmesi, istihdam ve yük beygiri gücünün eksikliğinin kötü yönetim durumlarının ve sayısının tam olarak belirlenemeyeceği ölçüde yapılan köylü sabotajlarının şiddetlendirdiği bir kıtlığı tetikledi.
Hükümet, kıtlık tehlikesinin farkında olsa da durumu hafife aldı, çünkü Sovyetler Birliği devletinin o dönemde yeterli istihbarat toplama sistemi ve tarım uzmanlığı yoktu. İkisi de yapım aşamasındaydı. Hükümet yine de kıtlığı kontrol altına almak için geniş çaplı önlemler aldı. Ülkeden (hükümet vergileri ve özel köylü satışlarıyla) çekilen tahıl sayısı 1931’den 1932’ye kadar 18,8 milyon tondan 13,7 milyon tona önemli ölçüde düştü. Zorla alınan hükümet vergilerinin çoğu kıtlık bölgelerinde alındı ve geri ödendi. Hükümetin milyonları açlıktan öldürmeye niyetli olduğuna dair bir kanıt olarak sunulan tahıl ihracatları, aslında kıtlık başlayınca büyük ölçüde düşürüldü. 1931 ila 1932 ortaları arasında 4,7 milyon ton tahıl ihraç edildi. Yalnızca gelecek yıl ise bu sayı 1,6 milyon tona düştü. 1933’ün ilk yarısında yalnızca 220 bin ton tahıl ihracatı yapıldı. Bu, mahsulün tamamıyla karşılaştırınca çok küçük bir sayı. Devletin tahıl rezervleri, Sovyetler Birliği yönetimi için sürekli bir endişe durumuydu. Yönetim, savaş durumlarında böylesine rezervler oluşturmayı önemli bir öncelik olarak görüyordu. Ancak Kızıl Ordu’nun tahıl deposu da dahil olmak üzere, bunların büyük bir bölümü artık nüfusu beslemek için kullanıldı. Kıtlık bölgelerine toplam 5,76 milyon ton gıda ve tohum gönderildi. Bu Sovyetler Birliği ve Rusya tarihinde en büyük kıtlık yardımı oldu. Hasat genel olarak çok düşük olunca Komünist Parti’nin siyasi bürosu Eylül 1932’de hasadın iyileştirilmesi amaçlı bir komisyon kurdu. Komisyonda Stalin ve Dışişleri Bakanı Molotov da bulundu. Kıtlık, şimdi siyasi liderliğin bütün dikkatini toplamıştı. Tarım Bakanlığı, iyileştirilmiş tohumlarla bitki zararlılarını kontrol etmek ve verimi artırmak için programlar başlatmıştı. Yetersiz kalan kırsal bölge yetkililerinin yerine deneyimli çiftçiler getiriliyordu. Yeni yasalar, cezalarla çalışma disiplinini iyileştirmeyi öngörüyordu. İş örgütlenmesinin iyileştirilmesi için kırsal bölgelerdeki makine-traktör istasyonlarında ve devlet çiftliklerinde siyasi departmanlar kurulmuştu. Çiftçileri topraklarını işlemeye zorlamak amacıyla, açlık çeken insanların kontrolsüz iç göçü kısıtlanmıştı. Duruma daha yakından bakıldığında, devlet ve parti yönetiminin kıtlığı engellemek için ciddi çaba sarf ettiği, ancak bunu başarmak için yeterli kaynaklara sahip olmadığı görülüyor.
Gerekli bağlamsallaştırma
Tauger’in ikinci argüman çizgisi, kolektivizasyonu Rusya ve Sovyetler Birliği’nin tarım tarihinin bağlamına yerleştirmek üzerine. Çeşitli yazarlar, tarımın kolektivizasyonunu, ekonomik olarak bir felaket olan, ancak çiftçi muhalefetini ezmeye ve tahıl vergilerini artırmaya hizmet eden bir siyasi karar olarak sundu. Bu pozisyonun tarihi kaynaklar tarafından doğrulanmaması bir yana, söz konusu pozisyon, komünist yönetiminin kıtlığa dönük gözle görülür yöneliminin tam olarak karşısında yer alıyor. Bu yaklaşım, tarımın az gelişmiş olmasını, sosyalizmin inşasında bir temel engel ve nüfusun yeterli beslenmesi önünde bir engel olarak görüyor. Aslında, Çarlık İmparatorluğu yıllarında ve devrim sonrası yıllarda tarımsal üretim o kadar düşüktü ki, normal hasadın herhangi bir şekilde aksaması kıtlığı tetiklemeye yeterliydi. 1891-92 yıllarında bir kıtlık gerçekleşirken, 1918-22’deki iç savaşta çok ciddi bir tane yaşandı. 1924-25, 1927 ve 1928-29’da da kıtlıklar görüldü.
Hükümet bu gidişatı kabul edilemez olarak gördü ve ülkenin sanayileşmesi önünde büyük bir engel olarak gördü. Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” tezinde köylülerle ittifak merkezi bir rol oynadı. Teze göre, ancak köylüleri etkin destekçi ve proletarya diktatörlüğünün ana müttefiği olarak kazanırsan, tarımı modernleştirerek gıda sorununu tamamen çözersen Sovyetler Birliği bu düşmanca ortamda hayatta kalır. Stalin’in hedefi köylülerin siyasi etkinliğini ve hareketliliğini “kırmak” değil, onların kültür seviyesini artırmak ve iş sürecindeki daha etkili örgütlenmelerini sağlamaktı.
Hükümetin bakış açısında, tarımın modernleşmesi ancak küçük çiftliklerin ve köylerin bilimsel bilgi temelinde modern teknolojiye başvuran daha büyük birimlere dönüştürülmesiyle mümkündü. Kolektivizasyon, parti ve hükümetin istişarelerinde, tartışmalarında ve kararlarında tahıl vergilerini artırmak amacıyla değil, hem kırsal halkın hem de kent halkının çıkarları doğrultusunda tarımın uzun vadeli modernizasyonu ve dönüşümünün başlangıcı amacıyla ele alındı. Amacın bildirgesinde de bundan geri durulmadı: Hükümet, tarımı herhangi bir şekilde “sıkıştırmak”tan uzak bir şekilde, geniş kaynakları özellikle kolektivizasyon sırasında tarıma kanalize etti. 1928-29 yıllarında ulusal gelirin yüzde 8,1’i halen tarıma yatırılırken, yatırımlar 1930’da yüzde 12,2’yle zirveyi buldu. Yatırımlar, özellikle 1930’lu yılların sonunda savaş hazırlıkları çerçevesinde yeniden düştü. Ancak, bu orana traktör gibi tarımsal araç gereçlerin endüstriyel üretimine dönük geniş yatırımlar dahil edilmedi. Önde gelen Bolşevikler arasında çoğunlukla baskın kalan modern tarım fikri, Amerikan modeli olan geniş çaplı mekanize tarımcılığın sosyalist koşullara uyarlanışıydı. Önceki yıllarda devlet çiftlikleri (sovhozlar) üzerinden yapılan bazı başarılı deneyler, fikrin geçerliliğini doğruladı. Kolektivizasyon sırasında öngörülemeyen birçok sorunlar baş gösterse de, aşırı şiddet olayları yaşansa da, bazı hedefler gerçekleşmese de ve bu tarım biçiminin ekolojik dengesi tartışmalı olsa da bu, ülkenin tarım ve gıda sorununa çözüm anlamında büyük ihtimalle tek gerçekçi yaklaşımdı.
Çarpık algı
Mark B. Tauger’in gösterdiği gibi, Sovyet kolektivizasyonuna dönük genel algı tamamen çarpık. Bu çarpık algıya yalnızca Snyder gibi kişiler değil, daha fazla önde gelen tarihçi katkı koydu. Kolektivizasyona karşı yapılan köylü muhalefeti, birkaç anektodu basit yoldan veri olarak ilan eden birçok yazar tarafından tuhaf bir şekilde abartıldı. Diğer yandan, Tauger kolektivizasyonun zirve yaptığı 1930 civarında, en eli açık tahminlere göre dahi (fazladan sayımlar haricinde), yetişkin çiftçi nüfusunun en fazla yüzde 5’inin protestolara katıldığını gösteriyor. Bunlardan yüzde 90’dan fazlası barışçılken, eylemlerin yalnızca yüzde 1 civarı silahlı ayaklanmalardı. Vakaların büyük bir bölümünde anlaşmazlıklar açıklama, ikna ve taviz yollarıyla bastiçe dindirildi. Diğer yandan, kolektivizasyonu etkin bir şekilde destekleyen ve teşvik eden birçok köylü de vardı. Bunların büyük bir çoğunluğu kolektivizasyonu kabul ederek, uygulanmasına yardım etti.
Kolektivizasyon, tüm sorunlarına karşın bir bütün olarak başarılıydı. O zamana kadar uygulanan, küçük toprak parçalarının bireysel olarak işlendiği aşırı yetersiz üretim biçimini ortadan kaldırdı. Makineleşmeyi ve daha iyi tarım yöntemlerinin kullanılmasını sağladı. Artık daha az emekle daha çok toprak sürülebiliyor, böylece kentlere emek göçü ve sanayileşme mümkün hale geliyordu. Kırsal yaşam devrimcileşiyor, yeni bir birlikte yaşama ve köylünün önemli bir siyasi güç olarak sosyalist öz kimliği yaratılıyordu. Ve son bir önemli nokta ise, kolektivizasyonun ardından İkinci Dünya Savaşı bağlamında yalnızca birkaç kıtlık yaşandı. 1947’den sonra kıtlıklar tarihe karıştı.
İtibarsızlaştırma ve seferberlik
“Holodomor”, özel bir tarihi çarpıtma arsızlığı vakası, çünkü görece iyi araştırılmış bir olayın tüm detayları, “bilinçli soykırım” teziyle ters düşüyor. Bu, “açlık soykırımı” olarak tanımlanacak şüphesiz başka tarihi olayların varlığı düşünüldüğünde daha da gerçek oluyor. Örneğin, 1943’te Bengal’de görülen, İngiliz sömürgeci yöneticilerin yaklaşık 1,5 ila 4 milyon insanın ölümünü yok saydığı kıtlık. Buna benzer bir olay Sovyetler Birliği’nde yaşanmadı. Yine de, icat edilmiş Ukrayna soykırımı, İngiliz sömürgeciliğinin gerçek açlık soykırımından daha çok biliniyor. Bunun nedeni açık: Yalanlar, güçlü çıkarlar tarafından kollanmayınca kısa bacaklı olur. “Holodomor” en az üç siyasi işlev görüyor: İlk ve öncelikli olarak, Ekim Devrimi itibarıyla ortaya çıkan bir sistemi, diğer bir deyişle planlı üretimi ve ürünlerin toplumda eşit dağılımını, itirbarsızlaştırmak amacıyla öldürücü ve insanlık dışı bir diktatörlük olarak sunmak. İkinci olarak, belli çevreler “komünist soykırım”ı, Alman faşistlerin ve müttefiklerinin, özellikle Ukraynalı işbirlikçi askerlerini göreceleştirmek, onları arka plana atmak ve hatta onları “Stalinist terör”e karşı tepki olarak göstermek için kullanmak istiyor. Üçüncü olarak da, “Holodomor”, Batı emperyalizmi ve ve başta Ukrayna hükümeti olmak üzere, Doğu Avrupa’daki fanatik Rusya karşıtı hükümetler için kullanışlı bir propaganda aracı. Rusya, Ukrayna hükümeti tarafından sözde Rus despotizmine karşı halkta var olan derin köklü önyargı ve korkuyu hareketlendirmek için soykırım sisteminin halef devleti olarak suçlanıyor. Sonuncu ama bir o kadar önemli nokta ise, Ukrayna milliyetçiliğinin çarpık tarih tasviri, Kiev’in darbe rejiminin politikalarının meşrulaştırılmasına hizmet ediyor. “Holodomor” efsanesinin bizimle birlikte olacağını varsayarsak, muhtemelen buna ilişkin pek bir öngörü sahibi de olamıyoruz.
SOL / Çeviri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder