Katliamın yarası hâlâ kanıyor(Kayhan Ayhan-BİRGÜN)
Maraş Katliamı'nın üzerinden 44 yıl geçti. Gelmeyen adalet katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerinin acısını taze tutuyor. Katliama yazdığı kitaplarda ışık tutan yazar Aziz Tunç, karanlıkta kalan gelişmeleri anlatıyor.
Alevi yurttaşların hedef alındığı katliamda resmi rakamlara göre 120 insan katledildi. (Fotoğraflar: Arşiv)
Tarihin en kanlı katliamlarından biri Maraş’ta 44 yıl önce yaşandı. 19 Aralık 1978’de başlayıp, bir hafta süren katliamda resmi rakamlara göre 120 insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı, çok sayıda kişi göç etmek zorunda bırakıldı. Resmi olmayan verilere göre ise hayatını kaybedenlerin sayısı 500’ün üzerinde. Ülkücüler tarafından Alevi yurttaşların hedef alındığı katliamda 210 ev ile 70 işyeri tahrip edildi.
Katliamın sorumluları hakkında başlatılan ve 23 yıl süren yargılamalarda ise 22 kişiye idam, 7 kişiye müebbet hapis cezası, 321 kişiye 1 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası verildi. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye de ulaşılamadı. Sıkıyönetim mahkemesinin aldığı kararlar daha sonra Yargıtay tarafından bozularak, idam kararları uygulanmadı. Süreli ceza alan sanıkların cezaları da 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile ertelendi ve ardından sanıklar serbest bırakıldı.
Araştırmacı Yazar Aziz Tunç “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabında, karartılmaya çalışılan bir gerçeği belleklerimize kazıyor. Onun bu çalışması faili meçhullerin, katliamların gayri resmi tarihidir. Yalnız dünü değil, bugünü de aydınlatıyor. Katliamın yıldönümünde yaşananlara ışık tutan Tunç ile “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabını konuştuk:Maraş'ta neler yaşandı?
Maraş kıyımında/soykırımında vahşetin her biçimi yaşatıldı. Elif Ana'nın kız kardeşi olan Cennet Çimen adlı 80 yaşındaki nine hunharca katledildi. Daha hayatının baharında çocuklar kolu bacağı kesilerek katledildi. İnsanlar diri diri yakıldı. Hamile kadınlar katledildi. Katliamın her bir anı dehşetli bir vahşet anı oldu. Bir kadın hangi koşullarda kocasına "beni sen öldür" diyebilir ki?
Katliamın hukuki süreci ne aşamada?
Katliamın/soykırımın yargılama süreci tam bir gerçekleri gizleme operasyonu. Katliamın tüm süreçleri, “ortam hazırlığı” için önceden yapılan saldırılar faili meçhul. Ökkeş Kenger üç ifadesinde “Çiçek Sineması’na patlayıcı attım” demesine rağmen beraat ettirildi. İki devrimci öğretmenin katilleri açığa çıkartılmadı. Katliamı organize edenler, fiilen katliamı gerçekleştiren “yüzleri maskeli ellerinde uzun namlulu silahlar olan” faşist paramiliter katiller açığa çıkartılmadı. Katliamın iddianamesini savcılar yazmadı. Dönemin Jandarma Genel komutanı Sedat Cilasun bir rapor yazdı. Raporda katliamın devrimciler tarafından başlatıldığı ileri sürüldü. Savcılar da bu katliamcı iddiayı alıp iddianamenin temel zemini yaptılar. Ve yapılan katliamı/soykırımı bir “mukatele” olarak tarif ettiler, bu şekilde bir yargılama yaparak katliama maruz kalmış olan Kürt-Türk Alevileri ve devrimcileri de yargıladılar. O nedenle Maraş Katliamı yargılaması adı altında yapılanlar aslında katliamın üstünü örtme düzenlemesidir.
Katliamı anlatan iki kitabınız daha var. Bir kitap daha yazma fikri nereden geldi?
Doğrusu bu soruyla ben de çok uğraştım. Evet, Maraş kıyımının/soykırımının, nasıl, ne amaçla ve kimler tarafında yapıldığına dair kapsamlı bir araştırma olarak kimlerin katledildiğini içeren “Maraş Kıyımı-Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” ve katledilen bu insanlara ilişkin bilgileri ve yaşadıkları dramları içeren “Beni Sen Öldür” adlı iki kitap yazmıştım. “Bir üçüncü kitaba gerek var mı” diye ben de kendime sormadım değil.
Ancak Maraş Katliamı’yla ilgili tartışılan önemli bazı noktalar vardı. Söz konusu konular, yıllardan beri katliamın konuşulduğu her ortamda ve durumda gündeme geliyor ve tartışılıyordu. Bu bilgi ve görüşlerin geniş kamuoyu ile paylaşılması gerektiği konusunda yoğun bir talep ve baskı vardı. Bunun üzerine söz konusu kitabın yayımlanması gündeme geldi.
Bu kitabın içeriğinde diğerlerinden farklı olarak hangi konulara eğildiniz?
“Maraş Kıyımı-Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” kitabı alt başlığından da anlaşıldığı gibi Maraş Kıyımı’nın nasıl, niçin ve kimler tarafında yapıldığına dair ayrıntılı bir araştırma olarak yayımlandı. “Beni Sen Öldür” kitabı ise katledilenlere dair bilgileri içeriyordu. Her iki kitabında özgünlüklerine bağlı olarak cevabını aradığı sorular vardı ve söz konusu soruların cevabını vermeye çalışıyordu. Mesela katliamda katledilen insanların kimlikleri ve resimleri ilk defa “Beni Sen Öldür” kitabıyla kamuoyuna taşındı. Böylece katledilen insanların soyut sayılar olmadıkları ortaya konulmuş oldu. Aynı şekilde “Maraş Kıyımı” kitabında katliamı yapan mekanizma, kurumlar ve kurumları yöneten katliamcı unsurlarıyla birlikte isim isim ortaya konulmuştu.
Buna rağmen, katliam karşıtı demokratik kamuoyunda “Maraş katliamı soykırım mıdır?” şeklinde bir soru sık sık gündeme geliyordu. Ermeni soykırımı, daha sonra Dersim soykırımı gündeme gelince Maraş’ta yaşanan soykırım daha çok tartışılmaya başlandı.
Esasında “Maraş Kıyımı -Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” adlı kitapta Maraş’ta yapılan kıyımın, “etnik ve dinsel arındırma” dolayısıyla “soykırım” olduğunu çok net olarak yazmıştım. Aynı şekilde 2011’de kitap yayımlandıktan sonra katıldığım bir televizyon programında sorulması üzerine, “Evet Maraş’ta yapılan bir soykırımdır” diye ifade etmiştim. Ancak insanlar doğal olarak daha vurucu, daha aşina olunan tanımları tercih ediyorlar. Buradan da özellikle “soykırım” kavramının kullanılmasını istiyorlar. Böylece bu kitabın yazılmasını gerekli kılan bir ihtiyaç ortaya çıkmış oldu. Çünkü soykırım konusunun ayrıca incelenmesi ve doğal olarak ayrıntılı ve ikna edici bir açıklamanın yapılması gerekiyordu. Bu da özgün bir araştırıma konusuydu. Sonuçta bu kitabı oluşturan makalelerin birisi böyle oluştu.
Katliamın üzerinden 44 yıl geçti. Yaşananlar zamanla ortaya çıktı. Geçmişte karanlıkta
kalan ama şimdi duyurduğunuz yeni gelişmeler var mı?
Evet, Maraş soykırımında katliamcı güçlerin hem katliamdan önce hem katliam esnasında, katliamı yönetmek amacıyla yaptıkları 3 toplantı var. Bu toplantılar hem soykırımın niteliğini hem kimin yaptığını gösteren önemli toplantılardı. Yargılama esnasında avukatların ısrarla üzerinde durdukları bu toplantılar, kamuoyu tarafında yeterince tartışılmadı, konuşulmadı. Hatta bu toplantıların ikisi demokratik kamuoyu tarafında bilinmiyor. Bu toplantıların anlaşılması da gerekli ve faydalıydı, bu amaçla bu da kitapta konu edildi.
Katliamda rol alanları haberlerde ve kitaplarda okuduk. Bu süreçte gizli kalan isimler var mı?
Enver Altaylı hakkında kamuoyunun bilgisi vardır. Kendisi CIA ve MİT mensubu olarak o yıllarda uzun süre görev yapmıştı. CIA’in önemli isimlerinin onayladığı birisiydi. Enver Altaylı, Maraş Katliamı esnasında Türkeş’in birinci danışmanı, MHP’nin günlük yayın organı olan Hergün gazetesinin genel yayın yönetmeniydi. CIA’in ve MİT’in elemanı olan ve aynı zamanda Türkeş’in başdanışmanı olan Enver Altaylı’nın Maraş’ta gerçekleştirilen soykırımda parmağının olmadığını düşünmek gerçekçi olmaz.
Yine katliamda devrimcilerin halkla birlikte geliştirdiği direniş, kitapta yer alan bir başka konudur. “Maraş Kıyımı” kitabında değinilen direniş konusunun biraz daha ayrıntılı anlatılmasının gerekli ve faydalı olacağı ortaya çıkmıştı ve bu ihtiyaca uygun olarak gerekli bilgiler ve veriler, kitabın bir konusu olarak paylaşıldı.
Maraş’ta Kürt-Türk Alevilerin zengin oldukları için bu katliama maruz kaldıklarına dair görüşler bulunmaktaydı. Konuyla ilgili olarak gerçeğin farklı olduğunu gösteren somut veriler, kitap aracılığıyla paylaşılan bir diğer konu. Bunların dışında, “Soykırım ve Maraş Kıyımı” adlı kitapla kamuoyunda yanlış bilinen bazı bilgilere dikkat çekilerek doğru bilgilerle katliamcı/soykırımcı sisteme karşı mücadelenin büyütülebileceği ortaya konuldu.
Katliamcı ve soykırımcı sisteme karşı mücadelecinin ön koşulu doğru bilgi ve doğru politikadır. Bunun için de somut verilerin ortaya konması ve bu verilerin doğru değerlendirilmesi gerekiyor. “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabıyla, Maraş soykırımına dair yeni bilgilerle demokratik kamuoyunun katliamcı ve soykırımcı güçlere karşı mücadelesine katkı sunulmak amaçlandı. /././
22 yıl geçti kimse hesap vermedi (BİRGÜN)
19-22 Aralık 2000 tarihinde ülke genelindeki 20 ayrı cezaevinde düzenlenen “Hayata Dönüş Operasyonu”nda 30 tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Katliamın sorumlularından biri bile hesap vermedi.3 gün süren operasyonlarda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanıldı. (Fotoğraf: Arşiv)
YAYIN YASAĞI VE KATLİAM!
Artık çözüm için bir umut olduğu düşünülürken, 13 Aralık’ta RTÜK cezaevleri ile ilgili yayın yasağı getirdi. 17 Aralık’ta DGM, F tipi cezaevlerini eleştirmenin örgüt üyeliği anlamına geleceği kararına imza attı. Açıklamadan sadece 10 gün sonra, 19 Aralık günü ise 20 cezaevine 10 bin güvenlik kuvvetiyle büyük bir saldırı başlatıldı. Operasyon basına “Hayata Dönüş” olarak duyuruldu ama aradan yıllar geçtikten sonra operasyonunun adının “Tufan” olduğu ortaya çıktı.
Operasyon kararının altında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcıları Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’nin imzası vardı. O hükümette yer alan ve şimdi AKP’de önemli görevler üstlenen birçok isim de bu kararın arkasındaydı. Operasyon ekranlardan milyonlara canlı olarak izletildi. Kanlı saldırıda tam 30 tutuklu ve 2 asker hayatını kaybetti. 3 gün süren operasyonlarda 237 mahkum yaralandı veya sakat kaldı. Askerlerin mahkumlar tarafından öldürüldüğü iddia edilse de bunun gerçek dışı olduğu, askerlerin üzerinden yine asker kurşunları çıkınca anlaşıldı. Devlet kendi “güvenliği” altında bulundurduğu tutukluları kendi elleriyle hazırladığı kanlı bir operasyon içine sürükledi.
Dışarıda, operasyonu protesto etmek için yapılan gösterilerde 2 bin 145 kişi gözaltına alınırken bunlardan 58’i tutuklandı.
SONUÇSUZ DAVALAR
Katliam sonrasında açılmak istenen davalar sürekli engellendi. 2010 yılında açılan davada, operasyonu gerçekleştiren Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı (JÖAK) birliğinin sayısı ve kimlik bilgileri istenmesine rağmen bilgi gönderilmedi, bilgi göndermeyenler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı. Operasyon sırasında kullanılan kimyasalların niteliğinin araştırılması talepleri de sonuçsuz kaldı.
Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava kapsamında ifade veren emekli bir uzman çavuş, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanıldığını, kadın mahkûmların teslim olmak isteyip jandarmadan kapıyı açmalarını istemesine rağmen kapıların açılmadığını ve rütbeli jandarmaların yanmakta olan koğuşlara atılan battaniyelere su yerine benzin döktüklerini anlatmıştı.
Tüm bu yaşananların üzerine, operasyonlardan sağ kurtulan mahkumlara 'kasten adam öldürme', 'cezaevi yönetimine karşı silahlı isyan' gibi suçlardan çeşitli davalar açıldı.
F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve 'Hayata Dönüş Operasyonu' sırasında Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun'a 2004 senesinde hükümet kararıyla 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verildi. Ertosun, madalyasını dönemin Adalet Bakanı AKP’li Cemil Çiçek'in elinden aldı.
Siyasilerin beyanatları: Başbakan B.Ecevit: “Hayata Dönüş Operasyonu, teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma operasyonudur.” Adalet Bakanı H.S.Türk: “Ümraniye ve Çanakkale dışında, 18 cezaevinde ölüm orucunda olan 141 kişiyle açlık grevindeki 434 kişi kurtarıldı.” İçişleri Bakanı Sadettin Tantan: “Hayata Dönüş’te ölümlerin büyük kısmı mahkumların kendilerini yakmalarından ileri geldi” dedi. Tantan: “Hayata Dönüş İçişleri-Jandarma, Adalet ve Sağlık bakanlıklarının ortak çalışmasıdır. Gayet güzel, başarılı geçiyor”, “Cezaevlerine operasyon hazırlıklarını 1 yıldır yapıyorduk, birlikler özel eğitim aldı. Her cezaevinin maketi yapıldı.”(Onur Vakfı)
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder