11 Aralık 2022 Pazar

Yüksek tüketim rakamlarının ardında ne var? - MEHMET TUNA DOĞAN / SOL-Özel

 


Kâr ve servet sahiplerinin harcamaları tüketimi sürüklediği ölçüde, emekçinin sofrasından eksilttiği et, süt, peynir, milli gelir yaratma anlamında önemsiz bir küsurata dönüşmektedir.

Türkiye ekonomisi yılın üçüncü çeyreğinde, yani Temmuz-Ağustos-Eylül aylarını kapsayan dönemde bir yıl önceki aynı döneme göre yüzde 3,9 büyüdü. Bu, önceki iki döneme (Ocak-Mart ve Nisan-Haziran) göre yavaşlama olduğunu gösterse de Türkiye ekonomisinin hala önemli sayılabilecek bir tempoda büyüdüğünü gösteriyor. Birçok göstergenin işaret ettiği gibi, büyüme son 3 ayda, yani Ekim-Kasım-Aralık aylarında bir miktar daha yavaşlayacak, ancak yılın tamamı yüzde 5 etrafında bir büyüme oranı ile tamamlanmış olacak. 

Ancak rakamlarda asıl dikkat çeken ve irdelenmeyi gerektiren noktalardan birisi milli gelir içerisinde özel tüketim harcamalarının güçlü seyri. Nitekim, milli gelirin yüzde 3,9 arttığı bir ortamda, Türkiye’de yerleşik bireylerin tüketim harcamalarındaki artış yüzde 22,4 seviyesinde. Üstelik bu tek seferlik, yani sadece Temmuz-Eylül dönemi için geçerli bir durum da değil, özellikle 2021’in ikinci yarısından itibaren kişisel tüketim harcamalarında trendin çok üzerinde bir seyir söz konusu. 



Düzen iktisatçıları tüketim harcamalarındaki güçlü seyri, ‘enflasyon nedeniyle erkene alınan talebe’ bağlıyor. Yani, fiyatların ileride daha da artacağı beklentisiyle yarın alınacaklar bugünden alınıyor. Bu, bir yere kadar doğru; zira enflasyon yangını içerisinde insanlar ihtiyaçlarını bir an önce giderme telaşına düşüyorlar. Ancak dediğimiz gibi, bir yere kadar doğru, zira meselenin bir de gelir boyutu var…

Aşağıdaki grafik, sermayenin emeğe örgütlü saldırısının her zamankinden farklı bir boyut kazandığını, emeğin milli gelirdeki payında yaşanan azalışın Korkut Boratav’ın sıkça vurguladığı gibi bir ‘bölüşüm şoku’ düzeyinde olduğunu gösteriyor. Nitekim iki yıl gibi çok kısa bir sürede emeğin payı 10 puana yakın azalırken, aynı sürede sermayenin payında da oldukça belirgin bir artış söz konusu. 



Buraya kadar yazılanların bizi getirdiği tablo şudur: Türkiye’de emeğin milli gelirden aldığı pay sert şekilde küçülürken, aynı dönemde özel tüketim harcamalarında ise çok ciddi bir artış trendi yaşanmaktadır. 

O zaman sorulması gereken soru şudur: Kim bu tüketenler? 

Sodom ve Gomore: Bir yanda gıda-barınma krizi, bir yanda büyüyen lüks tüketim

Pandemiye karşı aşı 2021 yılının başlarında devreye girdi ve izolasyon önlemlerinin kaldırılmasıyla beraber Avrupa’da özellikle sınai mallara dönük talep patlaması yaşandı. Aynı dönemde nakliye vb. sorunlar yaşanması gibi nedenlerle Avrupa’ya tedarikte Türkiye de bir miktar daha öne çıktı ve ihracatta rekor artışlar görüldü. 

Yine 2021’in Eylül ayında Merkez Bankası faiz indirimlerini devreye aldı ve gerek döviz kurlarında gerekse de enflasyonda yükseliş hızlandı. Yurtdışında fırlayan talep ve içeride çok kısa sürede çok hızlı artan enflasyon patronların kârlarının katlanmasını sağladı. Döviz kurundaki artış, özellikle ihracatçı patronlar açısından, ücretlerin göreli maliyetini büsbütün azaltırken, faiz indirimleri sayesinde de patronlar, başta devlet bankalarından olmak üzere, enflasyonun çok altında arpalanır hale geldi. Özetle, sermaye için ortam bütünüyle dikensiz gül bahçesine çevrildi.

Aralık ayına gelindiğinde döviz kurlarındaki artış bir döviz krizi boyutuna ulaştı. Buna karşı kur korumalı mevduat sistemi hayata geçirildi ve kurlardaki yükseliş dizginlendi. Ancak kurların sabit tutulduğu, faiz indirimleri nedeniyle lira cinsi tasarrufların enflasyon karşısında erimeye terk edildiği koşullarda, bu sefer konuta hücum başladı; konut ve kira fiyat artışları astronomik düzeylere ulaştı. Bunu daha sonrasında hisse senedi piyasaları izleyecekti. Yani servetlerde de bir patlama yaşandı. 

Toplam TL cinsi mevduatlarda, 1 milyon lira ve üzerinde mevduat hesaplarının payı yüzde 70’e yakındır. 250 bin lira ve üzeri mevduatların payı ise yüzde 80’in biraz üzerindedir. Yani Türkiye’de mevduat, zenginlerin mevduatıdır.

Türkiye’de 2013-2021 yılarında 5,1 milyon civarında yeni konut satışı yapıldı, ama aynı süre içerisinde ev sahipliği oranında kayda değer bir düşüş de yaşandı. Yani evi olmayanların ev sahibi olmasından daha çok, birden fazla evi olanların sayısındaki artış öne çıktı. 

Faiz indirimlerinin başlamasından hemen önce, Ağustos 2021’de Borsa İstanbul’da portföy dilimi 100 bin lira ve üzerinde olan yerleşiklerin portföyünün değeri, toplam portföy değerinin yüzde 90’ının üzerindeydi. Yani özellikle son aylarda Borsaya ilişkin koparılan yaygara da bir yerde zenginlerin türküsünü çığırmaktan ibaret…  

Yani patronların kârları, servet sahiplerinin ise servetleri katlanarak arttı. Sadece son 1-2 yıllık dönemde yaşananlar, altta kalanın canı çıksın misali, sermaye ve servet sahiplerinin ücretlileri acımasızca ezdiği bir talana dönüştü. 

Kâr ve servetler göklere çıkarken, ücretleri enflasyonu en az altı ay geriden takip eden emekçilerin, iş yerlerinde yaşadığı sömürü derinleşiyor, konut olma hayalleri bütünüyle sıfırlanırken ev sahiplerine ödemek zorunda oldukları kiralar katlanarak artıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi devlet, emekçinin cebindeki kuşa dönmüş ücretten vergi adı altında yaptığı kesintileri kur korumalı mevduat (KKM) kanalıyla mevduat zenginlerinin cebine koyuyordu. KKM ile zenginlerin cebine koyulan, 8-10 ayda 100 milyar liraya yakın bir kaynaktır. 

Uzun lafın kısası, mesele ‘enflasyon nedeniyle tüketicilerin talebini erkene alması’nın çok ötesindedir. Zira TÜİK’in rakamlarıyla dahi, Türkiye’de en yoksul yüzde 20’lik kesimin gıda, kira, elektrik, gaz ve ısınma harcamaları, yani sadece hayatta kalabilmek için yaptığı harcamalar, toplam tüketim harcamalarının yüzde 70’ine dayanmıştır. Geriye kalan yüzde 30 ile yukarıda bahsedilen tüketim artışlarının sağlanması elbette mümkün değildir, Türkiye’de tüketenler tuzu kurular, kâr ve servet sahipleridir.  

Kâr ve servet sahiplerinin harcamaları tüketimi sürüklediği ölçüde, emekçinin sofrasından eksilttiği et, süt, peynir, milli gelir yaratma anlamında önemsiz bir küsurata dönüşmektedir. Değil mi ki patron için işçi, insandan çok kâr yaratan bir makinadır! Tüketim rakamları yerinde midir, yerindedir, o halde sorun yoktur! 

Peki, düzen iktisatçılarının ağzıyla soracak olursak, bu tablo ‘sürdürülebilir’ mi? 

Evet, sürdürülebilir. 

Ta ki ‘Bu ülkede işçiler var’ diyenler ayağa kalkana, kısa çöp uzun çöpten hakkını alana kadar… 

MEHMET TUNA DOĞAN / SOL-Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder