T-24 "Köşebaşı + Gündem" -27 Ekim 2025-

“İngiliz casusu” İmamoğlu’ndan İngiliz Başbakan'ın Ankara ziyaretine -Barçın Yinanç-

İngiltere Başbakanı Keir Starmer Ankara’da olacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la iş birliği imkanlarını konuşurken, tarihinin en zorlu baskıcı döneminden geçen ideolojik yoldaşı CHP’yi görmezden gelecek. Üstelik Ankara ziyareti, İstanbul’un CHP’li belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İngilizlere casusluk yaptığı suçlamasıyla ifade verdiği günün ertesine denk gelecek. İngiltere başbakanının CHP’ye mesafeli durmasının nedeni, iktidardan çekinmesi değil. Tersine iktidarın CHP korkusu üzerinden kısa dönem kârını arttırmak istemesi.

Keir Starmer Özgür ÖzelCHP Genel Başkanı Özgür Özel (solda) ve Keir Starmer


Geçtiğimiz aylarda Kanada büyükelçisi, Özgür Özel’i konuk ettiği bir akşam yemeği vermiş. Yemeğe de G7 büyükelçilerini çağırmış. Artık Türkiye’nin başkentini İstanbul olarak belleyen Amerikan Büyükelçisi tahmin edebileceğiniz gibi yemeğe gitmemiş. İngiltere’nin Ankara büyükelçisi de gitmemiş. Gitmediği gibi yerine yardımcısını da göndermemiş.

İmamoğlu, İstanbul'daki kar yağışı sırasında Sarıyer'deki bir balıkçıda İngiliz Büyükelçisi ile görüşmüştü

Hatırlarsanız, bir önceki İngiliz büyükelçisi, eşiyle birlikte İstanbul’da kardan göz gözü görmediği bir gün İstanbul’da belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ve eşiyle birlikte bir balıkçıda buluşmuştu. Şehir karla boğuşurken İmamoğlu bu buluşmayı iptal etmedi diye de çok eleştirilmişti.

İngiltere’nin Ankara’ya atadığı ilk kadın büyükelçi Jill Morris, geçen seferki gibi "İngiliz ayağı uğursuz gelmesin, adamın başına iş açmayayım" diyerek, Özgür Özel’le aynı masaya oturmamayı tercih etmiş olabilir mi sizce? Yok, o kadar naif olamayız değil mi?

Hadi gitmek istemedin, hastalıktı, şehir dışına ziyaretti, bir mazeret vardı. Bir yardımcını da mı gönderemedin? Bak, İtalyanlar öyle yapmışlar.

O İtalya ki aşırı sağcı bir koalisyon ile yönetiliyor. 

İngiltere öyle mi? Dünyanın en köklü sosyal demokrat partilerinden İşçi Partisi İngiltere’de iktidar. CHP’nin ideolojik kardeşi. 

Hayır, nesine korkuyorsunuz? AK Parti "Aaaa, Jill Morris Özgür Özel’in 3 sandalye yanına oturmuş" deyip "Daha da sizden Eurofighter Typhoon almayız" mı diyecek?

İngiltere Başbakanı Keir Starmer (solda) ile Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan

İnsan hakları alanında uzmanlaşmış bir avukat olan İngiltere Başbakanı Keir Starmer bugün Ankara’yı ziyaret edecek. Erdoğan’la bir araya gelecek olan Starmer, tarihinin en zorlayıcı baskı döneminden geçen CHP’yi görmezden gelecek. Üstelik bu ziyaret CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İngilizlere casusluk yaptığı suçlamasıyla ifade verdiği günün ertesinde gerçekleşecek.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez (solda) ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel

İspanyol Pedro Sanchez, Özel’le buluştu

Daha yeni 10 Ekim’de Sosyalist Enternasyonal toplantısı için Madrid’e giden Özgür Özel, İspanya’nın solcu Başbakanı ile ayrı bir ikili görüşme yaptı. Hatta Pedro Sanchez daha 6 ay önce yine Sosyalist Enternasyonal toplantısı için İstanbul’a geldiğinde Özel’in konuğu olmuştu. "6 ay önce konuştuk, yine ikili görüşme yapmaya gerek yok" dememiş adam.

Bakarsan, İspanya da Eurofighter konsorsiyumunun üyesi. "Daha da bu uçağı zinhar almam" demiş mi iktidar? Dememiş? Çünkü diyemez. Tersine, Eurofighter uçaklarına çok ihtiyaç var. 

Hatta öyle bir panik var ki; "Bu Avrupalılar arkalarını toplayıp bize uçak satana kadar çok zaman geçecek, iyisi mi biz gidip Körfez’den ikinci el uçak alalım" diye, bölgeye daha yeni çıkarma yapıldı. 

Neden bu panik? O da ayrı. Trump’la aramız iyi? F16’lar, F35 meselesi vesaire çözülmüyor mu?

Konuyu dağıtmayalım.

Asılacaksan İngiliz sicimiyle..

İngilizlere geri dönersek... Biz Türklerin İngilizlere bakışı hayli çelişkilidir. "Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl" diye bir laf da bize aitken, "İngilizin ipiyle kuyuya inilmez" lafını da çokça duymuşuzdur.

Ortadoğu’da Amerika’nın yaptığı her lanet işin arkasında İngiltere’nin olduğuna inanılır Ankara’da.

Ancak öylesine günlerden geçiyoruz ki; eski ön kabullerin geçerliliğini yitirdiği bir dönem içindeyiz.

Türk kamuoyunda  Batılıların her adımı büyük bir stratejik akıl ve pragmatik bir vizyonla planlı programlı attığına, ben diyeyim 50, siz deyin 100 senelik hesaplamayla hareket ettiğine inanılır.

Avrupa’da da hesaplar kısa vadeli

Artık öyle bir dünyada yaşamıyoruz.

Yani; kimi başkentlerin CHP’den uzak durmasını, "Türkiye’de artık muhalefetten umut kesildi; AK Parti’nin iktidarını konsolide ettiğine ikna oldular" diye yorumlamak hata olur. Her halukarda, Batılı diplomatlar arasında  AK Parti’nin iktidarının sağlamlığı ve uzun verimli kalıcılığına dair özgüvenli öngörüler duymuşluğum yok.

Zaten artık Türkiye ile ilişkiler, Ankara’daki diplomatların, uzmanların ileriye dönük analizlerinden çok, Batılı başkentlerdeki politikacıların kısa vadeli bakışları üzerinden şekilleniyor.

Nasıl ki bizde iktidar dış politikayı kısa dönem üzerinden iç politikada araçsallaştırıyorsa, benzer bir refleks Batılı başkentler için de geçerli.

Sağından soluna ana akım partiler, aşırı sağ, aşırı solun tehdidi altında.

İngiltere’de Keir Starmer, 2024’te aslında oyların sadece yüzde 33,7’siyle iktidar olabildi. Basından okuduğuma göre, Starmer, tüm İngiltere başbakanları arasında Ipsos’un en düşük onay seviyesine sahip. 2024’te parlamentoya 4 sandalye sokan Yeşil Parti hızla yükseliyor; öyle ki şu anda kamuoyu yoklamalarında İşçi Partisi’ni yakaladı.


Mısır'da imzalanan Şarm El-Şeyh Barış Zirvesi

Yani Starmer’in başı dertte. Kimi bulursa ondan bir şey koparması lazım. Türkiye’de sosyal demokrasi tabii umurunda olmaz; CHP’ye tabii yüz vermez.

Zaten Starmer, Trump’la ilişkileri nedeniyle kendi ülkesinde de yerden yere vuruldu. En son Şarm El Şeyh’de Trump’ın arkasındaki hallerini görmeniz lazım. Öğretmenine yaranmaya çalışan cici öğrenci gibi Trump kendisine seslenince, heyecanla öne çıkıp küçük düşürülüşünü bir seyredin.

İngilizleri hafife almamalı.. Var tabii ki bir hesabı

Ancak, bu görüntülerden yola çıkıp, Starmer’in otoriter liderlerden, tek adam rejimlerinden çekindiğini, ürktüğünü söylemek İngilizleri hafife almak olur.

Trump ne istiyor? Batılı liderlerin kendisine saygı göstermesini istiyor. Starmer ne yaptı? Eylül ayında Trump’ı kraliyet ailesine Windsor Kalesi’nde ağırlattı. Yetmedi, başbakanlığın resmi kır evine Trump çiftini davet etti. Aslansın, kaplansın dedi, Amerika’dan yatırımı kaptı. Bu kırmızı halılar sayesinde Trump’ın karşı olmasına rağmen, İngiltere’nin Filistin’i resmen tanıma kararına sert çıkmamasını sağladı.

İngiltere ile Türkiye geçen Temmuz’da Eurofighter Typoon uçaklarının alımına dair bir ön mutabakat belgesi imzaladılar. İngiliz hükümeti bu anlaşmayı kendi kamuoyuna, "binlerce kişinin işinin güvence altına alınacağı" mesajıyla verdi. Yani Starmer, tok satıcı olmayabilir. Ama karşısında da tok alıcı yok. Tersine. O zaman..?

Hayali bir diplomatik diyalog

Diplomatik konuşmalar, görüşmeler doğrudan kör gözüm parmağına ifadelerle yapılmaz. Ama bence Ankara’da yapılacak konuşmaların perde arkasında, zihinlerin gerisinde şöyle diyaloglar geçiyordur.

-Bu uçaklar da pek pahalı, bir indirim yapıverin.

-Olmaz; muhalefetle görüşmeyip itibarımızdan indirim yaptık zaten.

-Bari taksit yapsanız; daha erken teslim etseniz?

-Ama bak kimse gelmezken, ben erkenden ayağına geldim; ziyareti geciktirmedim.

-Teknoloji transferi olsa bari, yaptırım yapsanız, fazladan domates biber alsanız bizden?

-Gün geçmiyor ki bir şirketin üzenine çökülmesin, iş insanları ifadeye çağrılıyor, hapse atılıyor. İngiliz şirketi daha yeni casuslukla suçlanırken, ben çıkıp kameralara ekonomi diyeceğim, ticaretten bahsedeceğim; potansiyel var vs diyeceğim; daha ne yapayım?

Siz bu hayali denklemi, Ortadoğu’nun polisliğinden, Ukrayna’da jandarmalığa, masadaki tüm konulara yayabilirsiniz.

Yani diyeceğim, iktidardan korkan yok; iktidarın CHP korkusundan yararlanıp kısa günün karı ne koparırım diyen bir anlayış var.

/././

Alman Başbakan'ın Türkiye ziyareti: Realpolitik kazanıyor, demokrasi kaybediyor mu?-Barçın Yinanç-

1990'lı yıllarda Kürt siyasetçiler haksızca hapse atıldığında Almanya'da yer yerinden oynar, askerî satışlara engel getirilirdi. Yerel seçimlerden Türkiye'nin birinci partisi çıkan CHP'nin büyük baskı altında olduğu, belediye başkanlarının hapse atıldığı bir dönemde Ankara'ya gelecek olan Almanya Başbakanı Merz'in savunma alanında iş birliği imkânlarını konuşması bekleniyor. Bu durum "Realpolitik kazanıyor, demokrasi kaybediyor" dedirtse de Ankara'da edilecek parlak lafların içi doldurulabilecek mi, sorusuna kestirmeden olumlu yanıt vermek mümkün değil.

Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in 30 Ekim’de başlayacak Türkiye ziyaretinin çerçevesini anlamak için Soğuk Savaş’ın bittiği döneme geri dönmek lazım.

Demir Perde'nin inmesiyle Avrupa kendini barış ortamında buldu ve barış temettüsünden yararlanıp savunma harcamalarını kıstı. Türkiye açısından ise tam tersi bir durum oluştu. Irak’tan Afganistan’a, Kafkaslardan Balkanlara, Türkiye kendini çok sayıda bölgesel kanlı çatışmanın ortasında buldu. Terörizmle mücadele de üstüne eklenince sadece sayıca büyük bir ordu değil, aynı zamanda günün şartlarına uyum sağlayacak donanımda askerî kuvvetler bulundurma zorunluluğu hissedildi.

Türkiye barış temettüsünden yararlanamadı

Avrupa’nın tersine, Türkiye’nin savunma harcamalarını kısmak gibi bir lüksü ne yazık ki olmadı. 90’lı yıllardaki insan hakları ihlalleri nedeniyle Batı’dan gelen silah ambargoları ise yerli savunma sanayiine ağırlık verilmesini sağladı. Kötü komşu ev sahibi yaptırır, misali kötü silah tedarikçisi Türkiye’yi iyi silah üreticisi yaptırdı.

Sırtını NATO aracılığıyla Amerika’ya dayayan Avrupa, güvenliğini Amerika’ya ihale etmenin rahatlığıyla refahını artırabildi. Rusya’nın 2014'te Kırım’ı işgali, bu rahatlığın böyle devam etmeyeceğinin ilk sinyalini verse de bu sinyalleri almak Avrupa başkentlerinin işine gelmedi. Trump’ın birinci dönemi de yetmedi. Trump’tan önce Obama, sonra Biden, “Lüften savunma harcamalarını artırın” diye rica etti ama 'lütfen'ler işe yaramadı.

Rusya Ukrayna’yı işgal edip Trump “Ya elinizi taşın altına koyarsınız ya da ben sizi kurtarmaya gelmem” diye kükreyene kadar kulaklarının üzerine yattılar.

Avrupa’da etekler tutuştu; savunma alanında panik var

Şimdilerde ise etekleri tutuştu. Bir yandan Ukrayna’ya silah yetiştirmeye çalışırken bir yandan da kendi savunma sanayilerine yatırımları artırıyorlar. Çok hızlı davranma ihtiyacı duyuyorlar. Kaybedilen vakti bir an önce telafi etmek istiyorlar. Bolca silah almak, bolca silah üretmek istiyorlar. Ancak istendiği hızda ilerleme sağlamak hem teknik hem de zihniyet açısından o kadar da kolay değil.

Çok basit örnekler vereceğim. Hollanda’da bankanızın cep telefonunuzdaki aplikasyonu ile kamuya açık her şirketin hisselerini alıp satabiliyorsunuz; savunma sanayii hariç. Almanya ordusunu büyütmeyi planlıyor; zorunlu mu olsun, kura ile mi olsun, tartışılıyor. Geçenlerde bir Alman gazeteci şakasını yapıyordu; “Baltıklarda olsun, Polonya’da olsun seferberlik ilan edilse koşa koşa giderler. Bizde Alman erkekleri rahatlarını bozarlar mı bilemem. Hatta Doğu Almanya’dakiler Rusya kapıya dayanırsa; ‘oooo hoş geldiniz’ bile diyebilirler".

Gözler Türk ordusuna ve Türk savunma sanayiine çevrildi

İşte böyle bir ortamda; gözler Türk ordusuna ve Türk savunma sanayiine çevrildi.

Almanya yukarıda bahsettiğim devrimsel denebilecek dönüşüm içinde. Savunma alanındaki bu seferberlik bir önceki sosyal demokrat başbakan döneminde başlamış olsa da Hristiyan Demokratların lideri yeni Başbakan Friedrich Merz, Almanya’yı Avrupa’nın en büyük askerî gücü yapmaya kararlı.

Geçenlerde Ankara’daki bir toplantıda konuşan Almanya’dan gelen uzman “Eskiden ‘savunma sanayiine yatırım yapmak, ekonomiyi büyütür, istihdam yaratır’ demek ayıp sayılırdı; o günler geride kaldı. Almanya stratejik derin uykusundan uyanıyor,” diye konuştu.

Merz kesenin de ağzını açtı. Savunma alanına milyarlarca euro harcanması planlanıyor. Demin değindiğim Alman uzman “Türkiye ile Almanya arasında askerî iş birliği için büyük potansiyel var. Merz Türkiye’yle savunma alanındaki engelleri ortadan kaldırmaya gelecek” dedi.

Malum bu yöndeki adım, daha Merz göreve gelmeden bir önceki hükûmet döneminde atılmış, uzun süre ayağını sürüyen Almanya, 2024’ün Ekim ayında Eurofighter savaş uçaklarının satışına dönük ön müzakereler için yeşil ışık yakmıştı. Geçtigimiz temmuz ayında da İngiltere ile ön mutabakat metni imzalanmıştı. Malum Eurofighther Typhoon uçakları İngiltere, Almanya, İspanya ve İtalya’dan oluşan bir konsorsiyum tarafından üretiliyor.

Dün Ankara’ya gelen İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in de zaten ana gündemi satış anlaşmasına nihai noktanın konması oldu.

Zamanlama manidar...

1990’larda insan hakları ihlalleri ayyuka çıktığında Kürt siyasetçiler yine haksızca hapse atıldığında Almanya’da yer yerinden oynar, silah satışına engellemeler getirilirdi. Günümüzde başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere CHP’li belediye başkanları hapse atılır, Türkiye’nin en köklü siyasî partisi tarihinin en zorlu döneminden geçerken Alman Başbakan'ın bunlar hiç yaşanmıyormuş, sanki geçmişte Almanya insan hakları meselesine hiç önem vermezmiş gibi Ankara’ya gelmesi, “Real politik, sen neymişsin be abi” dedirtebilir.

Ben yine de temkinli olmak taraftarıyım. Yaldızlı bol laflar duyabiliriz. Bunların arkası gelir mi, içi dolar mı, emin değilim.

Çünkü Ukrayna savaşı başladığında da bir önceki başbakan Scholz koşar adım Türkiye’ye geldiğinde kameralar arkasında benzer lafları duymuştuk. Türk tarafı Scholz’un jet ziyaretini “Rusya’ya karşı Türkiye’ye ihtiyaç duyuyorlar; potansiyel görüyorlar" vs diye açıklamıştı.

Kameralar önünde de benzer şekilde güzel laflar edildi. Ancak arkası gelmedi.

Denebilir ki “Scholz sosyal demokrat bir başbakandı; kararsızdı. Merz Hristiyan Demokrat, dolayısıyla Türkiye’deki demokratik geri gidiş daha az umrunda. Bir de tabii savunma sanayii konusunda çok daha kararlı. Ülkesinde hemen somut adımlar attı. Türkiye’yle iş birliğinde de hızlı hareket edecektir".

Yine de... Güncel çıkarlar dayatsa da AK Parti’ye yıllardır duyulan güvensizliğin, öyle birkaç ayda ortadan kalkma ihtimali uluslararası ilişkiler bazında hayatın doğal akışına aykırı duruyor.

İş birliğini artırırken, anti-demokratik gidişatı eleştirmek de mümkün

Gönül isterdi ki demokratik geri gidişata rağmen Türkiye ile Avrupalı başkentler her alanda iş birliğini derinleştirsinler. Gerçekten de çok ciddi bir potansiyel var. AKP’nin en keskin muhalifleri bile yıllardır Batılı başkentlere Ankara’yı angaje etmelerini, Ankara’ya sırt dönmemelerini telkin edip durdu.

Hatırlayın, İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu hapse girmesini takiben Almanya’nın Eurofighter konusunda tereddüt ettiğine dair haberler çıktığında, sosyal medya hesabından açıklama yapıp Berlin’den satışı onaylamasını istemişti.

Ankara ile iş birliğini arttırmak, Türkiye’de olan biteni görmezden gelmeyi, CHP ile temastan kaçınmayı gerektirmez. İkisi de mümkün. Starmer’den Merz’e, Avrupalı liderler bir yandan ilişkileri çeşitlendirmek için adım atarken, bir yandan da anti-demokratik uygulamaların iş birliği potansiyeline zarar vereceğini söyleyerek gidişatı eleştirilebilir. Çünkü Türkiye gibi ülkelerde demokratik geri gidiş demek kötü yönetim demek; kötü yönetim demek, iş birliği potansiyelinin gerçek anlamda kullanılamaması demektir. Yani işin ucu onlara da dokunur. Tabii gerçekten kapsamlı, stratejik bir iş birliği arayışı içindelerse...

/././

Bürokrasideki son atamaların şifreleri -Tolga Şardan-

Siber Güvenlik Başkanlığı’na getirilen Ümit Önal, son olarak, ülkenin en büyük iletişim firmasının, Türk Telekom’un en tepesindeki isimdi. AKP içinde bir süredir yaşandığı ifade edilen ekipler savaşında, kimin öne geçtiğini “son zamanların en kıymetlisi” sıfatıyla bu atama netleştirdi.

tolga şardan 28 ekimSoldan sağa: Ümit Önal, Ebubekir Şahin, Nuh Yılmaz


Siyaseti izleyen hemen herkes, bugünlerde birbiri ardında yaşanan olayların şifrelerini çözmeye çalışıyor.

Çözülen şifrelerin kimisi kamuoyuna yansıyor. Ama büyük çoğunluğu özellikle iktidarın kontrolündeki odalarda kapalı kapılar ardında kalıyor.

İşte son günlerde epeyce tartışılan bürokrasideki atamaların perde arkasını aydınlatacak bilgileri, Büyüteç’te okuyacaksınız yavaş yavaş.

İlk olarak çok dikkat çeken bir atamayla, yani Siber Güvenlik Başkanlığı’na gerçekleştirilen görevlendirmeyle başlamak gerekiyor.

Siber Güvenlik Başkanlığı’na getirilen Ümit Önal, son olarak, ülkenin en büyük iletişim firmasının, Türk Telekom’un en tepesindeki isimdi. Altı yıldır bu görevi yürütüyordu.

İletişim üzerine kariyer yapan Önal, iletişim sektöründe ne kadar dijital birikim yapılabilirse o kadar bilgi sahibi.

Ümit Önal 

Elbette, bir göreve getirilirken, makamın gerektirdiği mesleki birikim kadar yöneticilik niteliğinin de gelişmiş olması beklenir. Dolayısıyla burada konuşulması gereken, Önal’ın bilgi birikimi kadar, söz konusu göreve hangi şekilde seçildiğidir.

Asıl mesele de bu zaten. AKP içinde bir süredir yaşandığı ifade edilen ekipler savaşında, kimin öne geçtiğini “son zamanların en kıymetlisi” sıfatıyla bu atama netleştirdi.

Şöyle ki; bilindiği üzere, Siber Güvenlik Başkanlığı’nın kurulmasını sağlayan yasal düzenleme geçen ocakta Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girdi. Alt kadrolar oluşturulurken, asıl mesele Başkan’ın kim olacağıydı.

Bu konuda 7 Ekim’de Büyüteç’te ipuçlarını vermiştim. Meraklıları için yazımın linkini bıraktım.

Başkanlık için yürütülen kulis çalışmalarında AKP’deki bazı siyasiler, atamanın siyasi olmasını istedi. Siyasete yakın kimi bürokratlar da başkanın bürokrasiden seçilmesinde ısrarcı oldu.

Oluşan tabloda ortaya çıkan isimlerin başında, Erdoğan Ailesi’ne yakınlığıyla bilinen Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan vardı. Aynı zamanda AKP’nin “altın çocuklarından” sayılan Sayan’ın adı ön plandaydı. Adaylar arasında dikkati çeken diğer isimler arasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın önerdiği MİT’te görevli bir üst düzey yönetici de yer aldı.

Resmi Gazete’de kararname çıktığında kulislerde pek şans verilmeyen, hatta son ana kadar adı gündemde bile olmayan Türk Telekom CEO’su Ümit Önal’ın, başkan olarak atandığı görüldü.

Önal, uzun yıllardır Serhat Albayrak’la birlikte mesaide. Dolaylı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyük damadı Berat Albayrak’la da temasta. Sonuçta, diğer “ağır” adaylar yerine damat Berat Albayrak’ın tercih ettiği isim kararnamede yer aldı.

Söz konusu atama aynı zamanda Berat Albayrak’ın AKP’de veya aile içinde “zamanının geçtiği” iddiasının doğru olmadığını ortaya koydu.

Öte yandan yine kulislere göre; Sayan’ın tercih edilmemesinde bir süredir iktidara yönelik eleştirilerin merkezindeki sahte diploma, e-imza skandalları etkili oldu. Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Devlet Denetleme Kurulu’na (DDK) birbirine bağlı skandalların araştırılması görevini verdi.

Patlayan skandallar ve DDK denetimi Siber Güvenlik Başkanlığı’na yapılan atamayı hızlandırdı.

Yeri gelmişken belirteyim; belki biraz ileri yorum olmakla birlikte Siber Güvenlik Başkanlığı, dijital kamu yönetiminde çok önemli yere sahip. Ülkedeki neredeyse tüm kurumlarının dijital sistemlerinin kesiştiği yerde SBG var! Tüm kurumların her türlü veri havuzu SGB’de olacak! Bilmem anlatabildim mi bu gücü?

Önal’ın, Siber Güvenlik Başkanlığı’na atanmasıyla Berat Albayrak, bir adım öne geçti.

Şam Büyükelçiliği’ne yapılan atama

İkinci atama Şam Büyükelçiliği’ne, Dışişleri Bakan yardımcısı Nuh Yılmaz’ın atanması. Yılmaz, uzun süredir Fidan’ın yanında. ABD’den ülkeye dönüş yaptıktan sonra hem MİT’te hem de Dışişleri Bakanlığı sırasında Fidan’ın adeta “kara kutusu” oldu.

Bu arada şunu belirtmek gerekecek; farkındaysanız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de gelinen noktada öncül çalıştığı isim mevcut MİT Başkanı İbrahim Kalın. Kuşkusuz Dışişleri Bakanı Fidan da işin içinde ancak, MİT Başkanı Kalın’ın bir - iki adım önce olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Nuh Yılmaz

Hatta Fidan, Suriye konusunda yaptığı bazı değerlendirmeleriyle yakın zamanda iktidara yakın isimlerce yüksek sesle olmasa da eleştirildi.

İşte sürecin sonunda Şam’a yapılan büyükelçi atamasında bu kez Fidan bir adım öne geçti. Sağ kolunu Türkiye’nin Şam Büyükelçisi yaptırmayı başardı.

Üstelik, adı doğrudan gündeme gelmese de dosyada yer alan kimi isimler nedeniyle Can Holding’e yönelik yürütülen adli süreçten etkilendiği ifade edilse de.

Ayrıca Yılmaz’ın daha önceki görev yaptığı MİT’teki üst düzey konumu sebebiyle Kalın’ın çalışmalarını “yakından” izlemesi de mümkün olacak.

Ebubekir Şahin’in dikkat çeken durumu

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in görev süresini tamamlayıp bu kez Türk Telekom’un başına geçmesi yine başkentin dikkat çekici atamalarından.

Devletteki kariyerine Emniyet Genel Müdürlüğü’nde sivil memur olarak adım atan Şahin, AKP iktidarının vazgeçmediği bürokratlardan.

Önal – Şahin ikilisi her ne kadar geçen hafta içinde atanmış olsa da aslına bakarsanız bu kararname süreci 16 Ekim gecesi sonuca ulaşacaktı. Fakat kararnamede yer alan isimlere yönelik kulislerde yürütülen faaliyetler sonrasında son imza geçen haftaya kaldı.

Şahin’in yerine ise yine Berat Albayrak’a yakınlığıyla bilinen Hasan Davulcu’nun getirilmesi beklenirken, Mehmet Daniş’in getirilmesi Berat Albayrak ve çevresinin bu kez geride kaldığının göstergesi oldu. 

Ayrıca Şahin, memleketi sebebiyle Erdoğan Ailesi’ne yakın. Bu yakınlıktan dolayı Şahin, bir süredir kabinede bakanlık bekledi. Hatta bakanlık adresi bile belliydi. Ancak kabine değişikliğinin halen gerçekleşememesi, Şahin’in Türk Telekom’un kaydırılmasına sebep oldu.

Şahin’in bakanlık beklentisi yeni görevine karşın halen bâki. Erdoğan’ın kabine değişikliğinde görev vermesi beklenen isimlerin başında yine Şahin var kuşkusuz.

Ebubekir Şahin

Habertürk ve Show TV’nin satışı

Ankara’daki kadar olmasa da İstanbul’un kulisleri de epeyce bilgi kaynıyor.

T24’ün yıllık buluşması çerçevesinde İstanbul’da 48 saat kadar kaldım geçen hafta. Dikkat çekici bilgiler ve iddialar, iktidar kanadına yakın isimlerce “küçük harflerle” seslendiriliyor.

Bu bilgilerin içinde kulak kabartılanlardan birisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca devralınan Can Holding’e yönelik soruşturma.

Holding’in menkul ve gayrimenkullerinin yönetilmesi amacıyla kayyım atandı. Atanan kayyım, her ne kadar uzun yıllar bu işlerin içinde olan isim olarak tanımlansa da Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayraklar’a yakın isim.

Atamanın niteliğinden mi tam bilemiyorum ama özellikle el konulan Habertürk ve Show TV’nin, Yeni Şafak grubu tarafından alınabileceği yönünde bilgiler mevcut.

“Sabah’ın sahibi Albayraklar ile Yeni Şafak’ın sahibi Albayraklar’ın aynı aileye mensup olduğunu düşünmek” süreci yanlış okumaya sebep olabilir. Zira Serhat Albayrak’ın sahip olduğu Sabah Grubu’na karşı Erdoğan Ailesi’nin “ebedi yakını” Ahmet Albayrak’ın mevcuttan daha büyük medya gücüne sahip olmasının hedeflendiği ifade ediliyor.

İçişleri’nde sonu gelmeyen krizler ve Yerlikaya’nın durumu

Her kurumun kendi iç gündemi var.

Bu kapsamda İçişleri Bakanlığı’nda bir süredir arka arkaya krizler patlak verdi. Üstüne üstlük, krizlere henüz çözüm bulunmuş değil.

Yaz başından bu yana geçen sürede; Emniyet’te birinci sınıf emniyet müdürlerinin polis okullarına tayin edilmesini sağlayacak yeni düzenleme, yine Emniyet’te emekli edileceklerin durumunun değerlendirileceği Yüksek Değerlendirme Kurulu’nun toplanamaması, İstanbul’daki İBB soruşturmaları çerçevesinde İstanbul Adliyesi ile İstanbul Emniyeti arasında baş gösteren “sıkıntı”nın çözülememesi, polis intiharları, polislerin cep telefonlarına yüklenerek kullanılması zorunlu hale getirilmek istenilen yazılım, polis maaşları için alınan banka promosyonunun düşüklüğü, İçişleri Bakanlığı bünyesinde mevcut trafik yasasında yapılması planlanan değişiklikle cezaların ağırlaştırılması, valiler kararnamesi ve Can Holding soruşturmasının bakanlığı bağlayan kesiti gibi krizler yaşanıyor.

Bu krizlerde şimdilik bir yol alınmış değil. Krizleri çözmekten sorumlu olan Emniyet Genel Müdürü Mahmut Demirtaş başta olmak üzere sorunlar üst yönetimin umurunda değil!

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, diğer üç bakan yardımcısıyla ilişkilerini “rölantiye” almış durumda. Bakanlığı, Adana’dan tanıdığı arkadaşı Mehmet Sağlam’la idare etmeye çalışıyor.

Yeri gelmişken, Yerlikaya TBMM’deki AKP grubuna trafik yasasındaki değişiklikleri anlattı. Ancak AKP’de söz konusu yasa değişikliğiyle cezaların artırılmasının iktidar ile seçmen arasında sıkıntı yaratacağı endişesi hâkim.

Hatta edindiğim bilgiye göre trafik cezalarının yaratacağı problem Bakan Yerlikaya’ya Diyarbakır ziyaretinde bir kez daha aktarıldı.

Kaldı ki, sorunların her gün yenileri patlıyor.

İşte Muğla’daki valiliğin Cumhuriyet Bayramı kutlama posteri skandalı.

Muğla Valisi sorumluluğunda gerçekleşen vahim olay tam bir “atalet” örneği.

Yakında valiler kararnamesi var. Kulislere göre, Muğla Valisi Akbıyık, İzmir Valisi olacak.

Son icraatıyla birlikte İzmir’de doğru yolu açık olsun Vali Bey’in! …

/././

Karadağ'dan sürpriz karar; Türk vatandaşları için vize serbestisi kaldırılıyor!

Karadağ Başbakanı Milojko Spajić Türk vatandaşları için uygulanan vize serbestisinin geçici olarak askıya alınacağını açıkladı. Karar, yalnızca turistik ziyaretleri değil, yatırım yoluyla vatandaşlık almak isteyen Türk vatandaşlarını da etkileyecek.

Karadağ Başbakanı Milojko Spajić, sosyal medya platformu X üzerinden paylaştığı mesajında "Yarın, acil prosedür kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için vizesiz rejimin geçici olarak askıya alınmasına ilişkin bir karar alacağız." ifadelerini kullandı.

Spajic, ekonomik faaliyetlerin ve iyi ikili ilişkilerin korunması amacıyla önümüzdeki dönemde Türkiye Cumhuriyeti ile yoğun görüşmeler başlatacaklarını da ekledi.

Kararın dün bir Türk grubun karıştığı kavga ve darp olayı nedeniyle alındığı iddia ediliyor. 3 kişilik bir Türk grubunun, bir Karadağ vatandaşının ölümüne neden olduğu ileri sürülüyor. Öte yandan Karadağ'da Türklerin karıştığı suçların artışından söz ediliyor. 

90 günlük vize serbestisi vardı

Türkiye ile Karadağ arasında Vize Muafiyeti Anlaşması çerçevesinde "Türkiye ve Karadağ vatandaşı olan diplomatik, hususi, hizmet ve umuma mahsus pasaport hamilleri, birbirlerinin ülkesine, her altı ay içinde ilk giriş tarihinden itibaren doksan (90) günü aşmayan bir süre için veya transit geçiş maksadıyla vize almadan girebilir" hükmü bulunuyordu.

Ayrıca Karadağ’a karayolundan girişlerde, en az 6 ay geçerliliği bulunan umuma mahsus pasaport ile 180 gün içinde 90 güne kadar turistik ya da transit geçiş amaçlı seyahat etmek imkanı tanınmıştı.

***

Nev’i (tür) değişikliği yeniden düzenlenmeli, bu işlem “devir” sayılmaktan çıkarılmalıdır!-Erdoğan Sağlam-

Tür değiştirmenin devir sayılmasının sonuçları neler?

Değerli okurlar, bugün uygulamada yaşanan önemli bir konuyu gündeme getirmek istiyorum.

Ticaret Kanunumuza göre bir şirket hukuki şeklini değiştirebilir. Yeni türe dönüştürülen şirket eskisinin devamıdır ((Türk Ticaret Kanunu -TTK- m.180). İlke budur.

Hangi şirketler dönüşebilir?

* Bir sermaye şirketi; başka türde bir sermaye şirketine veya bir kooperatife;

* Bir kolektif şirket; bir sermaye şirketine, bir kooperatife veya bir komandit şirkete;

* Bir komandit şirket; bir sermaye şirketine, bir kooperatife veya bir kollektif şirkete;

* Bir kooperatif, bir sermaye şirketine dönüşebilir (TTK m.181)

TTK’ya göre anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler “sermaye şirketi” sayılır (TTK m.124/2).

Şirketler; bir şirketin diğerini devralması, teknik terimle “devralma şeklinde birleşme” veya yeni bir şirket içinde bir araya gelmeleri, teknik terimle “yeni kuruluş şeklinde birleşme” yoluyla birleşebilirler (TTK m.136/1).

Uygulamada birleşmelerin neredeyse tamamı bir şirketin diğer şirkete katılması, yani diğer şirketin bu şirketi devralması yoluyla gerçekleştirilmektedir.

Kurumlar Vergisi Kanununa (KVK) göre, bir veya birkaç kurumun diğer bir kurumla birleşmesi, birleşme nedeniyle infisah eden (yok olan) kurumlar bakımından tasfiye hükmündedir. Ancak, birleşmede tasfiye kârı yerine birleşme kârı vergiye matrah olur (KVK m.18/1).

Bunun anlamı, birleşme nedeniyle infisah eden kurumlar için birleşme tarihine kadar olan döneme ilişkin kıst kazancın beyan edilip ödenmesinin yanısıra birleşme nedeniyle tasfiye hükümlerine göre hesaplanacak birleşme kârının da vergilendirilmesi gerektiğidir.

Ancak aşağıdaki şartlara uyularak gerçekleştirilen birleşmeler “devir” hükmündedir (KVK M.19/1):

a) Birleşme sonucunda infisah eden kurum ile birleşilen kurumun kanunî veya iş merkezlerinin Türkiye’de bulunması.

b) Münfesih kurumun devir tarihindeki bilânço değerlerinin, birleşilen kurum tarafından bir bütün halinde devralınması ve aynen bilançosuna geçirilmesi.

Devir durumunda kanunda belirtilen şartlara uyulduğu takdirde, infisah eden kurumun sadece devir tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilir; birleşmeden doğan kârlar ise hesaplanmaz ve vergilendirilmez (VKV m.20/1).

Buradan anlaşılacağı üzere, devir birleşmenin vergisiz versiyonudur. Yine uygulamada birleşmelerin neredeyse tamamı devir yoluyla vergisiz olarak gerçekleştirilmektedir.

Kurumların aynı şartlar dahilinde tür değiştirmeleri de “devir” hükmündedir (KVK m.19/2).

Maalesef iyi niyetle getirildiği anlaşılan bu hüküm olumsuz vergisel sonuçlar doğuruyor!

“İyi niyetle” diyorum, çünkü tür değişimi devir sayıldığı için, tür değişiminden doğan kârlar devirde olduğu gibi hesaplanmıyor ve vergilendirilmiyor. Sadece tür değişimi nedeniyle aynen devirde olduğu gibi yok olan şirketlerin kıst dönem kazancı beyan ediliyor.

Uygulamada en çok limited şirketten anonim şirkete dönüşüm işlemleri yapılıyor. Bunun da sebebi, mevcut düzenlemelere göre, anonim şirketi hisse senetlerinin 2 yıl elde tutulduktan sonra satışından doğan kazanç gelir vergisine tabi değilken, limited şirket ortaklık paylarının satışından doğan değer artış kazançların süre sınırlaması olmaksızın vergiye tabi tutulması…

Bu düzenleme değiştirilir ve anonim şirket hisseleriyle limited şirket ortaklık paylarının satış kazançları aynı vergisel düzenlemeye tabi tutulursa, limited şirketten anonim şirkete dönüşüme ihtiyaç kalmayacak ve tür değişikliği nedeniyle yaşanan sorunlar da sona erecektir!

Geçmişte bir dönem bu konuda yasal düzenleme yapılması sürecine başlanmış, ancak sonuçlandırılamamıştı. Bugünlerde konu maalesef gündemde değil.

Tür değiştirmenin devir sayılmasının sonuçları neler?

Tür değiştirme durumunda yeni şirket, yok olan eski şirketin hak kazandığı vergisel avantajları (indirimli kurumlar vergisi devreden katkı payı, yatırım indirimi, nakit sermaye artırımı faiz indirimi, Ar-Ge ve tasarım indirimi gibi) kullanabiliyor. Yani bu konuda sorun yaşanmıyor. Çünkü normal devir işlemlerinde de bu haklardan devralan şirket “külli halefiyet” ilkesi gereğince yararlanma hakkına sahip. Her işlem için bunun kanunda ayrıca düzenlenmesine gerek yok.

Nitekim bir özelgede[1], aynen aşağıdaki ifadelerle külli halefiyet ilkesine istinaden tür değişikliği yaparak limited şirketten anonim şirkete dönüşen bir şirketin gerek limited şirket olarak kıst döneme ilişkin verilen kurumlar vergisi beyannamesinde ve gerekse nevi değişikliğinden sonraki hesap dönemlerinde anonim şirket olarak nakdi sermaye artırımından yararlanılabileceği belirtiliyor:

Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, limited şirketin, nakdi sermaye artırımına ilişkin varsa önceki yıllarda hesapladığı ancak kazanç yetersizliği nedeniyle yararlanamadığı indirim tutarları ile kıst dönemi için hesapladığı nakdi sermaye indirimi tutarını, tür değişikliği nedeniyle vermiş olduğu kıst dönem beyannamesinde dikkate alması mümkün bulunmaktadır……

Diğer taraftan, nev'i değişikliği sonucunda limited şirketin mükellefiyeti ile ilgili bütün yükümlülükleri külli halefiyet suretiyle şirketinize geçeceğinden ve devredilen kurum, faaliyetini bir anlamda devralan kurum olan şirketiniz bünyesinde sürdüreceğinden, Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi hükümleri ve 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde yapılan açıklamalar çerçevesinde, devraldığınız şirketin nakdi sermaye artırımına ilişkin hesapladığı ve varsa kazanç yetersizliği nedeniyle yararlanamadığı nakdi sermaye artışı indirimi ile … ve müteakip yıllarda devralan şirketinizce hesaplanacak nakdi sermaye artırımı indirimlerinin, devralan şirketinizin kurumlar vergisi beyannamesinde kurumlar vergisi matrahının tespitinde dikkate alınması mümkün bulunmaktadır.”

Yine bir başka Özelgede[2], tür değişikliği yoluyla kurulan anonim şirketin tür değişikliği yoluyla münfesih hale gelen limited şirketin devamı olduğu gerekçesiyle limited şirket adına düzenlenen yatırım teşvik belgesi kapsamındaki yatırımlardan elde edilen kazançlar için indirimli kurumlar vergisi uygulamasından anonim şirketçe yararlanılmasının mümkün olduğu, ancak bunun için ilgili Bakanlığa müracaat edilerek yatırım teşvik belgesinin anonim şirket adına revize edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Ancak genel hükümlere dayanılarak yapılan bu doğru değerlendirmelerin dışında maalesef mükelleflerin vergisel avantajlarını kaldıran veya sınırlayan uygulamalar da mevcut. Başka bir ifade ile tür değişimi (dönüşüm) işlemlerinin bu vergisel avantajların intikali dışında çok sayıda başka sonucu var.

Aşağıda sadece bunların önemli olanlarına ve haksız sonuç doğuranlarına değineceğim.

Zarar mahsubu

Devir işlemlerinde devir yoluyla yok olan kurumların mali zararları, belli şartlarla, devreden bu kurumda doğduğu dönemden itibaren 5 yıllık sürede devralan kurumlarca mahsup edilebiliyor, yani kurumlar vergisi matrahından indirilebiliyor.

Zarar mahsubu devralınan kurumların devir tarihi itibariyle öz sermaye tutarını geçmeyen zararları ile sınırlı.

Mahsup için aranan şartlar şöyle:

* Devrolan kurumca son 5 yıla ilişkin kurumlar vergisi beyannamelerinin kanuni süresinde verilmiş olması.

*  Devralınan kurumun faaliyetine devir veya bölünmenin meydana geldiği hesap döneminden itibaren en az 5 yıl süreyle devam edilmesi.

Maliye Bakanlığı başka kurumların zararlarını devralan kurumlar için kanunla getirilen bu şartların tür değişiminin devir sayılması nedeniyle tür değişiminde de geçerli olduğu görüşünde.

Nitekim bir özelgede[3], aynen şu ifadelerle söz konusu şartların dönüşümde de geçerli olduğunu açıkça belirtiyor, yani tür değişimi işlemini bir dönüşüm işleminden ziyade limited şirketin yeni kurulan anonim şirket tarafından devralınması olarak yorumluyor.

“…şirketiniz tarafından …… tarihinde aktif ve pasifiyle birlikte kül halinde devralınan …… Ltd. Şti. tarafından son beş yıla ilişkin kurumlar vergisi beyannamelerinin kanuni süresinde verilmiş olması ve nevi değişikliği sonucu kurulan şirketinizin, devralınan şirketin faaliyetine devrin meydana geldiği hesap döneminden itibaren en az beş yıl süreyle devam etmesi kaydıyla, devralınan kurumun devir tarihi itibariyle öz sermaye tutarını geçmeyen zararlarının kurumlar vergisi matrahınızın tespitinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır.“

Bu görüşü çok haksız buluyorum, bence derhal değiştirilmeli, gerekiyorsa yasal değişiklik yapılarak tür değişiminin devir kabul edilmesi uygulamasına son verilmelidir. İyi niyetle getirilen bir hükmün haksız uygulamaya dayanak olmasını kabul edemiyorum.

Çünkü devir işleminde başka bir kurumun zararının mahsubunu sınırlandırmak bazı kötü niyetli uygulamalarının önüne geçmek için doğru bir uygulamadır. Eğer zarar mahsubu için kanunda sınırlamalar getirilmemiş olsaydı, genel hükümlere göre külli halefiyet ilkesi gereğince devralınan kurum zararları da sınırsız bir şekilde mahsuba konu edilebilecekti.

Yaşı belli bir sayısı geçenler hatırlayacaktır, mülga 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu ile bu sınırlama getirilmeden önce genel hükümlere göre devralınan kurum zararları sınırsız olarak indirilebilmekteydi.

Bu şartın kurumun kendi öz zararı için uygulanması kabul edilemez! Yorum yoluyla bu hükmün sadece vergisiz tür değişimine ilişkin olduğu kabul edilerek sorun çözülebilir. Eğer Maliye bu görüşe sıcak bakmıyorsa, acilen haksızlığın yasal değişiklikle düzeltilmesi sağlanmalıdır.

Devreden KDV’nin kullanımı

Daha önce devir işlemlerinde 7524 sayılı Torba Kanun ile yapılan ve 02.08.2024 tarihinde yürürlüğe giren düzenlemeyle, 2/8/2024 tarihinden itibaren faaliyetini bırakan, bölünen veya infisah eden işletme ve şirketlerin devreden KDV tutarlarının, yeni işletme veya şirketler tarafından indirime konu edilebilmesi vergi incelemesi şartına bağlanmıştır.

KDV Genel Uygulama Tebliğinde, devreden KDV tutarlarının indirim hesaplarına alınabilmesi için devir, bölünme, nevi değişikliği sonucu oluşan yeni işletme ya da şirket tarafından öncelikle bağlı bulunulan vergi dairesine konuya ilişkin vergi incelemesi yapılması hususunda bir talep dilekçesi ile başvurulması gerektiği, söz konusu talebin ilgili vergi dairesince inceleme yapmaya yetkili ilgili denetim birimine ivedilikle aktarılması gerektiği açıklanmıştır.

Ancak uygulamada bu incelemelere hemen başlanılmadığı ve incelemelerin kısa sürede sonuçlandırılmadığı gözlenmektedir. Bu vesileyle bu durumun acilen gündeme alınması gerektiğini ifade etmek isterim.

Kanun maddesinde, yapılan değişikliğin Kurumlar Vergisi Kanununa göre yapılan devir ve bölünme işlemlerine ilişkin olduğu hükme bağlandığı için, yine tür değişiminin devir hükmünde olduğu düzenlemesinden hareketle tür değişiminde de bu inceleme şartının aranıyor.

Faaliyetine devam eden işletme ve kurumlarda böyle bir şart aranmaz iken, faaliyetine anonim şirkete dönüşerek ancak aynen devam eden kurumlarda bu şartın aranması haksız bir uygulama.

Üstelik düzenlemenin getiriliş amacı, başka kurumlara ait KDV’nin indirimi ile ilgili haksız ve kötü niyetli uygulamaların önüne geçmek, KDV ticaretini önlemek olduğu halde anonim şirkete dönüşen ve varlığını aynen  devam ettiren bir limited şirketin kendi KDV yükleniminin gerçekliğini inceleme süzgecinden geçirmeyi doğru bulmuyorum.

Değerli Meslektaşım YMM Abdullah TOLU konuyu gündemde tutuyor, son olarak Ekonomim Gazetesinde 05 Kasım 2024 tarihinde yayınlanan yazısında, tür değişikliğinin kapsam dışında bırakılması gerektiği hususuna yine değindi.

Bence Maliye bu konuyu da yorum yoluyla çözebilirdi, bunu yapmayınca çözüm yasal değişikliğe kaldı.

Uyumlu mükellef indirimi

Değerli okurlar, “uyumlu mükellef indirimi” diye adlandırılan uygulamaya göre; ticari, zirai veya mesleki faaliyeti nedeniyle gelir vergisi mükellefi olanlar ile kurumlar vergisi mükelleflerinden (finans ve bankacılık sektörlerinde faaliyet gösterenler, sigorta ve reasürans şirketleri ile emeklilik şirketleri ve emeklilik yatırım fonları hariç olmak üzere), kanunda belirtilen bazı şartları taşıyanların yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannameleri üzerinden hesaplanan verginin yüzde 5'i kadar bir tutar ödenmesi gereken gelir veya kurumlar vergisinden indiriliyor.

Bu indirim, tahakkuk eden vergiden 5 puan indirim şeklinde değil, tahakkuk eden verginin yüzde 5’i oranında yapılıyor.

Şartlardan biri de indirimin hesaplanacağı beyannamenin ait olduğu yıl ile bu yıldan önceki son iki yıla ait vergi beyannamelerinin kanuni süresinde verilmiş ve bu beyannameler üzerine tahakkuk eden vergilerin kanuni süresinde ödenmiş olması.

Maliye, Kurumlar Vergisi Kanununa göre yapılan devir ve tam bölünme işlemlerinde, devir nedeniyle yok olan (devrolan) veya bölünen kurumun ve bu şirketin varlıklarını devralan kurumun/kurumların ayrı ayrı indirim için gerekli şartları sağlaması kaydıyla, varlıkları devralan kurumun/kurumların söz konusu vergi indiriminden yararlanmasının mümkün olduğu görüşünde.

Bu nedenle 3 yıllık süre şartının devralan kurumlara ilaveten devrolan veya bölünen kurumlar için de aranması gerektiğini söylüyor. Eğer devir yoluyla yok olan veya bölünen şirket 3 yıl beyanname verme ve ödeme şartlarını sağlamamışsa devralan kurum kendisi için bu şartları sağlamış olsa bile yüzde 5 indirimden yaralanamayacağını belirtiyor[3].

Tahmin edeceğiniz gibi Maliye dönüşüm işleminde de yeni kurulan anonim şirketin 3 yıl için bu şartları sağladıktan sonra indirimden yararlanabileceğini söylüyor[4].

Tabii ki bu görüşün de haksız ve hatalı olduğunu düşünüyorum.

Bu yazı için son sözlerim…

Dönüşüm işlemini devir kabul eden yasal hükmün kesinlikle mükellef lehine getirildiğini ve düzenlendiği dönemde sadece dönüşüm nedeniyle kurumlar vergisi hesaplanmamasını sağlama amacına yönelik olduğunu düşünüyorum.

Eğer kanun koyucu bu hükmün mükellef aleyhine yukarıda birkaç örneğini verdiğim olumsuz sonuçları olacağını öngörseydi, kesinlikle düzenlemenin sınırını net bir biçimde belirlerdi.

Maliyedeki arkadaşlarımız dönüşüm işleminin devir işleminden ekonomik ve hukuki açıdan farklı olduğunu değerlendirecek bilgi ve deneyime bence sahipler. Yorum yoluyla yukarıdaki sorunları külli halefiyet ilkesine dayandırarak rahatlıkla çözebilirlerdi. Ancak bir defa özelge ile de olsa görüş açıkladıktan sonra bu yolun kapandığını düşünüyorum.

Bu nedenle geriye tek bir çözüm kalıyor. O da yasal düzenleme ile dönüşümün devir hükmünde olduğunu düzenleyen maddenin değiştirilmesidir. Bu değişiklik özelgeleri değiştirmekten daha kolaydır.

Maliye son dönemlerde maalesef sadece gelir artırıcı düzenlemelere odaklanıyor. Geçmişte olduğu gibi mükellef haklarını da gündemine alırsa bu sorunları rahatlıkla çözecektir.

Eğer yasal düzenleme yapılırsa, aynen devam eden bir şirketin dönüşüm tarihine kadar olan kıst dönem kazancı üzerinden daha erken bir vergi alınması uygulamasına da son verilmiş olur.

Son olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.2.2018 tarihli ve E. 2017/15-247; K. 2018/229 sayılı Kararının bir bölümünde yer alan referansları bilgilerinize sunmak istiyorum:

“…Yeni türe dönüştürülen ortaklığın, eski tür zamanındaki haklarında, alacak, borç ve yükümlülüklerinde hiçbir değişiklik olmadan yeni türde de devam eder. Burada hukuki kişilik tek olup, aynı tüzel kişi yani ticaret ortaklığı başka bir ticaret ortaklığına dönüşmektedir. Hukuki kişi tek olduğundan tür değiştirmede mal varlığı devri yoktur. Eski hukuki ortaklık ne feshedilir, ne münfesih olur ne de tasfiyeye tabi tutulur. İşlemler sonunda bir ticaret ortaklığı sadece başka bir türe dönüşür ( Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, Ortaklık Hukuku I, İstanbul 2014, s.167, 168 ).

Tür değiştirme bir ana sözleşme değişikliği niteliğinde olduğundan, şirketin tüzel kişiliği ve hukuki ilişkileri değişmez, eski şirkete ait tüm hak ve borçlar, yeni şirketin doğması ile yeni şirkete geçer. Burada bir külli halefiyet durumu söz konusu değildir, çünkü tür değiştirmede aynı şirket tür değiştirmeden önce yüklendiği borçlardan yeni hukuki türü içinde de ve aynı tüzel kişi sıfatıyla sorumlu kalmaktadır ( Hasan Pulaşlı Şirketler Hukuk Şerhi Cilt I, Ankara 2011, s. 261 ).” 

[1] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Gelir Kanunları Gelir ve Kurumlar Vergileri Grup Müdürlüğü’nün 11.07.2024 tarih ve E-62030549-125[10/2022]-… sayılı Özelgesi

[2] Denizli Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğünün 26.02.2015 tarih ve 51421814-125[19-2014/146]-40 sayılı Özelgesi

[3] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Gelir Kanunları Gelir Ve Kurumlar Vergileri Grup Müdürlüğünün 04.08.2020 tarihli ve 62030549-120[mük121-2018/275]-E.567857 sayılı Özelgesi

[4] Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı Gelir Kanunları Gelir Vergileri Grup Müdürlüğünün 09.05.2018 tarih ve 38418978-125[19-18/27]-E.191200 sayılı Özelgesi

/././

İstanbul Senin'in casusluğu nedir? Kobil neresinde?-Füsun Sarp Nebil-

Teknik doğrulama yapılmadan "veriler yabancı ülkelere gönderildi" haberleri ne anlama geliyor?

Cuma sabahı yine bir soruşturma ile uyandık ama nasıl değerlendireceğimize şaştık. Çünkü siber güvenlik konusunu yıllardır eleştiriyoruz. Yıllar içinde pek çok kurumun verileri sızdı. Ama herhangi bir "görev ihmali" veya burada olduğu gibi "casusluk"  soruşturması görmedik. Çünkü veri sızması, veri sızmasıdır, casusluk böyle olmaz. Yani teknik olarak orantısız bir suçlama gibi gözüküyor. 

Ama bu olayda İBBye yönelik soruşturma kapsamında, "İstanbul Senin" uygulamasını kullanan 4,7 milyon kişinin verilerinin iki yabancı ülkeye sızdırıldığı gerekçesiyle 15 şüpheli gözaltına alındı. Gözaltına alınan ve BDDK’nın Türkiye’de yetkilendirdiği iki firmadan biri ve bazı kişiler şöyle sıralandı: Kobil Teknoloji AŞ Yönetim Kurulu Başkanı İsmet Koyun, Kobil Mycity Platform Teknoloji AŞ'de yazılım geliştirme uzmanı Abdullah Uygun, Kobil Teknoloji AŞ'de yazılım müdürü Ayhan Güvenli, Adem Ok, Iraz Bayrak, İdris Yıldırım, Mehmet Çağlar Kuru, Emrah Yüksel, Hüsnücan Şen, Elif Yıldız Kızılca, Esra Huri Bulduk, Nuri Cem Ceylan, Şehide Zehra Keleş Yüksel.

Şimdi buradaki olayın "casusluk" olduğu iddiası var. Nedeni de "iki farklı ülkeye 4,7 milyon kişinin verisi sızdırıldı" deniliyor. Ama bu suçlama birçok soru doğuruyor:

-----

Olayda adı geçen Kobil firmasıBDDK tarafından ülkemizdeki bankaların login  sistemini  yapması için yetkilendirilmiş olan iki firmadan birisidir. Dolayısıyla sabahtan beri bankalar da "Ne oluyor" şeklinde şaşkın. Kobil BDDK'nın yetkilendirilmesinde, uyum denetimi için uluslararası ISAE3000 Güvence Raporu almış bir firma. Böyle itibarlı olan bu firmanın bilgi sızdırması mümkün mü? Bu suçlamayı yapmak için bağımsız bir denetim raporu var mıdır?

-----

Veri sızıntısı demek bir güvenlik hatası nedeniyle verilerin sızmasıdır. 4,7 milyon "İstanbul Senin" kullanıcısının, metro, İBB merkezleri, İspark vs. gibi kullanım verileri acaba hangi ülke tarafından, hangi casusluk amacına yönelik olarak kullanılabilir?

-----

Hangi veriler sızdıkimin eliylehangi teknik zafiyet kullanıldı ve veriler gerçekten dış ülkelere mi gitti sorularının cevaplarının herkesin bilgisine sunulması lazım.

-----

Buna rağmen soruşturmanın çok hızlı biçimde casusluk” başlığı altında yürümesi -teknik rapor olmadan böyle bir suçlamanın yapılması- dikkat çekici. Çünkü bilişim sistemlerindeki veri sızıntılarında Türkiye’de genellikle TCK 243–244 (bilişim sistemine girme / verileri bozma) maddeleri uygulanır, TCK 328 (siyasal veya askerî casusluk) değil.

-----

Tam da Siber Güvenlik Başkanı'nın atandığı bir günde verilerin yurt dışına sızdırıldığı yönünde "casusluk" suçlaması ile Siber Güvenlik alanında çözümler sunan ve kamu dahil birçok kurum tarafından köklü bir firmanın adının böyle bir suçlamaya karışması ilginç değil mi?

-----

Yıllardır e-devlet, e-nabız, seçim sistemi gibi pek çok yerden veri sızıntıları oldu bitti. Hatta SGK 2013'de verileri kendi eliyle sattı. Bunların hangisinde, kurum yöneticileri için görev ihmali ve hatta burada olduğu gibi "casusluk" suçlaması yapıldı? (Not: Bu dosyalar genellikle bilgi güvenliği zafiyeti”, personel hatası” ya da bilişim sistemine izinsiz erişim” başlıklarıyla kapandı).

-----

En son sahte e-imzalı diploma sahtekârlığı olayında, 400 sahte diploma sahibi araştırıldı mı? Hatay'da vefat eden avukatların yerine sahte kimlik verilmesi konusunda kim, hangi kurum soruşturuldu?

-----

İki ülkeye veriler sızdı denildiğinde anlaşılan yurtdışına verilerin çıkmasına neden olan "Bulut Servisleri" ve muhtemelen AWS'den bahsediliyor. Ancak 2016'daki Garanti Bankası saldırısında, ülkemizin ISS'lerinin Ddos temizleme servisleri yetmediği için, o zamandan bu yana finans şirketleri ddos saldırıların önlenmesinde yurtdışı firmaları (mesela CloudFlarekullanıyor. Bankalar, ddos saldırısı dışında trafiklerini yurtdışında döndürdüklerine göre acaba finans verilerini yurtdışına sızdırmaktan ötürü dava açılmış banka var mıdır?

-----

İnternet servis sağlayıcılarından bazılarının trafiğini 10 küsur yıldır Frankfurt üzerinden döndürdüğü yani müşteri verilerinin yurtdışına çıkıp, geri döndüğü biliniyor. Bu konuda herhangi bir soruşturma yapıldı mı?

-----

Bugün finans dünyasından e-ticarete, enerji dağıtım firmalarından perakendeye birçok firma ve uygulama gerek veri barındırma gerek yedekleme gerek analiz/inceleme veya haberleşme için Amazon, Google, Microsoft vb. yaygın bulut çözümü kullanıyor ve burada veriler yurt dışında depolama alanı kullanıyor ya da veriler yurtdışından dolaşıyor. Bunlar da casusluğa giriyor mu?

-----

Eğer bahse değer konu Google Analytics ise (ki kullanım ölçümü için kullanılan bir yazılım), ülkemizde bunu kullanmayan web sitesi yok. Çünkü yerli yazılım bir tane. Onu da kullanmak istesek, sunucusu da AWS. O zaman bu veri sızması aslında devletin bu alanda yatırımları planlaması gerekirken, planlamadığı anlamına gelmez mi?

-----

'İstanbul Senin' uygulaması nedir, ne işe yarıyor?

"İstanbul Senin", İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 18 Kasım 2021 tarihinde kamuoyuna tanıtılan dijital bir şehir platformudur. Uygulamanın amacı, vatandaşların belediye hizmetlerine tek noktadan erişimini sağlamak ve günlük yaşamı kolaylaştırmaktır.

Uygulama, ulaşım, kültür-sanat, spor, sosyal yardımlar ve belediye işlemleri gibi çok sayıda hizmeti dijital ortamda bir araya getiriyor. Kullanıcılar İstanbulkart bakiyelerini sorgulayabiliyor, otobüs ve metro saatlerini öğrenebiliyor, İBB etkinliklerine katılabiliyor ve fatura ödemelerini kolayca gerçekleştirebiliyor. Uygulama ayrıca kişiselleştirilmiş bildirimler sunarak trafik, hava durumu ve acil durum uyarılarını anlık olarak iletebiliyor. Özetle İstanbulluların hayatını kolaylaştırmayı hedefleyen platform olarak tanıtılmıştı.

İstanbul Senin’de öne çıkan hizmetler şöyle:

İş Ara İş Bul 120 binin üzerinde kişiye özel sektörde iş imkânı sağladı.

* Enstitü İstanbul İSMEK ile 500 binden fazla İstanbullu ücretsiz kurs ve eğitimlere kayıt oldu.

* 10 bin üzerindeki İBB WİFİ noktasına her gün 100 binden fazla kez İstanbul Senin üzerinden tek tıkla bağlanılıyor. Üstelik bu servisle aylık 60GB internet erişim hakkı kazanılıyor.

* Her gün on binlerce otobüs kullanıcısı “Otobüsüm Nerede” mini uygulaması ile otobüsünün durağa ne zaman geleceğini “Nasıl Giderim” mini uygulamasında toplu ulaşım ile kendilerine en hızlı rotayı oluşturabiliyor.

* Binlerce İstanbullu ücretsiz olarak konser ve etkinliklere ücretsiz davetiye hakkı elde etti.

* Dijital Çözüm Merkezi hizmeti veren Canlı Destek” mini uygulaması ile 150 binin üzerinde İstanbullu sorularına hızlı yanıt aldı.

* Ayda 600 binden fazla haneye giren Hamidiye Su, online sipariş kanalını bu platformda hizmete sundu.

* İGDAŞ ve İSKİ gibi önemli kurumlar fatura ödemelerini İstanbul Senin uygulaması ile hızlı ödemeye açtı. Farklı birçok hizmeti bu kanaldan vermeye başladı.

* Ayrıca uygulamanın "İBB Hanem" isimli alt bölümünden 11 milyon kişinin sandık verilerinin dışarıya aktarıldığı iddiası da soruşturmanın temel noktalarından biri olarak kaydedildi. 

Teknik doğrulama yapılmadan "veriler yabancı ülkelere gönderildi" haberleri ne anlama geliyor?

Özetle olayın adli süreci başlamadan medyada teknik doğrulama yapılmadan,  veriler yabancı ülkelere gönderildi” gibi haberlerin servis edilmesi, veri güvenliği ihlali” olsa bile, politik olarak “İBB yönetimini güvenlik riski gibi göstermek” amacı taşıyan bir operasyonel dosya haline gelmiş gibi görünüyor. Yani:

* Ortada bir sızıntı veya hata olmuş olabilir ama suçlamanın büyüklüğüyle (casusluk, yabancı ülke bağlantısı) eldeki kanıtların orantısızlığı bu işi teknik olmaktan çıkarıyor.

* Benzer olaylarda hükümete bağlı kurumlara böyle davranılmadı, bu da eşit hukuk” ilkesine gölge düşürüyor.

* Zamanlama ve dil (özellikle veriler dış ülkelere gönderildi” vurgusu) doğrudan siyasi etki üretmeyi hedefliyor gibi düşündürüyor.

/././

T-24


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -27 Ekim 2025-

“İngiliz casusu” İmamoğlu’ndan İngiliz Başbakan'ın Ankara ziyaretine -Barçın Yinanç- İngiltere Başbakanı Keir Starmer Ankara’da olacak. ...