Tütün kontrolünü ve halkın akciğerlerini heba eden siyaset hakkında (MERYEM VİTNİ-SOL/Görüş)
AKP rejiminin bilançosunda toplumsal yükler çok ağır. Ne yazık ki, bir unsur da, halkın akciğerlerinin ve sağlığının ideolojik hırslara, politik mizansenlere heba edilmiş olması.
Tütün kontrolünü, tütün kullanımının neden olduğu hastalık ve ölümleri önlemeye yönelik kanıta dayalı ve çok disiplinli halk sağlığı politikaları bütünü olarak tanımlamak mümkün. Kamusal müdahale olarak tütün kontrolünün iki sağlam dayanağı var: Temel hak olan sağlık hakkının korunması gereği ve tütün tüketimi ile tütün kontrolünün birey ve toplum sağlığı üzerindeki etkileri hakkında bilimsel çalışma külliyatı. Bir uluslararası antlaşma olan Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi (TKÇS) ve bunun dayanağını oluşturan bilimsel literatür, tütün tüketiminin yirminci yüzyılın ikinci yarısında küresel salgın haline gelmesinin ve gitgide Küresel Güney ülkelerinde yoğunlaşmasının vektörü olarak oligopol nitelikli dev ulusötesi sigara şirketlerine işaret ediyor.
Sermayenin çıkarları ile halk sağlığı çıkarları arasında uzlaştırılamaz bir çelişki olduğu hükmünü taşıyan TKÇS, ilgili şirketleri ve uzantılarını Sözleşme’nin tüm süreçlerinden dışlıyor. Bu bilimsel ve hukuksal kaynaklardan beslenen dünyanın dört bir yanındaki tütün kontrolü uzmanlarının çok iyi bildikleri bir şey var: Yüksek bağımlılık yapan, kalp-damar ve solunum hastalıkları ile 20’den fazla kanserin majör risk faktörü olan, dünya genelinde her yıl 8 milyondan fazla ölüme neden olan tütün kullanımı, sigara şirketlerinin tarımsal üretimi yönlendirme, ürün mühendisliği, saldırgan pazarlama ve halk sağlığı politikalarına müdahale faaliyetleriyle yakından ilişkilidir ve tütün kontrolünde bu faaliyetlerle mücadele elzemdir.
Dünyadaki trendlerin aksi yönünde tütün ürünü üretimi ve tüketiminin artmaya devam ettiği Türkiye’de, son derece hayati önem taşıyan tütün kontrolü kısmen veya şeklen veya lafzen dahi idame ettirilemez bir noktaya geldi; TKÇS kadük oldu. Bu noktaya gelineceğinin emareleri geçtiğimiz yıllar içinde tek tek kendini göstermişti. Bunlara son günlerde iki yeni örnek eklendi: Cumhuriyet Gazetesinde yer alan bir habere göre, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ünlü “sigara haramdır” fetvasının arkasında Din İşleri Yüksek Kurulu ile yaşadığı bir gerilim varmış. İddiaya göre Kurul “caiz değildir” şeklinde fetva vermekte ısrarcı olunca, Erbaş kendisi “haramdır” diye beyanda bulunmuş. İkinci örnek ise, Youtube’da 112 bin takipçisi olan, dini lider olduğunu iddia eden bir kişinin sigara içenlere yönelik küfür ve hakaret içeren, belki kendi fantezilerini yansıtan sözlerinin tekrar vizyona girmesi oldu.
2019 tarihli “Bu bir pipo değildir” başlıklı yazımızda, din temelli tütün karşıtlığının tütün kontrolünün parçası olamayacağını, açık aykırılık teşkil ettiğini, hatta zarar verdiğini söylemiş, konuya ilişkin dört saptama yapmıştık.
- Bizzat Erdoğan tarafından türetilen, yürütmesi yapılan İslamcı tonlamalı tütün karşıtı politika, iktidarın ideolojik aygıtının kritik bir unsuru ve siyasi nemalanma alanı olarak kullanılmaktadır.
- “Sigara haramdır” fetvası ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) Sağlık Bakanlığı’nın üstüne çıkan söylemi, Anayasa’ya aykırı karma bir yönetim ve hukuk sistemini fiilen var etmekte ve meşrulaştırmaktadır.
- Bireyin tütün bağımlılığını kriminalize eden ve iman gücüyle bundan uzak durulmasını salık veren politika ön plana çıkartılarak, ulusötesi sigara şirketlerinin nasıl korunup kollandığının, tüketimi körüklemelerine izin verildiğinin üstü örtülmektedir.
- Müslüman dünyada yürütülen çok sayıda uluslararası bilimsel çalışma, dindarlığın, fetvanın, fetva farkındalığının veya dine dayalı yönetim sistemlerinin tütün kullanımı ve kontrolü üzerinde kanıta dayalı olumlu bir etkisinin olmadığını, aksine Müslüman ülkelerde ve başka ülkelerde yaşayan Müslüman nüfuslar arasında net gerçekliğin tüketim artışı olduğunu göstermektedir. Ne din otoritesi ne de fetva, tütünün haram olduğu iddiasını Müslümanlarda tütünden uzak durma ve bırakma eylemine dönüştürememektedir. Burada tekrar altı çizilmesi gereken husus, fetvanın etkisiz olmasının veya Müslümanların belli bir yer ve zamanda daha fazla tütün kullanmalarının, kendilerinin kültürel, antropolojik bir özelliği, ya da kabahati, kusuru olmadığı; tüketim artışını, sigara şirketlerinin o yer ve zamana nasıl ve ne kadar nüfuz ettiği ve buna ilişkin devlet politikaları üzerinden incelemenin doğru olacağıdır.
Bu saptamalar geçerliliğini sürdürüyor. Neoliberal kapitalizmin aşırı sömürü ve eşitsizliklerinin idamesi için gereken baskıcı rejim ve ikna ideolojileri, Türkiye’de 20 yıldır toplumsal hareketliliği baskı altında tutabildiğini ispatlayan AKP iktidarında vücut buldu. Bu iktidarın geliştirdiği doktrinin/ideolojinin en iyi kristalize olduğu politika ve pratiklerin başında, Erdoğan tarzı sigara karşıtlığının, DİB tarzı haram fetvasının ve Yeşilay tarzı bağımlılıkla mücadelenin geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. AKP kurduğu yeni rejimin inşasında ve güçlendirilmesinde bunları bolca harç yaptı.
Üstelik, 2008’den beri bu sürece eşlik eden, uluslararası aktörlü bir mizansen oynandı. DSÖ ve Amerikalı STKlar, Türkiye’yi ve hükümet yetkililerini tütün kontrolü şampiyonu ilan etti, ödüllere boğdu, dünyaya örnek gösterdi. Türkiye’de son on yıldır tütün tüketim hacmi ve sıklığı artış gösterdiği halde, söz konusu uluslararası kuruluşlar geçen süre boyunca uygulanan politikanın ne yanlışlığını ne de olumsuz sonuçlarını ikrar etti. Bu büyük siyasi fiyaskonun üstünün örtülü kalmaya devam ettiği ve bilim ve hukuk dışı söylemlerin hakim kılındığı ortamda, kamu sektöründe çalışanların ve sağlık meslek örgütlerinde faaliyet gösterenlerin, bilime, sağlık hakkına ve uluslararası hukuka dayalı tütün kontrolü politikasını savunmalarının olanakları ve koşulları büyük ölçüde ortadan kalktı.
AKP rejiminin bilançosunda toplumsal yükler çok ağır. Ne yazık ki, bir unsur da, halkın akciğerlerinin ve sağlığının ideolojik hırslara, politik mizansenlere heba edilmiş olması. Bir an önce bu parantezin kapanması, fiyaskonun sorumlularından hesap sorulması, suç işleyen fantezistlerin susturulması şart.(MERYEM VİTNİ-SOL/GÖRÜŞ)
/././
AKP’nin 20 yıllık tütün endüstrisi politikası(I)-MERYEM VİTNİ-SOL/Özel
Bu nasıl bir suç örgütüdür ki, AKP iktidarı boyunca, faaliyet, üretim ve ticaret ruhsatları ile önü açılmış, TEKEL’in tütün birimi özelleştirilerek kendilerine teslim edilmiş...
13 Ekim 2022 tarihinde Çocukları Tütün Salgını ve Zararlarından Koruma İnisiyatifi tarafından Üsküdar Meydanı’nda düzenlenen etkinlikte AKP’li yöneticilerle birlikte Yeşilay yönetim kurulu üyesi Esra Albayrak da yer aldı. Burada bir konuşma yapan Albayrak, tütünden kaynaklı ölümlerden tütün endüstrisini sorumlu tuttu, bu endüstrinin küresel bir suç örgütü olduğunu açıkladı.
Toplantı yerinde çoğu genç yaşta tütünden ölen 350 kişinin kişisel eşyaları sergilenmişti. AKP’li Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen, AKP İstanbul Milletvekili ve TBMM Sağlık Komisyonu Başkan Yardımcısı Müşerref Pervin Tuba Durgut ve eski AKP Trabzon Milletvekili ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl katılımcılar arasındaydı. Onlar da birer konuşma yaparak, hayatını kaybedenleri andılar ve Albayrak gibi tütün endüstrisini telin ettiler.
Yapılan konuşmalar ve Albayrak’ın suç örgütü yakıştırması akla hemen şu soruyu getiriyor: Bu nasıl bir suç örgütüdür ki, AKP iktidarı boyunca, faaliyet, üretim ve ticaret ruhsatları ile önü açılmış, TEKEL’in tütün birimi özelleştirilerek kendilerine teslim edilmiş, her yıl ihracat şampiyonu ilan edilerek ödüllendirilmiş, yatırım ve ihracat teşvikleriyle desteklenmiş, en yüksek kurumlar vergisi ödeyenler arasında listelenmiş, ürünlerinin satışından milyarlarca Lira dolaylı vergi geliri toplanmıştır?
İki bölümlük bu yazı dizisinde AKP iktidarının, tütün ürünü üretimi ve ticaretine ve bu sektörü elinde bulunduran oligopol nitelikli 3,5 adet ulusötesi sigara şirketine yönelik politika ve uygulamalarının kısa bir özeti yapılarak Üsküdar Meydanı’ndaki söylemin nereye oturduğunun değerlendirilmesi amaçlanıyor. İlk bölümde AKP’li yıllarda 4733 sayılı Kanun uygulamaları, sigara ve diğer tütün ürünlerinde üretim artışı ile bunun paralelinde yaşanan tüketim patlaması ele alınıyor.
AKP’nin devraldığı siyasi miras ve 20 yıllık icraatı
AKP iktidara geldiğinde, 1980’den sonra başlayan tütün ürünü üretimi ve ticaretinde serbestleştirme uygulamalarının sonuçlarını ve bunun devamında IMF dayatmasıyla 2002 başında yasalaşan 4733 sayılı Kanun’u kucağında bulmuştu.
Tütün Kanunu olarak da anılan bu kanun, tarımda devlet desteğine son vererek sözleşmeli tarımı getirirken, tütün ürünü üretimi ve ticaretinde, piyasaya giriş engelleri, fiyat belirleme serbestisi, ithalat-ihracat serbestisi hükümleriyle ulusötesi sigara şirketlerine piyasa hakimiyeti sağlayan koşulların garantilenmesini ve TEKEL’in özelleştirilerek ortadan kaldırılmasını hedeflemekteydi. Devletin rolü, bu piyasanın etkin işlemesini sağlayacak düzenleme ve ruhsatlandırma işlemlerini yürütmek ve tütün tüketiminden kaynaklanan zararlar hakkında tüketici bilgilendirmesi yapmak şeklinde tanımlanmıştı.
Süreç içinde AKP Kanun’un öngördüğü piyasa düzenleme rejimine uygun gerekli tüm yönetmelikleri çıkarttı, şirketleri ve ürünlerini aksatmadan ruhsatlandırdı. Tekel niteliğini çoktan kaybeden TEKEL’i 2008’de özelleştirerek, Türkiye sigara pazarının tamamına yakınını ulusötesi sigara şirketlerine teslim etti.
AKP’nin 4733 sayılı Kanun’u ruhuna sadık kalarak uygulamasının açık ve net sonucu aşağıda açıklandığı üzere, sınırsız tütün ürünü arzı ile tüketimin körüklenmesidir. Ancak, AKP’nin kanun uygulamasıyla ilgili dört hususun daha not düşülmesinde fayda bulunmaktadır. Bunlardan ilki, 2018 yılında yapılan değişiklikle TAPDK’nın kapatılarak piyasa düzenleme işlevinin Tarım ve Orman Bakanlığı’na devredilmesidir. Böylece, zaten fiiliyatta uygulanmayan, bir bağımsız düzenleme idaresi marifetiyle piyasa süreçlerini siyasi süreçlerden yalıtma politikasına son verilmiş oldu. Artık düzenleyici devletin konsolidasyonu gerçekleştiği ve hesap sorulabilirlik ve verebilirlik bütünüyle ortadan kalktığı için, doğrudan bakanlık eliyle piyasacılık yapılması, üstelik bunun daha özensiz yapılması, plansız, programsız ileri-geri adımlar atılması mümkün olabilmektedir.
Bununla ilişkili ikinci husus, yürütmenin şahsileşmesi ve en üst makamın pazarlığa, popülizme dayalı siyasi angajmanı haline gelmesidir. 1 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine göre, “bağımlılıkla mücadele” altında çerçevelenen politikalar Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu eliyle doğrudan Cumhurbaşkanı’nın yetkisi ve sorumluluğu altına alınmıştır. Bu durum kamu idaresinde görev ve yetki karmaşasına, mevcut teknik kapasitelerin erimesine yol açtıysa da, eşgüdümü ve uzmanlığı büyük ölçüde gereksizleştirdiği için fiilen sürdürülebilmektedir. Kanun’un kamu idaresine tanıdığı denetim ve yaptırım görev ve yetkilerinin nasıl kullanıldığına dair herhangi bir şeffaflık kalmamıştır.
Üçüncü husus, tütün kontrolüne ilişkin danışma mekanizmalarının yok edilmesi, bağımsız kurum ve uzmanların dışlanması ve bu yazının ikinci bölümünde değinileceği üzere Yeşilay’a geniş yetki devri yapılmasıdır.
Dördüncü husus ise, AKP’nin 2017 sonrasında hızla büyüyen yasadışı sarmalık tütün ve dolgulu makaron ticaretini önlemede başarısız kalması, bunun yerine, yerli üretici ve tüccarlar ile ulusötesi sigara şirketlerine yönelik göz yumma, oyalama ve havuç-sopa politikası gütmesi, ancak bunu ağırlıklı olarak şirketler lehine sonuçlandırmasıdır.
Bazıları Kanun’dan bariz sapma niteliğindeki her dört hususun ulusötesi sigara şirketlerinin çıkarlarına engel oluşturan bir yönü yoktur. Aksine, şeffaflık ve hesap verebilirliğin ortadan kalkması endüstrinin devlet nezdinde yürüttüğü PR çalışmaları için elverişli bir ortam sunmaktadır.
AKP’li yıllarda üretim ve tüketim artışı
Önceki dönemlerde ülke politikasında tütün “stratejik ürün” olarak ele alınırken, AKP’li yıllarda hakim neoliberal politika tercihi doğrultusunda, tütün ürünü sektörü arz yönlü büyümenin, piyasa etkinliğinin ve ihracatın desteklendiği bir sektör olmuş, bu bağlamda tütün stratejik olma özelliğini kaybederek herhangi bir “tüketici ürünü” statüsünde değerlendirilmiştir. Bu nedenle, 4733 sayılı Kanun çerçevesinde, 2003’ten günümüze, bandrollü sigara üretimi istikrarlı biçimde her yıl ortalama 3,4 milyar adet artarak, günümüzde 159 milyar adet/yıl düzeyine ulaşmış, her ay ortalama 2 yeni sigara markasına piyasaya arz izni verilmiştir.
TEKEL zamanı birkaç adet olan sigara çeşidi günümüzde 196’ya ulaşmış bulunuyor. Bugün piyasada, bu 196 çeşit sigara markası ve alt-markasının yanı sıra, yüzlerce çeşit diğer tütün ürünü satışa sunuluyor. Piyasada, nargile tütününde 2564, pipo tütününde 26, yerli puro ve sigarilloda 120, ithal puro ve sigarilloda 39, sarmalık tütünde ise 308 adet farklı marka ve alt-markaya ulaşmak mümkün. Ayrıca, sarmalık tütünün yan ürünleri olan 183 adet boş makaron ve 57 adet yaprak sigara kağıdı markası da var. Bunların hepsi iktidar tarafından piyasaya ayrı ayrı arz izni verilmiş yasal ürünler. Büyük oranda denetimsiz ve cezasız büyüyen bandrolsüz piyasada markalı/markasız yüzlerce ürün daha var.
Sonuç itibariyle, Türkiye dünyadaki ilk 10 en büyük sigara üretim ve ihracat üslerinden ve en büyük sigara pazarlarından biri haline gelmiştir. Türkiye’de sigara tüketiminin geldiği nokta, üretim ve ticareti teşvik eden politikaların vahim etkisini göstermek bakımından uluslararası ölçekte dikkat çekici bir örnektir. Tütün tüketiminin birçok belirleyicisi olmakla birlikte, oligopolcü tütün ürünü piyasasında arzın belirleyiciliği son derece baskındır. Tüketicilerde davranış değişikliği hedefleyen önlemlerin varlığına ve yaygın sigara karşıtı söyleme rağmen, izlenen üretim ve ticaret politikası tüketim üzerinde kışkırtıcı etki yapmış, Türkiye’de sigara tüketimi geçmişte dünya trendini izlemiş olmasına rağmen, son on yıl içinde dünya trendinin aksi yönde tüketim patlaması yaşanmıştır.
Resmi verilerle, 1980’de 57 milyar adet olan sigara tüketimi, o dönüm noktasından sonra yürürlük kazanan serbestleştirme politikalarının etkisiyle, izleyen yirmi yılda %100’den fazla artarak 1999’da 114,4 milyar adete kadar yükselmiştir. 1996 yılında devreye giren ülkenin ilk tütün kontrolü kanunu uygulamalarının etkisiyle, tüketim bu zirve noktasından sonraki oniki yılda düzenli bir düşüş seyri göstermiş, 2011’de 91,2 milyar adete kadar düşmüştür. Ancak bundan sonraki on yıl boyunca yılda ortalama %3,4 oranında artarak 2021’de 125,1 milyar adet ile yeni bir zirve yapmıştır. 2013-2021 arasında yaşanan tüketimdeki artış hızı, ışıklı, dev sigara reklamı panolarının apartman cephelerini kapladığı 80’li ve 90’lı yıllardaki artış hızıyla yarışır düzeydedir. Üstelik, son yıllarda yasal sigara piyasasındaki bu yükselmeyle eşanlı olarak yasadışı sarmalık tütün ile dolgulu makaron piyasaları da büyümüş, günümüzde toplam tüketimin yaklaşık dörtte biri yasadışı hale gelmiştir. Yine son yıllarda Türkiye, yurda kaçak sokulan, genellikle internette yasadışı satışı yapılan e-sigara ve ısıtmalı tütün ürünü gibi yeni nesil tütün ürünlerinin istilasına uğramıştır.
Tütün kullanım sıklığında da durum iç karartıcıdır. 2012’de Türkiye Yetişkin Tütün Araştırması’nda %27,1 olarak ölçülen genel kullanım sıklığı, aynı araştırmanın 2016’daki tekrarında %32,2 bulunmuştur. 2012-2016 arasındaki dört yılda %18,8’lik bu göreceli artış, kullanım sıklığının %13,1’den %19,2’ye yükseldiği kadın yetişkinlerde %46,6 olarak gerçekleşmiştir. 2017 Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (%33,2) ve 2019 Türkiye Sağlık Araştırması (%31,4) kullanım sıklığı sonuçları da 2016 araştırması ile paralellik taşımaktadır. Gençlerin tütün kullanımındaki yüksek düzey ve çeşitlenme de alarm vermektedir. 13-15 yaş grubu öğrenciler arasında yürütülen 2019 Türkiye Gençlik Tütün Araştırması’nda erkek öğrencilerin %23,2’sinin, kız öğrencilerin %12,1’inin halen bir tütün ürünü kullandığı saptanmıştır.
Yarınki ikinci bölümde Esra Albayrak’ın küresel suç örgütü ilan ettiği ulusötesi sigara şirketleri ile AKP’nin ilişkileri ve “bağımlılıkla mücadele” retoriği üzerinden AKP’nin hem hükümet hem de STK olarak iktidarını nasıl derinleştirdiği mercek altına alınacaktır.(19.10.2022) ***
AKP’nin 20 yıllık tütün endüstrisi politikası(II)-MERYEM VİTNİ-SOL/ÖZEL
Yazı dizisinin bu bölümünde Yeşilay yönetim kurulu üyesi Esra Albayrak'ın suç örgütü olarak tanımladığı tütün endüstrisinin AKP eliyle nasıl ihya edildiğine dikkat çekiliyor.
(19.10.2022) Tarihinde yayımlanan ilk bölümü yayınlanan bu yazı dizisinde, Yeşilay yönetim kurulu üyesi Esra Albayrak’ın tütün endüstrisini küresel suç örgütü ilan etmesinden hareketle, AKP iktidarının tütün ürünü üretimi ve ticaretine ilişkin politikası masaya yatırılarak, bu politikanın farklı boyutlarının iktidar inşasında nasıl bir işlev gördüğü irdeleniyor. Aşağıdaki ikinci ve son bölümde, suç örgütü olarak tanımlanan endüstrinin AKP eliyle nasıl ihya edildiği, AKP’nin hükümet şapkası ve STK şapkası takarak yürüttüğü “bağımlılıkla mücadele”nin anlamına ve etkisine dikkat çekiliyor.
'Suç örgütü'nün ihyası
AKP, sadece 4733 sayılı Kanun çerçevesinde piyasa düzenlemesi yaparak değil, vergi ve teşvik politikalarıyla da ulusötesi sigara şirketlerini desteklemiştir. Burada sadece birkaç örnek üzerinde durulacaktır. Bunlardan ilki yatırım teşvikleridir. AKP iktidarı boyunca, tütün endüstrisinin 60’tan fazla yatırım projesine, başta KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti olmak üzere, geniş çeşitlilikte mali teşvik sağlamıştır. Örneğin, 2012’de PHILSA’nın 67 milyon TL ve 2015’te 285 milyon TL sabit yatırım bedelli sigara imalat kapasitesini, ilkinde 31,7 milyar adet/yıl ve ikincisinde 40,9 milyar adet/yıl düzeyinde büyütme projelerine teşvik verilmiştir. Türkiye’nin sigara imalat kapasitesinin 108 milyar adet/yıl’lık kısmı teşvikle hayata geçmiştir. AKP, dahilde ve hariçte işleme rejimleri altında da, tütün endüstrine önemli ihracat teşviği ve ticari fırsat olanağı sunmuştur. Her yıl bu olanaklardan en fazla yararlanan 3 firma PHILSA, BAT ve JTI olmuştur.
Hem kamu gelirinden vazgeçerek hem de kamu kaynağı kullanarak endüstriye verilen bu teşviklerin kamu maliyesi ve ulusal ekonomi üzerinde doğrudan ve dolaylı çok boyutlu negatif etkisi olduğunun altını çizmek önemlidir. Gerçekten de, teşviklerin yegâne olumlu etkisi ilgili şirketlerin kendi ekonomilerinedir.
Vergi politikasında ise, iktidar ile tütün endüstrisi arasındaki hami-müvekkil ilişkisi içinde biçimlenen kazan/kazan formülü etkilidir. Tütün ürünlerine uygulanan ÖTV oran ve tutarları, vergi gelirleri ile endüstri gelirlerinin maksimizasyonu hedeflenerek belirlenmektedir. 4733 sayılı Kanun’un kendilerine tanıdığı fiyatlama serbestisi çerçevesinde, optimum fiyatlama, dolayısıyla en yüksek kâr elde etme olanağı sunan bu oran ve tutarlar üzerinde ulusötesi sigara şirketleri adeta sörf yaparcasına fiyat belirlemektedir. Kazan/kazan formülü çerçevesinde ÖTV tutarlarının endeksli, kademeli artırımı söz konusuyken, AKP gerektiğinde sigara ÖTV oranında indirim de yapmıştır. Örneğin, 2011 Kasım ayında sigara ÖTV oranını önce %63’ten %69’a yükseltmiş, endüstrinin yüksek oranın çarpan etkisinden şikayeti üzerine, 15 gün sonra geçerli bir gerekçe sunmadan %65,25’e geri çekmiştir. Haziran 2018’de ise bu oranı %63’e düşürmüştür. 2019’da oran %67’ye yükselmekle birlikte, 2020 sonunda %63’e tekrar geri çekmiştir. Günümüzde birkaç ayda bir baş gösteren sigara fiyatı artışları, vergi oranı artışından ziyade, TL’nin değer kaybı ve üretim maliyetlerindeki artışlar nedeniyle, net kârlarını döviz cinsinden yurtdışına aktaran sigara şirketlerinin azalan kazançlarını telafiye yönelik yapılmaktadır.
İthal tütünden ithalat aşamasında alınan 3000 USD/ton Tütün Fonu, AB müktesebatına uyum gerekçesiyle aşamalı olarak azaltılmış, 2018 yılında ise Cumhurbaşkanı Kararı ile sıfırlanmıştır. Sigara imalatında %88 oranında ithal tütün kullanan ulusötesi sigara şirketlerine büyük maliyet indirimi ve geniş fiyat belirleme marjı sağlayan bu politika ile kamu idaresi azımsanmayacak bir zarara uğratılmıştır. Örneğin 2021 yılında sigarada kullanılan ithal tütün miktarı üzerinden, Tütün Fonu’nun sıfırlanmasının neden olduğu Hazine kaybı, dolayısıyla endüstri kazancı, 273 milyon USD/yıl’dır. Bir Tank Palet Fabrikası veya bir Antalya Limanı kadar kayıp da burada vardır.
'Suç örgütü' ile simbiyotik ilişkiler
AKP ile ulusötesi sigara şirketleri arasındaki ilişkinin en sembolik göstergelerinden biri 15 Temmuz sonrası PHILSA Genel Müdürü Enrique Jimenez’in Türkiye’yi yabancı sermaye yatırımları için güvenli bir cennet olarak tanıtmak üzere “Türkiye Hikayeni Keşfet” kampanyası çerçevesinde kameraların önüne geçmesi ve “Türkiye’ye neden inandığımızı anlatma gibi bir görevimiz var” sözleridir. Bir diğeri, Biz Bize Yeteriz Kampanyası’na PHILSA’nın 4.724.720 TL, JTI’nin 1.255.000 TL bağışta bulunmalarıdır. Ancak bunlardan daha önemli olanı, her yıl Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından düzenlenen İhracatın Şampiyonları Ödül Töreni’nde Erdoğan’ın huzurunda, tütün sektörü ihracat ödülünün her seferinde 3 büyük ulusötesi sigara şirketinden birine bir bakan tarafından verilmesidir. 18 Eylül 2021’de düzenlenen törende Erdoğan ihracat şampiyonlarına hitaben, “Siz bu ülkenin uçbeylerisiniz, elçilerisiniz, yeri geldiğinde serdengeçtilerisiniz. Rabbim hepinizden razı olsun!” şeklinde seslenmiştir.
İkili strateji: AKP hem hükümet hem STK
20 yıllık politika ve uygulamaları incelediğimizde, AKP’nin hükümet şapkasını başına geçirdiğinde, söz konusu ulusötesi sigara şirketlerine hiç de suç örgütü muamelesi çekmediği, aksine milli muamele ilkesi çerçevesinde onların hukukunu ve kârlarını koruduğu, daha fazla üretim ve ticaret için teşvik ettiği görülüyor.
Ne var ki, kullanıcılarının yarısını öldüren bir ürün pazarlayan endüstri karşısında ister istemez bu şapka dar geliyor, baş ağrıtıyor. İşte o zaman iki strateji devreye giriyor: Bunlardan ilki, Erdoğan’ın sigara karşıtlığının kamusal alanda sıkça icra edilmesi, konuşmalarında konuya muhakkak yer verilmesi. Bu icraatın iletişiminde, otoritesini kullanarak sigara bıraktırdıklarını “kurtardığı”, “yeniden doğmalarına” neden olduğu yönündeki imalarla, Erdoğan’a dünyevi siyasetçi olmanın ötesinde, Müslümanları bağımlılıktan, günahtan koruyan bir dini liderlik atfediliyor. Erdoğan’ın sigara karşıtlığı, Müslümanları dine dönmeleri için terbiye eden bir dini liderlik görevi tonlamasıyla icra ediliyor.
İkinci strateji ise, başa STK şapkası geçirilmesi. STK’cılığın dayanılmaz hafifliğinin AKP’ye sağladığı geniş olanaklar var. Öyle ki, hayali bir devlet-STK güçler ayrılığı mizanseni yaratılıp, ikisi arasında organik bağ yokmuşçasına, AKP’nin politika ve hukuk koruması altına aldığı şirketler aynı AKP’nin STK türevi tarafından rahatlıkla öcü olarak nitelenebiliyor. Peki, bu söylemdeki öcüyle kimin, nasıl baş etmesi bekleniyor? Her iki stratejide de parmak topluma sallanıyor, toplum uyarılıyor, ürkütülüyor. Yeşilay tarafından hazırlanan kamu spotlarında da görüldüğü üzere, telkin edilen, beklenen, bireysel sorumluluk çerçevesinde, bireyin iman gücüyle öcüye karşı koyması, fetva ile haram ilan edilen tütüne başlamaması, kullanmaması, kullanıyorsa bırakması.
Bu ikili strateji yıllar içinde AKP iktidarının ideolojik aygıtının asli bir unsuru haline geldi. AKP’ye ve liderine ahlaki üstünlük bahşeden bu stratejiler sayesinde iktidar pekiştirilirken, ulusötesi sigara şirketleri ile yürütülen ilişkiler gözlerden kaçırıldı, başarısız politika ve uygulamaların üstü örtüldü, doğru mücadelenin önü kesildi. Muhalif olarak nitelenen kesimde bile, bir yandan sigara yasakları “alkol yasağı öncülü”, “yasakçı zihniyet tezahürü,” “yaşam biçimi dayatması” olarak nitelense de, diğer yandan birileri ekranlara çıkıp “AKP’nin hiçbir politikasını tasvip etmem, ama sigarayla mücadelesini destekliyorum” dedi yıllarca.
'Bağımlılıkla mücadele' politikası ve Yeşilay
AKP’nin STK halinin belki en önemli yansıması, alkol karşıtı, gerici, etkisi düşük bir örgütken, bugün “bağımlılıkla mücadele” alanında hükümetin uzantısı, etkin bir kuruma dönüşen Yeşilay’dır. Dönüşümün odağında 2014 tarihli “Madde ve Diğer Bağımlılıklar ile Mücadele Kapasitesinin ve Bu Bağlamda Türkiye Yeşilay Cemiyetinin Değerlendirilmesi” başlıklı DDK raporu bulunuyor. Raporda, “bağımlılık” birey ve toplum ölçeğinde özgürlükleri kısıtlamayı mümkün ve meşru kılan bir gerekçe olarak tanımlanıyor ve Yeşilay’ı “çözüm ortağı” olarak yetkilendirecek ve kamu kaynaklarıyla besleyecek politikaların hızla hayata geçirilmesi isteniyor. DDK’ya göre bağımlılıkla mücadelede kamu idaresi zayıf ve bürokratik kalıyor. Devletin gerçekleştirme imkânı olmayan işleri Yeşilay’in yürütmesi, ancak Yeşilay’ın savunuculuk pozisyonunda kalmaması, daha ileri giderek, doğrudan “operasyonel faaliyetlere yönelmesi” talep ediliyor. Diğer bir deyişle devletin kanunlarla tanımlı bazı görev, yetki ve işlevlerinin bir STK’ya devredilmesi gerekli görülüyor.
Bugün DDK’nın taleplerinin hepsi gerçekleşmiş bulunuyor. Bağımlılıkla mücadele çerçevesinde yeniden yapılandırılan, yetki devri yapılan, kamu kaynakları tahsis edilen Yeşilay, hem madde bağımlılığının hem de davranışsal bağımlılıkların birbirine geçişkenliği üzerine kurgulanmış, psödo-bilimsel, çocuk pedagojisi açısından sorunlu, ahlakçı, bireyin ıslahına yönelik, örgün öğretimin olanaklarından yararlanan bir dizi eğitim, iletişim, yayın ve tedavi programı uyguluyor.
Bilime, sağlık hakkına ve uluslararası hukuka dayalı tütün kontrolü politikası ve pratiğinden AKP’nin ayrı düşüşünü temsil eden bağımlılıkla mücadele politikasının özellikle gençlere yönelik dinci politizasyonun hem bir ereği hem de mükemmel bir aracı olarak biçimlendirildiği, bunun için tıp biliminin, DSÖ’nün ve ulusal sağlık otoritelerinin seçili olarak kullanıldığı iddia edilebilir. Ancak Erdoğan’ın tam burada çektiği, bağımlılık mücadelesini frenleyen çok belirgin bir kırmızı çizgisi var: Mücadelenin büyük sermayenin (yerli ve yabancı sermaye şirketleri) ve küçük sermayenin (yine AKP tarafından sigara satmak üzere ruhsatlandırılan 180 binden fazla TESK’e bağlı perakendeci esnaf) çıkarlarına dokunmadan, sadece atomize bireye yönelik yürütülmesi gerekiyor. Onlara istediğiniz kadar öcü diyebilirsiniz, ama çıkarlarına dokunamazsınız. Bu haliyle bağımlılıkla mücadele, iflas eşiğine gelen ABD’nin “war on drugs” politikası ile birçok açıdan benzerlikler taşıyor. Her iki politikada da gerçeklik ve retorik arasında gitgide derinleşen bir uçurum var ve temelde yatan hedefin toplumsal denetim ve baskı olduğu belirginlik kazanıyor.
Gelinen noktada “AKP politikası ve icraatı dökülüyor, yerlerde sürünüyor” denebilir, ancak kritik bir soru, 4733 sayılı Kanun’un ve STK’lar yoluyla toplumda kök salan iktidar modelinin ve bunun izdüşümü politikaların yarın, farklı isim ve formatlarda da olsa, kalıcı olup olmayacağı, ya da neye, nasıl dönüşeceği. Artan sigara tüketiminden kaynaklı bağımlılık, hastalık, sakatlık ve ölüm artışları gerçek, ulusötesi sigara şirketlerinin oligopol gücü de gerçek. İşte bunlar hayalet veya hurafe değil. Bunlarla doğru mücadele, öncelikle siyasi retorik ile gerçeklik arasında derinleşen uçurumu teşhir etmekle, “ıslah/tedavi edilmesi gereken bireysel sorun” yaklaşımına karşı, bu gerçeklerin toplumsallığını ortaya koymakla başlamak zorunda. Bunun ardından, tütün ürünü ve endüstrisi politikasının halk sağlığı ilkeleri üzerinde yeniden inşa edilmesine, kamucu yürütme mekanizmalarının kurulmasına ve ulusötesi sigara şirketlerinin hakimiyetine son verilmesine gereksinim var. Böyle tanımlanınca, doğru mücadelenin ancak ve ancak anti-kapitalist perspektiften verilebilir olduğu gün yüzüne çıkıyor.(20.10.2022)
/././
AKP'den alkol ve tütün mamulleriyle ilgili 11 maddelik yasa teklifi (SOL)
Tütün, tütün mamulleri ve alkollü içecek piyasasının düzenlenmesine dair kanun teklifi, AKP'li milletvekilleri tarafından TBMM Başkanlığı'na sunuldu.
AKP milletvekillerinin imzasını taşıyan Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Başkanlığı'na sunuldu.
11 maddeden oluşan kanun teklifi şöyle:
- Yetki verilip verilmediğine bakılmaksızın vergi güvenliğini sağlamak için kullanılmasına zorunluluk getirilen özel etiket ve işaretlerle ürünlerin etiketlenmesi, işaretlenmesi, etiketlenen veya işaretlenen ürün bilgilerinin kurulan veri merkezine aktarılmasını sağlayan Ürün İzleme Sistemi'ne (ÜİS), fiziksel veya bilişim yoluyla müdahale ederek Hazine ve Maliye Bakanlığına elektronik ortamda iletilmesi gereken belge, bilgi veya verilerin iletilmesini önleyenler veya bunların gerçeğe uygun olmayan şekilde iletilmesine neden olanlara 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası verilecek.
- Makaron, yaprak sigara kağıdı ve sigara filtresi üretmek isteyenler için yıllık 2 milyar adet üretim kapasitesine sahip tesis kurma zorunluluğu getirilecek. Aynı markadan olmak şartıyla sigaranın ithalatında aranan yurt içi üretim şartı, makaron, yaprak sigara kağıdı ve sigara filtresi ithalatında da aranacak.
- Makaron ve sigara üretim tesislerinde, Tarım ve Orman Bakanlığına bildirimde bulunmadan, vergi güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılması zorunluluğu getirilen özel etiket ve işaretlerle ürünlerini etiketlemeden veya işaretlemeden makine çalışma testleri, ürün denemeleri veya deneme üretimi yapanlara, 10 bin liradan az olmamak üzere üretilen her bir adet başına 1 lira idari para cezası verilecek.
- Makaron ve sigara üretim tesislerinde, makine çalışma testleri, ürün denemeleri veya deneme üretimi kapsamında üretilen makaron ve sigaraları süresi içinde imha etmeyenlere, 10 bin liradan az olmamak üzere, üretilen her bir adet başına 1 lira para cezası uygulanacak.
- ÜİS'e usulsüz müdahale edenler ile Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na aykırı fiilleri işlediği tespit edilenlere, Tarım ve Orman Bakanlığının düzenlemekle yükümlü olduğu piyasalarda faaliyete ilişkin verilen belgeler, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya mahkeme kararı kesinleşinceye kadar askıya alınacak. Bu süre içinde söz konusu tesis veya iş yeri için başka bir gerçek veya tüzel kişiye belge verilmeyecek.
- Tütün, tütün mamulleri ve alkollü içecekler piyasasında üreticilerden 50 milyon liraya kadar teminat alınacak. Bu kapsamda izin, uygunluk ve yetki belgesine tabi faaliyetlerde bulunanlardan, belirtilen teminatı vermeyenlerin faaliyete ilişkin belgeleri teminat verilinceye kadar askıya alınacak. Bu süre içinde söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye de izin, uygunluk ve yetki belgesi verilmeyecek. Bu kapsamda alınan teminatların paraya çevrilmesi halinde paraya çevrilen tutar, alacaklı idareler arasında garameten taksim edilecek.
- Tütün, tütün mamulleri, makaron, yaprak sigara kağıdı, sigara filtresi, alkol ve alkollü içkilerin üretim ve ithalat faaliyetleri ile tütün ticareti yetki belgesi kapsamındaki faaliyetlere ilişkin izin, uygunluk ve yetki belgesi başvurusu, tadili veya süre uzatımına ilişkin taleplerin yerine getirilmesi için süresinde ödenmeyen idari para cezası borcu, vadesi geçmiş prim ve idari para cezası borcu ile vergi dairelerine vadesi geçmiş borcun bulunmaması şartı getirilecek.
- Kullanılma zorunluluğu getirilen özel etiketi veya işareti olmayan özel tüketim vergisine tabi makaron tespitlerinde, söz konusu ürünleri belirli sayıda bulunduran, üreten veya ithal edenler de cezalı tarhiyattan müteselsilen sorumlu tutulacak.
- Tarım ve Orman Bakanlığından yetki belgesi almadan veya bildirimde bulunmadan tütün ticareti yapanlara 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilecek.
- 7 yıl olan elektronik haberleşme şebekelerinden hizmet almayan cihazların elektronik kimlik bilgilerinin pasife alınma süresi 1 yıla düşürülecek. Bu kapsamda son sinyal alınmasından itibaren kesintisiz 1 yıl boyunca sinyal alınamayan cep telefonlarının IMEI'leri, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından pasife alınacak. Bu suretle elektronik kimlik bilgileri kayıtlı olmaktan çıkarılan cihazlar, son kullanıcılarına ait bir hatla kullanıldığında, bu cihazların elektronik kimlik bilgileri başka bir işleme gerek kalmaksızın tekrar kayıtlı hale getirilecek. Elektronik kimlik bilgileri bu suretle tekrar kayıtlı hale getirilemeyen cihazlar için BTK'nin düzenlemeleri kapsamında başvuru yapılması gerekecek.
- Teklifin, makaron, yaprak sigara kağıdı ve sigara filtresi üretmek isteyenler için yıllık 2 milyar adet üretim kapasitesine sahip tesis kurma zorunluluğu ile Tarım ve Orman Bakanlığından yetki belgesi almadan veya bildirimde bulunmadan tütün ticareti yapanlara 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasını düzenleyen maddesi kanunun yayım tarihinde, diğer maddeleri ise 1 Ocak 2024'te yürürlüğe girecek. (18.10/2022)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder