Meclis'te 28. Dönem: Biriken kirlilik ete kemiğe büründü - MEHMET ERÇETİN/soL-Görüş
Milleti temsil ettiği iddiasında olan ve bu işi yalandan yaptığı için AKP’ye her türlü manevra alanını açan Meclis, gerici, piyasacı ve Amerikancı özellikleriyle ilk defa bu kadar açıkça ifşa oluyor.
2021 yılında Marmara Denizi kahverengi bir salya ile kaplandığında uzmanlar şöyle söylemişti: “Deniz çöple dolu ve kanalizasyon gibi kullanılıyor. Dibindeki oksijen oranı çok azaldı, müsilaj er ya da geç tabana yerleşecek, Marmara ölmek üzere.”
Yani aslında ortaya çıkan görüntü mevsimsel ya da geçici bir hadise değil, yıllardır biriken kirliliğin yüzeye yansımasıydı ve radikal önlemler alınmadığı müddetçe denizdeki canlılığın tamamen sona ereceği, salyanın gitmemek üzere denizde kalacağı kesindi. Seçilen, hatta seçilemeyen vekillere bakıldığında akla ilk bu geliyor. Yıllardır biriken kirlilik, mecliste ete kemiğe büründü ve bu kirliliği temizlemek için ikinci turda oy vermekten fazlasına ihtiyaç olacağı kesin.
Bir meşruiyet aracı olarak tek liste stratejisi
14 Mayıs seçimlerinin ikinci tura kaldığı için milyonlarca seçmen sandık başına Cumhurbaşkanını belirlemek için tekrar gidecek, nitekim siyasetin ana gündemi de bu. Yeni sosyal medya taktikleri, 10 günde oranları alaşağı edecek kampanyalar, istifalar, görevden almalar...
Ancak seçimin bir de şimdilik gölgede kalan yanı var, Milletvekili seçimlerinin sonuçlarıyla ortaya çıkan parlamento; modern cumhuriyet tarihinin en karanlık bileşimi.
Filmi biraz geri sardığımızda AKP’nin geçtiğimiz yıl seçim sisteminde yaptığı değişiklikleri ve ittifaklar aritmetiğini görüyoruz. Muhalefet, seçim sisteminin değişmesini her zaman sergilediği dayanaksız özgüven ile karşılamış ve AKP’nin kaybettiğini bildiği için bu adımı attığını söylemiş, hatta mecliste seçim sistemi ne olursa olsun “çoğunluğu alacağını” iddia etmişti. Bugün oluşan tabloda, itirazlar devam ediyor olsa da Cumhur İttifakı’nın parlamentoda ezici bir üstünlük elde ettiği, AKP eskilerini de eklediğinizde referandumsuz anayasa değiştirmek için ihtiyaç duyulan koltuk sayısına yaklaştığı görülüyor.
Bunda elbette devreye giren hile ve usulsüzlüklerin rolü var. Ancak hengameden dolayı pek dikkat çekmemiş bir gerçek ortada: Muhalefetin “tek liste” stratejisini zorunluluk olarak sunmasının nedeni, seçilmesi kesin olan yerlerde gösterilecek sicili hayli kirli isimlere oy istenmesine meşruiyet katma çabasıymış. Zira Cumhur İttifakı bu stratejiyle hareket etmemesine, hatta MHP’nin seçime kendi başına girmesiyle “azınlıkta kalacaklar” tahminlerine rağmen beklenenin çok ötesinde sandalye aldı.
Muhalefetin vekilleri muhalif değil
Türkiye’de hayata Erdoğan ile devam etmek istemeyen milyonların talepleri aslında son derece sade kimi örüntülerle birleştirilebiliyor: Ülkenin gerici ve laiklik karşıtı siyasi baskıdan sıyrılması, temel ihtiyaçları dahi tehdit eden piyasacı zihniyetten uzaklaşılması, yaşam biçimi ve tercihlere dair saldırılara son verilmesi. Bunların üzerine Türkiye’nin politikalarında bağımsız ve egemen bir ülke olması da eklenebilir. Lakin iktidar zaten tamamen karanlığa gömülmüş hâldeyken muhalefetin de bu taleplerle örtüşen bir meclis toplamı oluşturabildiğini söylemek imkânsız.
CHP, bu seçim oylarını 3 puan artırdı ve 169 milletvekili çıkardı. Ancak bu milletvekillerinin tam 40 tanesi başka partilerden. DEVA Partisi’nin 15, Gelecek ve Saadet’in 10’ar milletvekili çıkardığı CHP listelerinden 1 de İYİP vekili seçildi. 3 puanlık oy artışına rağmen CHP’nin vekil sayısı düştü.
Yani aslında öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki ekonomi ve sosyal politikalarda son derece sağa kaymış, AKP benzeri bir çizgiye gelmiş CHP’nin kendi vekillerini, listelerdeki eski AKP’lilerden dolayı eleştirmeye sıra gelmiyor. Örneğin DEVA Partisi’nin meclis listesinin büyük çoğunluğunu eski AKP milletvekilleri oluşturuyor. Bu isimler alelade kişiler değil: AKP’nin Türkiye’de yerleşiklik kazanmasında emeği olan, ciddi roller üstlenmiş ve mevcut sisteme tuğla koymuş siyasetçiler. Yani aynı Genel Başkanları Babacan gibi.
Ankara adayı Sadullah Ergin zaten herkesin malumu. Ancak listedeki tek fanatik gerici o değil. Örneğin Manisa’dan seçilen Selma Aliye Kavaf, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu 2010 yılında “Eşcinselliğin bir hastalık olduğunu” söylemiş, kadına yönelik şiddetle mücadelede konusunda ise “Erkeğin evde karısına ‘yemek var mı?’ diye sormasını şiddet olarak algılayanlar var”, “Başbakan kadın erkek eşitliği konusunda ne diyorsa ben de aynısını düşünüyorum” gibi ifadeler kullanmıştı.
DEVA’nın vekilleri eski AKP il başkanlarından, avukatlarından, “fikir adamlarından” müteşekkil. Gelecek Partisi’nin (GP) listesi en az o kadar organik AKP’li. 15 Temmuz’da AKP İstanbul İl Başkanı olan, “Anadolu’da Erdoğan’lar durdurulamaz” diyen Selim Temurci tekrar milletvekili oldu. Sedat Peker 15 Temmuz’daki kayıp silahlar iddiasını gündeme getirdiğinde bu konuda son derece “temkinli” sözler söylemişti, anlaşılan Hoca lakaplı Davutoğlu, “Konuşursam yer yerinden oynar” kozunu saklamayı bütün partiye öğretmiş. GP’den dikkat çeken bir diğer isim de Sema Silkin Ün. AKP’nin erken dönem trollerinden olan Taha Ün ile evli olan Silkin’in nikah şahidi Erdoğan çiftiydi. Emine Erdoğan’ın kalem müdürü ve yakını olduğu bilinen Silkin, soL Portal’ın da takipçisi. 2016 yılında yayınlanan bir habere aşağıdaki yorumu yapmıştı. Kim bilir, belki bu satırları da okuyup 5-6 bin euro şu an kaç liraya denk geliyor tekrar hesap eder.
GP’den yalnız 10 vekil seçildiğini göz önüne alırsak, AKP fanatikleri ve Fethullaçılarla ilişkilerde kritik konumlarda bulunmuş kişilerin sayısı göz kamaştırıyor. NATO-Cemaat-AKP üçgeninin tam ortasındaki düğümlerden biri Somali’ydi. “Yeryüzü doktorları” isimli cemaat organizasyonunun yöneticilerinden biri olan ve Somali’de büyükelçilik yapan Cemalettin Kani Torun da Bursa’da CHP listelerinden vekil seçildi.
Antalya’dan milletvekili seçilen Serap Yazıcı Özbudun ise AKP’nin meşhur “Sivil Anayasası”ndan tanınan bir anayasa profesörü. Ergun Özbudun ile birlikte anayasa taslağı hazırlamak için aynı çalışma grubunda yer alan Yazıcı, Taraf Gazetesi’nin Sivil Anayasa Tartışmaları Grubu’na da dahil olmuş, aynı dönem Abant Toplantıları’nda yer almıştı.
Fethullahçılarla ilişkisi bilinen Abant Platformu’na katılmış, AKP’yle son derece içli dışlı isimler yalnızca CHP listelerinden aday değil. Yeşil ve Sol Parti’nin meclise taşıdığı Cengiz Çandar’ın da Özal ile başlayıp Erdoğan’a, oradan da YSP milletvekilliğine uzanan onlarca yıllık siyasi hayatında Türkiye’nin yurtsever, bağımsızlıkçı, ilerici birikimiyle örtüştüğü yer yok denecek kadar az, varsa da belli ki tesadüfi. Nitekim kariyerini karşı devrimcilik üzerine inşa etmiş olan Çandar seçimden hemen önce YSP içerisindeki sol güçlere “dekorasyon” diyerek hakaret etti, özür dilerken ise “dekorasyon güzel bir şeydir, niyetim iyiydi” ifadelerini kullandı.
ABD’nin işgalde Bağdat’ı düşürdüğü gün “Canım Bağdat’ta olmak istiyor” başlıklı köşeyazısında “solculukla anti amerikancılığı eş anlamlı sananları” eleştiren, AKP’nin Suriye operasyonlarında mezhepçi değil özgürleştirici bulan Çandar, aynı operasyonun mimarı Davutoğlu’nun partisiyle yan yana oturacak, Babacan ile liberal ekonominin şahlanış günlerini (!) yad edecek. Bu politik atmosferde bir dediği bir dediğini tutmayan ve bu konuda bir hayli mahir olan iktidarın neden hâlâ birinci parti olduğunu anlamak için herhalde doktoralı siyaset bilimci olmaya gerek yok.
Sivas Katliamı’nda ölenlerin yanmadığını, dumandan boğulduğunu açıklayan, katliam demekten imtina eden, hatta katliamcılara “Gazanız mübarek olsun” diyecek kadar dili sürçen Karamollaoğlu’nun Partisi’ne yer kalmadı.
Olsun, yer bulup bulamadıklarımızla: Ne meclis ama!
Eski defterlerin önemi
Eski defterleri açmanın sırası değil diye aklından geçirenlere, stratejiye inanıp “şunlardan bir kurtulalım” diye tercih yapmış olanlara, inanmadığı partiye “elim kırılsın” diyerek oy verenlere bunları hatırlatmak zorundayız.
Zira 28. Dönem’de vekil koltuklarını dolduracak olan bu sözde muhaliflerin ne Hizbullahçı Partinin Genel Başkanı ile, ne 6284’e karşı çıkıp AKP’yi “zinayı suç olmaktan çıkardığı için eleştiren” Erbakan’la ne de bu karanlık güçleri arkasına alarak gaza basmayı hedefleyen Erdoğan’la mücadele etmeye niyeti var.
Geçmişte Erdoğan’ın yanında, AKP Türkiye’sinin inşasında emek veriyorlardı, bugün de aynısını yapacaklar. Bu gerçekle ne kadar erken yüzleşilirse, mücadele etmek zorunda olanlar meclisin göstereceğini umduğu direncin temelsiz olduğunu ne kadar erken fark ederlerse o kadar hayırlıdır.
Ortaya çıkan denklem okuyucularda kaygı değil aksine bir umut yaratmalı. Yıllardır milleti temsil ettiği iddiasında olan ve bu işi yalandan yaptığı için AKP’ye her türlü manevra alanını açan Meclis, ilk defa bu kadar açıkça ifşa oluyor. Türkiye’de tarikatların karşısında olan, bunların okul, yurt açmamasını savunan milyonlar var. Türkiye’de özelleştirmelere, yabancı şirketlere doğal kaynakların, arazilerin peşkeş çekilmesine karşı olan milyonlar var. Türkiye’de yoksulluğa bu gerici ve sermayedar koalisyonu hâlindeki meclisin çare olamayacağını bilen, bilse de el mahkûm diyen milyonlar var.
Marx’ın Bonaparte’ın 18. Brumaire’inde yaptığı çağrı gibi: Bırakalım ölüler kendi ölülerini gömsünler.
Emin olmamız gereken şudur: Sayılan her başlıkta Meclis artık Türkiye toplumunun gerisindedir. Bu gerilik kaçınılmaz olarak “el mahkûm” diyerek umudu mebuslardan bekleyen milyonların sayısını epey azaltacaktır.
/././
Meclisin meşruiyeti (SELAHATTİN KURAL-soL)
Meclis patronlardan, gericilerden, Natoculardan, piyasacılardan oluşuyor. Böyle bir meclisin meşruiyet kazanmasına izin verilmemelidir.
Milletvekili seçimleri bitti. Sağcılığın bütün tonları meclise girdi. Kimler yok ki; AKP, AKP eskileri, liberaller, ufku ABD olanlar, tarikatçılar, domuzbağcılar, ırkçılar, milliyetçiler... , Rengarenk bir meclis var. AKP döneminin "itibarlı" meclislerden biri desek yanılmış olmayız.
Bu düzende meclis sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yasa yapmanın yeridir. Patronlar emreder iktidar partisi yapar. Özelleştirmeler istenir mecliste yasal bir şekilde hırsızlık resmileşir. Sınır dışı askeri harekat olacaktır hep birlikte onay verirler. NATO-ABD-AB lehine karar alınacaktır hep birlikte alınır. Yeni anayasa yapılacaktır, yapılır.
Bugün meclis, vekillerin bir dönem el kaldırıp emeklilik hakkı elde etmesini sağlayan, kişisel çıkarlarını ve mevkilerini arttırdığı bir yer oldu. Milletvekili denildiğinde akla en çok, yüksek maaşlar, lüks çakarlı araçlar, meclis yemekhanesi, itibar geldi.
Bugün Lenin'in "Parlamento burjuvazinin ahırıdır" sözünün ne kadar doğru olduğunu kanıtlayan bir dönem değil mi?
Sağlı sollu, orta yollu, bağırmalı çağırmalı yöntemlerle her yasa meclisten milletvekillerinin onayıyla ve patronların istediği gibi geçiyor. Bugün meşruiyeti bitmiş bir burjuva meclisine halkımızı yeniden ikna etme çabalarına böyle rengarenk bir mecliste izin verilmesi tehlikelidir.
Mecliste Hüdapar'lıların, tarikatçıların olması demek, tarikatları bu ülkenin gerçeği haline sokmak demektir. Tarikat yurtlarında intiharları, istismarları, devlet ile ilişkilerini normalleştirmek demektir.
Böylesi bir meclis bileşiminde Türkiye'nin kuruluşunda ve tarihsel birikiminde olan bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığının yok olması, ülkede emperyalizmin meşruiyetinin artmasına kapı aralamak demektir.
Yunanistan’da 2015 yılındaki seçimlerden sonra Syriza’nın iktidarında ve Avrupa’nın pek çok yerinde “solcu” vekillerin mecliste yer edindiğini görebiliriz. Sonuç vahim olmuştur. “Solcular” eliyle halka kemer sıkma politikaları, özelleştirmeler, işçi düşmanı yasalar onaylandı.
Bugün düzenin ve Erdoğan’ın aradığı meclis tam da böyle bir meclistir. Krizin faturasını halka kabul ettirmek için de böylesi bir meclise ihtiyaç duyar. 28 Mayıs’ta seçimlerde Erdoğan iktidarının gitmesi için toplumun büyük dirençli kesimi hayır diyecek. Ancak dün CHP’li Aykut Erdoğdu’nun paylaştığı bir rapor bu ülkede AKP’ye kapı aralamanın yolu değil midir?
Raporun kurtuluş ile ilgili bölümünde yazılanlar krizin bedelini halka ödetmeyi öneriyor. “Şimdi soracaksınız. Nasıl kurtuluruz? Sözü eğip bükmeden söyleyeyim. Kurtuluşun bedeli var ve bu bedeli hep beraber ödeyeceğiz. Sorun kimin ne kadar bedel ödeyeceği. Bu dönem çalıp çırpanlar mı bu bedeli ödeyecek yoksa fakirlikten kırılan Milletimiz mi? Şimdi anlıyor musunuz neden 418 milyar doların peşine düştüğümüzü. Çünkü başka çaremiz yoktu. Peki bu para tahsil edilebilir mi? Çok zor. Ama elimizden geleni yapacağız. Ne kadar kurtarabilirsek. Gelelim diğer meseleye mecbur ek vergi alacağız. Azdan az, çoktan çok vergi alacağız. Yoksa milyonlarca depremzede kışa evsiz barksız girecek. Bunu göze alamayız. Ayrıca ekmek gibi su gibi dövize muhtacız. Mecbur dışarıdan kaynak getireceğiz. Başka yolu yok. Türkiye ekonomisini hali pür melali budur."
Bunları söyleyen ülkede iktidara alternatif bir partinin vekili. Meclis tam da bu kemer sıkma politikalarını topluma dayatmanın aracıdır. Meclisin meşruiyeti, krizin faturasını halka kesmeyi kolaylaştıracaktır.
Evet, bu açıdan da Türkiye’de 14 Mayıs seçimlerinden sora oluşan meclis, patronların ahırıdır.
Kimse kusura bakmasın. Erdoğan'la mücadele diye oylara sahip çıkamayan muhalefet, her defasında topluma "oyunuzu verin gerisini bize bırakın" diyerek pasif bir siyaseti dayatıyor. Meclisi işaret ediyor. Bu siyaset halkı bastırıyor. Krizden çıkış olarak topluma bu öneriliyorsa şimdiden halkamıza geçmiş olsun mu diyeceğiz, yoksa buna karşı bir duruş mu sergileyeceğiz. Meclis patronlardan, gericilerden, Natoculardan, piyasacılardan oluşuyor. Böyle bir meclisin meşruiyet kazanmasına izin verilmemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder