11 Mayıs 2023 Perşembe

‘Yerli ve milli’ vefasızlık - Timur Soykan / BİRGÜN


Depremin üzerinden 3 ay geçti, Salih Çalışkan’ın çadırının yanına bir sopa dikip astığı bayrak bile eskiyip söküldü ama konteyner gelmedi. 10 çadırın daha olduğu alanda ne bir tuvalet ne de banyo var.

                                     Salih Çalışkan ve Zeynep Çalışkan. (Fotoğraflar: BirGün)

İktidarın milliyetçi söylemi, seçim döneminde zirveye ulaşırken deprem bölgesinde ‘yerli ve milli’ sloganlarının arkasındaki vefasızlık gözler önüne seriliyor. Şehit aileleri çok zor koşullarda çadırlarda yaşam savaşı veriyor.

81 yaşındaki Salih Çalışkan ve eşi Zeynep Çalışkan’ın tek oğlu Mustafa Çalışkan, 1993 yılında Van Başkale’de PKK saldırısında hayatını kaybetti. Şehit babası Salih Çalışkan, o günden beri şapkası ve yeleğindeki Türk bayrağı armalarını çıkartmadı. Cüzdanında oğlu ile birlikte hayatını kaybeden iki askerin fotoğrafını taşıyor ve onları gösteriyor. Oğlu ve bu mahalleden arkadaşı yan yana mezarda yatıyor. Oğlu Mustafa Çalışkan, askere gitmeden önce nişan yapmıştı. Çalışkan çifti, kızına sarılarak ayakta kalmıştı. Depremde Antakya’nın Maşuklu Mahallesi’ndeki evleri hasar gördü. Evlerinin yağmalanmaması ve kızlarından uzaklaşmamak için burada bir çadırda kalmaya başladılar. Mehmetçik Vakfı onlara bir çadır kurdu.

GELMEYEN KONTEYNER

Depremin üzerinden 3 ay geçti, Salih Çalışkan’ın çadırının yanına bir sopa dikip astığı bayrak bile eskiyip söküldü ama konteyner gelmedi. 10 çadırın daha olduğu alanda ne bir tuvalet ne de banyo var. Az miktarda yardım ile yaşamaya çalışıyorlar. Kışın soğuktu, sıcakların başlamasıyla çadırda hayat farklı bir işkence oldu. Şehit annesi ve babası, bütün gün bir ağaç gölgesi bulup orada oturuyor. Geceleri çadıra yılan girmesinin korkusunu yaşıyorlar.

Salih Çalışkan, artık çok yaşlı ve tuvalet ihtiyacı için akşamları yakındaki tarlaya gidiyor. Ancak iki kez düşmüş ve yaralanmış.

Şehidin annesi Zeynep Çalışkan ise göğüs kanseri. Depremden sonra tedavisi yarım kalmış, doktora gidemiyor. Torunları Burcu ise 8’inci sınıf öğrencisi ama okulu kapanmış. Kaydı uzaktaki bir okula alınmış ve Maşuklu’daki pek çok çocuk gibi çoğunlukla okula gidemiyor. Oysa bu yıl Liselere Giriş Sınavı’na girecek. Okulda öğretmenlerin her ay değiştiğini ve çoğu zaman ders yapılmadığını anlatıyor.

Onların çadırından 50 metre uzakta mavi brandalarla örtülmüş çadırların toplandığı başka bir arsa var. Kışın çamurdan yürünmüyordu, yazın tozdan geçilmiyor. Çadır alanının girişinde büyük bir sopa üzerine Türk bayrağı asılmış. Bayrağı buraya astıran şehit babası İysa Göçer. 75 yaşında. Oğlu Emrah Göçer, 20 yıl önce Bingöl’de PKK’lılarla girilen çatışmada hayatını kaybetti. Küçük çadırda yaşam savaşı veren İysa Göçer, en büyük sorunun tuvalet ve banyo olduğunu anlatıyor. Şunları söylüyor: “Tuvalet için akşamları tarlaya gidiyorum. Ama bacağımda kireçlenme var, zor yürüyorum. Geçen hafta çamurda kayıp düştüm, halen sırtım ağrıyor.”

NİYE SAHİP ÇIKMIYOR?

İysa Göçer, Mehmetçik Vakfı’na konteyner için başvurmuş ancak bir aydır kendisini arayan olmadığını söylüyor. Depremde hasar gören evindeki tüm eşyaları kaybettiğini anlatan İysa Göçer, “Devlet bize niye sahip çıkmıyor” diye soruyor.

Maşuklu yoksul bir mahalle ve büyük sorunlardan biri eğitim. Depremde okul yıkıldığı için çocuklar kilometrelerce uzaktaki okula kaydettirilmiş. Ancak öğrencilerin çoğu gidemiyor. Öğretmenlerin de sürekli değiştiğini ve ders yapılmadığını anlatıyorlar. Lise son sınıf öğrencisi Ali Haydar Çelik, ders yapılmadığı için okulu bırakmış. Üniversite sınavına bu sene girmeyecek. Hiç ders çalışmadığını söylüyor. Suudi Arabistan gidip çalışacağını ve orada sınava hazırlanacağını anlatıyor.

‘HAYAT İSTİYORUM’

İrem Tancı ise 11’inci sınıf öğrencisi. Hacı Bektaş Veli Anadolu Lisesi’nde okuyor. 3 yıl önce inşa edilen okulun duvarları döküldü. Hatay Spor Tesisleri’nde kurulan çadırda ders veriliyor. İrem Tancı, ısrarla dersleri takip ediyor. “Ben üniversitede okumak istiyorum. Bir kız olarak tek başıma ayakta duracağım bir hayat istiyorum” diyor ve hayallerinin elinden alınmasının öfkesiyle devam ediyor:

“Her hafta öğretmenler değişiyor. İki haftadır sadece edebiyat görüyorum ama sayısal öğrencisiyim. Gelecek için YKS için hazırlanacağım ama diğer illere göre çok geride kaldım. Ben Hatay’da çok zor koşullarda bunu başarmak istiyorum. Kitaplarımız hep eksik. Bilgisayar yok, internet yok. Çadırda ders çalışmak imkânsız.”

                                                              İrem Tancı

***

TERK EDİLMİŞ KENTİN DUVAR YAZILARI

Aslında Hatay’ın tümü terk edilmişliğin ve unutulmuşluğun acısını yaşıyor. Özellikle harabeye dönen Antakya, Defne ve Samandağ, depremin üzerinden 3 ay geçmesine karşın her gün büyüyen sorunlarla boğuşuyor. Duvar yazılarında terk edilmişliği görmek mümkün. Antakya’yı işaret eden bir trafik levhasının üzerinde “Sesimizi duyan var mı’ yazıyor. Pek çok duvara spreyle ‘Gitmedik ki geri dönelim’ yazılmış. Siyah spreyli bir duvar yazısında ise umut var: ‘Elbet bir gün buluşacağız.’ Başka bir yazılama da çığlık asılı duruyor: ‘Yıkılan sadece binalar mı sandınız.’ Hemen karşısındaki duvarda ise şu yazılmış: ‘Enkazları kaldırdık, yaraları sarma zamanı! Yaralar geçmiyor ki.’ Ayakta kalmış bir duvarda ise kalemle yazılan acılar var: ‘Oğlum Kadir, annen yine geri gelecek. Bu topraklarda yattığın sürece…’ Bu yazının hemen yanında ise yalnızlığı anlatmış biri: ‘Aslında konuşacak çok şey var ama konuşacak kimse yok.’


Antakya’da halen kaldırılmamış binlerce enkaz var. Hafriyat kamyonunda anne ve bebeğin cenazesinin bulunmasının üzerinden sadece günler geçti. Yıkıntıların altında ne olduğunu kimse bilmiyor. Yağışta çamur dolan cadde ve sokaklar sıcak günlerde tozla kaplı, zor nefes alınıyor. Akşam olduğunda kent merkezleri ıssız ve karanlık. Dükkanları yıkılan esnaf, enkaz önlerinde küçük tezgahlar açmış. Eskiden lokanta sahibi olanlar artık küçük mangallarının başında müşteri bekliyor ama kimse yok. Bir market bulmak için kilometrelerce yürümek gerekiyor. Bir dükkan yeniden açıldığında, ayakta kalan birkaç lokantadan birinde genç çiftin düğünü yapılırken insanlar umutlanıyor ama eski günler çok uzak.

Tuvalet, banyo ve hijyen malzemeleri halen büyük sorun. Yardım malzemeleri gönderilirken kıştı ve çoğunlukla kışlık kıyafetler geldi. İnsanlar yazlık kıyafet bulamıyor. Sıcaklarda çadırda durmak da mümkün değil. Çadırkentlerde yılan korkusu yaşanırken sinek ve haşeratlar kabusa dönüştü.


Antakya’da çadırda kalan Yiğitdol çifti, kışlık kıyafetleriyle içine girilmeyecek kadar sıcak çadır önünde oturuyor. 6 yaşında bir kızları var. Anne Nahide Yiğitdol, kendisinin ve kızının yılandan çok korktuğunu, sinekler nedeniyle yemek bile zor yediklerini anlatıyor. Nahide Yiğitdol, “Biz önceden eşimle hep haberleri seyrederdik ama 3 aydır dünyadan haberimiz yok. Televizyonumuz enkazda kaldı. Kızımın da canı çok sıkılıyor” diye konuşuyor. Baba Hasan Yiğitdol, iş aramaktan yeni dönmüş ve “Hiç iş yok” diyor. Depremden önce bir kamyonetleri varmış ve pazarcılık yapıyormuş. Kendilerine ait evleri yıkılmış, hiçbir eşyalarını kurtaramamışlar. Kamyonet de enkaz altında kalmış. Sıcak günde oduncu gömlek giyen Hasan Yiğitdol, “Bizim işte araba yoksa hiçbir iş yapamazsın. Zaten tezgah açacak yerde kalmadı. Hiçbir gelirimiz yok. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Dağıtılan yemeklerle doyuyoruz” diye konuşuyor.

Komşu çadırdaki Fatma Gül ise 60 yaşında ve yalnız kalmış. Depremde baba evi yıkılmış, ablası ile kız kardeşi hayatını kaybetmiş. Elektriklerin sık sık kesildiğini ve akşamları çok korktuğunu anlatıyor. OHAL’in kalkmasından sonra asker çadırkentlerden çekildi ve Fatma Gül, “Hırsızların geleceği, yağma olacağı söyleniyor. Ben korktuğum için geceleri uyuyamıyorum” diyor.

Buraya yakın başka bir çadırkentte de askerlerin gitmesinden sonra endişe hakim. İnsanlar güvenlik kaygısı yaşadıklarını anlatıyor. Yağmacıların geleceği rivayeti kulaktan kulağa yayılıyor.

Antakya, Defne ve Samandağ’da seçim çalışmaları yapılıyor. Yeşil Sol, CHP, İyi Parti, TİP, TKP, Sol Parti’nin afişleri asılı. Ancak AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP’nin hiç afişi, seçim çalışması yok. İktidar bu bölgeden tamamıyla vazgeçmiş.

Depremin üzerinden 3 ay geçmesine karşın Antakya devasa bir enkaz. Pek çok depremzede buradan göç etmelerinin istendiğine inanıyor. Kentin en değerli bölgelerinin riskli alan edildiğini belirterek “Tarihi çarşı,  merkezdeki bölgeler, eskiden turistik olan yerleri Cumhurbaşkanı riskli alan ilan etti. Buralarda kamulaştırma yapılacak ve müteahhitlere verilecek” diyorlar.

Antakya ve çevresindeki terk edilmişlik insanı bu iddiaya inandırıyor. 

 Timur Soykan / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder