Kuruluşa giden yoldaki bir evre olarak, İstanbul’un işgal edildiği dönemi ele alan “Meşgul Şehir: İşgal İstanbul’unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918–1923” adlı sergiyi gündeme getireceğiz.
“920'nin 16 Martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü,
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
İngiliz'in hepsi değil domuzu
Sabaha karşı aldı canımızı.”
Girişteki satırlar Nâzım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı” adlı eserinden. İstanbul’un işgali esnasında direniş gösteren ve hayatlarını kaybeden Osmanlı askerlerinin seslenişini taşıyor bize Nâzım…
soL Kültür’de bu yazıda Cumhuriyet’in 100.yılı çerçevesinde, kuruluşa giden yoldaki bir evre olarak, İstanbul’un işgal edildiği dönemi ele alan “Meşgul Şehir: İşgal İstanbul’unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918–1923” adlı sergiyi gündeme getireceğiz.
“Meşgul Şehir” sergisi bir önceki inceleme yazısında ele alınan sergiye nazaran isminin hakkını vermekte. Ele alınan başlığın bir odaklanma barındırması, incelenen zaman diliminin de daha uzun olması, o sergiye kıyasla bu sergiyi daha renkli ve ilgi çekici hale getirmiş.
Beş yıl boyunca işgal altında kalan şehirde, hem şehri işgal altında tutan askerlerin hem de tarihi bir alt-üst oluş dönemine denk gelinmesi sebebiyle ortaya çıkan çok büyük bir göç dalgasından etkilenen göçmenlerin ve şehir halkının gündelik hayatlarından bol miktarda kesitler görmek mümkün.
İstanbul'un işgali
Sergiyi incelemeye “İşgal” ile başlamak gayet yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere, İstanbul’un işgali, 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden iki gün sonra, 13 Kasım 1918’de, İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul önlerine demirleyip, ardından kentin stratejik noktalarının kontrol altına alınmasıyla başlamış, 16 Mart 1920’de idareye de el konmasıyla işgal her düzeyde hayata geçirilmişti. Beyoğlu ve Rumeli yakası İngilizler, İstanbul yakası Fransızlar ve Anadolu yakası İtalyanlar'ın kontrolüne bırakılmıştı.
Şehrin işgali, birden fazla milletten insanın tebaası olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda herkeste aynı etkiyi göstermez. Ekalliyetin bir kısmı bu olayı büyük bir sevinç içinde karşılarken diğer bir kısmı Türk nüfusla birlikte korku ve üzüntü ile karşılar çünkü Türklerin bu durum karşısında gösterecekleri tepkilerden ve kendilerine verecekleri zarardan korkmaktadırlar.
Sergide işgale dönük tepkilerin toplu halde gösterildiği ve çok sayıda insanın katıldığı mitingleri ve şehrin işgali ve işgalden kurtuluşunu; Ankara hükümetinin yönetimindeki birliklerin şehre girişlerini görmek de mümkün.
Sergiyi incelemeye işgal İstanbul’unda Gündelik Hayat başlığı ile devam edebiliriz.
20.yüzyılın başlarında yalnız Osmanlı İmparatorluğu ve etki alanı değil, bütün dünyanın sarsılması ve Çarlık Rusya’sında bir sosyalist devrimin de gerçekleşmiş olması ile birlikte çok sayıda insan yerinden yurdundan olmuştu. Bu insanlar arasında ailelerini kaybetmiş olan ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş çocuklar olmakla birlikte Devrimle birlikte sosyal/sınıfsal konumlarını kaybetmiş ve ülkelerinden kaçmış çok sayıda Çarlık Rusya vatandaşı da bulunmaktaydı.
Çocuklar aidiyetlerine göre kendi cemaatlerinin okul ve yurtlarında eğitim alır ve bakılırlarken, siyasi göçmenler, sığınmacılar çok zor şartlar altında hayatta kalmaya çalışmışlar. Yine Devrimden önce Çarlık aristokrasisi mensubu olan bir göçmen kadının İstanbul’daki yaşamı sırasında tramvay ücreti ödememek için birçok yere yürüyerek gidip gelmesi ile ilgili paylaşımlar, oldukça ilgi çekici.
Tabii sadece siyasi göçmenler olmamış şehrin işgal dönemindeki misafirleri. Devrimden sonra ülkelerinden kaçan ve İstanbul’u güvenli bir liman olarak gören sanatçılar; ressamlar, şarkıcılar o dönemde şehrin sosyal/kültürel yaşamına damga vurmuşlar.
Serginin işgal döneminde kültür-sanat-eğlence faaliyetlerini inceleyen bölümünde oldukça renkli detaylarla karşılaşabilirsiniz.
İşgal İstanbul'unun emekçileri
Tabii bütün olup bitenler sadece askerlerin ve tarihin büyük dalgalarının bu şehre getirip bıraktığı insanların yaşamlarından ibaret değil. Olağanüstü bir durum, bir uluslararası kriz olan savaş nedeniyle doğal olarak şehir sakinleri normal şartlar altında “karşılayabildikleri” ihtiyaçları ve aldıkları hizmetlere de ulaşmakta güçlük çekerler.
Emekçiler işgale ve işgalin kendi üzerlerindeki etkilerine karşı koymak için çeşitli yollara başvurmuşlar. Kimi işçi örgütlenmeleri ya da grupları üretimden güçlerine ve işgal kuvvetlerine mensup subaylara da dayanarak “muhataplarını” tehdit etmekte kimileri ise partili mücadele içinde kolları sıvamışlar.
Savaş sadece cephede savaşanı değil, belki de en ağırı geride kalanı vuruyor. Geride kalanlar açlıkla, yoklukla, işsizlik ve çürüme ile mücadele ediyor. Hugo’nun “üç temel sorun”dan biri olarak andığı ve “kadının açlık yüzünden alçalması” olarak tanımladığı fuhuş, ne yazık ki işgal yıllarında şehir yaşamının ciddi bir sorunu ve gerçeği haline gelmiş. Erkeklerin cepheye gitmesi ve eve ekmek getirecek, evin ihtiyaçlarını karşılayacak insan olmayınca fuhuş yoluyla para kazanmak da kadınlar için hayatta kalabilmenin bir yolu olmuş ve şehrin belli mahalleleri, köşe başları fuhşun işlek noktaları haline gelmiş. Öyle bir duruma gelinmiş ki fuhuş yapan kadınların düzenli olarak sağlık kontrolünden geçirilmeleri için çeşitli uygulamalar yürürlüğe konulmuş, bu kontrolleri yapacak sağlık merkezleri, bölümleri bile açılmış.
Değinmeden bitirmek, ayıp olur. Kime?
Tabii ki zamandan ve mekândan bağımsız değil. Olağanüstü zamanlar; eskinin yıkıldığı ve yeninin doğduğu, doğmakta olduğu zamanlar, doğal olarak kendi ruhuna uygun insanı da yaratıyor. Örneğin, Fransız İhtilali’nin etkisiyle fırtınaların üzerinde gezinen ve fırtınalara yön veren; imkânsız nedir bilmeyen, özgürlüğün aşığı ve kölesi insanların doğuşu. Tabii ki tesadüf değil.
Geç bir doğumun konusu olan topraklarımız da bundan payını fazlasıyla almış. Öyle ki sergide karşınıza sık sık “gençlik stajlarını” Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, barikatlarında yapmış ve sonra ülkesine dönmüş ve çeşitli eserler vermiş sanatçılara; ülkesi için mücadele eden aydınlara rastlıyorsunuz: İşte, onlara değinmemek olmaz…
Sergi 26 Aralık 2023 tarihine kadar Meşrutiyet Cad. No:47, 34430 Beyoğlu adresinde, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ziyaret edilebilir.
MUHAMMED NALBANT-soL/Kültür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder