Sovyetleri gezerken, anlatırken yaşadığı heyecan; yaşamla kurduğu tutkulu, kararlı ve heyecanlı ilişkinin göstergesidir adeta. Geziden sonra ülkesine bu tutku, kararlılık ve heyecanla döner.
Bugün 23 Temmuz, Suat Derviş’in 51. ölüm yıl dönümü. Türk edebiyatı, basını ve sosyalist hareketi açısından oldukça üretken ve arkasında bıraktığı yaşam örnek alınacak türden biri; Lozan görüşmelerine Türkiye’den katılan tek kadın gazeteci, Türkiye Komünist Partisinin militanlarından ve sayısız kitabıyla, hâlâ, bütün zenginlikleri üretmesine karşın yoksullukla boğuşan sınıfı anlatan bir edebiyatçı Suat Derviş.
Derviş’in bu kadar üretken olmasında, yeni ve ileri olanı arama heyecanıyla dolup taşmasında kuşkusuz hem içine doğduğu tarihsel dönemin hem de ailesinin etkisi var. Babası Jön Türk İsmail Derviş Bey, annesi ise o yıllarda kadınlara Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre’sini öğreten Hesna Hanım. Yani ilerici bir ailenin, onları aşan devrimci bir çocuğuydu Suat.
Suat Derviş’in hayatında yer tutan önemli olaylardan birisi, 1937 yılında, çalıştığı Tan gazetesi tarafından Sovyetler Birliği’ne gözlem yapmak için gönderilmesi oldu. Yeni olan, ileri olan kıyının öbür tarafındaydı. Merak ettiği bu toprakları görmesi, onun hayatında bir dönüm noktası olmadı belki ama pek çok şeyi değiştirdi; Suat Derviş’in devlet ve kültür-sanat sermayesi tarafından “kıpkızıl komünist” olarak damgalanması, Derviş’in “ana akım” diye tabir edilen ancak aslı burjuva olan medyada önünün tam anlamıyla kesilmesi açısından milat olan bu gezi aynı zamanda belki binlerce asılsız iddiaya maruz kalan Sovyetler Birliği’nin Türkiyeli okur tarafından doğru anlaşılması için de bir fırsat doğurdu. Suat Derviş’in Sovyetler Birliği gözlemi, ardından İran’a gittiği ve oraya az da olsa yer ayırdığı için “İstanbul-Moskova-Tahran” başlığıyla Tan gazetesinde yayımlandı.
***
Suat Derviş; İstanbul’da bindiği vapur Sovyetler Birliği’ne, Odesa’ya vardığında heyecanını şöyle dile getiriyor: “Kalbimde büyük bir tecessüs var. Acaba bu ülkeyi nasıl bulacağım? Şimdiye kadar muhtelif insanlardan onun hakkında lehte ve aleyhte o kadar çok şeyler okudum ki…”
Vapurdan indikten sonra yaptığı ilk gözlem, “Asık yüzlü, mutsuz Sovyet vatandaşları” iddiasının yanlışlığı oluyor. Saatin geç, havanın yağmurlu olmasına rağmen kimsenin öyle dışarıdan anlatıldığı gibi mutsuz görünmediğini söylüyor. Suat Derviş’in Odesa izlenimleri bununla sınırlı kalıyor çünkü Odesa’da çok duramıyor. Moskova’ya gitmesi gerekir. Asıl durak Moskova’dır. Moskova’ya trenle giderken uçsuz bucaksız ovaların her birinin işlendiğini, her biri üzerinde çalışıldığını söyler. Traktörsüz tarla görmediğini not eder.
Moskova’ya vardığında Suat Derviş’i kültür-sanat alanında faaliyet gösteren Vsok’un bir görevlisi karşılar. Bundan sonraki gezi Vsok görevlisi eşliğinde olur. Suat Derviş, bu sayede aklına takılanların cevabını bulup okura daha net bilgi verir ve daha bilinçli bir gezi gerçekleşir. Mesela Vsok görevlisiyle birlikte yüz-yüz elli kişilik bir insan kalabalığı gördüğünde bu kalabalığın et, süt vb. almak için oluştuğunu düşünüp görevliye sorar. Görevli ise bunun gazete kuyruğu olduğunu, Sovyetlerde bunun olağan bir şey olduğunu söyler. Kuyruğun başına gidince Suat Derviş de bunu bir gazete kuyruğu olduğunu anlayıp şaşırır: “Hakikaten gazete imiş satılan şey. Köşeyi dönünce gördüm. Herkes bir gazete satın alıyor. Ve alır almaz gideceği yere kadar sabretmeden orada açıyor, okuya okuya ilerliyor.”
Böylece Suat Derviş, Sovyet halkının okumaya olan ilgisini de ilk kez bu kadar “kalabalık” görüyor; Sovyet halkının elini attığı her şeyden bereket çıkardığını ilk gözlemlediği yerdir bu gazete kuyrukları.
***
'Sovyet Rusya’da küçükler için büyük işler başarılıyor'
Suat Derviş’in Sovyetlerde dikkatini çeken bir diğer şey ise çocuk ve kadınların kazandığı haklar oluyor. 1900’lü yıllarda çocuk meselesinde can sıkan konuların başında “gayrimeşru çocuk” “meşru çocuk” ayrımı geliyor. “Hür dünya”da da uzunca süre bu ayrım yapıldı. Ancak “Sovyetlerde evvela gayrimeşru çocuk yok. Bir insanın hayata gelişi haddi zatında onu diğer insanlar gibi meşru yapan bir şey.” diyor Suat Derviş.
Çocuklar ve anneler için atılan adımları görmek adına yapılan ilk gezi bir sergiye oluyor. Çocuklar için yapılan, Sovyet annelerinin eğitim için getirildiği serginin amacı şu şekilde açıklanıyor görevli tarafından: “Sovyetler Birliği tebaası yüz yetmiş küsur milyonu geçer. Bunların içinde henüz çok iptidaileri vardır. Memleketimizin her tarafından grup grup gelen annelere, en basit kadınlara burası gezdirilir.”
Tren garlarında bebeklerin ve annelerin dinlenmesi, sağlık kontrolünden geçmesi için özel bölümler olduğunu gören Suat Derviş kendisine eşlik eden görevliyle birlikte burayı da gezmeye başlıyor. Görevli doktor, gezdirirken buranın amacını anlatıyor: “Gebe, emzikli veya yetişmiş çocuklu bir kadın için bu müessese daima açıktır. Trenden indi mi, kaç saat için olursa olsun, hemen buraya gelebilir. (…) Çocuk sıhhî bir muayeneden geçer, sâri bir hastalığı olup olmadığı anlaşılır. Eğer çocuk sıhhatli –ekserisi sıhhatlidir- hemen buradan banyo odasına götürülür. Orada tartılır.” Doktor, bütün bunları anlattıktan sonra “Buyurunuz, size oraları göstereyim.” diye ekler ve gezdirmeye devam eder.
Suat Derviş, gezi bittikten sonra “Bütün bu şeyler için bir ücret var mı?” diye soruyor. Doktor ise “… Bu nevi şeyler için ücret alınmaz. Bizim için hakiki servet çocuklarımızdır. Onlara bakmak için ne kadar çalışsak ne kadar fedakârlık etsek bize az geliyor.” diye cevap veriyor.
Ardından Subnov Çocuklara Artistik Terbiye Vermek Turdu Teşkilatı’nın merkezine gidiyorlar. Burada müdürle görüşüyorlar ve kaç tane çocuklara sanat terbiyesi veren yurt, çocuk tiyatrosu, çocuk sineması, çocuk radyo istasyonu vb. olduğunu öğreniyorlar. Bu merkezin atölyelerini gezdikten sonra, vedalaşma aşamasında müdür Sovyetlerde sanatın sınıf tanımadığını ve geliştiğini şu sözlerle belirtiyor: “Bazı memleketlerde sırf muhitine düşmediği için körleşip kalan birçok istidatların olduğunu düşündükçe memleketimizde sanatın neden bu kadar ilerlemiş olduğunu anlamakta hiçbir müşkülat çekilemez.”
'Sovyetlerde sınıf kalmadı sözünün bir efsane olmadığı muhakkak'
Suat Derviş, Moskova’da bulunduğu sürede “Gündüzleri enstitüleri, içtimai teşekkülleri gezmekle vakit geçiriyorum. Geceleri davet olmadığı zaman tiyatrolara gitmeyi pek seviyorum.” diyor. Sovyetler gezisini tiyatrosuz atlamıyor. Tiyatroda ise dikkatini çeken ilk şeylerden birisi, Sovyet tiyatrolarını dolduran işçiler oluyor. Sovyetler Birliği’nin “sınıf”ını, tiyatroda gördüğü kadınların giyimi üzerinden anlatıyor: “Seyircilerin içinde uzun ipekli gece gece elbiseleri giyen kadınlar da basit bir şömizetle gelmiş olanlar da var. Fakat ipek elbiseli kadın şömizetli kadından daha müreffeh, daha yüksek bir sınıfın kadınını temsil etmiyor. İki kadın da aynı seviyedeler.” Ardından “Sovyetlerde sınıf kalmadı sözünün bir efsane olmadığı muhakkak.” diye ekliyor.
Sovyetler Birliği’nde mahkemeler ve medeni kanun
Suat Derviş, “Rusya’da Mahkeme” başlıklı yazısına “Moskova mahkemeleri reisi Smirnov yoldaş, bizi Moskova adliye binasında iyi döşenmiş, sakin ve sessiz odasında kabul etti.” diye başlıyor. Sıradaki durak Sovyet mahkemeleridir.
Smirnov, Sovyetler Birliği’nde hâkim ve azaları halkın seçtiğini söyledikten sonra Sovyet mahkemelerini diğer mahkemelerden ayıran özelliği söylüyor: “Biz kabahatliyi yeniden hayata getirmek, onu terbiye etmek isteriz.” Ardından “topluma yeniden kazandırmayı” birkaç örnekle açıklıyor.
Mahkemeleri en çok meşgul eden davalardan birinin karı-koca kavgaları olduğunu söyleyen Smirnov, Sovyetler Birliği’nin medeni kanun açısından da kısa zamanda nasıl büyük işler başardığını gösteriyor: “Napolyon koduna göre bir koca karısını dövebilirdi. Şimdi Sovyetlerde kadın şikâyet ederse değil döven, karısına fazla hakaret eden bir erkek bile gayetle ağır surette cezalandırılıyor. Sonra yine o kanuna göre bir kadın gayrimeşru bir çocuk doğurursa bu çocuğun babasından çocuğu için hiçbir hak isteyemezdi. Hâlbuki şimdi bizde bir erkek bir kadınla tanışıp ondan bir çocuğu olursa sonuna kadar sanki meşru evladı imiş gibi bu çocuğa bakmaya mecburdur. Bunu yapmazsa suçlu telakki edilir.”
Suat Derviş’in hırsızlık yapan çocuklara ne yapıldığı sorusuna aldığı yanıt, Sovyetler Birliği’nin çocuk hakları konusunda henüz 1930’ların sonu ve 1940’ların başındayken bile ne kadar ileri olduğunu gösteriyor. Smirnov, hırsızlık yapan çocuğun ebeveynlerinin mahkemeye sevk edildiğini ve onların çocuk bakımına yeterli özeni göstermediklerinin anlaşılması durumunda çocuğun ellerinden alınıp “pedagoglar tarafından idare edilen terbiye evlerine” verildiğini söylüyor. Diğer bir önemli nokta ise çocuğun hem polisle hem de mahkemeyle herhangi bir münasebetinin olmaması.
***
Suat Derviş çoğunu Moskova’da geçirdiği Sovyet gezisinin ardından İran’a, Tahran’a geçer. Böylece yazı dizisinin Sovyetler Birliği ayağı noktalanır. Yazı dizisi büyük ilgi çeker ancak karşılığı iyi olmayacaktır. Yazının başında belirttiğim gibi bu yazı dizisi, Suat Derviş’in devlet tarafından “kıpkızıl komünist” olarak damgalanmasının miladı olacaktır. Tan gazetesinin ortaklarından Halil Lütfi, bu fişleme yüzünden Suat Derviş’i gazetede istemeyecek ve Suat Derviş gazeteden ayrılacaktır. Gazeteden ayrıldıktan kısa bir süre sonra ise İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından Pera Palas’a çağrılır. Bakan, Suat Derviş’i adeta azarlar; gazetecilik kariyerinin tehlikeye girdiğini, başına daha büyük belalar alabileceğini söyler.
Ardından Matbuat Müdürü Vedat Nedim Tör aracılığıyla yine Pera Palas’a çağırılır. Bu sefer Mustafa Kemal’le görüşecektir. Ancak buluşma Atatürk’ün hastalığından dolayı ertelenir ve hiç yapılamaz, 10 Kasım gelir. Foto Magazin’in Aralık 1938 tarihli sekizinci sayısında Mustafa Kemal’i kastederek “Dünya Feminizminin Lideri Öldü” başlıklı bir yazı yazar. Suat Derviş devrimcidir, kendi ülkesindeki devrimin ve devrimcilerin bilincindedir.
Sovyetleri gezerken, anlatırken yaşadığı heyecan; yaşamla kurduğu tutkulu, kararlı ve heyecanlı ilişkinin göstergesidir adeta. Geziden sonra ülkesine bu tutku, kararlılık ve heyecanla döner.
51 yıl önce aramızdan ayrılan Suat Derviş tam da Mihri Belli’nin anlattığı gibi birisiydi: “Öyle biriydi işte Suat Derviş. Şen şakrak bir yönü vardı ama o şen şakraklığın altında çelikten bir irade, tuttuğunu koparır bir duruş hissedilirdi.”
YEKTA ARMANC HATİPOĞLU / soL-Özel
*Tecessüs: Bir şeyi ille de görme, anlama merakı.
Kaynak kitaplar:
Liz Behmoaras – Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi
Suat Derviş – Anılar, Paramparça
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder