BRICS Zirvesi: Kapışmanın Yeni Sahnesi Afrika (Nagihan Çakır-soL/Analiz)
ABD ve AB Çin ve Rusya’nın Afrika’daki ekonomik ve siyasi nüfuzunu sınırlamaya çalışmak için hamleler yapsa da Çin ve Rusya’nın eli bir nebze daha rahat gibi duruyor.
15’incisi bu yıl 22-24 Ağustos 2023 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg şehrindeki Sandton Kongre Merkezi’nde düzenlenmekte olan BRICS Zirvesi’ne giden süreci tartıştığımız dizinin ilk yazısında, Avrupa Birliği ülkeleri ile BRICS ülkeleri arasındaki kimi gelişmeleri ele almıştık. Bu yazıda ise, süreci özellikle 27-28 Temmuz 2023 tarihlerinde Rusya’nın St. Petersburg şehrinde, “Barış, Güvenlik ve Kalkınma için” üst başlığıyla gerçekleştirilen 2. Rusya-Afrika Zirvesi Ekonomik ve İnsani Forumu ve bunun akabinde yaşanan gelişmeler açısından değerlendireceğiz. Fakat, zirveye gitmeden önce Nijer’de gerçekleşen darbenin arka planını ve sebeplerini incelememiz gerekiyor.
Fransa’nın Afrika’daki varlığı
Rusya-Ukrayna Savaşı ve bunun sonucunda ABD’nin Çin’e karşı ekonomik, politik ve ideolojik alanda başlattığı mücadele, Afrika kıtasını yeni bir küresel çekişmenin merkezi hâline getirmiş vaziyette. Fransa’nın Afrika’daki varlığı esasen 17. yüzyılın ortalarına kadar gidiyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çoğu Afrika ülkesi bağımsızlığını kazansa bile özellikle Batı Afrika ve Sahel ülkeleri Fransa’yla sürdürülen yakın ilişkiler dolayısıyla aslında tam mânâsıyla bağımsız olamadı. Bağımsızlıklarını kazanan ülkelerde yönetime gelenler, Fransa’nın sömürge mirasını benimseyerek Fransa’nın çıkarlarını korudu, bu da Fransa’nın elini bir şekilde bu ülkelerin üzerinde tuttu. Buralardaki petrol, gaz ve özellikle altın, uranyum gibi çeşitli metaller Fransa’nın küresel sistemde önemli bir aktör olarak kalmasını, stratejik bir konuma sahip olmasını sağladı.
Bu basbayağı sömürüyü meşrulaştırma kapsamında, Fransa’nın sömürge sonrası Afrika’da eski sömürgeleriyle kurduğu ekonomik, siyasi, askerî ve kültürel ilişkiler uluslararası ilişkilerde Françafrique tabiriyle ifade buldu. Bu paradigmaya göre, Fransa ile eski Afrika sömürgeleri arasında, bağımsızlıklarına karşılık kimi maddeleri hâlen gizli olan savunma ve hammadde anlaşmaları imzalandı. Örneğin, bu anlaşmalara göre kimi Afrika devletleri milli gelirlerinin %85’ini Fransa’nın buralarda inşa edeceği altyapı projelerine karşılık Fransa Merkez Bankası’nın insafına bırakmış durumda. Fransa bu ülkelerdeki zengin hammadde kaynaklarını dilediği gibi talan edebiliyor.
Nijer neden önemli?
26 Temmuz’da Nijer Devlet Başkanı Mohamed Bazoum’u iktidarından eden darbe, Afrika’da son yıllarda Gine, São Tomé ve Príncipe, Gambia, Sudan, Mali, Çad ve Burkina Faso’da gerçekleşen ancak Mali, Sudan ve Burkina Faso’da başarıya ulaşan darbe girişimlerinden sonra geldi. Kuzeyde Sahra Çölü ile güneyde Sudan savanaları arasında, Atlantik’le Kızıldeniz’i birbirine bağlayan ve Sahel olarak adlandırılan bölgede yer alan Nijer’deki darbe, Batı için kendisiyle yakın ilişkiler kuran son ülkenin de kaybı anlamına geliyor. Nijer, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un 2007 yılında kurduğu Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı’na (AFRICOM) bağlı insansız hava aracı üslerine ve terörle mücadele kisvesi altında AB birliklerine de ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla Batı için stratejik bir konuma sahip.
Yanı sıra, zengin uranyum kaynakları da Nijer’i stratejik olarak önemli kılıyor. Uranyum, nükleer yakıtın hammaddesi, nükleer santrallerde enerji üretiminde, silah sanayisinde silahların, sert zırhların ve zırh delici mermilerin yapımında kullanılıyor. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rus gazına uygulanan ambargo nedeniyle Avrupa’da nükleer enerjiye dönüş yaşanıyor. Ancak nükleer enerji için gereken uranyum da Rusya’dan tedarik ediliyordu. Uranyum için doğrudan uygulanan bir ambargo yok fakat dolaylı yaptırımlarla caydırma politikasından çekinen Avrupa için Nijer’deki zengin uranyum kaynakları kritik önemde. AB uranyum ihtiyacının %25’ini Nijer’den karşılıyor, Nijer AB’nin ikinci büyük uranyum tedarikçisi. Çin’in de buraya önemli yatırımları olduğunun altını çizelim.
Fransız nükleer şirketinin uranyum skandalı silsilesi
Ülkedeyi darbeye sürükleyen olaylar zincirinde önemli bir yeri olduğunu için uranyum meselesine geniş bir başlık açmamız gerekiyor. %87’si Fransız devletine ait nükleer şirket AREVA’nın (Şimdiki adı Orano, ki ona da birazdan geleceğiz) Nijer’de uranyum çıkarmasını sağlayan sözleşme 2013 yılında sona ermişti. 2006’da yürürlüğe giren kanuna göre, Nijer hükümeti, AREVA kendisine %9-12 arasında vergi öderse anlaşmayı 10 yıllığına uzatacaktı. Bu görüşmeler sürerken Nijer halkı ve çeşitli sivil toplum örgütleri şirketi ülkeyi sömürdüğü için protesto etmişti. Ülkenin kuzeyindeki Cominak ve Somair madenlerinden yılda yaklaşık 4.500 ton uranyum çıkaran AREVA, buradan Nijer’in yıllık bütçesinin 4 katından fazla kâr elde ederken, Nijer halkı gittikçe yoksullaşıyordu. Nihayet, 2014 yılı başlarında taraflar anlaşmaya vardı ve AREVA Nijer’in şartlarını kabul etti. Gelgelelim, bir müddet sonra şirketin dünyada en fazla kârlılığa Nijer’de ulaştığı ve daha evvel gelirinin %5,5’ini Nijer devletine ödediği söylenen AREVA’nın Nijer’e bundan da az ödeme yaptığı ortaya çıktı. Mesele Nijer halkı arasında büyük bir krize sebep oldu.
2011 yılında yine AREVA’nın Nijer’deki ve başka ülkelerdeki şirketlerle ticari ilişkilerinde yolsuzluk yaptığı iddiaları ortalığı ayağa kaldırmış, “uranyum-gate” olarak bilinen mesele, şirketin adını Orano olarak değiştirmesine sebep olmuştu. Bu iki örnek de, Nijer halkında öfkeye sebep olmuş, yurtsever duygularla sokağa çıkmalarını sağlamıştı.
Çin ve Rusya’nın kıtadaki etkinliği
Bu noktada biraz Çin ve Rusya’nın kıtaya dair perspektifini değerlendirmemiz gerekiyor. “İpek Yolu’nu canlandırma” ve Çin’in küresel planda hegemonya kurma aracı olan Kuşak Yol Projesi’nde Afrika da yer alıyor. Çin’den Afrika’ya bir denizyolu, oradan da kıtaya yayılan bir demiryolu tasarımı öngören proje için Çin, bölgeye inşaat ve altyapı yatırımları yapıyor. Huawei ve ZTE gibi şirketler kıtada telekomünikasyon altyapıları kuruyor. Yalnızca kıtayı kalkındırarak değil, kıtadaki nüfuzunu derinleştirecek ve kalıcılaştıracak dört başı mamur bir rıza inşası için de kolları sıvayan Çin, örneğin, 2012’de Nairobi’de, 24 saat İngilizce yayın yapan kanalı CGTN’nin Afrika şubesini açtı. Batı’nın savaş, salgın vb. moral bozucu ve alışılageldik Afrika temsilini besleyen haberciliğine karşılık da olumlu haberciliğiyle öne çıkıyor. Buna benzer, daha da çoğaltılabilecek örnekler elbette tek başına Çin’i “evla” bir sömürücü kılmıyor, nitekim bunları Batı ülkeleri de zaten yapıyor. Dolayısıyla, gerçekdışı ve pembe bir tablo çizmek için değil ancak kıtada yalnızca Cibuti’de askerî üssü bulunan ülkenin uluslararası krizleri salt güç yerine diplomasiyle çözme çabası, aynı zamanda, Rusya için de geçerli olacak şekilde, Avrupa’nın sömürgeci stigmasını paylaşmıyor olmasının Çin’in batılı rakipleri karşısında elini rahatlattığını söylemek gerek.
Her ne kadar Çin gibi Avrupa’nın sömürgeci stigmasını paylaşmadığını söylesek de, Rusya’nın Çin’e göre biraz daha agresif aktör profili çizdiğini yine de belirtmeliyiz. Bunun en büyük ispatı, darbeyle birlikte yeniden gündeme gelen Rus paralı asker şirketi Wagner’in kıtadaki etkinliği ve, aslında, Rusya’nın kıtadaki varlığının neredeyse sadece askerî, güvenlik ve paramiliter hizmetler üzerinden konuşuluyor olması. Afrika ülkelerinin ulusal bağımsızlık mücadelelerine destek veren ve kıtayla ekonomik, siyasi, kültürel olmak üzere çok yakın ilişkiler kuran SSCB çözüldükten sonra kıtayla ilişkileri azalan Rusya, 2000’li yıllardan itibaren Putin’le birlikte bu ilişkileri güçlendirmeye çalışıyordu. Rus petrol ve doğalgaz şirketleri Gazprom, Rosneft, Lukoil, Tatneft ve Stroytransgaz’ın bölgede yatırımları var. Rusya Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu Rosatom’un alt kuruluşları da Botsvana, Namibya ve Tanzanya’da uranyum madenciliği projeleri yürütüyor. Rusal gibi çeşitli Rus madencilik ve demir-çelik şirketleri de Gine’de altın, demir ve vanadyum cevheri projelerinde yer alıyor. Lukoil, 2019’da Ekvator Ginesi ve Nijerya’da sondaj hakları için anlaşmalar imzaladı. Bunlar dışında, askerî alanda Rusya’nın kıtayla yoğun bir işbirliği var, zira Afrika’da hâlâ Sovyet yapımı silahlar kullanılıyor, Afrika ordularında SSCB’de eğitim almış uzmanlar çalışıyor.
2. Rusya-Afrika Zirvesi ne anlama geliyor?
Yoğun askerî işbirlikleri ve Wagner etkinliğiyle bitlikte, temmuz sonunda Rusya’nın St. Petersburg şehrinde düzenlenen ve yalnızca bir gün önce Nijer’de darbenin gerçekleştiği 2. Rusya-Afrika Zirvesi’ne gelebiliriz. Zirve kapsamında imzalanan 40’tan fazla anlaşma, silah ve askerî teçhizat üzerine oldu. Yukarıda dediğimiz gibi, SSCB mirası düşünüldüğünde bu durum şaşırtıcı değil. Diğer önemli gündem maddesi gıda güvenliği olan zirvede Rusya Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burkina Faso, Eritre, Zimbabve ve Somali’ye 25 ila 50 bin ton arasında ücretsiz tahıl tedariki vaadinde bulundu. Somali’nin 684 milyon dolarlık borcu silindi. Bu ülkelerden Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti, Wagner’in en etkin olduğu Afrika ülkeleri arasında yer alıyor. Bununla birlikte, Burkina Faso hükümetinin de Wagner ile anlaşmaya vardığı ve buna karşılık ülkedeki altın madenlerinden birinin işletme hakkının Wagner’e verdiği iddia ediliyor. Anlaşılacağı üzere, Rusya’nın zirve aracılığıyla Sovyetler’in mirasından, Batı’nın sahip olduğu sömürgeci stigmasını paylaşmıyor olmaktan ve kıtada yükselen Fransa karşıtlığından yararlanarak Afrika’da vuku bulan emperyalist dövüşten payını almaya çalıştığını söyleyebiliriz.
BRICS Zirvesi’ne giderken dünyamızın hâl-i pürmelali kabaca bu şekilde. Zirvenin başlamasına saatler kala panikle karışık bir şevkle BRICS’in ne kadar da güven vermeyen, zayıf ve kaygan zemin üzerinde yükselen bir topluluk olduğunu bağırmaktan bir hâl olan Batı medyası haklı mı, değil mi, zirve bitiminde göreceğiz. Ancak dizinin ilk yazısında da tartıştığımız gibi, kendileri de eşeği pek sağlam bir kazığa bağlayabilmiş gibi görünmüyor. Ne de olsa emperyalizmin kendisi doğası gereği bu kayganlıkla malul.
/././
BRICS Zirvesi’ne doğru: AB, Küresel Güney ülkelerini kazanmaya çalışıyor - (NAGİHAN ÇAKIR)
AB, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Küresel Güney ülkelerinin tutumunu Ukrayna’dan yana belirlemelerini sağlamak ve Çin’e karşı alternatifler oluşturmak için bir dizi adım atsa da pek başarılı olamıyor.
İlk resmî zirvesi 2009’da yapılan, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti ekonomileri arasında çeşitli düzeylerdeki iş birliğini temsil eden ve Batı ittifakına karşı hegemonik bir güç hâline gelmeye başlayan BRICS’in 15’inci zirvesi bu yıl 22-24 Ağustos 2023 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg şehrindeki Sandton Kongre Merkezi’nde düzenlenecek. Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, 5 üye ülkenin devlet başkanlarının katılacağı zirveye 70 ülkenin de liderlerini davet etti. Bu ülkelerin 53’ü Afrika ülkelerinden oluşuyor. Aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Cezayir, Arjantin, Meksika, Nijerya, Bangladeş, İran, Venezuela, Suriye, Endonezya, Etiyopya ve Bahreyn’in bulunduğu 20 ülke de topluluğa katılmak istiyor. Yeni üye kabulünün dışında, ortak para birimi kullanımı da zirvenin önemli gündemlerinden biri olacak. İki parça olarak kurguladığımız yazı dizisinde BRICS Zirvesi’ne giderken önce Avrupa Birliği ülkeleri ile BRICS ülkeleri arasındaki kimi gelişmeleri ele alacak, ikinci yazıda ise özellikle 27-28 Temmuz’da gerçekleşen 2. Rusya-Afrika Zirvesi’nin akabinde doğan gelişmeleri değerlendireceğiz.
BRICS Dışişleri Bakanları Toplantısı
Zirveye giden süreci daha iyi anlamak için 1-2 Haziran 2023 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentinde düzenlenen BRICS Dışişleri Bakanları Toplantısı’na göz atmamız gerekiyor. Brezilya Dışişleri Bakanı Mauro Vieira, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar ve Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Ma Zhaoxu’nun katıldığı toplantıda, birliğe üye olmayan İran ve Suudi Arabistan’ın dışişleri bakanları Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Prens Faysal bin Ferhan da hazır bulunuyordu. Birliğin Dünya Bankası ile IMF’ye karşı hegemonya mücadelesi anlamına gelen Şangay merkezli Yeni Kalkınma Bankası’na, beş kurucu üyenin dışında Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bangladeş’ten sonra Suudi Arabistan’ın da 9. üye olarak dahil edilmesi kritik önem taşıyor; zira Financial Times’ın haberine göre, Yeni Kankınma Bankası fon bulmakta zorlanıyor ve Suudi Arabistan’ın üyeliği bu sorunu çözebilir.
'Savaş suçlusu' Putin ve diplomatik kriz
Gelgelelim, birliğe üye olmak isteyen ülkelere ve ortak para birimine dair istişarelerin yapıldığı toplantıya esas damgasını vuran, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ağustos sonunda düzenlenecek zirveye katılamayacak olmasıydı. Yalnızca bu diplomatik kriz ihtimali bile Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın asıl gündemleri dışında da epey hareketli geçmesine sebep oldu. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), mart ayında Putin’i Ukrayna’da Rus işgali altındaki topraklardan çocukları zorla sınır dışı ederek savaş suçu işlemekle suçlamıştı. Moskova bu iddiaları kabul etmiyor. Öte yandan, Güney Afrika da Putin’i zirveye ocak ayında, yani karardan önce, davet etmişti. Putin’in zirveye katılması durumunda, UCM üyesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Putin’i tutuklaması gerekiyor. Belki başka bir yazının konusu olabilecek bir ikilik dolayısıyla, Rusya ile apartheid rejimiyle mücadele döneminin bakiyesi olan tarihsel ve derin ilişkilere sahip iktidar partisi Afrika Ulusal Kongresi (ANC), bu kararı tanımayıp ülkeyi UCM’den çekmeye meyilliyken, geçtiğimiz yılın sonunda ANC içerisindeki liderlik mücadelesini kazanan Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa hükümeti de Batı’yla köklü ilişkilerinden dolayı daha tarafsız bir pozisyonda kalmayı tercih ediyor.
Tam da bu noktada, Batı’nın ev sahibi Güney Afrika’yı cendereye almak için bu tutuklama kararını fırsat bellediğinin altını çizmemiz gerekiyor. Ancak Batı bloğu bununla yetinmiyor, Güney Afrika’nın Rusya’ya silah sattığı iddiasıyla bu cendereyi sıkıştırıyor. Diğer taraftan, yüksek işsizlik ve suç oranları, elektrik krizi gibi sorunlarla boğuşan Güney Afrika’nın, para birimi olan Rand da son zamanlarda tarihinin en düşük seviyelerini görüyor. Zirvenin katılımcılarına diplomatik dokunulmazlık sağlamasının standart bir prosedür olduğunu belirten Güney Afrika Dışişleri Bakanı Naledi Pandor, her şeye rağmen bu yaptırımdan kaçınmanın hukuki çarelerini düşünüyordu. Bu bağlamda, zirvenin video-konferans aracılığıyla düzenlenmesinden Çin’de toplanması ihtimaline kadar bir dizi çözüm yolu gündeme geldi ancak diplomatik bir kriz istemeyen Güney Afrika, zirvenin yerinde bir değişiklik yapmadı. Neticede, Putin zirveye katılmayacak.
Almanya’nın Hindistan’la yakınlaşma çabası
Bu noktada, AB ülkelerinin BRICS ülkelerine yönelik hamlelerine bakmak da BRICS Zirvesi’ne giden süreci ön alış/meydan okuma/panik gibi motivasyonlar açısından anlamlandırmak için faydalı olacaktır. Alman Şansölye Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck, temmuz sonlarına doğru G20 Ekonomi Bakanları’nın Hindistan’da gerçekleştirdiği toplantıdan iki gün önce Yeni Delhi’ye gitti. Ziyareti sırasında Hindistan’ı Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Rusya karşıtı bir tutum almaya çağıran Habeck, savaşla birlikte enerji başlığında tek bir ülkeye bağımlı olmanın dezavantajlarını yaşadıklarını belirterek Çin hâkimiyetine karşı koymak için Hindistan’la olan ilişkilerini geliştireceklerini belirtti. Hindistan savaşın başından bu yana açık bir konumlanış içinde yer almasa da, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmamış ve Rusya’yla fosil yakıt ticaretini sürdürmüştü. Buna ek olarak, Almanya yaşadığı nitelikli işgücü açığı için de Hindistan’a gözünü dikmiş durumda. Göç yasasında değişikliğe giderek Hindistan’daki nitelikli işgücünün Almanya’ya yerleşip burada iş bulabilmesi için teşviği artıracak bir dizi adım atıyor.
Baerbock da Latin Amerika’da
Diğer taraftan, Alman Yeşiller’inin Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da haziran ayında Brezilya, Kolombiya ve Panama gibi Latin Amerika ülkelerine ziyaretler gerçekleştirdi. Sebeb-i ziyareti iklim, enerji politikaları ve bu ülkeleri sözcülüğünü yaptığı NATO’nun Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki politikalarından yana hizalamak olan Baerbock, üç ülkeden de eli boş döndü. Önce Kolombiya ziyaretine bakacak olursak, güneş ve rüzgâr enerjisine rağmen Almanya’daki elektrik üretiminin yüzde 9’unu hâlâ kömür oluşturuyor. Çevre ve iklim değişikliğine yönelik politikalar uygulayarak kömürden uzaklaşan Avrupa ülkeleri, Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rusya’ya uygulanan ambargo ve kesilen doğalgaz akışı nedeniyle yeniden kömüre yöneldi. Bu da, Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde kömür ve madencilik faaliyetlerinin son dönemde hız kazanmasını doğurdu. Geçtiğimiz yıl, Almanya’nın bu ambargo nedeniyle kömür arzını Kolombiya’dan karşılamaya yönelmesiyle, Almanya ile Kolombiya arasındaki kömür ithalatı 2 milyon tonlardan 5.8 milyon tona fırladı. Rusya, ABD ve Avustralya’dan sonra Kolombiya, tüm taşkömürü ithalatındaki yüzde 5,7’lik payla 2021’de Almanya için dördüncü en önemli ülke oldu. Burada EnBW, RWE, STEAG and Uniper gibi Alman elektrik şirketlerinden bahsedebiliriz.
Kolombiya’da yenilenebilir enerji kaynağı yeşil hidrojenle ilgili de görüşmeler yapan Baerbock, Kolombiya’nın gelecekte Almanya’nın yeşil hidrojen tedarikçisi olabileceğini belirtti. Tam bu aşamada Panama’yla ilişkiler kritik hâle geliyor, zira ülkeyi ikiye bölen Panama Kanalı, Latin Amerika’nın batı kıyılarıyla Avrupa’yı birbirine bağlıyor. Baerbock’un da işaret ettiği gibi, Panama ileride Güney Amerika ile Avrupa arasındaki yeşil enerji sevkiyatının aktarma noktası hâline gelebilir, ki Panama ziyaretinin de esas konusu bu oldu.
Brezilya’da hezimet
Brezilya’yla olan görüşme ise bilhassa önem arz ediyor. Brezilya ile Amazonlar’daki ormansızlaşma üzerine bir görüşme gerçekleştiren Baerbock’un tam anlamıyla diplomatik bir hezimete uğradığını söylemek mümkün, çünkü Yeşiller’in dışişleri bakanını ne Lula ne de kendi mevkidaşı Brezilya Dışişleri Bakanı Mauro Vieira kabul etti, ortak bir basın açıklaması da gerçekleştirilmedi. Baerbock ancak Brezilyalı mevkidaşının yardımcısı Maria Laura da Rocha ile görüşebildi. O esnada Vieira da, Lula da Afrika’yla olan ilişkileri geliştirmenin yollarını aramakla meşguldü.
AB-MERCOSUR Ticaret Anlaşması
Fakat yine de, bu Amazonlar’daki ormansızlaşma meselesini biraz eşelememiz gerekiyor. Geçtiğimiz yıl, eski Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun iktidarda olduğu ocak-haziran ayları arasında 3.988 kilometrekare küçülen ormanlar, yeni Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva’nın ilk altı aylık görev süresinde 2.649’a indi, böylece ormansızlaştırma oranında %33,6’lık bir azalma sağlandı. Bir yanda kereste ticareti yapan şirketler, diğer yanda büyükbaş hayvanları için otlak alan açmaya ve özellikle soya ekimi için tarla oluşturmaya çalışan çiftlikler, Amazonlardaki ağaçları hedef alıyor; yani Brezilya’nın tarım-hayvancılık ve ormancılık sektörleri, bu ormansızlaştırma hamlesinde mühim rol oynuyor.
Bu meselenin şöyle önemli bir yanı var: AB ile Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay’ın oluşturduğu ortak pazar örgütü olan MERCOSUR arasında yaklaşık 20 yıldır süren ve nihayete eremeyen anlaşma süreci, 2019 yılında temel metne son şeklinin verilmesiyle seviye atlamıştı. Ancak, artık imzalanıp bir an evvel işlerliğe kavuşması gereken anlaşma, Fransa, Hollanda, İspanya ve Avusturya gibi AB’nin tarımsal ürünlerde ve hayvancılıkta güçlü ülkelerinden gelen itirazlarla yeniden askıya alınmıştı. MERCOSUR ülkelerinin bu alanlarda AB’li üreticilerle olan yüksek rekabet gücü, AB’li çiftçileri rahatsız etmişti.
AB-CELAC Zirvesi: 'Avrupa, Latin Amerika’ya dönüyor'
İşte tam da burada, 8 yıl aradan sonra ilk kez 17-18 Temmuz’da Brüksel’de toplanan AB-CELAC (Latin Amerika ve Karayipler Topluluğu) Zirvesi’ne göz atmamız gerekiyor. Akamete uğrayan AB-MERCOSUR anlaşmasına da ivme kazandırması beklenen zirveden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen pek umduğunu bulamamış gibi görünüyor. Komisyon’un 7 Haziran’da hazırladığı bir “Latin Amerika Stratejisi” bulunuyor. Bu plana göre, AB, Latin Amerika ile ekonomik ilişkilerini genişletecek ve yatırımlarını artıracak. Özellikle Avrupa’nın yeşil hidrojenden otomotiv sanayiinin yeni elektrikli otomobiller için ihtiyaç duyduğu bataryaları üretmekte kullanılan lityum gibi ham maddelere, bunun da kaynağı olarak BRICS’e katılmanın yollarını arayan Arjantin’e gözünü dikmiş vaziyette. AB’nin bu doğal kaynakları dilediğince talan edebilmek için MERCOSUR’la olan serbest ticaret anlaşmasının nihayete ermesi ve, tabii bir de, bedel olarak CELAC ülkelerinin Rusya ve Çin ile olan tüm bağlarını geri dönüşsüz bir şekilde koparıp Rusya-Ukrayna Savaşı’nda açıkça Ukrayna’dan yana tavır alması gerekiyor. Ne var ki, von der Leyen ne Moskova’ya karşı yaptırımlar ne de Ukrayna’ya silah sevkiyatı konusunda muhataplarını ikna edebilmiş durumda. Lula, tüm uluslararası hukuk kurallarının herkese eşit şekilde uygulanması gerektiğinin altını ısrarla çiziyor.
Strateji belgesine göre, CELAC ve AB ülkelerinin devlet başkanları ve hükümetleri her yıl toplanacak, dışişleri bakanları da düzenli olarak bir araya gelecek ve taraflar arasında resmî koordinasyon mekanizmaları kurulacak. Bunlara ek olarak, Orta ve Güney Amerika’nın iki büyük ekonomisi Brezilya ve Meksika’yla da ek zirveler düzenlenecek. Çin’in Kuşak-Yol Projesi’ne alternatif bir hamle olarak AB Küresel Geçit Kapısı projesi kapsamında CELAC ülkelerine 45 milyar euroyu aşan bir yatırım paketi tahsis edilecek. Görünüşe göre, Von der Leyen’in Brezilya’da ifade ettiği gibi, “Avrupa, Latin Amerika’ya dönüyor” ya da en azından henüz kapıyı tıklatma aşamasında.
Meloni’nin yılan hikâyesine dönen Kuşak-Yol Projesi
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ile yaptıkları görüşmede, ülkesinin 2019’da yaptığı bir anlaşmayla katıldığı Çin’e ait Kuşak-Yol projesinden çekilme niyetinde olduğunu belirtmiş, kararın detaylarının bu yılki G7 Zirvesi’nin sonunda müzakere edileceğini söylemişti.
The Guardian’ın İtalyan Corriere della Sera gazetesinden aktardığına göre, İtalya Savunma Bakanı Crosetto, gazeteyle pazar günü yaptığı röportajda, dört yıl önce hükümetin aldığı kararın ihracatı artırmak için pek işe yaramadığını, Çin’in İtalya’ya yaptığı ihracatın ise arttığını ifade ederek projeye katılmanın kötü bir karar olduğunu söyledi. İtalya için en mühim şeyin, projeden Pekin’le ilişkilere zarar vermeden çekilmek olduğu görülüyor. Temmuz sonlarında ABD Başkanı Joe Biden ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmenin ardından Meloni, hükümetinin Kuşak-Yol konusunda aralık ayında karar vereceğini ve yakında Pekin’e gideceğini açıkladı.
Baerbock’un ziyaretlerinden umduğunu bulamaması ve özellikle Brezilya tarafından yaşadığı hezimet, von der Leyen’in muhataplarını Moskova’ya karşı konumlanmaya ikna edememesi, İtalya’nın yılan hikâyesine dönen Kuşak-Yol meselesi, Brezilya’nın soğukkanlılığı ve bulunduğu konumdan geri adım atmaması... Yazı dizisinin ikinci kısmıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor ancak BRICS Zirvesi öncesi AB’nin Küresel Güney ülkelerine yönelik bu hamleleri, abartılı bir ifade olmasını göze alarak diyebiliriz ki, panik havası taşıyor ve tüm gözlerin merakla BRICS Zirvesi’ne çevrilmesine neden oluyor.
/././
Çin Dışişleri Bakanı: BRICS işbirliğini ön plana çıkarmalıyız (soL)
Çin Dışişleri Bakanı Vang, 'Soğuk Savaş zihniyetine karşı çıkma' çağrısı yaptı, BRICS ülkelerinin stratejik koordinasyonunu daha da güçlendirmesi gerektiğini vurguladı.
Çin'in yeni Dışişleri Bakanı ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkezi Dış İlişkiler Komisyonu Ofisi Direktörü Vang Yi, "Soğuk Savaş zihniyetine karşı çıkma" çağrısı yaptı.
Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) yayın organı Global Times'ın haberine göre, Bakan Vang, Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde düzenlenen Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nden oluşan BRICS Ulusal Güvenlik Danışmanları Toplantısı'nda (NSA) konuştu.
Vang, BRICS'in gelişmekte olan ülkeler için önemli bir platform haline geldiğini dile getirerek, BRICS ülkelerinin stratejik koordinasyonunu daha da güçlendirmesi gerektiğini vurguladı.
Bunun gerçekleşmesi için açıklık, kapsayıcılık ve kazan-kazan işbirliğinin pratik eylemlere dönüştürülmesi gerektiğini vurgulayan Vang, "BRICS işbirliğini ön plana çıkarmalıyız" ifadesini kullandı.
Vang, "mevcut küresel güvenlik sorunları"yla başa çıkmak ve güvenlik ikilemini çözmek için "hegemonyaya direnme" ve "Soğuk Savaş zihniyetine karşı çıkma" çağrısı yaptı.
Küresel güney ülkelerinin dış müdahaleye direnmek gibi önemli bir göreve sahip olduğunu dile getiren Vang, Çin'in BRICS ortaklarıyla birbirlerinin ulusal güvenlik ve istikrarını korumanın yanı sıra, uluslararası güvenlik sorunlarıyla mücadelede de işbirliği yapmaya istekli olduğunu kaydetti.
Çin ve Hindistan ilişkilerinde istikrar vurgusu
Bakan Vang ayrıca, toplantı kapsamında Hindistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Ajit Doval ile görüştü.
Vang, Çin ve Hindistan'ın olumlu ya da olumsuz şekilde etkileşimlerinin "uluslararası düzeni doğrudan etkileyeceğini" belirterek, dünyadaki en büyük trendin, "dünyanın geleceğini şekillendirecek olan Çin ve Hindistan da dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin yükselişi" olduğunu söyledi.
Çin'in bazı ülkelerin izlediği "hegemonya arayışı" yolunda asla yürümeyeceğini öne süren Vang, ülkesinin, çok taraflılığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesini desteklemek için Hindistan da dahil olmak üzere çok sayıda gelişmekte olan ülkeyle birlikte çalışmaya istekli olduğunu vurguladı.
Vang, iki ülkenin birbirleri için tehdit değil aksine gelişmeleri için bir fırsat olduğunu ifade ederek, Çin ve Hindistan ilişkilerini erken bir tarihte sağlıklı ve istikrarlı bir zemine döndürmesi gerektiğine dikkati çekti.
Doval de iki komşu ülke olan Hindistan ile Çin'in insanlığın ve dünyanın geleceğine ilişkin birçok görüşü paylaştığını ve kapsamlı ortak çıkarlara sahip olduğunu kaydetti.
BRICS Liderler Zirvesi'nde genişleme gündemi
Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkeler grubu, üyeler arasında siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğini amaçlıyor.
BRICS ülkelerinin toplam gayrisafi yurt içi hasılası (GSYİH), küresel hasılanın yüzde 30'undan fazlasını oluşturuyor.
Grubun genişlemesinin gündemde olacağı BRICS Liderler Zirvesi, 22-24 Ağustos'ta Johannesburg şehrindeki Sandton Kongre Merkezi'nde düzenlenecek.
/././
BRICS yuvarlanan kartopu gibi büyüyor (Erhan Nalçacı-soL)
Son dönemde aniden süreç hızlandı, adeta ulusların sermaye sınıfları BRICS’e ve onun altındaki yapılara doğru koşmaya başladılar.
Bir şey oluyor dünyada, tarihin motoru çok hızlı dönmeye başladı. Başka bir deyişle emperyalist hegemonya krizinde yeni bir dönemece doğru gidiliyor.
Ne BRICS yeni, ne Doların rezerv para oluşuna karşı alternatif arayışı. 2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyayı etkisine alan iktisadi çöküş sonrası ABD hegemonyasına karşı alternatif arayışları ete kemiğe bürünmüştü. BRICS de esas olarak 2008 sonrası kendini gösterdi.
Şimdi farklı olan ne?
Son dönemde aniden süreç hızlandı, adeta ulusların sermaye sınıfları BRICS’e ve onun altındaki yapılara doğru koşmaya başladılar. BRICS’e ve BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası’na üyelik için sıraya girildi.
Gözler yeni üyeliklerin ve yeni ortak para biriminin konuşulacağı Güney Afrika’da yapılacak 22-24 Ağustos zirvesine çevrildi.
Bu baş döndürücü süreci olduğu kadar eksiksiz aktarmaya çalışalım.
Bir yerde BRICS’in IMF’si olarak adlandırılan ve yeni bir mali hegemonya aracı olarak işlev görmesi beklenen Yeni Kalkınma Bankası 2015’te BRICS üyeleri Brezilya, Hindistan, Çin, Rusya ve Güney Afrika’nın katılımı ile oluştu. 2021’de Bangladeş ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), 2023’te Mısır dâhil oldu. Uruguay’ın katılımı dışında Suudi Arabistan’ın Bankaya dâhil olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Bir parantez açıp Şangay İşbirliği Örgütü’nden de bahsedersek yönelim daha iyi anlaşılacak.
1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulan örgüte 2001’de Özbekistan, 2017’de Hindistan ve Pakistan, 2021’de İran katıldı. Ayrıca üç gözlemci ve altı diyalog ortağı bulunuyor ve diyalog ortakları içinde Türkiye de var.
BRICS’in Ağustos zirvesine hazırlık olarak yapılan ve Güney Afrika’da gerçekleşen Dışişleri Bakanlarının geçen haftadaki toplantısına ilk gün üye beş devletin, ikinci gün ise Ağustos zirvesindeki genişlemeye konu olacak 10 devletin Dışişleri Bakanları katıldı: Arjantin, BAE, Endonezya, İran, Kazakistan, Mısır, Nijerya, Senegal, Suudi Arabistan, Tayland Dışişleri Bakanları.
En önde soldan sağa BRICS üyesi Çin, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Rusya Dışişleri Bakanları, arkada ise yeni katılması beklenen İran’dan Suudi Arabistan’a, Arjantin’den Endonezya’ya 10 ülkenin Dışişleri Bakanları görülüyor.Ayrıca üyeliğe ilgi duyanlar içinde Türkiye’nin de olduğu çok sayıda ülke bulunuyor.
Zaten Brezilya-Çin, Çin-Suudi Arabistan, Çin-Rusya gibi yüklüce bir ticari hacmi yerel paralarla gerçekleştirmeye başlamış olan bu ülkeler BRICS’in Ağustos zirvesinde sadece ortak bir para birimi değil, ABD’nin dünya para transferinde kullandığı SWIFT sistemine de bir alternatif yaratmayı gündeme alacaklar.
Bu karara destek verenlerin içinde İran, Suriye, Venezuela, Küba ve Rusya başta olmak üzere ABD’nin dolar hegemonyasını suistimal ederek ve bir siyasi araç olarak uyguladığı ekonomik ablukaya maruz kalan ülkeler bulunuyor.
Bu girişimin barışçıl gibi gözüken yöntemlerine rağmen ABD hegemonyasına karşı genişleyen bir savaş ilanı olduğu çok açık.
Bu arada Ağustos zirvesine Putin’in katılımını Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) aracılığıyla engellemeye (Putin’in tutuklanması kararı alınmıştı) ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ni sıkıştırmaya çalışıyorlar. Muhtemelen Güney Afrika daha önce imza koyduğu UCM’den toplantı öncesi ayrılacak. Görüldüğü gibi sadece IMF ve SWIFT gibi mali mekanizmalar değil, Batı emperyalizminin UCM gibi diğer hegemonya araçları da çöküyor.
ABD bu kartopu yuvarlanışı ile başlayıp çığa dönüşen süreç karşısında çaresiz.
Emperyalist düzenin patronu olmak sadece savaşı örgütlemekle olmaz, emperyalist barışın da örgütlemesi gerekir. ABD geçmişte bunu defalarca yaptı; 1978’de Mısır ile İsrail arasındaki Camp David Anlaşması, ya da çatıştırmaksızın Türkiye ve Yunanistan’ın NATO içinde tutulması gibi.
Şimdi bunu Çin yapıyor, Pakistan ve Hindistan aynı anda Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılıyor, İran ve Suudi Arabistan birlikte BRICS’e koşar adım atlıyorlar.
ABD’nin üretici güçleri geliştirmedeki liderliği de çok önemliydi, 1970’lerdeki Silikon Vadisi atılımı kapitalizme bir hava deliği oldu. ABD benzer bir atılımı beceremiyor şimdi.
Çin’i durdurmak için koyduğu çip ambargosunun Çin’i yavaşlattığı ama durduramadığını yazmıştık.
Üretimi tekrar ülkesine çekemiyor ABD, ülkesinde sermaye için emek gücü pahalı, işçiler ise örgütlü ve yükselen bir mücadele eğilimine sahip.
Alternatif ekonomik birlikler kurmaya çalışıyor, Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi gibi, olmuyor. Çünkü değer zincirinde ve Asya ticaretinde Çin öyle bir yer tutuyor ki onsuz işe yaramıyor ekonomik anlaşmalar.
En becerebildikleri şeye dönüyorlar zorunlu olarak. Askeri güç kullanmaya.
Şu anda Almanya’nın bütün askeri hava üslerini (kısmen Hollanda ve Çekya’nınkileri) kullanan 25 devletten 250 uçağın ve 10 bin askerin katıldığı dev bir NATO tatbikatı yapılıyor. Türkiye üç savaş uçağı ve 56 askeri personelle katılmış.
Ve kural yok tatbikatta. Henüz NATO üyesi olmayan İsveç ve Japonya da bulunuyor örneğin. Sadece Avrupa’nın değil, Tatbikatın Kuzey Buz Denizi’nin ve Pasifik bölgesinin paylaşımı ile ilgili olduğu anlaşılıyor.
Türkiye’de işçi sınıfının tarihsel görevleriyle ilişkilendirerek süreci yakından ve dikkatlice izleyeceğiz.
NATO’nun bir felaket, BRICS’in ise yeni bir bağımlılık süreci yaratabileceğinin farkında olacağız.
(derleyen: mstfkrc)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder