24 Ağustos 2023 Perşembe

Düzensizlik, nostalji ve uyum + Tarihin son durağında mıyız? (Ergin Yıldızoğlu-Cumhuriyet)

Düzensizlik, nostalji ve uyum 

“Tarihin son durağında mıyız?” başlıklı yazımda vurgulamıştım:  

“ABD hegemonyası, onun projesi küreselleşmenin yanı sıra kapitalist uygarlığın kültürel zeminini oluşturan liberalizm hatta Aydınlanma geleneği gibi tarihsel dinamikler de çözülüyorlar”. Gelişmekte olan bu “düzensizlik”  karşısında, ABD ve Çin’in, uyum sağlama çabalarına (Mark Leonard, Foreign Affaires  Temmuz/ Ağustos, 2023) bakarak Türkiye açısından kimi dersler çıkarılabilir.

İKİ FARKLI TUTUM

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi başkanı Mark Leonard, birçok Çinli akademisyen, diplomat ve uzman ile yaptığı görüşmelerden de yararlanarak hazırladığı çalışmasında, bu “düzensizliğe” ABD ve Çin’in çok farklı reflekslerle uyum sağlamaya çalıştıklarını anlatıyor. 

Leonard, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Putin’le bir konuşmasında “100 yıldır görülmemiş değişimler yaşıyoruz ve bunların motoru da biziz” sözlerini aktararak başlıyor. Sonra bu değişiklikler karşısında ABD’nin geriye dönük adeta nostaljik bir tutum içinde Soğuk Savaş ittifaklarını yeniden canlandırmayı amaçladığını gösteriyor. Ancak yeni bir Soğuk Savaş ve bloklaşma için ekonomik, ideolojik, jeopolitik koşullar uygun değil. Genel olarak “Batı” ile Çin ekonomisi arasındaki karmaşık ilişkiler terk edilecek gibi değil. İdeolojik alanda “demokrasiler ittifakı” kavramının gerçekte bir karşılığı yok, “Küresel Güney” olarak da bilinen bağımlı ülkelerin yönetici seçkinleri artık giderek Çin ve Rusya ile ekonomik siyasi ilişkileri ABD ve Avrupa ilişkilerine tercih ediyorlar. Bunu Rusya’ya yaptırım uygulama çabaları, Nijer darbesi sırasındaki tutumlardan gördük. Güney Afrika’da toplanan BRICS toplantısına katılan liderlerin, Batı’ya yönelik eleştirel bir söylem benimsedikleri görülüyor. Sömürgeciliğin yükünü sırtında taşıyan, ABD ve Batı’nın BRICS liderlerinin algılarını ucuz ve kolay kredilerle, borç silme jestleriyle değiştirebilecek kaynaklardan yoksun olduğu da görülüyor. Nostalji gerçekle uyuşmuyor!

ABD’nin bu çabalarının olanaksızlığını Çin de biliyor, yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışmaktan çok, düzensizlikten zarar görmemeye, hatta yararlanmaya, bu bağlamda, asimetrik ilişkiler ortamında, istikrarsızlığa, ittifaklara “yatırım yaparak” hareket etmeye çalışıyor. Çin, “Küresel Güney” ve BRICS ülkeleriyle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerini derinleştiriyor, Birleşmiş Milletler, IMF gibi uluslararası kurumlarda etkisini artırıyor. 

Çin, ekonomisinin dış kaynaklara, dış piyasalara, bağımlılığını azaltmayı,  yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, uzay araştırmaları, mikro çip üretimi alanlarında teknolojik gelişmeyi hızlandırarak olası dış şokların etkilerinden korunmayı amaçlıyor. Çin, ülke içinde toplumsal istikrarı, kültürel-ideolojik homojenliği-harmoniyi korumaya, devletin, yargının iyi çalışmasını sağlamaya, özetle, tarihsel “duruma”, yeni risklere çok daha uygun bir yol izlemeye çalışıyor. 

VE BİR ABSÜRT REJİM

Bu iki farklı tutumun ışığında AKP Türkiye’sine baktığımızda karşımıza absürt  bir rejim çıkıyor. 

Dış politika hâlâ bir ona taviz bir buna taviz refleksiyle gidiyor. Rejim ve yandaşları, halkı açlığa sürükleme pahasına, ekonomiyi talan etmeye devam ediyor, rantiye sınıfının ormanlara, sahillere yönelik saldırıları hızlanarak artıyor, betonlaşma, madencilik ülkenin ekosistemini yıkmaya devam ediyor.  Toplumsal uyum, barış, harmoni çoktan yok oldu: Dinci faşizm kutuplaşmayı körüklüyor, denetimsiz, plansız göçmenler sorunu ağırlaştıkça toplumsal anksiyete, ırkçılığı, sık sık yerel çatışmaları da besleyerek artıyor. Mahkemelere, adalete güven yok oldu. Sık sık silahlar konuşuyor. Ülkenin eğitimli bireyleri, bilim insanları yurtdışına kaçarken dinci entelijansiya ve hurafe, eğitim sistemini ele geçiriyor, kadın düşmanlığını körüklüyor, pedofiliyi meşrulaştırıcı açıklamalar yapıyor; ahlak ve adalet duygusu gittikçe artan bir hızla aşınıyor.  

Bu haliyle AKP Türkiye’sinde rejim, “yeni dünya düzensizliğine”  uyum sağlamak bir yana, ülkenin ayakta kalma koşullarını hızla yok ediyor.

                                                         /././

Tarihin son durağında mıyız?

Büyük kavramlar, genelde insanlar tarihe, hatta kendi yaşamlarına bakınca “şimdi her şey ne kadar farklı” duygusuna kapıldıkları zaman gündeme geliyor. 

BÜYÜK KAVRAMLAR

SSCB ve Doğu Bloku çöktükten sonra “şimdi her şey ne kadar farklı” duygusu  “tek süper gü甓küreselleşme”, “teknolojik devrim”“ulus devletin sonu” filan gibi kavramların hızla benimsenmesini getirdi. 2008 finansal krizinin izleyen “büyük durgunluk” içinde, Çin, Batı merkezlerini kaygılandıran bir hızla büyümeye devam eder, teknolojik atılımlar yaparken bu kez, “çok kutupluluk”“büyük güçler arası rekabet”“korumacılık”“sanayi politikası”, “yeni soğuk savaş” gibi kavramlar öne çıktı. 

Bu yeni kavramlar “denizi” içinden, iki büyük, “bütünleştirici” kavram giderek önem kazanıyor. Bunlardan birincisi, on binlerce yıllık jeolojik dönemlere ilişkin: İnsan topluluklarının şekillendiği, geliştiği “Holosen” dönemi bitti, insan etkinliğinin gezegenin jeolojik yapısı üzerinde belirgin, kalıcı etkiler yaptığı “Anthroposen”  dönemi başladı diyor. İkincisi de kısa döneme, son yıllardaki gelişmelere ilişkin “Polycrisis” (çok krizli) kavramı. Bu iki kavram, birlikte düşünüldüğünde karşımıza uygarlığın, hatta bir tür olarak insanın geleceğine ilişkin çok karanlık, acil müdahale gerektiren bir tarihsel durum çıkıyor.

ANTHROPOSEN, KAPİTALOSEN, POLYCRİSİS

Anthroposen, yeni bir kavram değil. Sovyet bilim insanları bu kavramı 1960’larda insanın gezegen üzerindeki etkisini tanımlamak için kullanıyorlarmış. Anthroposen, yeni bir jeolojik döneminin adı olarak henüz resmileşmedi ama son yıllarda giderek daha sık kullanılıyor, kabul görüyor. Bir yaklaşım, bu dönemin başlangıç tarihi olarak sanayi devrimini almaktan yana. Bir başka daha genel kabul gören yaklaşım, insanın geri çevrilemez etkisinin başlangıç sınırı olarak 20. yüzyılın ortasını benimsiyor. 

Kanada’nın Ontario eyaletindeki Crawford Gölü’nde yapılan sondaj çalışmalarının geçen ay açıklanan bulguları, nükleer denemelerin atmosferdeki etkilerinin,  plastiklerin ve insan ürünü kimyasalların ilk kez rastlandığı bir sedimantasyon tabakasının, kesin bir ayrım çizgisi olarak alınabileceğini düşündürüyor.  Anthroposen kavramının resmileşme olasılığı giderek artıyor.

Ancak başlangıç noktası olarak, ister Sanayi Devrimi’ni alalım, ister 20. yüzyılın ortasını (nükleer bombayı, plastikleri), karşımıza bunların hepsini kendinde birleştiren, kültürü ve öznellikleri de şekillendiren bir başka etken çıkıyor:  Kapitalizm. Dolayısıyla, gezegenin jeolojik yapısını değiştirmeye başlayan, 40.000+ yıllık insan etkinliği değil bu etkinliğin 17. yüzyılda başlayan kapitalist biçimi ve bu biçimin 20. yüzyılda üretmeye başladığı geri çevrilemez yıkıcı süreçler. Bu nedenle, Kapitalosen (sermaye çağı) kavramının daha uygun olduğunu savunan çalışmalar da var.

“Polycrisis”, Kapitalosen içinde bir aşamada, ortaya çıkan karmaşık bir olguyu betimliyor: Birbirini besleyen, finansal, ekolojik (iklim krizi: su gıda sıkıntıları), patojenik (virüsler) ve Ukrayna, Nijer gibi “sıcak” noktalarda büyük güçleri karşı karşıya getiren jeopolitik krizler bir “toplu durum” oluşturuyorlar. Tarihçi, Adam Tooze’un çalışmalarıyla yaygınlaşan Polycrisis son aylarda, Davos çevresinde,  Financial Times gibi yayınlarda giderek daha sık kullanılıyor. Bu bağlamda polycrisis içinden çıkılması şimdilik imkânsız, Lenin’in bir zamanlar “kapitalizmin son krizi” dediği gibi bir duruma da işaret ediyor. 

ABD hegemonyası, onun projesi küreselleşmenin yanı sıra, kapitalist uygarlığın kültürel zeminini oluşturan liberalizm hatta Aydınlanma geleneği gibi tarihsel dinamikler de çözülüyorlar. Bu çözülmenin bir semptomu olarak dinci faşizm ivme kazanarak yükseliyor. Bunlar, bir tarihsel dönemin bittiğini, insanlığın, kapitalist uygarlığın son durağına geldiğini gösteriyor. Bu durakta, kapitalizmin kendi çözümünü üretmesini ümit edenleri büyük bir düş kırıklığı bekliyor. Kılıçdaroğlu-İmamoğlu CHP’sinden değişim dönüşüm bekleyenleri de...

Ergin Yıldızoğlu-Cumhuriyet

                                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder