16 Ağustos 2023 Çarşamba

Evrensel KÖŞE - 16 AĞUSTOS 2023 -

 


Pollock Grossman’a karşı: Çöküş mü, sürdürülebilir kriz mi? (M.Sinan Birdal-Evrensel)

                           ‘Milyonlar arkamda’ | John Heartfield’in kapitalizm-faşizm ilişkisine dair bir tasarımı, 1932

Nazi rejiminin yükselişine tanık olan Frankfurt Okulu üyelerinin 1930’lu yıllarda başlayan ve 1940’lı yıllarda devam eden tartışmalarında iki soru öne çıkar: 1) Nazizmi önceki rejimlerden ayıran yeni özelliği ne? 2) Rejim ne kadar istikrarlı, ne derece sürdürülebilir? (Buchstein 2019: 218)

Soruların ciddiyetini yorumlayabilmek için yükselişin ne kadar hızlı olduğunu bilmek lazım. Almanya’daki 20 Mayıs 1928 seçimlerinde Komünistler (KDP) yüzde 10.6 oy oranıyla parlamentoya 54 vekil, Naziler (NSDAP) ise yüzde 2.6 oy oranıyla 12 vekil seçtirebilmişti. 1929 Buhranı’ndan sonra gerçekleşen 14 Eylül 1930 seçimlerinde KDP yüzde 13.1 ve 77 vekil, NSDAP yüzde 18.3’le 107 vekil elde etti. 31 Temmuz 1932 seçimlerinde NSDAP yüzde 37.4 oy oranı ve 230 vekile ulaştı. 6 Kasım 1932 seçimlerinde oy oranı yüzde 33.1’e gerilemişti. Ne var ki bu son seçim olacaktı. 30 Ocak 1933’te Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından Şansölyelik görevi verilen Hitler, eski imparatorluk komutanını parlamentoyu dağıtıp 5 Mart’ta seçimleri ilan etmeye ikna etti. 4 Şubat’ta Hindenburg toplantı, yürüyüş, ifade ve basın özgürlüklerini askıya aldı. Seçimlerden altı gün önce, 27 Şubat’ta parlamento binasındaki çıkan yangından sonra Hindenburg yine Hitler’in tavsiyesiyle bir kararname çıkararak KDP’yi yasakladı ve komünistlerin kitlesel olarak tutuklanmasını emretti. 24 Mart’ta parlamento yasama yetkisini Hitler liderliğindeki hükümete devretti. 2 Ağustos 1934’te Hindenburg’un ölmesiyle Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik makamları birleştirildi, Lider Hitler’in dönemi başladı. Henüz 1938 Kasım pogromuna, 1939 Polonya, 1940 Fransa, 1941 Sovyetler Birliği işgalleri ve 1941’de yürürlüğe konulan Yahudi Soykırımı’na yıllar vardı, ancak cinayet, güç ve ganimet arasındaki ittifak 1933’te kurulmuştu. Frankfurt Okulu üyeleri de diğer birçok aydın gibi siyasi muhalefetin çöktüğü ve sürgün hayatının hüküm sürdüğü bu dönemde faşizmin yükselişini ve niteliğini tartışmaya başladılar.

Friedrich Pollock 1932’deki makalesinde kapitalizmin çöküş semptomları gösterdiğini ileri sürenlere karşı hem demokratik hem otoriter ülkelerde devlet kapitalizmi adını verdiği yeni bir toplumsal düzenin ortaya çıktığını iddia eder. Çöküş tezi 1929’da Frankfurt Okulu’nun ilk yayınlarından birinde, Henryk Grossman’ın “Birikim Yasası ve Kapitalist Sistemin Çöküşü” adlı kitabında işlenmiştir. Krakow doğumlu Grossman, Polonya’da Piłsudski’nin darbesinde evvel 1925’te Frankfurt’ta göçmüş ve Pollock’la beraber okulun ilk müdürü Viyanalı Carl Grünberg’in asistanı olarak çalışmaya başlamıştı. Grünberg ve Grossman Habsburg imparatorluğunda doğan Marxizm’in temsilcileriydi. Dolayısıyla Grossman’ın hedefinde, tam istihdam koşullarında kâr hadlerinin düşmesinin kapitalizmin çöküşüne götürmeyeceğini iddia eden Otto Bauer vardı. 1923’ten itibaren KDP’nin önemli siyasetçi ve aydınlarından Karl Korsch ve Frankfurt Okulunu finanse edecek olan Felix Weil’la Marxist teori üzerine çalışmaya başlayan Pollock’un tezlerini bu bağlam içinde yorumlamalı.

Pollock, kapitalizmin kriz atlatma özelliğine dikkat çeker. Pollock’a göre planlama tekniği, devletin ekonomik müdahale için sosyo-politik olarak yeniden örgütlenmesini mümkün kılmıştır. Plan, üretim, tüketim ve yatırım için hedefler koyarken bireyi de ekonomik bir özne olarak yeniden kurgulamıştır. Kırk yıl sonra Foucault’nun “biopolitika” olarak niteleyeceği bir şekilde, Pollock devlet kapitalizminin bireyi fizyolojik ve psikolojik olarak yeniden şekillendirdiğini, bir içgüdü ekonomi politiği inşa ettiğini vurgular. Emek artık piyasa eliyle dolaylı yoldan değil, doğrudan devlet otoritesiyle sömürülürken kâr saikinin yerini iktidar saiki almıştır. Planlı toplumda hangi sorunun öncelik kazanacağı kararı artık ekonomiden siyasete kaymıştır. Kitlesel rızanın hem terör hem sosyal devlet vasıtasıyla sağlandığı bu sistemde işçi ve emekçiler arasında tabakalaşma artmış, sınıf siyaseti olanaksızlaştırılmış, orta sınıf proleterleştirilmiş, parlamenterizm marjinalleştirilmiş ve kitleler üzerinde ruhsal hakimiyet kurulmuştur.

Pollock’un tezleri başlarda Horkheimer dışındaki tüm Frankfurt Okulu üyelerinden tepki görür. Tezler hem Weberci ideal-tipleştirme yönteminden ötürü idealist, hem de siyaseten pesimisttir. Horkheimer, Pollock’u hem kapitalizmin çöküşü argümanını öne süren Grossman’a, hem de bu argümana alternatif geliştiren Franz Neumann ve Otto Kirchheimer’e karşı savunur; başta Pollock’a kuşkuyla yaklaşan Adorno’yu ikna eder.

Horkheimer Nazizim üzerine ilk defa Kasım 1938’deki pogromlardan sonra, “Yahudiler ve Avrupa” başlıklı denemesiyle yazmaya başlar. Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı Eylül 1939’da yayına hazır olan bu metinde Horkheimer meşhur aforizmasını dile getirir: “Kapitalizmden bahsetmek istemeyen, faşizm üzerine sussun.” Ancak Horkheimer’in kapitalizm anlayışı neredeyse Von Rochau’yu andıran bir reelpolitik (uluslararası ilişkiler teorisindeki ismiyle “realist”) bir durum tespitine dayanır: “Hakimiyet ve sadece hakimiyet, onun aşılması değil” (Emery 2022: 90) Kanımca, Horkheimer’in çete sosyolojisinin yavan kalmasının başlıca nedeni ideal tipi bir yöntem olarak benimserken sonunda reelpolitiğe geri dönmesi. Böylece ekonominin önceliğinden siyasetin önceliğine ilerliyor.

Ne var ki Pollock’un Güney Batı Almanya’ya özgü Neo-Kantçılığına tepki sadece Viyana’dan esen pozitivist rüzgarlardan ibaret değildi. Pollock’a karşı en kalıcı eleştiriler Neumann, Kirchheimer ve Ernst Fraenkel gibi SPDli hukukçulardan gelecekti. Her üçü de 1933’te NSDASP’ye katılan ve siyasetin kavramsal olarak damıtıldığı bir “siyasetin önceliği” kuramının önde gelen temsilcisi Carl Schmitt’i yakından tanımakta ve ona karşı tezler üretmekteydi. Weimar mahkemelerinde iş hukuku, ceza hukuku gibi alanlarda faşizme karşı mücadele etmiş bu tecrübeli hukukçular Nazizmi bir rejim analizine tabi tutacaktı.

-Buchstein, Hubertus. 2019. “Kritische Theorie der Politik - Max Horkheimer und Otto Kirchheimer in der Kontroverse.” Leviathan 47(2): 215-243.
-Emery, Nicola. 2022. For Nonconformism: Max Horkheimer and Friedrich Pollock, the Other Frankfurt School. Leiden: Brill.

Aile hekimliği iflas eder mi?(Zeki Gül-Evrensel)

Deseler ki ilçe adliyelerinin kira ve diğer cari giderlerini savcı ve hakimler ödüyor, hatta mübaşir ve diğer memurlar ile temizlik görevlilerinin maaşını, kaleminden bilgisayarına tüm giderleri onlar karşılıyor ne düşünürdünüz? İnanmaz mıydınız? 

O zaman siz aile hekimliği modelinden bihabersiniz! Yıllar ne çabuk geçiyor değil mi? Sağlık ocakları 2006’da kapatılmış, aile hekimliği modeline geçilmişti. Geldik bugüne…

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu (AHEK), “aile sağlığı merkezlerinin (ASM) artan cari giderleri, ülkenin yaşadığı ekonomik problem, zamlar ve bunların aile hekimlerine ve halka yansımasıyla” ilgili uzun süredir kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Mesele aile hekimlerinin özlük hakkı sorunu olmayıp bizzat halkın sağlık hakkının zamana yayılmış gaspıdır. Çok bilindik ısıtılan kurbağa misaliyiz her birimiz…

TTB- AHEK’in de belirttiği üzere “mahallemizde gördüğümüz bir aile sağlığı merkezinin kapısındaki paspastan, reçete yazılan kâğıdına, temizlik malzemesinden, kullanılan elektriğine, çeşmeden akan suyundan, muayenede kullanılan dil basacağına kadar aile sağlığı merkezi içinde gördüğünüz tüm malzemeler aile hekimleri tarafından tedarik edilmekte ve satın alınmaktadır.” 

Yakında adliyesinden ilköğrenim okullarına, kamu kurumları aile hekimliği misali işletilirse şaşırmamak gerekiyor. Aldous Huxley’in ifadesi ile “tecrübe, insanın başına gelen şey değildir; o insanın o başına gelenle ne yaptığıdır”. Halk ya da birey olarak yaşadıklarımızın farkında olamazsak tecrübe damıtmak mümkün mü? Kamusal haklarımızın mekanlarını, organizasyonlarını, sağlık dahil yavaş yavaş yitiriyoruz. 

Aile hekimlerinin şahıslardan kiralanmak zorunda kalınan binaların kira artışları ev sahiplerinin insafına terkedilmiş durumda. “Sonuç olarak bu gider artışlarına dayanamayan aile hekimleri hizmet verdikleri aile sağlığı merkezlerinin kapanmasıyla bu birimlerden hizmet alan halk cezalandırılmış oluyor.” Yakında ‘gündüz aile sağlığı merkezi, gece pansiyon’ tabelaları görürsek şaşıracak mıyız? Tavsiyem hiçbir şeye şaşırmamanız.

Son sözü AHEK Sekreteri Dr. Sibel Uyan’a bırakıyorum: “İstanbul Havalimanı için mevcut kira 20 sene ötelemeye uğrarken alacakları kiranın küsuratı ile bile yüzlerce aile sağlığı merkezi yapılabilir. Bunlar tercih meselesidir. Tasarrufun şekli de yöntemi de tercih meselesidir. Maalesef bu tercihlerde her zaman zararlı çıkıyor”. 

Ve, W. Dwyer “hayatımız yaptığımız tercihlerin toplamıdır” der. Haksız mı?

Sağlıcakla ve dayanışma ile kalın….

Edremit körfezi ölüyor: Denize girenler hasta oluyor (Evrensel)

Balıkesir'in Edremit ilçesinde Körfez Siteler Derneği tarafından yapılan açıklamada Körfez'deki kirliliğe dikkat çekildi: "Körfez hızla kirleniyor, denize girenler hastalanıyor."

Balıkesir'in Edremit ilçesinde Körfez Siteler Derneği'nin yaptığı basın açıklamasında Körfez'deki kirlenmeye dikkat çekildi.

Güre Cumhuriyet Meydanı'nda yapılan açıklamaya Körfez ekoloji örgütleri, emek ve demokrasi güçleri, EMEP, Sol Parti, HDP, CHP, TİP il ve ilçe yöneticileri, Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan, CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, eski CHP Balıkesir milletvekili Mehmet Tüm, Sol Parti PM üyesi Alper Taş ve çok sayıda kişi katıldı.

Körfez Siteler Derneği Başkanı İsmail Çınar yaptığı konuşmada, "Körfez hızla kirleniyor, denize girenler hastalanıyor, hastaneler deniz kirliliğinden kaynaklı hastalarla doluyor" dedi. Bu çağda Körfez'de alt yapısı olmayan, yetersiz alt yapıya sahip mahalleler olduğunu söyleyen Çınar; "Sitelerdeki arıtma sistemleri çok yetersiz ve çok pahalı" dedi.

Özellikle yaz aylarında Körfez nüfusunun 4-5 kat arttığını söyleyen Çınar, mevcut arıtmaların yetersiz kaldığını ve atıkların arıtılmadan denize salındığını belirtti. "Yaşanan olumsuzlukların asıl ve tek sorumlusu plansız kentleşmeyi hayata geçiren devlet yöneticileridir" diyen Çınar, "çevremizi korumak bize düşüyor" şeklinde konuştu.

Son günlerde Akbelen'de yaşananlara da dikkat çeken Çınar, "Ormanlarımızı ve doğamızı, denizlerimizi, topraklarımızı devletten korumak için mücadele ediyoruz. Bunun için örgütlendik, derneğimizi kurduk. Şimdi birleşerek, çoğalarak mücadeleyi büyütmeliyiz" ifadelerini kullandı.

Çınar Körfez Siteler Derneği taleplerini şu şekilde sıraladı:

*Körfez nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede kanalizasyon altyapı derhal yapılsın.

*Yeterli kapasitede ileri biyolojik arıtma sistemleri kurulsun.

*Edremit Körfezi İzmit Körfezi olmasın.

*Denize gönül rahatlığıyla girilebilsin.

*Doğanın dengesi bozulmasın.

*İnsanca yaşayabileceğimiz ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir çevre istiyoruz.

Açıklama sırasında "Güç ver Körfezi kaybetmeyelim", "Körfez ölüyor yetkililer susuyor", "Her yer Akbelen, her yer direniş", "Havana, suyuna, denizine sahip çık" yazılı dövizler ve pankartlar taşıyan yurttaşlar sık sık slogan attı.

Dernek Başkanı'ndan sonra EDÇEP sözcüsü Kubilay Öztürk, Kazdağı Derneği adına Ömür İlgör, BURÇEP adına Hatice Engin ve TÜKODER Başkanı konuşma yaptılar.

Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan konuşurken, bazı yurttaşlar tepki gösterdiler.

"Bu kadar betonlaşmaya neden izin veriyorsunuz", "imza atmayın", "siz de bu kirliliğin ortağısınız" şeklinde tepkiler gelmesi üzerine Arslan açıklamalarda bulundu. "İmara açma izni bizde değil büyükşehir belediyesi yetkisindedir" diyen Arslan, arıtmayı taşımak yerine yeni arıtma yapmak için büyükşehirle görüştüklerini söyledi.

Son olarak konuşan CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, "Bir komşunuz olarak yaşanan sorunları biliyorum ve milletvekili olarak sorunları dillendireceğim" dedi.

Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararı iptal edildi (Evrensel)

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce duyurdu, mahkeme Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararını iptal etti.

Mahkeme Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararını iptal etti.

İstanbul Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı olan Validebağ Korusu ve Haydarpaşa Lisesi'ni içine alan sit alanı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 7 Mart 2022 tarihli kararıyla statüsü değiştirilerek yapılaşmaya açılmıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) bakanlığın bu kararını mahkemeye taşımıştı. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce, davanın sonuçlandığını duyurdu.

Twitter hesabından "İstanbullulara güzel bir haberim var" ifadeleriyle açıklama yapan Gökce, kararı şu  şekilde duyurdu:

"İstanbullulara güzel bir haberim var.

Validebağ Korusu İstanbul Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı.125 bitki, 119 kuş türüne ev sahipliği yapan, 400 yaşında anıt ağaçlara sahip ekolojik bir zenginlik. Haydarpaşa Lisesi de Validebağ korusunun devamı niteliğinde bir alanda yer alan mutlaka korunması gereken doğal bir sit alanı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 7 Mart 2022 tarihli kararıyla bu alanın sit alanı statüsünü değiştirerek yapılaşmaya açtı. Biz de Validebağ Korusu'nu yapılaşmadan korumak, İstanbulumuzun bu doğal güzelliğini gelecek kuşaklara bırakmak için gereken davayı açtık.

Sonuçta mahkeme alınan kararın planlama ilke ve tekniklerine uygun olmadığı gerekçesiyle itirazımızı kabul ederek planı iptal etti. Validebağ Korusu ve aynı alandaki Haydarpaşa Lisesi tüm güzellikleriyle İstanbullulara nefes vermeye devam edecek. Kamuoyuna mutlulukla duyururum."

(derleyen:mstfkrc)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder