19 Ağustos 2023 Cumartesi

Neoliberalizme karşı neoneoliberalizm + Laiklik sınıfsaldır + Filistin’e Suudi elçi hamlesi (Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)

 


Neoliberalizme karşı neoneoliberalizm

4 Mayıs 2023’te bu köşede “Sullivan’ın itirafı: Neoliberalizm yenildi” başlığıyla incelemiştik: ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 27 Nisan’da Brookings Enstitüsü’nde yaptığı “Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi”  başlıklı konuşmasıyla, bir ay sonra Bidenomics diye isimlendirilecek yeni ekonomi-politikalara işaret etmişti.

Sullivan’ın konuşmasından bu yana neoliberalizm üzerinden yoğun tartışmalar var. ABD düşünce kurumlarında ve medyasında ağırlıkla Bidenomics’in Reaganomics’e karşıtlığı işleniyor. Hatta Biden’ın 6 Temmuz’da “ülkeyi onlarca yıldır başarısızlığa uğratan ‘trickle-down’ ekonomisinden kurtulma” hedefini ilan etmesi, kimi iktisatçılarca  “neoliberalizmden kopuş” olarak bile yorumlanıyor. Zira Reaganomics’in trickle-down uygulamasının iddiası, özetle “zenginlere vergi indirimi vb. yollarla ekonomiyi canlandırarak toplumun her tabakasına fayda sağlamak” böylece ABD’nin küresel hâkimiyetini sürdürmekti.

AMERİKAN KAPİTALİZMİNİ KURTARMA ÇABASI
Peki Bidenomics hangi uygulamasıyla Reaganomics’ten ayrılıyor ki? Başkanlığı boyunca 4 trilyon doları pandemi vb. gerekçelerle ilaç tekellerine, mali sermayeye ve diğer egemen sınıf kesimlerine dağıtan Biden değil mi? Biden döneminde ABD’nin en zenginleri daha da zengin olmadı mı? En zengin yüzde 1’in serveti, bu dönemde yüzde 50’nin servetini geçmedi mi?Dolayısıyla Bidenomics de Reaganomics gibi, aslında en zenginleri gözeten bir ekonomi-politik programdır ve işleyişi bakımından ikisi de neoliberaldir. Fark, Amerikan kapitalizmini kurtarabilmek için Biden yönetiminin neoliberalizmde bir restorasyona yönelmiş olmasıdır. Bu nedenle Reaganomics’e neoliberalizm diyorsak, Bidenomics’e de neoneoliberalizm demek uygun düşer.

Bu restorasyon, en zenginlerin bile kabullendiği gibi, Amerikan kapitalizmini kurtarmak için şarttır. En zengin 205 milyarderin Davos’a çağrı yaparak “Bizi vergilendirin” demesi, çöken bir sistem altında kalmama, sistemi ayakta tutabilme çağrısıydı.

BİDENOMİCS’İN ÇIKMAZI
Nasıl ki neoliberalizm, kapitalizmin 1973 krizine bulduğu çareyse, Biden’ın neoneoliberalizmi de kapitalizmin 2008’de girdiği ve bir türlü çıkamadığı krizden çıkabilme arayışıdır.
Kuşkusuz Biden, küresel şartlar bakımından Reagan’a göre daha şanssız; zira bu kez çok kutuplu bir dünyada ABD hegemonyasının zayıfladığı, dedolarizasyon arayışlarının yükseldiği, ikili ticarette yerel para birimlerini kullanma eğiliminin arttığı, “küresel güney”in BRICS etrafında kümelendiği bir süreçteyiz.
Washington o nedenle NATO’yu küreselleştirme yöntemli bir strateji izliyor. ABD’nin Asya-Pasifik’te Çin’e karşı bir Asya-NATO’su kurma çabası bile son tahlilde Amerikan kapitalizmini kurtarabilmek için çünkü...

ŞİMŞEK-ERKAN RASYONALİTESİ DEDİKLERİ
Sullivan’ların tespit ettiği gibi neoliberalizmin yenildiği bir realite tabii ki... Asıl vahimi ise “rasyonalite” diyerek Türk ekonomisini Şimşek-Erkan ikilisiyle neoliberalizme tamamen bağlama çabasıdır.
Oysa tersine neoliberalizmin yenilgisi üzerinden, piyasanın tam serbestliğinin yanlışlığından planlamacılığa ve pandemide kamulaştırma ihtiyacının görülmesine kadar, pek çok şey tartışılıyor.

Aslında tartışılan, Türkiye’nin deneyimlediği karma ekonomi özetle...
Erdoğan iktidarı ise 22 yıldır neoliberalizm içinde dönüp duruyor; “nas ekonomisi” de özü itibarıyla neoliberalizmdi, şimdi doğurduğu sapmayı düzeltmek için Reaganomics’e sarılmaları da...

İşte muhalefetin asıl tartışması gereken budur.

                                                          /././

Laiklik sınıfsaldır

Cuma hutbesine “ders ve iş saatlerinin namaza göre ayarlanmasını” ekleyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, anayasanın laiklik ilkesini anımsatarak tepki gösterenleri “laikçi yobaz” ilan etti. 

Laiklik karşıtlarının kullanmaya başladığı “laikçi” kavramı; budanan, içi boşaltılan, anlamı sulandırılan ve en sonunda “altılı masa muhalefetinin” elinde “tarikatlara özgürlük” bağlamında “özgürlükçü laiklik”e dönüştürülen laikliğin 75 yıllık tersine evriminin geldiği yer ne yazık ki... 

Bu dönüşümde laikliğin sınıfsallığını görmeyen ve kavramı dünya işlerini kenara atarak din ve devlet işlerinin ayrılmasına daraltan laiklerin de payı var elbette.

LAİKLİK: KÖYLÜ, TOPRAK REFORMU, ENSTİTÜLER

Laiklik alabildiğine sınıfsaldır ve “Laiklik artı halkçılık eşittir gelişmiş demokrasidir”.

Batı’da kilise otoritesine karşı mücadele ve egemenliği göklerden yere indirme işi olarak laiklik sınıfsaldı. Türkiye’de feodal (din-tarım) toplumdan devrimle uluslaşarak sanayi toplumuna geçiş mücadelesinde laiklik sınıfsaldı. 

Somutlarsak: Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” çizgisi, toprak reformu çabası ve Köy Enstitüleri laiklikti, halkçılıktı ve sınıf savaşıydı. Sınıf savaşı olduğu için de feodal kalıntılar/toprak ağaları toprak reformuna karşı çıktı ve CHP’den ayrılıp DP’yi kurdu. Sınıf savaşı olduğu için feodal kalıntılar/toprak ağaları Köy Enstitülerine karşı çıktı ve buraları dinsizlikle suçlayarak kapanmaya zorladı. 

Emperyalist ABD de 1946’dan itibaren bu sınıflarla işbirliği yaparak önlerini açtı ve geldiğimiz yer Erbaş’ın laikleri “laikçi yobaz” diye suçlamasıdır artık.

YOKSULLARA SÖMÜRÜYÜ KABULLENDİRME GÖREVİ

Laikliğin sınıfsal olduğunun en önemli göstergeleri din adamlarının fetvalarıdır.  Örneğin Cübbeli Ahmet Hoca, 11 Aralık 2018’de “fakirlerin zenginlerden önce cennete gireceğini” söylüyor. TÜSİAD, beşli çeteler, İslami sermaye grupları bir araya gelip propaganda kaseti hazırlasalar bu kadarını yapamazlar! Üstelik Cübbeli Ahmet Hoca propagandayı o kadar ince işliyor ki “Zenginlerin çoğu dinsiz imansız” diyerek kendisini dinleyen fakirlerden onlara imrenmemesini istiyor. Kısacası “Fakirsin fakir kal, ödülün cennet” diyor.

Nitekim “Cübbeli”nin kaydının başlığı da şu: “Fakirler, zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girecekken nasıl zengin olmak istenir?”  

Sadece Cübbeli değil, onlarca, yüzlerce din adamı, hemen her gün cemaatlerine bu türden mesajlar veriyor. Böylece yoksul halk kitleleri, “zenginlerden önce cennete girecekleri” hayaliyle, dünyadaki sömürü düzenini kabulleniyor.  

İşte bu sınıfsal ilişkinin örtüsünün kaldırılmaması için laikliğe karşılar.  Egemen sınıfı oluşturan kesimlerin ittifak halinde halkı uyutmak için nasıl işbirliği yaptığının görülmemesi için laikliğe karşılar.

MUSTAFA FAZIL PAŞA’DAN ATATÜRK’E 

Bu topraklarda 150 yıldır süren demokratik devrim mücadelesi aynı zamanda bir laiklik mücadelesidir.

O nedenle Mustafa Fazıl Paşa, daha I. Meşrutiyet öncesinde, 1866’da Paris’ten Abdülaziz’e yazdığı ünlü mektubunda şöyle demiştir: “Padişahım, (…) din ve mezhep ruhta hüküm sürer; bize öte dünyanın nimetlerini vaat eder. Fakat milletin haklarını sınırlayan ve belli eden din ve mezhep değildir. Unutmamak gerekir ki din ezeli gerçekler arasında durup kalmazsa, yani dünya işlerine karışırsa hepimizi öldürür ve kendi de ölür.”

O nedenle büyük devrimci Atatürk, CHP’nin 1931 programında laikliği şu şekilde tanımlamıştır: “Din anlayışı vicdani olduğundan, fırka din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.”

Özetle laikliğin üzerinden atlayarak ne sınıf mücadelesi ne demokrasi mücadelesi ne de Aydınlanma mücadelesi olur.

                                                        /././

Filistin’e Suudi elçi hamlesi

Suudi Arabistan’ın Filistin’e elçi ataması çok önemli bir gelişmedir. Riyad’ın görevlendirdiği Nayif bin Bender es Sudeyri, “tam yetkili olağanüstü büyükelçi ve mukim (oturan/yerleşik) olmayan Kudüs başkonsolosu”  olarak görev yapacak (AA, 13.8.2023).Es Sudeyri, önceki gün Amman’daki Filistin Büyükelçiliği’nde, Filistin Devlet Başkanı Diplomasi Müsteşarı Mecdi el Halidi’ye güven mektubunu teslim etti.

İSRAİL RAHATSIZ

İsrail, Suudi Arabistan’ın kararından rahatsız. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, “Kudüs’te Filistinliler için şu veya bu şekilde fiili olarak bir diplomatik temsilcilik açılmasına izin vermeyeceğiz” dedi (AA, 13.8.2023).

Desin, yine de Suudi Arabistan’ın “mukim olmayan” elçi atayarak önemli bir kapı araladığını söyleyebiliriz.

Nitekim öyle olduğu için de Cohen bunu Riyad’ın taktik hamlesi olarak sunmaya çalışıyor. Kararı, Riyad ile Tel Aviv arasındaki normalleşme görüşmeleri nedeniyle, Suudilerin Filistinlilere “Sizi unutmadık” mesajı olarak değerlendiriyor. Öyle bile olsa Suudilerin kararı yine de önemlidir.

RİYAD’IN İSRAİL’LE NORMALLEŞME ŞARTI

Doğru, ABD şu anda Riyad ile Tel Aviv arasında normalleşme anlaşması sağlamaya çalışıyor. Hatta Wall Street Journal, bu konuda bir ilerleme olduğunu da yazdı. Habere göre normalleşme karşılığında ABD Suudilere güvenlik garantisi verilecek, Suudilerin sivil nükleer kapasite geliştirmesine yardım edilecek ve İsrail de Filistin konusunda taviz verecek.

Wall Street Journal’ın haberi ne kadar doğru bilmiyoruz ama bildiğimiz iki konu var:

1) ABD, Suudi Arabistan’ın Çin’le yakınlaşmasından çok rahatsız ve bunu frenlemek için elinden gelen her şeyi yapıyor, yapacak; bunlara İsrail’i bazı tavizlere zorlamak da dahil.

2) Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, İsrail’le normalleşmenin önşartının bağımsız Filistin devletinin kabulü olduğunu belirtmişti.

ÇİN FAKTÖRÜ

Kudüs’e elçi kararının hangi şartlarda alınabildiğini anlamak için hem Suudi Arabistan hem de Filistin cephesinde son dönemde neler yaşandığını anımsamalıyız:

1) Çin, Suudi Arabistan’la başta enerji olmak üzere, ticarette Yuan kullanılması dahil çok önemli anlaşmalar yapıyor. Çin diğer yandan mart ayında Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuk yaparak bu iki ülkenin normalleşmesini sağladı. Devamında İran-Körfez normalleşmesi geldi. Önümüzdeki süreçte de Çin-Körfez zirvesi planlanıyor. Konuyu incelediğim makalelerimde, Çin’in arabuluculuğundaki Suudi-İran barışının Yemen, Lübnan ve Filistin sorunlarına iyileştirici etki yapacağını belirtmiştim.

2) Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, iki ay önce Pekin’i ziyaret etti ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile tarihi bir görüşme yaptı. İki lider, stratejik ortaklık ilan ettiler. Çin’in Ortadoğu’da izlediği barışçı rolü öven Abbas, Şi’den Filistin-İsrail meselesinde de arabuluculuk yapmasını istedi. Şi de adil çözüm için üç maddelik bir öneri yaptı. (İsrail Başbakanı Netanyahu da yakında Çin’e gidiyor.)

ÇOK KUTUPLULUK

Evet, yeni bir dünya kuruluyor, çok kutupluluk inşa oluyor ve bu tablo hemen her ülkeye geniş bir manevra alanı yaratıyor. Suudi Arabistan’ın bundan en çok yararlanan ülkelerin başında geldiğini belirtelim; çok taraflılık ile çok kazanç elde ediyor...

Kısacası, Afrika’da ve Ortadoğu’da son dönemde yaşananlar, “Çok kutuplu dünya ne işe yarar” sorusunun açık yanıtlarıdır. Tam da bu süreçte, Ankara ise “yine AB tam üyeliği” hedefiyle Atlantik planlarına dahil oluyor!

Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder