Pasifikte sular ısınıyor: 'Ilık savaş' kurumsallaşır mı?(AYHAN KESER-SOL/ANALİZ)
Pasifik’te gerilim tırmanırken ABD, Japonya ve Güney Kore arasında geçen hafta gerçekleşen Camp David zirvesi, Asya NATO'su olasılığı ve bölgedeki silahlanmanın sürmesi nedeniyle tepki çekti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından öncelikle “iki kutuplu dünya” bakiyesi ülkelere yönelik askeri müdahale ve işgallere imza atan, eşzamanlı olarak da NATO’nun genişlemesi sürecini ilerleten ABD emperyalizmi, bir süredir temel olarak Çin’le ne yapacağına yanıt bulmaya çalışıyor.
ABD içinde bazen gizli bazen açıktan yürüyen tartışmadaki görüşlerden biri, Çin’le anlaşmaya ve birlikte hareket etmeye dönük bir strateji oluşturulmasını savunuyor. Bir başka görüşe göreyse böyle bir olasılığın tartışılması bile ABD’nin dünya çapındaki “liderliğinin” sarsılması, hatta Çin’in liderliği savaşsız yollardan ele geçirmesi anlamına gelecek.
Bu yazının hedefi “Çin’e karşı alınacak pozisyon”a dair ABD içi tartışmalara odaklanmak değil. Şimdilik vurgulanması gereken, 2008’den beri belini doğrultamayan, pandemiyle birlikteyse bazı olanaklar yakalamakla birlikte krizi derinleşen emperyalist-kapitalist sistem içindeki herhangi bir aktörün Çin ya da benzer ölçekteki ülkeye dönük kapsamlı ve “başarılı” bir strateji geliştirmesinin bugünkü koşullarda imkânsızlığı.
Bir süredir ısıtılan ve 18 Ağustos’ta ABD, Japonya ve Güney Kore devlet başkanlarının gerçekleştirdiği Camp David zirvesiyle bir kez daha gündeme oturan “Asya NATO’su” tartışmalarını anlamak için de henüz ortada tıkır tıkır işleyen gelişkin bir plan olmadığını not ederek başlamak gerekir.
Oyun kuran Çin
Yukarıda söylenen elbette uluslararası arenada yürüyen mücadelenin gelişigüzel hamlelerle sürdüğü anlamına gelmiyor. Henüz hiç kimsenin elinde tarafları konsolide edecek gelişkinlikte ve ikna kabiliyetinde bir yol haritası bulunmasa da dünya arenasının irili ufaklı pek çok aktörü, ufukları ve güçleri yettiğince oyun kurmaya çalışıyor.
Bu tabloda en “rahat” görüntü veren aktörün Çin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Temsil ettiği devasa ekonomik ve demografik gücün yanı sıra dış politika stratejisi açısından da kendinden emin bir şekilde nüfuz alanlarını genişletmeyi sürdüren Çin, uzun süredir “emek verdiği” Afrika ve Latin Amerika’nın ötesinde mevziler elde ediyor.
Örneğin ABD’nin ev sahiplerinden biriymişçesine rahat hareket ettiği Ortadoğu’dan kısmen çekilmesiyle birlikte bölgedeki Çin etkisi sıçrama yaptı ve Suudi Arabistan-İran barışı gibi sansasyonel başarılar elde edildi.
Bu tabloya Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS’e dönük ilginin tavan yapması ve özellikle de Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin barındırdığı muazzam ekonomik potansiyelin cazibesine kapılan onlarca “batılı” ülke eklenince Çin’in neden “rahat görüntü verdiği” anlaşılabilir. Çin oyununu kurdu ve ilerletiyor…
Big Brother olmanın zor(unlu)lukları
Çin görece gelişkin bir stratejiyi adım adım uygularken ABD’nin içeride yürüyen tartışmalara rağmen daha agresif bir görüntü vermesinin sebebiyse sistem içinde üstlendiği rolle ilgili. Her ne kadar uluslararası koşullar ve kriz kimsenin her alana uzanan ve başarılı stratejiler geliştirmesine izin vermese de “Big Brother” (Büyük Birader) olarak ABD’nin etkinliğini azaltmaması ve daha sonuç alıcı hamleler yapana kadar olan süreci de iyi yönetmesi gerekiyor.
ABD hamlelerinin zikzaklı yapısında emperyalist piramidin tepesinde oturmanın getirdiği hamle mecburiyetlerinin yanı sıra Çin endişesiyle tetiklenen “boş durma koştur” mantığının da payı var. Görünen o ki, ABD herhangi bir ülke ya da bölgede bir anlık duraksama yaşarsa Çin orada bitiveriyor. Yukarıda verilen Ortadoğu örneği ve özellikle İran-Suudi barışı (Pax Sinica, Çin Barışı) bu açıdan değerlendirilebilir.
Ancak bu tablonun ABD’ye atılan bir gol olduğunu düşünmemek lazım. Çünkü içerideki tüm tartışmalara rağmen ABD stratejik olarak Çin’i önce Pasifik’te sonra her yerde baskılama doğrultusunda temel bir tercihi “inşa etmeye” çalışıyor.
2010’lardan itibaren olgunlaşan Pasifik stratejisiyse tek boyutlu ilerlemiyor elbette. İşin ekonomik boyutunda Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin önünü kesmek ya da en azından tüm dünyayı sarmasını engelleyecek duvarlar örmek de var, ticaret savaşları da... Ancak Çin ekonomisinin nicel ve nitel özellikleri öyle ezilip geçilmesinin pek mümkün olmadığını da gösteriyor. Örneğin ABD Ticaret Bakanlığı verilerine göre 2022 yılında iki ülkenin ticaret hacmi 690,6 milyar dolar, ki ABD, Çin’le ticaretinde 382,9 milyar dolar açık veriyor. Bütün yaygaraya rağmen Çin’den yapılan ithalatın artmaya devam etmesi ABD ekonomisinin buna mecbur olmasıyla ilgili. Üstelik konu sadece ABD ekonomisi de değil. Çin 2021 itibarıyla 695,5 milyar avroluk hacmiyle AB’nin de en büyük ticaret ortağı oldu.
Ilık da olsa...
Böylesi bir ekonomik hacimle mücadele ediyorken başat emperyalist ülkenin gerekirse “zor oyunu bozar” demesi ve sıcak savaştan kaçınmaması beklenir ancak çok sayıda ülkede nükleer silahların bulunması Ukrayna savaşına benzer şekilde farklı coğrafyalarda çok daha “sert” bir savaşı şimdilik engelliyor.
Soğuk savaş ise farklı toplumsal düzenler temelinde oluşan iki kutuplu dünyaya ait bir kavram. Günümüzde emperyalist-kapitalist sistemin belirlediği sömürü ilişkilerinin dışında bir toplumsal düzeni temsil eden ikinci ya da “çokuncu” bir kutup olduğunu söylemek güç. Çünkü reel sosyalizmin varlığındaki iki kutbu temsil eden şey jeopolitik stratejilerden beslenen odaklar arası bir mücadele değil, sınıf mücadelesinin dünya ölçeğinde aldığı etkili biçimlerden biri olmasıydı. Uluslararası ilişkilerdeki eklemlenme biçimlerine dair yöntemsel farklar olmakla birlikte rekabet daha çok odaklar arası hegemonya mücadelesi şeklinde tezahür ediyor.
Bu mücadelede sıcak ve soğuk savaş yöntemlerinin “başlı başına” kullanılmasının güçleşmesiyse bir süredir yapılan uluslararası ilişkiler analizlerinde görmeye başladığımız “ılık savaş” kavramı üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Her ikisi de 20. yüzyıldaki şiddetli boyutlarına kıyasla “seyreltilen” sıcak ve soğuk savaşın çeşitli yanlarının bir arada kullanılması ama asla ipin ucunun kaçmaması gibi bir tanım yapılabilir ılık savaş için. Bu terim, sıcak ya da soğuk savaşı olanca şiddetiyle yaşayamayan emperyalist-kapitalist sistemin, artık çok coğrafyada ve gerekirse aynı anda, süreklileşmiş ama aynı zamanda savaşın getirdiği “düzleyici” sadelikten de yoksun bir uluslararası atmosferi tarifte basitleştirici bir yan taşıyor.
Bu haliyle Suriye’deki güncel durum, Ukrayna savaşı, Afrika’da bir süredir yaşanan darbeler, son NATO toplantısında sergilenen agresif tutum gibi Pasifik’te biriken silah ve gerilim de tarafların bazen vuruştuğu bazense itiştiği ama iplerin tamamen koparılmadığı dönemin özellikleriyle anlaşılabilir.
Askeri yığınak ve Asya NATO’su: Camp David’den sonrası
ABD emperyalizminin kendine temel rakip olarak Çin’i belirleyip ülkenin stratejik tercihlerini Çin’le mücadele eksenine yerleştirmesi doğal olarak Pasifik’teki suları ısıtmaya başladı.
2007 yılında Japonya’nın inisiyatifiyle ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya tarafından oluşturulan QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu), Pasifikteki hareketliliğin kaynaklarından biri. Burada Hindistan, Çin’le karşı karşıya geliş ihtimalini düşürmek üzere QUAD’ı güvenlik odaklı bir oluşumdan ibaret bırakmak istemiyor. Ancak yine de Çin’i hem denizden hem karadan sıkıştırmak isteyen ABD açısından işlevi genişleyebilecek bir yapıdan bahsediyoruz.
2021’de ABD, İngiltere ve Avustralya tarafından Hint-Pasifik bölgesinde nükleer denizaltılar sayesinde hegemonya kurmayı hedefleyen AUKUS adlı askeri ittifak oluşturuldu. ABD geçtiğimiz haftalarda ise kendisinin de kabul ettiği “Tek Çin” politikasına aykırı olarak Tayvan’a 345 milyon dolarlık silah göndereceğini açıkladı.
İşte 18 Ağustos’ta Camp David’de gerçekleşen ABD, Japonya, Güney Kore zirvesi bu silsilenin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Zirvenin ardından yapılan yorumlarda Asya NATO’su tartışmaları ağırlıklı yer tuttu ama bu fiili adımın atılıp atılamayacağından daha önemlisi, bölgenin karada ve denizde barut fıçısı haline getiriliyor olması.
ABD yukarıda saydığım ve doğrudan dahil olduğu örneklerin ötesinde, NATO üyesi olmayan ülkelerle farklı iş birlikleri yoluyla da operasyonlarını sürdürebiliyor. Bu açıdan Çin’le olan sorunları sayesinde QUAD’ın 2021 yılındaki zirvesine Vietnam’ın da katılmasını Pasifik’teki çelişkilerin çeşitliliği açısından not etmek gerekir.
Camp David zirvesi ya da Asya NATO’su düşünüldüğünde ABD’nin Pasifik’teki askeri varlığını güçlendirmeye mecbur olduğunun altını çizmeliyiz. Japonya’nın yeniden militarizasyonu, nükleer denizaltılar dahil çok yoğun bir silah yığınağı bunun işaretlerinden ve arkasının geleceğini tahmin etmek güç değil.
Camp David zirvesinde üç ülke, bölgede oluşacak herhangi bir güvenlik tehdidi durumunda birbirine danışmalarına yönelik bir anlaşmaya vardıklarını açıkladılar. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çin’in bölgedeki faaliyetlerinin suçlandığı zirve öncesinde ve sonrasında Çin’in tepkisini çekti.
Zirveyi değerlendiren Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin “Camp David’de toplanan ABD, Japonya ve Güney Kore liderleri, Tayvan ve deniz hakları gibi konularda Çin’e mesnetsiz suçlamalarda bulundu, Çin’in iç işlerine müdahale ettiler, Çin ve komşu ülkeleri arasındaki ilişkileri bozmaya çalıştılar. Uluslararası ilişkilerin ilkelerini ihlal eden söz konusu girişimlere kararlılıkla karşı çıkıyoruz ve ilgili taraflar nezdinde ciddi girişimlerde bulunduğumuzu ifade ediyoruz” dedi.
'Ilık savaş'a alışmamak için sınıflar…
Uluslararası rekabetin yükselttiği tansiyonun ağırlık merkezi Pasifik’te kendini hissettirmeye devam edecek olsa da gerilimin Avrupa, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu boyutlarının “hafif” olacağını söylemek güç. Gelişmeler dizginlerinden boşanmış bir savaşı şimdilik öteliyor ancak bu aynı zamanda insanlığın alıştırıldığı bir tür süreklileşmiş savaşlar dizisine de işaret ediyor.
Bu tabloda emperyalist saldırganlık elbette kontrolün kaybedildiği ve insanlığa tarifsiz acılar yaşatacak bir savaşa yol açabilir. Hiroşima ve Nagazaki’de yaptıklarının beterini de yapabilirler. Böylesi bir savaşı Pasifik’ten ya da dünyanın başka bir bölgesinden uzak tutmanın yolu ise kâr hırsı ve rekabet dürtüsüyle hareket eden odaklara değil sınıflara bakmak, emekçi sınıfların inisiyatif alabilmesi için her yolu denemek elbette. “Ilık savaş” denildiğinde kulağa daha hoş gelen ve sanki bir strateji oyunu oynuyormuşuz gibi hissettiren hissizleşmenin önüne böyle geçebiliriz.
/././
İki haftada üç ABD savaş gemisi Türkiye'ye demir attı (soL)
Tahıl Anlaşması'nın yeniden canlandırılması için diplomatik girişimler sürerken, Karadeniz'de gerilim yükseldi. Aynı dönem içerisinde 3 ABD savaş gemisi Türkiye kıyılarına demir attı.
ABD Donanması’nın en gelişmiş uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford, ''liman ziyareti'' çerçevesinde Antalya'ya demirledi.
ABD Ankara Büyükelçiliği tarafından yapılan açıklamada USS Gerald R. Ford uçak gemisinin, 6. Filo Komuta Gemisi USS Mount Whitney’nin İstanbul ziyaretinin ve güdümlü füze kruvazörü USS Normandy'nin Aksaz Deniz Üssü ziyaretinin hemen ardından Türkiye'ye ulaştığı vurgulandı.
Baykar Yönetim Kurulu Başkanı ve AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar, USS Gerald R. Ford uçak gemisinde Türk Silahlı Kuvvetleri ekibiyle birlikte incelemelerde bulunmuştu.
'Ülkemizde ABD Savaş gemisi istemiyoruz'
13 Ağustos'ta USS Normandy adlı gemi Çanakkale'deki Aksaz Deniz Üssü'ne ulaşmıştı. Milli Savunma Bakanlığı, ABD Uçak Gemisi Görev Grubu Komutanı Albay William McCormack Harkin'in, TGC Gökçeada'yı ziyaret ettiğini duyurmuştu.
18 Ağustos'ta da ABD Donanması'nda 6. Filo'ya bağlı olarak görev yapan sancak ve komuta gemisi USS Mount Whitney, Sarayburnu'na demirlemişti.
Yaklaşık 300 kişinin bulunduğu gemide bir resepsiyon düzenlenmesi TKP İstanbul İl Örgütü tarafından Galata Köprüsü'nde protesto edilmişti. Köprüde 'ABD defol bu memleket bizim!' pankartının açıldığı eylemde ''Ülkemizde ABD Savaş gemisi istemiyoruz'' denilmişti.
Karadeniz'de tansiyon yüksek
ABD gemilerinin art arda Türkiye ziyaretleri, Tahıl Anlaşması'nın durdurulmasının ardından Karadeniz'in en gergin olduğu döneme denk geldi.
Anlaşmanın durdurulmasına rağmen Ukrayna'nın Odessa limanından açılan sivil kargo gemisi, geçtiğimiz hafta İstanbul'a varmıştı.
Olayın ardından Karadeniz'de devriye gezen Rus gemisi Vasiliy Bikov, Palau bayraklı Şükrü Okan adlı Türk yük gemisine uyarı ateşi açmış ve gemiyi durdurmuştu. Ukrayna’nın İzmail Limanı'na hareket ettiği belirtilen gemiye yasak kapsamına giren bir yük taşıyıp taşımadığının denetlenmesi amacıyla durması yönünde önce uyarı yapıldığı, ancak buna tepki vermediği, bunun üzerine uyarı ateşi açılarak durdurulduğu haber verilmişti.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 25 Ağustos'ta bir Kiev ziyareti gerçekleştirdi. Bakan Fidan, üst düzey Ukraynalı yetkililerin yanı sıra Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile de bir görüşme yaptı. Görüşmelerde ana gündem maddesi Tahıl Girişimi oldu. Bakan Fidan'ın Rusya'ya da bir ziyarette bulunması bekleniyor.
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder