4 Eylül 2023 Pazartesi

"Türkiye Yüzyılı’ndan yoksulluk manzaraları" - Hilal Tok / EVRENSEL

 

Sanayi merkezlerinden biri olan Tuzla-Pendik bölgesinde yaşayan iki aile benzer yaşamlar sürdürüyor: Fatura ödenemediği için karanlık geçen geceler, okuyamayan çocuklar...

                                                                                         Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel

Engels, 19. yüzyılın İngiltere’sinde ‘emekçi sınıfların durumu’ üzerine gözlemlerini ve araştırmalarını aktardığı ilk yapıtında İngiliz sanayisinin merkezi olan Manchester’da işçilerin başlarını soktuğu mahallelerde onların yoksulluk ve sefaletini kendi gözleriyle gördü. Raporlara yansıyan ıslahevlerindeki durumu aktardığı ve bodrum katlarında tek odalı yaşamlara mahkum olan İngiliz yoksullarının yaşamından gözlemlerine yer verdiği yapıtta şu örnekler dikkat çekiyordu: “Kentlerin en kötü mahallelerindeki en kötü evler; genelde uzun bir sıra üzerine dizilmiş, tek ya da iki katlı, kiminin konut olarak kullanılan bodrumu da bulunan, çoğunca kural-dışı yapılmış kulübelerdir. Üç-dört oda bir mutfak olan bu evler, Londra’nın bazı kesimleri hariç, tüm İngiltere’de bir baştan öteki uca işçi sınıfı evidir. Sokaklarda pazar kurulur; içi doğal olarak çürümüş ve kullanılamayacak kadar kötü sebze ve meyvelerle dolu küfeler… Evler bodrum katından tavan arasına kadar işgal edilmiştir; içi-dışı pistir; görünüşleri öyledir ki, hiçbir insan onların içinde yaşamayı istemez. Camı olan bir pencere bulmak kolay değildir; duvarlar dökülmektedir; kapı-pencere çerçeveleri sağlam değildir, kırıktır; tahtaları eski olan kapılar birbirine çivilenmiştir. Yataklarda fareler cirit atar ve tabak-çanak gibi şeyler çöp kovasında yıkanır… En doğal ve sıradan gereksinimleri karşılama fırsatı olmayınca oradaki insanlar nasıl temiz olabilirdi?”

Bugün; Nazife ve Sibel’in yaşamı 19. yüzyıl İngiltere’sinde Engels’in; “Yoksulluk çoğu zaman zenginlerin saraylarına yakın arka sokaklarda oturur; ama genelde, ona ayrı bir toprak parçası ayrılmıştır; orada o, mutlu sınıfların gözünden uzakta, yapabildiği ölçüde ayakta kalmaya çabalar durur” sözlerine karşılık geliyor.

BİR HANEDE 11 KİŞİ

Sanayi merkezlerinden biri olan, bir tarafında zenginlerin yaşadığı Tuzla-Pendik bölgesinde, işçi sınıfının ‘üst üste yığıldığı’ birçok kenar mahalle var. Nazife de onlardan birinde Esenyalı Mahallesi’nde yaşıyor.

Nazife, duvar sıvaları dökülmüş, rutubetli, yıkım kararı çıkmış üç katlı bir binanın giriş katında, 10 torunuyla oturuyor. Biri intihar eden, biri cezaevinde olan iki çocuğunun çocuklarına bakıyor. 63 yaşındaki bu kadın, yıllardır KOAH hastasıyken, üç aydır akciğer kanseri hastası. Tedavi göremiyor, “Bir ilacım 1000 lira, hem hastaneye yatsam bu çocuklara kim bakar?” diyor. Zor nefes alarak konuşan, sürekli öksürük krizine tutulan, bastonsuz yürüyemeyen Nazife’nin 2 bin lira tutarında olan ev kirası bir yıla yakındır ödenemiyor. Biriken ve kesilen faturalar geçtiğimiz ay muhtarlığın aracı olduğu bir yardımla ödenmiş. Evde fareler, kertenkeleler, böcekler cirit atıyor. Evin neredeyse tüm eşyaları kırık dökük. Televizyon bozuk olduğu için çocuklar sıkılıyor.

11 KİŞİYE 1900 LİRA

Yaşamını şöyle anlatıyor: “10 senedir KOAH hastasıyım. İlaçlarımı bile alamıyorum. Bir ilacım 1000 lira. Hiçbir gelirim yok, sadece yardımlar… Bu ev yıkılacakmış. Evler çok pahalı, nasıl gideceğiz başka bir yere? Evde fareler var, kertenkeleler var. Çocuklar korka korka, üst üste yatıyorlar. Konu komşu yardım ediyor bazen. Ben çocukların yiyeceğini, deterjanını bile alamıyorum. Bu halimle gidip pazardan çürükleri topluyorum. Bazen ona bile kızıyorlar, ‘Ne yapıyorsun’ diye. Ne yapayım, çürük de mi parayla? Benimle beraber 11 kişiyiz bu evde. Devletten 6 bin lira yardım alıyorduk, kestiler. Niye kestiler bilmiyorum. Şimdi 1900 lira destek alıyorum sosyal hizmetten. 11 kişiye 1900 lira… Fırında askıdan ekmek alıyordum, çok uğraştım sonunda devletten ekmek yardımı almaya başladım. Belediyeden günlük yemek yardımı ile karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Ne yapayım ben, bilmiyorum? Memleketten bir akrabamız bize ücretsiz ev ayarladı burası yıkılacağı için, oraya gitmek istiyorum torunlarımla. Ama nakliye, yol… Bir bilet alacak paramız bile yok.”

Bir umutla yardım istiyor Nazife, devlete sesleniyor: “Ben memlekete gitmek istiyorum, yolu nakliyeyi devlet karşılarsa, orada daha düzenli yaşamımız olur, en azından kira derdimiz olmaz. Belki çocuklar düzenli okula gidebilir, ben tedavime başlayabilirim…”

10 ÇOCUĞUN 4’Ü OKULA GİTMİYOR

Evdeki 10 çocuğun en büyüğü 17 yaşında, en küçüğü 7. 10 çocuktan 4’ü okula gidemiyor. Çocuklarla konuşmaya başlıyoruz. “Sıkılıyoruz, televizyon yok” diyorlar. Okulu çok özlediklerini, öğretmenlerini çok sevdiklerini, okula gitmeyi çok istediklerini anlatıyorlar. “Okul” deyince gözleri parlayan çocukların neredeyse hepsi okuldan geri kalmış. 8 yaşındaki Leyla, “Ben çok seviyorum okulu, resim yapmayı özledim. Okuma yazma da biliyorum” diyor büyük bir övgüyle. Büyüyünce öğretmen olmak istiyor. Diğer çocuklar da ya öğretmen ya avukat olmak istiyorlar. “Herkesi kurtarmak için avukat olmak istiyoruz” diyorlar.

Konuyu birden farelere getiriyorlar, “Dün gece böyle geçti yanımızdan, biz çok korkuyoruz farelerden. Çığlık atıp uyuyoruz” diyorlar gülüşerek. Çocuklar sırasıyla kaç yaşında olduklarını ve kaçıncı sınıfa gittiklerini söylerken, eğitimin zorunlu olduğu ülkede çocukların neredeyse hepsinin eğitimden geri kaldığı ortaya çıkıyor: “Ben 13 yaşındayım 2’ye gidiyorum. Babamlar cezaevinde olduğu için okula geç başladım”, “Ben 11 yaşındayım, 3’e gideceğim”, “Ben 12 yaşındayım, 2’ye geçtim...” Okula vaktinde başlayan tek bir çocuk var…

KİRASI ÖDENEMEYEN 4 BİN LİRALIK PİRELİ EV!

                                                                                 Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel
Ahmet Yesevi Mahallesi’nde yaşayan Sibel ise 33 yaşında, dört çocuk annesi bekar bir kadın. Evine misafir olduğumuz gün karanlık çökmesine rağmen lambalarını yakmıyor. Nedenini ise elektrik faturasının olabildiğince az gelmesi için. Genelde karanlıkta oturduklarını söylüyor. Beş aydır faturalarını ödeyemediği elektrik, su, doğal gaz, borçları nedeniyle kapatılmış, şu an kaçak kullanıyor. Beş aydır ödeyemediği evin kirası ise 4 bin lira. Dört katlı bir binanın bodrum katında, mutfağı bile olmayan, güneş görmeyen bir evde oturuyor. Evdeki dolaplar, yatak, eşyalar kırık dökük. Yardımla gelen bu eşyalar, önceki sahiplerinde ömürlerini çoktan doldurmuş. Çocukların kollarındaki ısırık izlerini gösteriyor Sibel: “Bu koltukları sağ olsun biri verdi ama, ne kadar temizleyip silsem de pire dolu içi. Çocukların kollarını ısırdılar hep, bakın. Gücüme gidiyor başkasından almak, başkasının eskileriyle yaşamak. Ama başka bir şansımız da yok...”

DÖRT ÇOCUKLA HAYATTA KALMA MÜCADELESİ…

Sibel, ilkokulu bitirince ailesi tarafından okuldan alınarak, tekstil atölyesine gönderiliyor. 17 yaşına kadar çalıştığı atölyeden zorla evlendiği ‘koca evine’ gidiyor. Bir kızı oluyor, sürekli şiddet gördüğü bu evden 23 yaşında kaçıyor. Tekrar evlenen Sibel’in üç çocuğu daha oluyor, ancak ‘boşanmış bir kadın’ olduğu için eşinin ailesi tarafından şiddet görüyor. “Dul kadınım diye sürekli şiddet gösterdi eşimin ailesi yıllarca. Artık dayanamadım çıktım” diyor. Şimdi kendi ayakları üstünde durmaya çalışıyor, ancak bodrum katında, pireli bir evde, karanlık odalarda hayatta kalmaya çalışıyorlar yardımlarla. “Çocukları bırakacak yer bulsam, gider çalışırım. İlerideki okul bir temizlikçi arıyormuş mesela, çok istiyorum gideyim çalışayım. Çocuklarıma ‘Bakın bunu size ben alabildim’ diyeyim. Hiçbir gelirimiz yok, sadece aldığımız süt yardımı, belediyeden gıda yardımı, muhtarlıktan ve Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinden aldığım yardımlarla hayatta kalmaya çalışıyoruz. Ben akşama kadar hiçbir şey yemiyorum, sadece akşam yemeği yiyorum. Çocuklarım doysun yeter. Aldığımız süt yardımı ancak iki ayda bir, o da bir şey ama yetmiyor. BAĞ-KUR’lu görünüyormuşum, oysa aldığım hiçbir maaş yok. Halimi, yaşantımı devlet biliyor, sosyal hizmetler biliyor, ama yardım alamıyorum. Kimseye de muhtaç yaşamak istemiyorum ama…” diyor.

ÇOCUKLARI OKUTMAK NEDEN BU KADAR ZOR?

Sibel’in 15 yaşındaki kızı babasıyla kaldığı dönem okuldan alınmış. Şimdi yeniden okula kaydını yaptırmaya çalışıyor. İkinci sınıfa giden kızı ve ana sınıfına giden oğlu var. Eğitim çağındaki çocukların okul masrafı Sibel’i korkutuyor: “Geçen sene okul açılana kadar ikinci sınıftaki kızıma forma alamadım, bir forma olmuş 700-800 lira. Nasıl alalım? Onu da yardımla aldık. Bu sene çantası yok. Nasıl alacağız? Ben çocuğumun beslenmesine muz aldığımda, ucundan kardeşlerine de tattırıyorum, öyle koyuyorum. Çünkü diğerlerine alamıyorum. Bu sene büyük kızım okula yeniden kabul edilirse nasıl forma alacağız? Adalet yok ki, adalet olsa benim çocuklarım, biz, böyle yaşamazdık. Birilerinin eskilerini kullanmazdım, çocuklarımı bırakabileceğim, benim gidip çalışabileceğim bir yer olurdu. En küçük çocuğum 1.5 yaşında, nereye, kime bırakayım da gidip çalışayım?”

Şiddetten kaçarak yeni bir yaşam kurmaya çalışan Sibel, karşısına çıkan eğitim masrafı, barınma sorunu, gıda sorunu karşısında devletin kendilerine sahip çıkmamasına da tepki gösteriyor: “Ben çocuklarıma pazardan çürük, çıkma sebze meyve topluyorum. Ağrıma gidiyor. Hangi anne çocuklarına bunu yaşatmak ister? Hangi çocuklarını her gün ısıran pireler karşısında çaresiz olmak ister? Ben çocuklarım okusun, benim gibi olmasın, ayaklarımızın üzerinde durabilelim istiyorum. Çocuklarımı okutmak, yaşatmak neden bu kadar zor?”

Sibel, evde genelde makarna ve çorba pişirdiğini, en lüks yemeğin ise fırında makarna olduğunu söylüyor. Mutfağı olmayan evde, küçük bir tüp üzerinde pişiriyor çorbasını, makarnasını. Bulaşıkları tuvaletin lavabosunda yıkamak zorunda kalıyor. Mama alamadığı için en küçük çocuğunu pirinç unuyla besliyor. “Boşanmış ve müşkül durumda bir kadın” olduğu için bugüne kadar erkekler tarafından çok rahatsız edildiğini söylerken hayatı çok çekinerek yaşadığı görülüyor.

Bu görüşmelerin ardından haberin tam da yapım aşamasında, 30 Ağustos Zafer Bayramı konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu sözleri sarf ediyordu: “Allah’a şükür mahcup olmadık. Eğitimiyle, sağlığıyla, güvenliğiyle, adaletiyle, ulaşımıyla, enerjisiyle, sanayisiyle, ticaretiyle, tarımıyla, sporuyla, sosyal destekleri ile Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına yakışır bir altyapı kurduk. Bugün ‘Türkiye Yüzyılı’ diyoruz...”

Hilal Tok / EVRENSEL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder