24 Ekim 2023 Salı

15 yıllık cendere Lübnan İç Savaşı (4) - Ayhan Keser / soL-Özel

 İsrail’in savaşlarını ele aldığımız dizimize bugün 15 yıl boyunca 150 bin kişinin ölümüne ve bir milyonu aşkın kişinin de göç etmesine yol açan Lübnan İç Savaşı’yla devam ediyoruz.

İsrail’in kuruluşunu izleyen yıllardaki Altı Gün ve Yom Kippur Savaşları ile zaten çeşitli Arap ülkelerinin açık tarafı olduğu Filistin sorununun bölge ülkeleri için önemi daha da arttı.

Arap devletleri ile girdiği savaşları kazanarak Mısır’da Sina Yarımadası’nı Suriye’de ise Golan Tepeleri’ni işgal eden İsrail karşısında ordu düzeni ile çarpışarak kaybettiklerini geri almak için daha çok gerilla mücadelesine yönelen Filistin halkı açısından artık yeni bir sorun daha vardı.

Filistin içindeki toprakları büyük ölçüde İsrail işgalinde olan Filistinliler ve özellikle de örgütlü militan direnişçiler için yaşam alanı günden güne daralıyordu. Bu kapsamda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) militanları başta olmak üzere çok sayıda Filistinlinin komşu ülkelerdeki mülteci kamplarına yerleşmeleri gerekti. 

Çoğu 1948 Arap-İsrail Savaşı’nı izleyen günlerde olmak üzere Gazze’de 8, Batı Şeria’da 19, Ürdün’de 10, Suriye’de 13 ve Lübnan’da 12 mülteci kampı kuruldu ve bu kamplarda 1950 yılında yaklaşık 750 bin Filistinli yaşıyorken bu rakam günümüzde 5 milyonu aştı.

Mültecilerin komşulara etkileri

Filistin halkının mücadelesi başlarda Arap devletlerinin ve halkın yoğun desteğini aldı. Ancak İsrail karşısında alınan yenilgiler neticesinde Mısır’in bir ateşkes anlaşması imzalayarak İsrail’i tanımış olması, ardından Suudi Arabistan’ın mutlak olarak ABD yörüngesine girmesi gibi gelişmeler bölgede Filistin halkına verilen desteğin bazı ülkelere yoğunlaşmasına yol açtı.

Kısa süre içinde Ürdün, Suriye ve Lübnan’a göç etmek zorunda kalan yüz binlerce Filistinli gittikleri ülkenin iç dengeleri açısından da önemli bir unsur haline geldi.

Özellikle nüfusunun %90’dan fazlası Arap olmakla birlikte yarısı Hristiyan yarısı Müslüman olan Lübnan bu tabloyu kaldırmakta zorlandı ve din temelli kışkırtmalar sonucu kanlı bir iç savaş süreci başladı. 

Burada akla Lübnan İç savaşı’nın ülkeye göç eden ve nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturan Filistinli mültecilerin yol açtığı düşünülebilir. Özellikle ülkemizde ağırlığını artıran göçmen sorunu nedeniyle yalan yanlış tarihi örnekler verip göçmen düşmanlığı yapmaya hevesli çok sayıda insan var. 

Ancak Lübnan’da yaşananları tetikleyen unsurların başında 1960’lı yıllarda Hristiyanların ülkede yasal üstünlük (Parlamento’da Hristiyanlara %55 Müslümanlara %45 koltuk ayrılması) elde etme girişimleri çatışmalarının fitilini ateşlemiş oldu. Oysa hem o yıllarda ülkedeki Hristiyan-Müslüman oranı yarı yarıyaydı hem de zaten parlamentoda dini kimliklere göre dağılım başlı başına bir sorun kaynağıydı.

Taraflar olgunlaşıyor

Bu girişime hem Müslümanlar hem de seküler gruplar çok sert tepki verdi ve daha sonra Lübnan Ulusal Hareketi haline gelecek ittifak şekillenmeye başladı. Ülkedeki Hristiyan egemenliğine karşı yeni bir nüfus sayımı isteyenlere karşı Hristiyanlar sert tepki gösteriyor ve bunun Lübnan egemenlik haklarına saldırı anlamına geleceğini söylüyordu.

Lübnan İç Savaşı’nda çok sayıda örgüt ve devletin taraf olduğu bilinse de Müslüman-seküler ittifakının karşısında yer alan ana güç olarak Beşir Cemayel liderliğindeki Falanjistler (Ketiab  oldu. 

İç savaşta bir tarafı Falanjist Beşir Cemayel ve 1952-58 arası cumhurbaşkanlığı yapan Cemille Chamoun liderliğindeki Lübnan Cephesi, Özgür Lübnan Ordusu, Güney Lübnan Ordusu gibi Hristiyan milislerle İsrail oluşturdu.

Karşılarında ise Lübnan Komünist Partisi dahil olmak üzere çok sayıda solcu ve pan-Arap barındıran Lübnan Ulusal Hareketi (1982 yılından sonra Lübnan Ulusal Direniş Cephesi), Filistin Kurtuluş Örgütü, Şii Emel Hareketi, 1985 itibarıyla Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları’na bağlı çeşitli gruplar yer aldı. 

Suriye ise iç savaşın ilk yılında Hristiyanlar lehine müdahil olurken kısa sürede arabulucu pozisyona çekildi ve 30 bin kişilik Arap Barış Gücü’nün temelini oluşturdu.

Lübnan Ordusu ise Orta Doğu’nun en güçsüz ordularından biriydi ve iç savaş başladığında parçalanarak farklı tarafları destekleyen gruplara yol açmasının dışında savaşta etkin bir unsur olarak hiyerarşik yapısını korumayı başaramadı.

İç savaş başlıyor: Otobüs katliamı

Zaten ülkede gerilim sürekli tırmanıyorken Hristiyan Falanjistler tarafından gerçekleştirilen ve otobüs katliamı olarak anılan saldırı iç savaşı başlattı. Falanjist milisler 13 Nisan 1975’te Filistinli mültecileri kampa taşıyan otobüse ateş açarak 27 kişiyi katlettiler. Beyrut’a gerçekleşen bu saldırı ile birlikte o zamana kadar biriken gerilim şiddetli bir iç savaşa dönüşmüş oldu. 

Filistinli mültecileri taşıyan araçların Maruni Kilisesi’nin önünden geçmelerine engel olmaya çalışan Falanjistlerin tetiklediği bu olayın ardından yaklaşık 15 yıl sürecek ve 150 binden fazla insanın öleceği, bir milyondan fazlasının ise Lübnan’dan göç etmek zorunda kalacağı acılarla dolu süreç dizginlerinden boşandı.

Ülkenin başkenti Beyrut iç savaş boyunca Doğu Beyrut (Hristiyanlar) ve Batı Beyrut (Müslümanlar) olarak bölündü. Ancak Batı Beyrut’un nüfusu Müslüman ağırlıklı olmakla beraber, burada yalnızca islamcı hareketler yoktu. Lübnan Komünist Partisi, o dönem ülkedeki en güçlü aktörlerden biriydi. Beyrut’un Beyoğlu’su diyebileceğimiz Hamra semti Lübnanlı komünistlerin egemenliğindeydi ve İsrail ordusu hiçbir zaman bölgeyi kontrol altına almayı başaramadı.

Tel El-Zaatar katliamı

Tel El-Zaatar mülteci kampının %40’ı yoksul Lübnanlılardan kalanı ise Filistinli mültecilerden oluşuyordu. Ocak 1976’da Falanjistler tarafından kuşatılan kamp, Ağustos ayına kadar direndi. Kampın kuşatılmasının ardından Filistinli direniş grupları kuşatmayı yarmak için fedailer örgütleyip bölgeye göndermeye çalıştılar ancak bu girişimleri sürekli engellerle karşılaştı. 

Burada Falanjistler lehine müdahil olan Hafız esad liderliğindeki Suriye’nin tutumu Lübnan Ulusal Hareketi ve Filistinli direnişçiler tarafından Tel El-Zaatar mülteci kampının düşmesinin ve binlerce kişinin katledilmesinin en önemli sebeplerinden sayıldı. 

Kuşatma boyunca yaşanan katliamda toplam kaç kişinin öldüğü net olarak saptanamasa da farklı kaynaklar tarafından yapılan tahminlerde 3 ila 4 bin arası Lübnanlı ve Filistinlinin öldürüldüğü ifade edildi.

Güney Lübnan’da İsrail işgali

Tıpkı İsrail-Arap savaşları gibi Lübnan İç Savaşı da tüm dünyanın ilgisini bölgeye çekti ve arabuluculuk girişimleri ile taraflar el altından sunulan destekler birbirini izledi.

İç savaşın seyrinde önemli bir kırılma ise İsrail’in 1978 yılında Hristiyanlar lehine Lübnan’ın güneyinden ülkeye girip işgale başlaması oldu. Başkent Beyrut’a doğru ilerleyen İsrail ordusu en büyük katliamını Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında gerçekleştirilen katliamı da daha sonra İsrail devlet başkanlığı da yapacak olan Ariel Şaron’un yönlendirdi.

Sabra ve Şatilla katliamı

Lübnan İç Savaşı’nın bir başka ağır katliamı da Sabra ve Şatilla adlı mülteci kamplarında yaşandı. Ariel Şaron’un bu kamplarda 2000 silahlı FKÖ militanı bulunduğu yönündeki ısrarlı demeçleri neticesinde 16 Eylül 1982’de bu kampları kuşatan Falanjistler üç gün boyunca binlerce Filistinliyi katletti.

Liderleri Beşir Cemayel’in öldürülmesinin intikamı için fırsat kollayan Falanjistler yaklaşık 20 bin Filistinli mültecinin yaşadığı Sabra ve Şatilla kamplarında 3 bine yakın Filistinliyi öldürdü. Daha sonra pek çok katliama ve zulme imza atacak Ariel Şaron’un Beyrut Kasabı olarak anılmasına yol açan katliam bölgedeki İsrail vahşetinin öne çıkan örneklerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. 

Emperyalistlere yönelik saldırılar

İç savaş boyunca farklı odaklar bazen ara buluculuk girişiminde bulunup bazense el altından taraflara yardım ederek sürece müdahil olmaya çalıştılar. İsrail’in bölgede ve dünyadaki en büyük müttefiki ABD de bu süre boyunca hiç boş durmadı. 

ABD girişimlerine dönük tepkiler Lübnan’daki ABD misyonlarının da hedef haline gelmesine yol açtı. Bu kapsamda İslami Cihad 18 Nisan 1983’te ABD Büyükelçiliği’ne saldırı düzenledi ve 63 kişi hayatını kaybetti. Yine İslami Cihad tarafından ABD ve Fransa askerlerinin konuşlandığı kışlalara gerçekleştirilen intihar saldırıları neticesinde toplam 299 Amerikan ve Fransız askeri öldürüldü.

Birinci İntifada’dan Taif Anlaşması’na 

1987 yılında Filistin’de Birinci İntifada’nın başlaması ile İsrail’e dönük öfke ve saldırılar arttı. Ancak gelişmeler on yılı aşan iç savaşın sürdürülmesini güçleştiriyordu. Hem Lübnan içindeki dengeler iş savaşın başladığı 1975’e değişmişti hem de İsrail ve Suriye başta olmak üzere dış güçlerin müdahalesi, emperyalizmin açık ya da örtülü operasyonları iç savaşı sonlandırmaya dönük baskıları artırdı. 

Bu kapsamda ilerleyen görüşmeler neticesinde 1989 yılında Suudi Arabistan’ın Taif kendinde ve Arap Birliği arabuluculuğunda imzalanan Taif Anlaşması ile Lübnan İç Savaşı sona erdi. 

Anlama neticesinde Lübnan Parlamentosu’nda Hristiyan-Müslüman temsil oranı %55-45’ten %50-50’ye taşındı. Müslümanlara verilen Başbakanlık politik olarak Hristiyanlarda bulunan Cumhurbaşkanlığı karşısında güçlendirildi. Lübnanlı veya değil tüm güçlerin silahsızlandırılması kararlaştırıldı.

İç savaş bitti sorunlar bitmedi

Lübnan İç Savaşı sona erdiğinde ülkeye barış gelmiş olmadı. Çünkü hem bölge kaynamaya devam etti hem de iç savaşın sonuçlarından bazıları yeni çatışma ve savaşların yolunu açtı. 

Taif Anlaşması ile Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan’ı terk etti ancak ne Filistinli mültecilerin yaşadıkları sorunlar sonlandı ne de Lübnan’daki din temelli ayrışmaların tetiklediği gerilim sönümlendi. 

Bir başka sorun İsrail’in uzun süre Güney Lübnan’ı işgal altında tutmuş olmasıydı. Buraya Kuzey Lübnan’ın önemli bir kısmının Suriye egemenliğine girmesi de eklenince Lübnan İç Savaşı’nın sona ermesi, ilerleyen yıllarda İsrail-Filistin-Suriye-Lübnan arasındaki çeşitli çatışma ve savaşların öncesinde çok kısa bir süreliğine soluklanma anlamına geldi.

Ayhan Keser / soL-Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder