15 Aralık 2023 Cuma

1923 Lozan’dan sonra… - Stelyo Berberakis / T24

 Lozan bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Ama Lozan olmasaydı nasıl bir Türkiye, nasıl bir Yunanistan olacaktı; bu da başka bir tartışma konusu

1923 Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümü nedeniyle Yunanistan’ın çeşitli yerlerinde konferanslar düzenlendi. Yurt içi ve yurt dışından akademisyenler ve araştırmacılar katıldı. Lozan öncesi ve sonrası hakkında yapılan araştırmalar kamuoyu ile paylaşıldı.

Türkiye ve Yunanistan’ın “tapuları” olarak da bilinen Lozan Antlaşması’na Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri katılmıştı.

Oldukça çetin ve zaman zaman kesintilere uğrayarak geçen ve nitekim mutabakat sağlanan Lozan Antlaşması, günümüze kadar hala zaman zaman tartışma konusu oluyor.

“Lozan Antlaşması 100 yıl sonra sona erecek” türünde sosyal medyada sıkça gündeme gelen ancak aslı astarı olmayan sesler Türkiye’de de duyuldu.

Lozan’da taraf olan ülkelerin hiçbiri, bugüne dek Lozan’daki maddelere karşı çıkmadı.

Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümü nedeniyle Yunanistan’ın güneyindeki Mora yarımadasının Kalamata kentinde düzenlenen konferansa katılma fırsatı buldum.

Yunan Eğitim Bakanlığı’nın öncülüğü ile düzenlenen, Türkiye dahil birçok ülkeden gelen akademisyen ve araştırmacıların katıldığı üç günlük konferansta, daha çok Lozan öncesi ve sonrasında ülkelerin karşılaştığı sorunlar ele alındı.

Bu zaman süresinde Lozan Antlaşması’nın özellikle insani boyutlarını içeren maddelerinin hangi ülkeler tarafından nasıl ihlal edildiği; Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan zorunlu halk mübadelesinin ülkeler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri belgeleriyle anlatıldı.

Kalamata konferansına Türkiye’den, İngiltere’den, ABD’den, Fransa’dan, Bulgaristan’dan ve Yunanistan’dan konuşmacılar katıldı. Her biri Lozan ile ilgili araştırmalarını dile getiren konuşmalar yaptı ve kendilerine yöneltilen soruları yanıtlamaya çalıştı.

Lozan Antlaşması’nı enine boyuna konuşmak, tartışmak elbette üç güne sığdırılamayacak kadar çok boyutlu bir konu.

Ama bu üç günlük konferansta ele alınanların arasında en çok dikkatimi çekenler; esir takasları, halk mübadelesinin getirdikleri ve savaştan sonra ülkelerin yeni bir savaşın eşiğine gelinmiş olmasıyla ilgili yapılan araştırmalardı.

İngiliz konuşmacılar İngiltere’nin Lozan’da oynadığı rolü; Amerikalı konuşmacılar ABD’nin savaş sonrasında yaptığı insani yardımları; Bulgar konuşmacılar Türk ve Bulgar güçlerinin (çeteleri) zaman zaman yaptıkları iş birliğini, Türk ve Yunan konuşmacılar da Lozan’ın halklar üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini, savaş tazminatlarının ödenmesi gibi konuları işlediler.

Mübadele yerel Yunan halkını nasıl etkiledi, Türkiye’de nasıl karşılandı?

Yunan konuşmacılar, Lozan antlaşmasından sonra iki ülke arasındaki halk mübadelesinin, o dönemde nüfusu 5 milyonu geçmeyen Yunanistan’ı nasıl etkilediğini anlattılar.

Yunanistan’ın, Anadolu yenilgisinden sonra zaten siyasi ve ekonomik krizler geçirdiği bir dönemde Anadolu’dan yaklaşık bir buçuk milyon sersefil Rum asıllı Anadolulu göçmen almasıyla daha da zor bir duruma düştüğü anlatıldı.

Anadolu Rumlarının Yunanistan’ın o dönemdeki nüfusun neredeyse üçte birini oluşturması, örneğin bugün 10 milyon nüfusu ile ekonomik şartları daha iyi olan Yunanistan’ın 3 milyon perişan göçmeni almak zorunda kalmasına benzetildi.

Konuşmacılar, mübadillerin her ne kadar kültür, müzik (rembetika), sanat, zanaat, dans, mutfak gibi gelenek ve göreneklerini beraberlerinde getirmekle Yunanistan’ın gelişmesine ve kalkınmasına ne denli büyük katkılar sağladıklarını anlatırken; felaketi fırsat bilenlerin ise çok sayıda Anadolu Rum kadınını “geçimlerinin sağlanması” karşılığında fuhuşa zorlamaları ve erkekler arasında uyuşturucu kullanımı ve kara borsa gibi kontrolden kaçan yasa dışı faaliyetlerin yerel halk üzerine getirdiği olumsuz etkileri de dile getirdiler.

Yerel halkın, mübadelenin getirdiği bu karmaşa nedeniyle ve bir bölümünün Türkçeden başka dil bilmeyen Rum mübadilleri çoğu zaman “Türk tohumları” gibi tabirlerle aşağıladığı da anlatılanlar arasındaydı.

Ayrıca, Yunan hükümetinin mübadillere vaat ettiği nakit ve geride (Anadolu’da) bıraktıkları taşınmazların karşılığındaki mali yardımların 1930 yılında parlamentoda onaylanmasına rağmen, bu tazminatların ancak 1941’de kendilerine verildiği; ancak Yunan parasının uğradığı enflasyon yüzünden vaat edilenlerin yarısını alabildikleri gibi gerçekler de dinlendi.

Dahası, Lozan Antlaşması’ndan iki yıl sonra, yani 1925’te, “Yunan ordusunun Anadolu bozgununu kabullenmeyen” aşırı milliyetçilerin “Yunan ordusu yenilmedi; komünistler ve Yahudiler orduyu sırtından hançerledi” gibi faşizan sloganlarıyla yollara döküldükleri ve “Türkiye’ye karşı intikam  savaşı ilan edilmesi” gibi çağrılarda bulundukları, oysa Yunan hükümetinin bu çağrılara kulak asmadığı; hatta Anadolu’dan dönen askerlerin “savaşın vahşetini, acı yönlerini ve  cinayetlerini bir daha yaşamak istemediklerini” anlatan konuşmalar yaptıklarını ve hemen bütün askerlerin savaş karşıtı “sol eğilimli” partilere ve çoğunun Komünist Parti’ye yöneldikleri gibi; Lozan sonrasında yaşananların bilinmeyen yönlerini duyma fırsatını bulduk.

Diğer bir Yunan konuşmacı, Yunan ordusunun İzmir’den Ankara’ya ilerlemesine karşı çıkanların o dönemdeki hükümetin “seferberlik ilanı”na uymadıkları için yalnız Atina ve yöresinde seferberliğe çağrılan erkeklerin yüzde 68’ının “firari” ilan edildiklerini belgeleriyle anlattı.

Esir takasıyla ilgili ise Türk ve Yunan konuşmacılar, Türkiye’de yaklaşık 25-30 bin Yunan askerinin ve sivil Rum’un Talas bölgesinde; Yunanistan’da da 15 bin kadar Türk asker ve sivil esirin Atina ve Volos gibi bölgelerde barındırıldığını anlattı. 

Türk esirlerin, savaş nedeniyle erkek nüfusun azalmasıyla Atina’nın ana caddelerinin yol inşaatlarında, demir döküm fabrikalarında ve tarım işlerinde çalıştırıldıkları anlatıldı. Türkiye’deki esir kamplarında ise normal askerlerle rütbeli askerlerin ayrı ayrı yerlerde barındırıldıkları aktarıldı.

Ancak her iki ülkenin de karşı tarafı “esirlere kötü muamele ettiği” gibi suçlamalar yöneltiyordu.

Konferansta, ayrıca Kurtuluş Savaşı süresinde propaganda amaçlı yapılan Türk ve Yunan yapımı siyah-beyaz belgeseller gösterildi.

Yunan ordusunun Uşak’ı nasıl yaktığını ya da Yunan askerlerinin nasıl asıldığını gösteren manzaralar gözler önüne serildi.

Diğer yandan, Türkiye’nin o dönemde yaklaşık 13 milyon nüfuslu ancak yüzölçümü itibariyle daha büyük bir ülke olduğu için Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden yaklaşık 500 bin mübadili; yerel Türk toplumunun gelenek ve göreneklerini “Rum tohumları” gibi aşağılayıcı birkaç istisna dışında olumsuz yönde etkilemediği ve Türkiye’nin bu göçü içine daha kolay sindirdiği belirtildi.

Bu ve bunlar gibi hayattan alınan birçok sayısız örnek insanoğlunun ırkı, rengi, dini, milliyeti ne olursa olsun savaş vahşeti ve dehşeti karşısında da eşit olduğunu gösteriyor.

Lozan bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Ama Lozan olmasaydı nasıl bir Türkiye, nasıl bir Yunanistan olacaktı; bu da başka bir tartışma konusu.

Tarihte “öyle olmasaydı, böyle olurdu” gibi teorik görüşlere yer verilmez ya da ciddiye alınmaz.

Buna karşın, yıllar önce Atina Üniversitesi’nin yaptığı bir “brain storm” çalışmasına göre; halk mübadelesi olmasaydı bugün Yunanistan’da 1,5 milyon Türk; Türkiye’de ise 5 milyon Rum yaşayacak; belki de bir konfederasyon kurulacaktı... (Mı acaba?)

Stelyo Berberakis / T24    


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder