Sınıflar mücadelesine emperyalizm kavramını mahkûm ederek üretilmeye çalışılan her yanıtın, getirilen her sınıfsız, partisiz, devletsiz güncellemenin, bedelini emekçi halklar ödüyor.
1933 İtalya doğumlu, '60'lı yıllarda İtalya'da sol komünist Operaismo akımıyla ortaya çıkan otonomi hareketinin en önemli teorisyeni olan Antonio Negri, geçtiğimiz günlerde, Fransa'nın başkenti Paris'te, 90 yaşındayken hayatını kaybetti. Ölümü, pek çoklarında bir dönemin kapandığı hissini uyandırıyor. Biz ise, bu ismi ve fikirlerini belki de en çok Haziran Direnişi itibariyle duyduk/tartıştık, direnişin kimi pratiklerinin bu tezleri "doğruladığına" dair, özelikle, akademide ifade bulan görüşler hasebiyle.
"İmparatorluk çağına modern egemenliğin alacakaranlığından geçilerek girildi. Emperyalizmin aksine İmparatorluk toprak temelli bir iktidar merkezi yaratmadığı gibi, sabit sınırları ya da engelleri de tanımaz. İmparatorluk giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine katmakta olan merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır. İmparatorluk, değişken komuta ağları yoluyla melez kimlikleri esnek hiyerarşileri ve çoklu mübadeleyi idare ediyor. Emperyalist dünya haritasındaki ayrı ulusal renkler imparatorluğun küresel gökkuşağı içinde erimekte ve kaybolmaktadır." (İmparatorluk, s. 19)
Kabul, okuyanı mistik bir dünyaya davet ediyormuş izlenimi uyandıran bu bol betimlemeli, şiirsel retorik, insanda kısmi bir sarhoşluk yaratıyor, moda tabirle okuru "yakalıyor." Ancak sarhoşluğu atmak, dildeki bu süsü biraz kazımak ve hem yukarıda alıntı da yaptığımız, Michael Hardt ve Antonio Negri imzalı ortak çalışmalardaki tezlerin hem de teorisyen olarak Negri'nin tarihsel olarak nereye oturduğuna, nasıl bir boşluğu, ne şekilde doldurduğuna bakmamız gerekiyor.
Arayışlara zemin hazırlayan neydi?
II. Dünya Savaşı'nın ardından, faşizmle mücadelede antifaşist halk cepheleri kuran Avrupa ülkelerinde cepheciliğin giderek amaç hâline gelmesi, Avrokomünist partilerin sosyalizme parlementer demokrasiyle geçme hedefiye tutturdukları revizyonist çizgi, SSCB'nin bir karşı kutup olarak varlığı ve güçlü işçi sınıfı mücadelesi sayesinde sınıfın elde ettiği haklar neticesinde sosyal devletin bizzat ulaşılması gereken hedef olup çıkması, yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucunda hizmet sektörünün sanayi sektörünün kapasitesini geçtiğine, fabrika emeğinin yerini iletişimsel, duygulanımsal emek gibi maddi olmayan emeğe bıraktığına dair analizler, birtakım akademik çevrelerin "klasik" işçi sınıfının düzenle uzlaştığına dair çıkarımlar yapmasına sebep oluyor, komünist partilere olan güveni iyiden iyiye sarsıyordu.
Buna göre, işçi sınıfı devrimin motor gücü olmaktan uzaklaşıyor, zaten yeni esnek çalışma rejimi yüzünden sınıfın karakteristikleri değişiyor, düzenle bütünleşen işçi sınıfının sarmalandığı bu ideolojik kuşatmayı yarması imkânsızlaşıyor, dolayısıyla, devrimin motor gücü, eğitim, cinsiyet eşitliği, barış, cinsel özgürlük gibi taleplerle bir araya gelen ve '68 öğrenci hareketininin mimarı, düzenle bağı en gevşek toplumsal kesim olan öğrenciler, kadınlar, filizlenen yeni orta sınıf oluyordu.
Marksizm'in "iflası"
Marksizm'in açıklayıcılığını yitirmesiyle girdiği bunalıma yanıt üretme çabasıyla yapılan bu analizlerin sonucunda ortaya yeni tezler atıldı. İşte Negri'nin Hardt'la birlikte 2000 yılında yazdığı İmparatorluk ile 2004'te yazdığı ve "yeni çağın komünist manifestosu" olarak selamlanan Çokluk kitabı bu uğraşın neticesinde ortaya çıktı. Foucault, Deleuze ve Guattari gibi Fransız postmodernistlerin yoğun etkisinin görüldüğü bu çalışmalara göre, emperyalizm kavramı, Sovyetler'in çözülüşünü ve ardından eski sosyalist ülkelerin emperyalizme entegrasyon süreçlerini açıklamaktan aciz duruma düşmüştü. Ulus devletlerin miadını doldurduğu bu yeni düzen, ancak yukarıdaki alıntıda da tariflenen biçimiyle ulus ötesi imparatorluk kavramında karşılığını buluyordu.
1999'da Seattle'da Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı düzenlenen eylemler, 2008 krizinin ardından 2011'de ABD'de başlayan Occupy (İşgal Et) gösterileri, yine 2011 itibariyle Tunus, Mısır gibi Arap ülkelerini sarsan halk hareketleri, 2013'te Türkiye'de Gezi Direnişi ve bu süreçteki işgal evleri gibi komünal pratikler, ötekilerin her türlü iktidarı reddetmek üzere hiyerarşisiz, programsız oluşturdukları "çokluk"un nelere muktedir olduğuna ispattır âdeta. İşçi sınıfı, bu çokluk'u oluşturan bir öğedir artık, sınıfın öncü partisine de, dolayısıyla, artık gerek yoktur. Leninizm, tarihe karışmıştır.
Kürt Hareketi'yle etkileşim
2000'li yıllarda, en etkili yorumları getiren Hardt ve Negri'nin yanı sıra, Laclau, Mouffe ve Bookchin'in Marksizm'in devlet, parti ve sınıf tahlillerini mahkûm ederek bunların ötesinde, kurtarılmış otonom adacıklar, yatay örgütlenmeler, iktidarı almadan değişim gibi anarşist siyaset saiklerinin taşıyıcısı olduğu radikal demokrasi yorumlarından etkilenen ve o sırada İmralı'da hapiste olan PKK lideri Abdullah Öcalan, Kürt meselesinin çözümü için yeni bir ideolojik hat çiziyordu.
Kurtuluşun yeni bir devletten ziyade radikal demokrasi ve konfederalizmin geliştirilmesi ve özyönetimlerle geleceğini formülize ediyordu. Bunun öznesi olan halk ise, baskı altındaki etnik, dinsel, kültürel ve tüm cinsiyet ve cinsel yönelim gruplarıydı; çokluk'ta olduğu gibi. Pratik örneğinin Rojava kantonları olduğu varsayılan bu teoride, ordusu, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ortaya çıkan yapılanma devlete benziyor. Papazın çelişkisidir, diyelim.
Çelişki demişken...
Göçlerin, sınırları hükümsüz kılarak ulus devletlerin sonunu getireceğini, yeryüzünün konar-göçer bu ezilenlerinin, kerameti kendinden menkul bir homojenlikle evrensel bir yurttaşlığı oluşturacağını ve sınıflı toplum yapısını tarihe gömeceğini iddia eden Negri'nin bu tezleri, çeyrek yüzyılda yanlışlanmış görünüyor. Göçler, merkez kapitalist ülkelerin sınırlarını bu insanlara karşı daha da güçlendirmelerine sebep olmuş vaziyette, sınırlarda yaşanan insanlık dramlarına hepimiz şahit oluyoruz. Göçe zorlanan halklar, dünyayı kerameti kendinden menkul bir evrensel yurttaşlık idealine de yaklaştırabilmiş görünmüyor; tersine, tüm dünyada yükselen faşizmin ayak seslerini dinliyoruz.
Görüldüğü üzere, sınıflar mücadelesine emperyalizm kavramını mahkûm ederek üretilmeye çalışılan her yanıtın, getirilen her sınıfsız, partisiz, devletsiz güncellemenin, Kautskyci tezlerin her çeşitlemesinin bedelini emekçi halklar ödüyor. Bu anlamda, Negri'nin tezlerinin Batı cephesine yeni bir şey getirmediğini söyleyebiliriz. Ancak, bu güncelleme uğraşlarının, karşılığında Marksizm-Leninizm mevzilerini savunan, tabiri caizse, kurşun sıkmadan teslim olmayan bir cephenin açılmasını/savunulmasını da sağladığı için hakkını teslim etmek gerek.
Nagihan Çakır / soL-Görüş
KAYNAK:
Negri, Antonio ve Michael Hardt. İmparatorluk. çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı, 2001.
Negri, Antonio ve Michael Hardt. Çokluk. çev. Barış Yıldırım, Ayrıntı, 2011.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder