14 Aralık 2023 Perşembe

Ödemeler dengesinde işler yoluna girdi mi? - Mustafa Durmuş / T24

 

Ülke ekonomisinin cari açıkla büyüyebilmesi için sırasıyla; büyük çapta doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına, portföy yatırımlarına ve yabancı bankalardan sağlanacak kredilere ihtiyaç var.

Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, "Büyümede dengelenmeye yönelik politikalarımızla cari denge ekim ayında da fazla verdi, yıllık açık mayısa göre 9,6 milyar dolar azaldı. Cari dengedeki düşüş ve ülkemize yönelik artan uluslararası yatırımcı ilgisi sayesinde rezervlerimiz 140 milyar dolar ile tarihi yüksek seviyesine ulaştı" (1) dese de, ekim ayı ödemeler dengesi verileri Türkiye ekonomisinin yüksek cari açık sorunu biçiminde kendini gösteren yapısal sorunlarının devam ettiğini gösteriyor.

Ayrıca bu açığın finansman biçimi ve yabancı kaynak temin etme konusundaki sıkıntılar önümüzdeki yıl ekonominin daralacağına işaret ediyor.

Cari açık ülke ekonomisinin büyüme motoru

Cari açık denildiğinde, kabaca, bir ülkenin ithalatının ihracatından çok daha fazla olması, buna karşılık turizm gelirleri gibi gelirlerinin de bu açığı kapatmaya yetmemesi yüzünden ortaya çıkan bir dış açık kast edilir.

Bu yıl ocak-ekim dönemini kapsayan 10 ayda, geçen yılın aynı dönemine göre, cari açık sadece 1,7 milyar dolarlık bir artış gösterdi (yüzde 4'lük artış). Keza bu 10 ayın 3 ayında cari denge fazla verildi. (2)

Cari açığın büyümesindeki bu yavaşlama ve eylül ve ekim aylarında üst üste bu açığın fazlaya dönüşmesi iyi bir şey gibi görünse de, peşin konuşmamakta fayda var. Zira bu açığın finansman biçimi derinde yatan bazı sorunları yansıttığı gibi,  önümüzdeki bir-iki yıl ekonomik büyüme açısından pek iyimser ip uçları da vermiyor.

Yabancı kaynak girişi azaldı

Öncelikle, aşağıda tarafımızca hazırlanan özet tablodan da görülebileceği gibi, doğrudan yabancı sermaye girişleri yüzde 31 oranında azaldı. Dahası ekonomiyi döndüren ve "sıcak para" olarak da anılan portföy yatırımları yüzde 68 azaldı. Hisse senedi piyasasından (BİST) net çıkışlar (azalarak da olsa) devam etti. Yani yabancıların borsadan çıkışı sürdü.

Faiz artırımının etkileri

Buna karşılık bu süreçte yabancılar, yüzde 8,5'ten bugün itibarıyla yüzde 40'a kadar çıkan MB politika faizinden faydalanmak için borç senedi/DİBS  (faiz) piyasasına yöneldiler.

Öyle ki haziran ayına kadar net çıkışların olduğu bu piyasaya hazirandan itibaren, giderek artan biçimde, girişler oldu. Yani bu piyasadan geçen yıl ve bu yılın mayıs ayı dâhil çıkışlar söz konusu iken, bu yıl 4 milyar doların üzerinde bir giriş var.

En büyük fonlayıcı devlet

Cari açığı fonlayan en büyük iki kalemden biri, yaklaşık 15 milyar dolar ile kamu bankaları dâhil, bankaların aldığı dış krediler (bu yıl yüzde 2'lik küçük bir artış olsa da).

Ancak buradaki asıl husus fonlamayı asıl olarak devletin üstlenmesi. Öyle ki TCMB'nin swap/takas yoluyla diğer merkez bankalarından borçlanması 13,6 milyar doları buldu. Yani geçen yıla göre TCMB borçlanması yüzde 84 arttı. Geçen yıla damgasını vuran Net Hata ve Noksan Kalemi ise tersine döndü ve bu kalemden 8 milyar doların üzerinde çıkış oldu.

İşte Bakan Şimşek'in, brüt rezervlerin 140 milyar doları bulduğuna yönelik yaptığı vurgusunun ardındaki asıl gerçek tam da bu. Özetle, döviz rezervleri ihracat artışları gibi döviz kazandırıcı doğal yollarla değil, bankaların yurt dışından sağladığı kredilerle ve yine TCMB'nin dışarıdan döviz borçlanmasıyla arttı. Bu, kendimize ait olmayan (borç para niteliğinde) döviz rezervlerimizin olduğu anlamına geliyor.

Nitekim bu durum TCMB'nin Uluslararası Rezervler ve Döviz Likiditesi Gelişmeleri (Aralık) raporunda da belirtiliyor. Buna göre 1 Aralık itibarıyla,  toplam resmi rezervler 140,1 milyar dolara yükseldi. Ancak bunun 85,6 milyar dolarlık kısmı döviz varlıklarından oluşurken, bunun da 70,3 milyar dolarlık kısmı merkezi yurt dışında bulunan yabancı bankalar, BIS, IMF ve 11,9 milyar dolarlık kısmı ise merkezi Türkiye'de bulunan bankalarla yapılan swaplardan/takaslardan oluşuyor. (3)

Ödemeler Dengesi (2022-2023 Ocak-Ekim)
                                                                        
(Kaynak: TCMB)

Bu veriler, politika faizindeki artışların sermaye girişlerini artırsa da yeterince yabancı kaynak girişi sağlayamadığını gösteriyor. Bunda enflasyonun hâlâ çok yüksek olması yüzünden cari reel faizlerin negatif olmasının etkisi var kuşkusuz. Nitekim bu yüzden, politika faizinin bu ay da 250-500 puan arasında artırılarak yeni yılda da faiz artışlarının sürdürülmesi bekleniyor.

Gri Liste önemli mi?

Ayrıca ülkede anayasanın fiilen rafa kaldırılması, hukukun üstünlüğünden söz edilememesi, özel mülkiyet haklarının ihlaline yönelik düzenlemeler gibi piyasa ekonomisinin kuralları ile ters düşen uygulamaların yanı sıra, ülkenin kara para ile mücadele açısından hala Gri Listede yer alıyor olması yabancı sermaye girişlerini caydırıyor. Bu faktörler özellikle de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki sert düşüşte ve borsadan çıkışta kendini gösteriyor. 

Gri Liste konusunu biraz açmakta yarar var. 1989'da G-7 ülkeleri tarafından kurulan Mali Eylem Görev Gücü (FATF), küresel mali sistemi kara para aklama ve terörizmin finansmanına karşı korumak için politikalar geliştiren ve teşvik eden hükümetler arası bir organ olarak işlemeye başladı.

Bu çerçevede devletlerin kara para aklama ve terörizmin finansmanı sorunlarıyla yasal ve düzenleyici eylemler yoluyla nasıl mücadele etmesi gerektiğine dair 40 tavsiye kararı yayınlandı. 2000 yılından bu yana da kurum, periyodik olarak, stratejik AML/CFT eksiklikleri olduğuna karar verdiği ülke ve yetki alanlarının listesini yayımlıyor.

Bir başka anlatımla, FATF'nin Gri Listesi, kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme politikalarında stratejik eksiklikleri olan ülkeleri kamuya açık bir şekilde tanımlıyor, listeliyor. Bu tür eksikliklere sahip ülkelerin listesi Gri Liste olarak anılıyor.

Gri Liste yabancı sermaye girişlerini olumsuz etkiliyor

Gri Liste'ye alınmanın bir ülkeye olan sermaye akışını ne kadar etkilediği hususu ise politika yapıcıların, yatırımcıların ve ayrıca (ülke gözetimi, kapasite geliştirme çabalarının önceliklendirilmesi ve Fon destekli programlara yönelik talep tahminleri ve geri ödeme kapasitesi tahminleri ile ilgili olarak), IMF'nin de ilgi alanına giriyor.

Bu çerçevede bir IMF araştırmasının bulgularından söz etmek gerekiyor. Bu çalışma (4), çıkarımsal bir makine öğrenimi tekniği kullanarak sermaye girişi etkisinin büyüklüğünü tahmin ediyor ve sonuçta Gri Listenin sermaye girişlerinde büyük ve istatistiksel olarak anlamlı bir azalmaya yol açtığını ortaya koyuyor.

Buna göre, bir ülke Gri Liste'ye alındığında, ülkeye olan sermaye girişleri GSYH'nin ortalama yüzde 7,6'sı oranında azalıyor. Bu etki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında ortalama olarak GSYH'nin yüzde -3,0'ü ve portföy yatırımlarında ortalama olarak GSYH'nin yüzde -2,9'u oranında ve diğer yatırım girişleri üzerinde ortalama olarak GSYH'nin yüzde -3,6'sı oranında azaltma biçiminde görülüyor. Keza Gri Listedeki bir ülkeye fon akışlarda ani bir sermaye kaybı dış rezerv kaybına yol açabiliyor ve bu durum kırılgan ülkeler için ödemeler dengesi krizi ve bir IMF programı talebi anlamına gelebiliyor. (5)

Bakan Şimşek'in Türkiye'nin Gri Liste'den çıkartılması yönündeki temennisi ise, kara paranın yaygınlığı ve ülke ekonomisinin ve siyasetinin işleyişi üzerindeki etkisi ve bununla mücadele etmeyi benimsemeyen bir siyasal kültürün varlığı dikkate alındığında, yerine kolayca getirilemeyecek bir temenni gibi görünüyor.

Bu da ülkenin uluslararası finans piyasalarından sağlayamadığı finansmanı, ciddi tavizler karşılığında yasal ya da etik olmayan başka yollardan ya da Körfez ülkeleri gibi ülkelerden sağlamaya yönelmesine neden oluyor. Bu durum, ülkede yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet, siyasetin etik olmayan yollardan finansmanı ve burjuva hukukunun dahi çiğnenmesi başta olmak üzere ciddi sosyal sorunlara yol açıyor.

2024 yılı ekonomik yavaşlama yılı olacak

Türkiye ekonomisinin AKP iktidarları döneminin büyük bir bölümünde cari açık ile göreli olarak yüksek bir oranda büyüyen bir ekonomi olduğu biliniyor. Böyle bir ekonomik büyüme stratejisi, kâr ve rantı her şeyin üstünde tutan AKP iktidarlarının bilinçli tercihi oldu. Ancak özellikle de 2018 yılından bu yana bu strateji zora girdi. Nitekim bu tespiti IMF de, 2021 yılındaki Türkiye raporunda şu ifadelerle yapıyor:

"Covid-19 salgınına kadar geçen yıllarda, Türkiye'deki ekonomik büyüme dış kaynaklı talep teşvikleriyle yönlendirildi. 2000'li yılların başında, geniş tabanlı makroekonomik ve yapısal reformlar, ülkenin gelişmiş ekonomilerle gelir yakınsamasını destekledi. Ancak reformlar azaldıkça verimlilik yavaşladı ve büyüme giderek dış kaynaklı kredi ve talep teşviklerine bağımlı hale geldi. Bu büyüme modeli dış ve iç dengesizlikleri artırarak ekonomiyi salgına karşı savunmasız bıraktı. Ağırlıklı olarak borçla finanse edilen büyük cari işlemler açıkları, net uluslararası yatırım pozisyonunun zayıflamasına, kur uyumsuzluklarına ve dış finansman ihtiyacının artmasına yol açtı. Düşük ve genellikle negatif reel politika faizleri, hızlı kredi büyümesi ve sürekli yüksek enflasyon, para politikasının kredibilitesini zayıflattı ve liraya olan güveni aşındırarak mevduat dolarizasyonu körükledi. Lira üzerindeki baskıyı durdurmak amacıyla yapılan yoğun döviz satışları yüksek düzeyde rezerv kayıplarına yol açtı. Bu gelişmelerin banka ve finansal olmayan şirket bilançoları üzerinde olumsuz etkileri oldu. Buna bağlı olarak, kamu sektörü hariç tüm sektörler için kırılganlık göstergeleri küresel finansal krizin zirvelerine yaklaştı ve diğer gelişmekte olan piyasalara kıyasla kötüleşti". (6)

Sonuç olarak

Cari açık formülünü hatırlatarak bitirelim: (X-M) ≡ (FDI + PF + BL) ≡ (S-I) – (G-T).

Yani sırasıyla; Cari açık ≡ (Doğrudan yabancı sermaye yatırımları + Portföy yatırımları + Banka kredileri ) ≡ (Özel sektör yatırım-tasarruf açığı /borçları - Kamu sektörü açığı/borçları).

Özetle, bu denklem cari açığın temelde, ülke ekonomisindeki tasarruf açığının (S-I) bir sonucu olduğunu ve ekonominin, bu açığın finansmanı anlamında, üç tür yabancı sermaye akımına bağımlı olduğunu gösteriyor.

Yani ülke ekonomisinin cari açıkla büyüyebilmesi için sırasıyla; büyük çapta doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına, portföy yatırımlarına ve yabancı bankalardan sağlanacak kredilere (dış kredi) ihtiyaç var. Ülke, yatırımlarını gerçekleştirebilmek için dışarıdan kaynak bulmak zorunda. Ülkenin bu talebi uluslararası sermaye hareketlerinin (kâr oranlarını yükseltmek gibi) hedefleriyle uyumlu olsa da, öznel koşulları yeterince yabancı kaynak sağlamasını zorlaştırıyor.

Ayrıca yabancı kaynak temini sadece cari açığı fonlamak için değil, aynı zamanda 211 milyar doları bulan kısa vadeli borç ve faiz geri ödemelerini yapabilmek için de gerekiyor. (7)

Yeterince yabancı kaynak temin edilemediğinde (kısa vadede yerli tasarrufları artırmak mümkün olmadığından), ithalatı ve yatırımları azaltmak, ayrıca ihracatı teşvik etmek için iç talebi de düşürmek lazım.

Bugün aslında iktidar bloku, her ne kadar yabancı kaynak arayışını her yerde sürdürse de, bunun önünde ekonomik olduğu kadar, politik engellerin de olduğunu bildiğinden, asıl olarak B planını hayata geçiriyor.

Yani "enflasyonla mücadele" adı altında iktidarın uygulamakta olduğu sıkı para ve maliye politikalarının, emek karşıtı ücret ve gelir politikalarının ve işçi haklarına karşı sert tutumunun asıl nedeni; önümüzdeki yıl (özellikle de yerel yönetim seçimlerinden sonra) ortaya çıkacak ekonomik yavaşlama, bunun beraberinde getireceği iflaslar, işsizlik artışı ve yoksullaşmanın daha da derinleşmesi ile halkın satın alma gücünü iyice düşürüp, yani iç pazarı baskılayarak, ihracata yönelmek biçimindeki stratejisidir.

Kısaca, iktidar bloku ekonomik krizden çıkışı ucuz emek sömürüsüne dayalı ihracatta arıyor. Bu yüzden de iç talebi bastırmak için reel ücretleri ve diğer emek gelirlerini düşük tutuyor.  Bu denli yüksek enflasyona rağmen asgari ücretin yılda sadece bir kez artırılacağı konusundaki kararlılığı bu stratejinin bir sonucudur.

Ancak bu bir çözüm olmadığı gibi, yeni bir strateji de değil. 1980'li yıllarda ülkede krize giren ithal ikameci (iç talebe dayalı) büyüme stratejisi 12 Eylül askeri darbesi ile desteklenen Özalcı neo-liberal ihracata dönük büyüme stratejisine geçiş ile aşılabilmişti. Ama bundan 40 yıl sonra bugün ekonominin geldiği durum ortada. Ekonomi en az o yıllar kadar ciddi bir kriz içinde.

Özetle, ülkenin en temel ihracat pazarı olan Avrupa pazarının daralma içinde olduğu, Orta Doğudaki jeopolitik risklerin arttığı bir dönemde dış pazarı, hele de rekabet gücü yüksek olmayan ürünlerle, zorlamak ekonomiyi krizden çıkartmaya yetmeyecektir.

Mustafa Durmuş / T24


Dipnotlar

(1) https://twitter.com/memetsimsek (11 Aralık 2023).

(2) https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/istatistikler/odemeler+dengesi+ve+ilgili+istatistikler (13 Aralık 2023).

(3) https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/istatistikler/odemeler+dengesi+ve+ilgili+istatistikler/uluslararasi+rezervler+ve+doviz+likiditesi (1 Aralık 2023).

(4) Mizuho Kida and Simon Paetzold, The Impact of Gray-Listing on Capital Flows: An Analysis Using Machine Learning, IMF Working Paper WP/21/153 (May2021).

(5) Agç, s. 18-19.

(6) IMF Republic of Türkiye 2021 Article IV Consultation- press release and staff report, June 2021.

(7) https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler/Kisa+Vadeli+Dis+Borc+Istatistikleri ( 12 Aralık 2023).



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder