29 Ocak 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 29 OCAK 2024 -

 

Enflasyon hissiyatı devlet sırrı mı? (Aziz Çelik)
TÜİK’in hissedilen enflasyonu ölçtüğü halde sakladığı ortaya çıktı. Bu veri adeta devlet sırrı gibi saklanıyor. Veriye ulaşmak neredeyse imkânsız. TÜFE ile milyonların kaderini belirleyen TÜİK bilimsel ölçütlere uygun, şeffaf ve özerk bir enflasyon ölçümü yapmalıdır.

Hissedilen (algılanan) enflasyon tartışması gündeme damgasını vurdu. Ekonomim gazetesinde 22 Ocak 2024’te yayımlanan Maruf Buzcugil’in “Hissedilen enflasyon açıklananın 2 katı” başlıklı haberiyle konu gündeme bomba gibi düştü. Ardından TÜİK tarafından yapılan tuhaf açıklama ile daha da tartışmalı hale geldi.

Buzcugil’in TÜİK yetkililerinin açıklamalarına, yaptıkları sunumlara ve hesaplamalara dayandırarak yaptığı habere göre yüzde 64,7 olarak açıklanan 2023 yılı tüketici enflasyonu vatandaşlarca yüzde 129,4 dolayında hissedilebiliyor. TÜİK’in hissedilen enflasyon hesabındaki temel dayanağını yıllardır yapılmakta olan Tüketici Eğilim Anketi’ndeki sorulara verilen yanıtlar oluşturuyor. Nitekim bu haberin yarattığı büyük tartışmaların ardından TÜİK 24 Ocak 2024 günü bir açıklama yaparak hissedilen enflasyonu ölçtüğünü doğruladı ancak konunun çarpıtıldığını iddia etti.

Söz konusu haber ve TÜİK’in açıklamaları gösteriyor ki TÜİK algılanan enflasyonu (enflasyon hissiyatını) yıllardır ölçüyor ve biliyor ama bu kadar önemli bir veriyi dünyadaki diğer istatistik kurumlarının yaptığının aksine kamuoyuna açıklamıyor ve saklıyor. Böylece TÜİK’e yönelik güvensizlik konusunda yeni bir neden daha ortaya çıkmış oldu.

Oysa enflasyon ile ilgili her veri müthiş önem taşıyor. Çünkü TÜİK fiilen Türkiye’nin en önemli ücret (gelir) belirleyeni durumunda. Aslında en büyük patron TÜİK! Başta memur maaşları ve emekli aylıkları olmak üzere, asgari ücret, kamu ve özel sektör toplu iş sözleşmeleri ile özel sektördeki ücretlerin çok büyük bölümü TÜİK tarafından açıklanan TÜFE’ye göre ya birebir belirleniyor veya TÜFE verisi kerteriz alınıyor. TÜİK’in sorumluluğu çok büyük. Yurttaşın cebine ne girecek onu belirliyor ama buna uygun bir sorumlukla davranmıyor. Milyonların yaşam standartlarını belirleyen kurumun açıkladığı enflasyon verilerine güvenilmiyor.

ÖLÇÜYOR AMA AÇIKLAMIYOR!

Hissedilen enflasyon meselesinin gündeme gelmesi çok önemli. Kuşkusuz tüketim alışkanlıkları, harcama kalıpları nedeniyle hissedilen enflasyon ile ölçülen enflasyon arasında fark olması kaçınılmaz. Ancak hissedilen enflasyon da çok önemli bir gösterge.

Kamuoyuna yansıyan bazı hatalı değerlendirmelerin aksine hissedilen enflasyon-ölçülen enflasyon ayırımı (perceived inflation-measured inflation) hem uygulamada hem de literatürde geniş biçimde yer tutuyor. Avrupa Merkez Bankası (ECD), ABD Merkez Bankası (FED), Almanya Merkez Bankası (DBB) ve Japonya Merkez Bankası (BOJ) dahil pek çok ülkede algılanan ve beklenen enflasyon ölçülüyor ve kamuoyuna açıklanıyor. Bu konuya ilişkin oldukça geniş bir iktisat literatürü olduğunu da söylemek mümkün.

Ancak enflasyonun çok daha düşük olduğu ülkelerin istatistik kurumları hissedilen ve beklenen enflasyona ilişkin verileri kamuoyu ile paylaşırken enflasyonun en yüksek seyrettiği ülkelerden biri olan Türkiye’de TÜİK bu verilere sahip olduğu halde susmayı tercih ediyor. Bu tutum kamusal veri toplamanın ve kamu hizmetinin gerekleri kadar araştırma etiği ile asla bağdaşmaz. TÜİK yönetimi bir yandan kamu hizmeti kusuru işlerken öte yandan sahip oldukları çok kritik bir bilgiyi kamuoyundan saklayarak araştırma etiğini de ihlal ediyor.

TÜİK “hissedilen enflasyon açıklananın 2 katı” haberinin yarattığı tartışma üzerine 24 Ocak’ta tuhaf bir açıklama yaptı. TÜİK yönetimi kamuoyunu düzgün ve şeffaf biçimde bilgilendirme yerine bir kamu kurumuna yakışmayan bir dille polemik yapmayı tercih etmiş. Açılamada algılanan enflasyon ve TÜİK enflasyonu arasındaki farkın çarpıtıldığını iddia ediliyor ve eleştiriler “manipülatif” ve “art niyetli” olarak yaftalıyor. Kamu kurumu yönetimine bakın! İki paragraflık açıklamada kamuoyu bilgilendirecek yerde “çarpıtma”, “manipülasyon” ve “art niyet” gibi yakışıksız ifadeler kullanmaya cüret edebiliyorlar. Türkiye’nin kamusal veri toplama kurumunun düştüğü hale bakar mısınız? Bu nasıl bir iletişim dili! Açıklamada asıl sorunun yanıtı yok: Peki neden böyle hayati bir veriyi şeffaf ve düzenli biçimde açıklamadınız?

GİZLİLİK VE ÇARPITMA!

TÜİK açıklamasındaki gariplikler bununla da bitmiyor. Açıklamaya göre algılanan enflasyon verisinin de yer aldığı mikro veri seti TÜİK Veri Araştırma Merkezi aracılığıyla tüm araştırmacıların kullanımına açıkmış. Böylece “verilerimiz açık” demeye getiriyorlar. Ancak kazın ayağı öyle değil. Algılanan enflasyon verilerine ulaşmak neredeyse imkansız ve algılanan enflasyon verisi adeta devlet sırrı gibi korunuyor! TÜİK, bu verilerinin sadece TÜİK binalarında, TÜİK görevlilerinin gözetimi altında, para karşılığında ve sadece onaylanan araştırmacılar tarafından incelenmesine izin veriyor. Sanırsınız kozmik oda verileri! Dolayısıyla algılanan enflasyon verilerine ulaşmak çok zor. “Verilerimiz kullanıma açık” iddiası gerçekçi değil. TÜİK algılanan enflasyon verisini açıklamamak için bin dereden su getiriyor. Oysa yapacağı şey çok basit: Algılanan ve beklenen enflasyon verisini her ay kamuoyuna açıklamak.  İşi yokuşa sürmenin alemi yok!

Öte yandan TÜİK açıklamasındaki bir diğer iddia ise evlere şenlik! Açıklamada algılanan enflasyon ile TÜFE arasındaki oransal farkın AB ülkelerinde 5 ila 6 kata kadar çıkarken Türkiye’de bu farklılaşmanın daha düşük olduğu ve 2023 yılı sonunda TÜFE yıllık değişim oranı yüzde 64,8 iken tüketicilerin tahmininin yüzde 96 olduğu iddia ediliyor.

TÜİK yine eğip bükmüş. Anlaşılması için yardımcı olalım: 2023 sonu itibariyle AB ülkelerinde algılanan enflasyon yüzde 9,5, açıklanan enflasyon yüzde 2,4'tür. Aradaki fark 7,1 puandır! AB ülkelerinde tüketiciler "geçen yıl 100 avroya aldığım mal sepetine bu yıl 109,5 avro verdim" diyor. TÜİK'e göre Türkiye'de 2023 yılı sonunda tahmin edilen enflasyon yüzde 96 ölçülen enflasyon yüzde 64,8'dir. Aradaki fark 31,2 puandır. Türkiye'de tüketiciler "geçen yıl 100 lira verdiğim mal sepetine bu yıl 196 lira verdim" diyor. Mesele budur. Gerisi laf çevirmektir.

Enflasyon fiyatların bir dönemden diğer döneme artışıdır. “Oransal fark” değil farkın kendisi önemlidir. TÜFE bunu ölçer. Bazı “ekonomistlerin” Türkiye’deki yüksek enflasyonu aklamak için yaptığı gibi enflasyonun çok düşük olduğu ülkelerdeki dönemsel artışları birbirine oranlayarak "onlarda da çok arttı" demek ne kadar saçma ise 7,1 puanlık farkı 31.2 puandan daha yüksek göstermek o kadar saçmadır. Gerçek şudur: AB ülkelerinde yüzde 9,5 algılanan enflasyonun ülkemizde 10 katı daha fazla, yüzde 96 olarak algılanıyor.

GÜVENSİZLİK BÜYÜK!

TÜİK özellikle enflasyon verileri konusunda büyük bir güven kaybı yaşıyor. TÜİK’in enflasyon verilerine ne vatandaş ne de bilim dünyası güveniyor. TÜİK kendine duyulan güvensizliği ve bunun nedenlerini de mutlaka araştırmalıdır. TÜİK özerk bir kurum yerine siyasal iktidara bağlı, onun yönlendirmelerine açık bir kurum izlenimi veriyor.

TÜİK’e tavsiyem kamuoyunun kendilerine yönelik hissiyatını da ölçmeleri ve vatandaşın TÜİK verilerine ne kadar güvendiğini ortaya koymalarıdır. Tüketici Güven Endeksine TÜİK verilerine güven sorularını da eklemeliler!

TÜİK verilerine yönelik güvensizlikte TÜİK yönetimin tutumu son derece belirleyicidir. TÜİK yaşamsal önem taşıyan veriler konunda kamuoyundan gelen eleştirileri göz ardı ediyor ve dahası algılanan enflasyon meselesinde olduğu gibi bilgi saklamayı; TÜFE konusunda kamuoyundaki hassasiyete ve güvensizliğe rağmen şeffaflaşmayı artıracak yerde bilgi karartma yolunu tercih ediyor.

TÜİK Haziran 2022’den itibaren madde fiyat listesini karartmış durumda. Oysa on yıllardır yayımlanan madde fiyat listesi TÜİK verilerinin temel dayanağını oluşturmakta ve bir kontrol imkanı sağlamaktaydı. Bu verinin karartılmasının gerekçesi olarak “EuroStat yayımlamıyor biz niye yayımlayalım” deniyor! İyi de Avrupa’da böyle yüksek bir enflasyon mu var! Avrupa’da resmi istatistikler konusunda bu kadar büyük bir tartışma mı var! Veri saklarken Avrupa’yı örnek gösteren TÜİK, algılanan enflasyon konusunda ise Avrupa’nın tersini yapıyor, veriyi saklıyor.

Dahası TÜİK’in madde fiyat listesini saklama konusundaki kararı DİSK tarafından açılan dava sonucunda yargı tarafından iptal edilmiş ve yargı kararıyla bu verileri açıklamasına karar verilmiş durumda. TÜİK yönetimi sadece araştırma ve bilim etiğini değil yargı kararlarını da hiçe sayıyor.

TÜİK benzer bir tutumu işsizlik verileri konusunda takınmıştı. Uluslararası standartlara rağmen geniş tanımlı işsizlik verilerini yıllarca açıklamadı. DİSK-AR ve bazı araştırmacının ısrarla vurguladığı ve açıkladığı geniş tanımlı işsizlik verisi nihayet TÜİK tarafından da Mart 2021’den itibaren açıklanmaya başladı. TÜİK geç de olsa işsizlik verileri konusunda doğru olanı yaptı. TÜİK benzer bir tutumu enflasyon verileri konusunda da yapmalıdır.

TÜİK NE YAPMALI?

TÜİK enflasyon ölçümü konusundaki verileri şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaşmalı ve şunları acilen yapmalıdır.

1- Madde fiyat listesi açıklansın: TÜİK yargı kararı gereği madde fiyat listesini tekrar açıklamalıdır. TÜİK yöneticileri yargı kararını uygulamayarak suç işliyorlar. Bundan derhal vazgeçmeliler.

2- TÜFE veri seti (mikro verisi) açıklansın: Madde fiyat listesinin tekrar açıklanması yetmez. TÜİK çok daha köklü bir iş yaparak enflasyon konusundaki tartışmalara son verebilir. TÜİK her ay 81 il 228 ilçede derlediği 564.710 fiyatı bir Excel listesi olarak elektronik ortamda kamuoyuyla paylaşmalıdır. Bu teknik olarak mümkün ve çok basittir. Böylece hangi ürünün nerede hangi fiyattan satıldığı ortaya çıkar. TÜİK verileri denetlenebilir hale gelir.

3- Algılanan enflasyon verisi açıklansın: Algılanan (hissedilen) enflasyon tartışması ile Pandora’nın kutusu açıldı. TÜİK işi yokuşa sürmeden Tüketici Güven Endeksinde yer alan hissedilen enflasyon verilerini her ay kamuoyu ile paylaşmalıdır.

4- Tüketici gruplarına göre enflasyon açıklasın: Enflasyon doğru ölçülse dahi herkes için aynı anlama gelmez. Bu nedenle TÜİK farklı harcama kalıplarına sahip gelir grupları için (yüzde 20’lik dilimler, ücretliler, emekliler) farklılaşan enflasyon oranlarını da açıklamalıdır.

TÜİK bir enflasyonla mücadele veya polemik kurumu değildir. TÜİK kamusal bir veri toplama kurumudur. TÜİK milyonların kaderini belirliyor. Bir açıklamasıyla milyonları yoksullaştırabiliyor. TÜİK kendine dönük eleştirilerle polemik yapmak yerine işini yapmalıdır.

İşinizi doğru ve şeffaf yapın, bilim etiğine uygun davranın ve kamu yararından başka bir şey gözetmeyin! Yoksa vebal büyük, hukuki sorumluluk da öyle!

                                                             /././

Siyasal İslam’ın karşı konulamaz fantezisi (Selçuk Candansayar)

RTE-akpmhp bloku, 31 Mart Yerel Seçimleri’ni, Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’nin 3. turu gibi göstermeye çalışıyor. Mayıs 2023 seçimi geri püskürttüğü, kendisine yönelik “seçim görünümlü bir darbe girişimiymiş”, şimdi de daha büyük bir zafer için karşı saldırıya geçiyormuşçasına bir söylem inşa ediyor. RTE özellikle “İstanbul’u kurtaracağız”  sözünü dilinden düşürmüyor. Yerel seçimlerde RTE’nin adaylardan daha öne çıkması, adayların vasatlığından daha çok seçim kampanyasının bu karşı saldırı stratejisi üzerine kurulmasından kaynaklanıyor.

Mayıs 2023 seçimlerine giderken RTE-akpmhp blokunun seçimleri kaybedeceğine duyulan inanç çok yaygındı. Muhalefet, içinde yaşadığı çok ağır ekonomik koşullara toplumun itiraz edeceğine emindi. Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü hemen herkesin dilindeydi. Üstelik Şubat depreminde yıkılan 10 il, elli bini aşkın ölü ve kayıp, zamanında yardım gönderilememesi, beceriksiz kurtarma gayretleri ve tüm bunların yarattığı çaresizlik ve öfkenin de iktidarı devireceği düşünülüyordu.

Bu acılı, somut ve gerçek durum iktidarı yerinden edemedi. Muhalefet, kendisinin de beklemediği, yenilgisinin şaşkınlığıyla birbirine düştü. Seçmenler muhalefetin yöneticilerine saldırdı, yöneticiler de birbirlerine. Ortaya çıkan hayal kırıklığı, çözülmekte olan orta sınıfın, iktidara oy veren yoksullara yönelttiği “beter olun” öfkesine yol açtı. Muhalif seçmenler arasında “bir daha sandığa gitmeme, bir daha oy vermeme” söylemi yaygınlaştı.

Üç ana muhalefet partisi, üç farklı yöne savruldu. İyi Parti, “ittifak”tan koptu ve yenilginin sorumluluğunu “sola yanaşma!” stratejisine bağlayarak, bir tür, “bükemediğin bileği öp” hissiyle sağcı özüne döndüğünü göstermeye çalışıyor. Akşener’in RTE sonrasında söz sahibi olmak için RTE ile kavga etmemek gerektiği çıkarımına vardığı anlaşılıyor. HDP-DEM ise, “Türkiye partisi” olma stratejisinden “kimlik partisi” olma stratejisine dönme kararı vermişe benziyor. Her zamanki gibi, en büyük kargaşa/beceriksizlik ise CHP’de oldu. CHP yönetimi ve yönetici olma süreci öylesine karmaşık bir düğüm halinde, ilişkiler o kadar iç içe geçmiş ki, değişim bile ancak aynı parçaların farklı şekilde dizimi kadar olabiliyor. CHP’de gerçek değişim, ancak “Genel Merkez”in çaycısından, kedisi Şero’ya kadar değişirse mümkün olabilecek gibi görünüyor.

Yerel seçim kampanya sürecinde muhalefetin ideolojik perişanlığı ile iktidarın “yeniden fetih” stratejisi karşı karşıya gelmiş durumda. İktidarın “yeniden fetih” stratejisinin rıza üretme potansiyelinin ve oy kazandırma gücünün iş işten geçmeden muhalefetçe anlaşılması gerekli, hatta zorunlu.

Siyasal İslamcılık iktidarına rıza üretmek için ama tatlı dille, ama zorla topluma bir fantezi benimsetiyor. “Bugünü unutturma!” Bu fantezi siyasal İslamcılığa özgü değil, faşizmin her türünün özü. Faşist zihniyetin bu kalıbı siyasal İslam’a din ve milliyetçilikten çok daha cuk oturuyor. Din ve milliyetçilikse katalizör olarak zihniyetin gücüne güç katıyor.

Siyasal İslamcılık sıradan insana şu çağrıyı yapıyor: “Uzak” geçmişte kalan güç ve zenginliğin, bir takım “hainlerin” hatalarıyla elinden çalındı ama “uzak” gelecekte zaten senin olan o güç ve zenginliğin yeniden sahibi olacaksın. Bu mesajın, “bolluk içinde mutlu mesut yaşadığı cennetten bir kadın yüzünden işlediği günah nedeniyle kovulan ve iyi bir kul olursa yeniden cennete gidecek olan insan” kavramıyla ortaklığı apaçık. Çektiği çilenin uzak gelecekteki bolluğu garantileyeceğine olan inanç, hangi çaresizliği katlanılır kılmaz ki insan için?

RTE’nin iktidara geldiğinden bu yana hep uzak gelecek hedefleri koyması ve o gelecek geldiğinde de biraz daha uzak bir geleceği işaret etmesi bugünü unutturma çabasının eseri. İki binlerin başında Hedef 2023, Hedef 2071 gibi uzak olan hedefler, şimdi Hedef 2030, Hedef 2071 gibi daha uzak hedefler olarak güncellendi. Her güncellemede bugüne dair söylenen tek söz, bugün dünden daha iyi ama uzak gelecek daha da iyisi, en iyisi olacak!

Ama bu ülkenin insanlarını bu akıl tutulmasından çıkarmanın kolay olmadığı gerçeğini de kabullenmemiz gerek. Zira bu toplum, yüzyıllar boyunca olduğu gibi son 100 yılın da sadece AKP’li çeyreğinde değil, 1923-1950 arası çok kısa bir dönemin bir bölümü dışında, hep bu zihniyeti pompalayan iktidarlarca yönetildi.

Üstelik “burada ve şimdi”ye odaklan diyen kapitalizmin gazabı altında yaşayan insanları, uzak gelecekteki bir umuda tutunarak bugünün yokluklarına katlanmak zorunda olmadıklarına ikna etmek de hiç kolay değil. Ama zor da olsa, bir yol olmalı; devrimci bir yol. Haftaya devam edeceğim.

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder