2023’ün siyasi bilançosu ortada (Güven Gürkan Öztan)
Meclis muhalefetinin ana gövdesini oluşturan “6’lı masa”, CB ve parlamento seçimini kazanarak Saray rejimine son verme hedefiyle yola çıkmıştı. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”in inşası üzerine hemfikir olma hali, siyasi uzlaşmanın temelini oluşturmuştu. Fakat 6’lı masanın bileşenlerinin siyasal ve toplumsal sorunlara bakıştaki farklılığı ve sağ siyasetin ağırlığı, sözü edilen kırılgan uzlaşmanın liberal-muhafazakâr bir bileşkenin ötesinde kurulmasına izin vermedi. Ortaya deyim yerindeyse karnından konuşan, etliye sütlüye dokunmayan bir mutabakat metni çıktı. Aynı durum 6’lı masa liderlerinin buluşmaları sonrasında yayınlanan yazılı açıklamalarda da kendini hissettirdi. Bir süre sonra rutine bağlanan liderler zirvesi, toplumsal ve siyasal bir dinamizm yaratmaktan uzaklaştığı gibi muhalif kesimlerin var olan canlılığını ve devingenliğini de soğurmaya başladı.
6’lı masanın siyasi mimarı olan CHP yönetimi, masadaki “birliktelik” görüntüsünü toplumsal talepleri dillendirme görevine ve bu taleplerin taşıyıcısı olma iddiasına yeğleyen bir politik çizgi izledi. Sağ siyasetin sınırlarını zorlamak ve kendi ideolojik pozisyonunu çağa uygun anti-emperyalist, kamucu bir yenilenmeye tabi tutmak yerine masadaki güç dengelerini göz etmeyi ve yurttaşa sağ siyasetçinin gözlüğünden bakmayı tercih etti. Bu tercihin hem parti içinde hem de parti dışında seçimi aşan bir maliyet yarattığını fark edemedi ya da etmek istemedi. Neticede CHP’nin başat iddiası kendi genel başkanının (Kılıçdaroğlu’nun) CB adayı olarak belirlenmesi gibi dar bir çerçeveye sıkışıverdi. Akşener’in masadan kalkmasına ve akabinde kamuoyu baskısıyla geri dönmesine yol açan süreç 14-28 Mayıs öncesinde muhalefetin ilk büyük kriziydi. Yumurta kapıya gelinceye kadar genel başkanların aday ismi konuşmamış olmaları halkta muhalefetin havanda su dövdüğü algısını kuvvetlendirdiği gibi İYİP cephesinde de şimdi devamını izlediğimiz yarığın oluşmasına neden oldu.
14 Mayıs’ta CB seçimi I. tur sonuçları açıklandığında muhalefetin zahiri olan birliktelik manzarası da buharlaşıverdi. Bu kadar sürede bir II. tur stratejisi belirlenmemiş olması yalnızca politik basiretsizlik meselesi değildi aynı zamanda ideolojik netlik sorununun yansımasıydı. Nitekim Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasındaki görüşme trafiği ve seçimlerden sonra detayları ortaya çıkan protokol bunun bir kanıtı olarak tarihe geçti. Yalpalayan muhalefet, inandırıcılığını yitirmeye başladı. 28 Mayıs sonrasında Meclis muhalefeti özelinde önceki haliyle ittifaklar siyaseti artık ömrünü tamamlamıştı.
Seçimin akabinde siyasal değişim arzu eden yurttaşlar büyük bir hayal kırıklığına uğradı fakat bu toplumsal psikolojinin tek nedeni sandık sonucu değildi, Meclis siyasetinin o sonuçlar karşısındaki tavrı ve kitleleri yalnız bırakması asıl etkendi. Sorumluluğu üstüne almayan ve başarısızlık nedeniyle birbirini suçlayan siyasi kadrolar, toplumun siyasetle bağını büyük ölçüde zedeledi. Siyasi gündeme kayıtsızlık halinin göreli uzun sürmesinde Meclis muhalefetinin yeni koşullara uygun politik mücadele stratejisi önerememesinin azımsanmayacak bir payı var.
2023 seçimlerinde oluşan parlamento Türkiye yakın tarihinin en sağcı parlamentosu oldu. Bunun kamusal hizmetlere ve toplumsal yaşama yansımalarını da 2023 yılı içerisinde görmeye başladık. İslamcı ve ülkücü grupların kendi ajandalarını toplumun ilerici kesimlerine dayatma çabası bir başka boyuta ulaştı bile. Tüm bunlar yaşanırken İYİP genel merkezinin muhalefetin unsurlarına karşı saldırgan tutumu ve iktidarın sınırlarını çizdiği bir muhalefet tarzına hapsolma eğilimi önümüzdeki dönemdeki demokratlar, sosyalistler ve Kürtler için siyasi mücadelenin çok daha çetin geçeceğini gösteriyor.
CHP’de lider değişimi ve İYİ Parti’de çözülme yaşanırken Deva ve Gelecek Partilerinde siyasi hedefsizlik, Kürt siyasetinde ise arayışlar gündemde. Ancak 2024 yerel seçimleri, siyasi yapıların sahici ve eleştirel bir değerlendirme yapması aciliyetini ertelemiş gibi görünüyor. İstanbul ve Ankara’da alınacak sonuçların rejimin bundan sonraki adımlarını birinci dereceden etkileyeceği muhakkak. İktidarın bu büyükşehirleri ya da yalnızca İstanbul’u alması durumunda yeni anayasa dahil rejimin geleceğini güvence altına alacak adımlar atması muhtemelken kaybetmesi durumunda 14-28 Mayıs sonrasında oluşan karamsar tablonun muhalefet lehine dağılması olası. Bizler siyasi yapıların net bir röntgenini asıl yerel seçimler sonrasında görebileceğiz. Bir süredir Türkiye siyasetini bekleyen yeni kompozisyon 2024 sonbaharına kadar ete kemiğe bürünecek. Bu kompozisyonun halk yararına olabilmesi, demokratik – ilerici bir potansiyeli içermesi için toplumsal muhalefetin önümüzdeki süreci iyi değerlendirmesi gerekecek.
/././
Ters para (Kaan Sezyum)
Kendimizden çok sevdiğimiz dost, kardeş ve yas isyan edilecek ülke Suudi Arabistan da zengin bir adam gibi takılıyor. Bu sıralar kendilerine yeni bir imaj çizmeye çalışıyorlar. Kendilerini daha medeni, dünya vatandaşı ve “cazibe noktası” göstermek için ülkelerinde bir takım etkinlikler yapma peşindeler ve yapıyorlar da. Sonuçta dünyamız parayı verenin düdüğü evine götürdüğü bir yer. Müslüm Gürses’in de dediği ama benim hep yanlış duyduğum gibi “Her şeyin bir bedeli var”... Tabii bedel dediğimiz zaman, bu bedel işlerinde en iyi olan ülkelerden biriyizdir hiç şüphesiz. Gün gelir papazın bedelini ödetiriz, gün gelir çevremizdeki ülkelere bedel ödetiriz, gün gelir iç güçlere bedel ödetiriz, gün gelir dış güçlere bedel ödetiriz… Gün gelir askerliğin bedeli ödenir, gün gelir Somali cumhosunun evladının öldürdüğü moto kuryenin bedeli ödetilir… Bizde her şey olur, yanlış olmaz… O şekilde bir ülkeyiz. Yöneticilerimiz sağ olsunlar, tutarlılık kavramına bambaşka boyutlar kazandıran yüce yöneticilerimiz… Bir dediğinin bir dediğini tutmadığı, bir kulağının diğerini duymadığı, ağzının dediğini elinin yapmadığı yüce yöneticilerimiz. Onlar bir tanedir. Gerçekten de dünyanın başka hiçbir yerinde böylesi gönlü ve cüzdanı geniş yönetici bulamazsınız. Arasanız da bulamazsınız, sadece bizde yetişiyor böylesi. Endemik… Gün gelecek onların üzerine de beton dökülecek. Çünkü bizde biricik olan hiçbir şey sevilmez. Zeytin ağaçları gibi.
∗∗∗
Bizdeki yolsuzluk ve çürümüşlük de öyle böyle değildir. Dünyaya bakışımız bambaşkadır. Başka ülkede tüm hükümeti alaşağı edecek -diyelim ki- 20 milyon Avro’luk bir emlak yolsuzluğu düşünün… İnsanın hemen gülesi geliyor değil mi? Ya bizimkiler için 20 milyon Avro, evde kalan paranın bir miktarı sadece. Devede kulak yani, nedir?
Deve dedim de aklıma geldi. Futbolla hiç alakam olmayan olmamasına rağmen, benim bile yadırgadığım, ülkemizin futbol sezonunun final maçı neden Arabistan’da oynanmak isteniyordu? Parasıylaymış. Neyse ki sonra ev sahiplerimiz yağı çok bulup ne yapacaklarını şaşırdı. Ama şimdi bizde de hiç mi hata yok. Kendimizi nasıl da pazarlayıp bu olaya “He” dedik? Neyse, dediğim gibi futbolla alakam yok, o yüzden bu olaylar da beni çok ilgilendirmiyor. Sadece memleketin itibarı yerle bir oluyor, insan göz göre göre bu hallere gelmeyi kaldıramıyor.
Bu vesileyle yıl sonuna kabus gibi girmemize sebep olan şehit askerlerimiz de arada kaynadı. Hep beraber terörü kınadık, lanetledik, hakkında kötü konuştuk, bir kağıtlara imzalar atıp, fakir evlerin fakir evlatlarını unuttuk gitti. 11 kişinin bir top peşinden koşması, 12 kişiyi unutturdu.
∗∗∗
Buradan bakınca 2024’ün, 2023’ten daha kötü olabilmesi için bir tek Marmara depreminin olması gerekiyor. Çünkü bu depremin tarihimizdeki en korkunç olay olması için her şeyimizle hazırız. Acil durum toplanma alanlarına AVM’leri gömdük, İstanbul “kentsel dönüşüm” ayağına sadece zenginlerin oturabileceği, emlak piyasasının saçma sapan yükseldiği bir yer haline geldi. Geçtiğimiz 20 yılda topladığımız deprem vergileriyle de zaten güçlendirme değil, yol filan yaptık. Şehrin çalışan ve makul konumlu havalimanını siyasi inat uğruna yok ettik. (Ben bu havalimanı pistini imha etmeyi anlayamıyorum. Normalde savaş durumunda filan düşman ilk olarak karşı kuvvetlerin hava limanlarını etkisiz hale getirmeye çalışır. Çok şükür bizim düşmana ihtiyacımız yok, kendi imhamızı kendimiz yapıyoruz)
Yani diyeceğim o ki, ülke olarak en kötüsünü yaşamaya hazırız. Bu ya bu yıl olur, ya seneye olur. O zamana kadar da alanlarda “Boykot” deriz, gemileri denizden göndeririz.
Gereken herkesin hayatta kaldığı güzel bir sene olsun lütfen.
/././
2023’ün sorusu: Nas’a ne oldu? (Ozan Gündoğdu)
Mayıs Seçimleri’nin ardından Merkez Bankası her faiz artırdığında halk kesimleri “Nas’a ne oldu” diye sordu. Seçimlere yüzde 8,5 politika faiziyle giren Erdoğan, ne olmuştu da aralık ayına kadar politika faizinin yüzde 42,5’e çıkarılmasına göz yummuştu? Demek ki deniz bitmişti, demek ki Erdoğan da hatasını anlamıştı. Şimdi zor bir dönem bizi bekliyordu ama hiç değilse “rasyonel politikalara” geri dönülmüştü. Çok şükür...
Rasyonel “akılcı, çıkarlarını gözeten” anlamına geliyor. Tersi, irrasyonel; “çıkarlarını gözetmekten mahrum, akılsız” demek için kullanılıyor. Erdoğan, seçimden önce de seçimden sonra da rasyoneldi. Her iki dönemde de kendi temsil ettiği kesimlerin ve elbette kendi iktidarının çıkarlarını gözetiyordu. “Nas var nas” ifadesiyle vücut bulan şey, İslamcı cehaleti değil, İslamcının rasyonel bakış açısıydı. 2023 yılında ne yaşadığımızı anlamak için Erdoğan’ın bu bakış açısını çözmek gerekiyor.
ENFLASYON MU İŞSİZLİK Mİ?
Ekonomik kararların sonuçları üzerinden bu kararları eleştirmek son derece kolay. Nitekim, 2019 yılında başlayan “irrasyonel” faiz politikası Türkiye’yi “enflasyonla büyüme” patikasına sokmuş, dolar kuru son 4 yılda 6’ya katlanmış, enflasyon yüzde 85’e kadar tırmanmış ve kronikleşmiş. O halde, bu politika tümüyle yanlıştı ve Erdoğan hata yapmıştı. Halbuki bu “rasyonel politika” anlatısı, hakikati ıskalıyor.
Değerlendirme, nedenleri gözetmeden salt sonuçlar üzerinden yapılınca, Erdoğan’ın hata yaptığı zannına kapılıyoruz. Halbuki, Erdoğan’ınki bir hata değil sonuçlarını üç aşağı beş yukarı öngördüğü bir tercih yaptığı ortadaydı. 7 Ekim 2022’de dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, bu hakikati Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde şöyle dile getirecekti:
"Türkiye Ekonomi Modelimizi tasarlarken durgunluk ve yüksek işsizlik sorunlarıyla tekrar karşılaşmamak için üretim ve istihdamı önceledik."
Düşük faiz politikasının sonucu yüksek enflasyonla beraber yaşanan yüksek büyümeydi. Enflasyonu kabullenmek, halkın alım gücünü baltalamak, büyümenin refahını emek kesimlerinden sermaye kesimlerine transfer etmek Türkiye Ekonomi Modeli’nin birinci tercihiydi. Bu modelin dışındaki diğer seçenek ise ekonomik büyümeden feragat etmek ve işsizliği kabullenmekti. Çünkü pandemiyle birlikte Türkiye ekonomisi enflasyon yaratmadan büyüyemeyecek hale gelmişti. Erdoğan’ın karşısında enflasyon olsun mu olmasın mı gibi bir soru yoktu. Doğru soru “ya enflasyon ya işsizlik, hangisi” olmalıydı. Enflasyon mu işsizlik mi sorusuna Erdoğan iktidarı, enflasyon cevabını verdi. Çünkü Erdoğan, işsizliğin politik bedelini 2019 Yerel Seçimleri’nde İstanbul ve Ankara’yı kaybederek ödemişti. İşsizlikte Cumhuriyet rekoru Şubat 2019’da kırılmış, İstanbul Seçimi hukuksuzca Haziran 2019’da yenilenmiş, temmuzda ise yüksek faizi dayatan Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya “söz dinlemediği için” görevden alınmış, yerine getirilen Murat Uysal’ın ilk işi ise politika faizlerini indirmek olmuştu. Bak şu akılsıza… Halbuki kurgulanan tezgah bambaşkaydı.
NAS DEĞİL BORÇ VAR(DI)
Türkiye’de pandeminin ilk vakası Mart 2020’de görüldü. O tarih itibariyle Marmara’ya ve Anadolu’nun her yerine yayılan, istihdamın yüzde 80’ini oluşturan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin (KOBİ) en büyük sorunu bankalara olan kredi yükümlülükleriydi. Pandemiyle birlikte büyük bir durgunluk beklentisi ortaya çıkmış, borçların ödenememesi olasılığı hem KOBİ’leri hem de bankaları tedirgin etmişti. 2020 Mart ayı itibariyle KOBİ’lerin bankalara olan toplam kredi borcu 101,3 milyar dolarla rekor seviyedeydi. Üstelik bu borçların 20 milyar doları yabancı para cinsindendi. Dolar kurunun 2018’deki gibi bir şok yaşaması halinde KOBİ’ler iflasın kıyısına gelecekti. Bu durum bankaların da hoşuna gitmezdi. Dolar kurunu baskılamak için faizler artırılsa bu sefer de TL cinsinden borçlar yapılandırılırken büyük bir finansman maliyetiyle karşılaşılacaktı. Çare belliydi; faizler düşürülecek, enflasyon yaratılacak ama döviz kurları Merkez’in rezervleri aracılığıyla sabit tutulacaktı. Böylece KOBİ’lerin borçları enflasyona eritilecek, aynı dönemde büyümeye de devam edilecekti.
Böylece 2020 Mart’ta 101,3 milyar dolar olan KOBİ borçluluğu 2022 Mart’ta 86,8 milyar dolara kadar geriletildi. Borçlar azalmasına rağmen, aynı dönemde Türkiye ekonomisi yüzde 15’in üzerinde büyüdü. TL cinsinden uzun vadeli borçlar, enflasyon sayesinde eriyordu. Halk kesimleri enflasyonla boğuşurken, sermayenin borcu, enflasyon sayesinde kuşa dönüyordu.
2020, 2021… Dünya pandemiyle boğuşurken, Türkiye’deki sermaye çevreleri için her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. Yalancı bir bahar yaratılmış, istihdam korunmuş, enflasyon sayesinde sermayenin borçları eritilmiş, halkın alım gücü sermayeye transfer edilmişti. Düşük faiz ortamında konut piyasası canlı tutulmuş, gayrimenkul fiyatlarındaki şişme sayesinde, konut baronları oluşmuştu. Yüzde 50’den fazlası ev sahibi olan Türkiye toplumu da bu vaziyetten memnundu. Ellerindeki mülkleri sürekli değer kazanıyordu, ah şu enflasyon da olmasaydı…
Denizde kum gibi piyasada para vardı. Bu paraya ulaşamayanlar halkın yüzde 70’ini oluşturan sabit ücretlilerdi. Onlara da 6 ayda bir yapılan zamlarla “Elimizden geleni yapıyoruz, herkes zor durumda, görüyorsunuz” masalı anlatılmıştı. Halbuki zenginin milyonu, milyara dönüşürken, halkın maaşı, kuşa dönüyordu. KOBİ’ler ile emek cephesi arasındaki uyumu da İslamcılık belirleyecekti. Tüm bunlar yaşanırken, aynı secdeye baş koyan işçi ve patron uyum içinde çalışmaya devam etmiş, başını kaldıran işçiye polis jopu ve grev yasakları gösterilmişti. Emek cephesinde tezgâhı farkına varan kesimlerin itirazları “terörle mücadele konsepti” sayesinde susturulacaktı.
2023’ÜN İLK VE İKİNCİ YARISINI ANLAMAK
İşsizlik, aynı secdeye baş koyan işçi ile patronun arasındaki uyumu bozan en büyük krizdi. Enflasyon ise tam tersine, işçi ile patronun dayanışmasını sağlıyordu. Enflasyon sayesinde patron işçisine ağlayabiliyor, işçi de patronuna acıyordu. Erdoğan’ın arkasında hizalanan patron, işçisine öğütlüyordu; “İyi ki Erdoğan var, yoksa hepten batarız”. Fakat aynı şeyi işten çıkarmalar yaşandığında söyleyemezdiniz.
İşte bu anlayışla 2023 Mayıs seçimlerine faizleri daha da düşürerek girdi Erdoğan. Kredi mekanizmasıyla piyasaya pompalanan paralar patronun cebine akıyor, Türkiye büyüyor, örgütsüz emek cephesi ise kırıntılarla avunuyordu. Cemaatler ve tarikatlar, bu dönemde herkesin fedakârlık yapması gerektiğini anlatıyor, Diyanet’in cuma vaazları, bu konsepte uygun hazırlanıyordu.
Tüm senaryo 14 ve 28 Mayıs için hazırlanmıştı. Seçimler bitti, “Rasyonel Erdoğan” için dere geçilmişti. KOBİ’ler semirmiş, borçları geniş kesimlerin sırtına yıkılmış, işsiz olmadığı için “çok şükür” dedirtilen halkın oyu cebe indirilmişti. Ama yerli ve milli bu ziyafetin de sonuna gelinmişti. Bu ziyafetin hesabı ise yine halk kesimlerine ödetilecekti.
Ekonomiyi politik zaviyeden okuma becerisi olmayan muhalefet cephesi olan biteni anlamakta zorlanıyor, Erdoğan’ın “Nas var nas” söylemini cahilliğine yoruyor. Halbuki asıl cehalet, Erdoğan’ın “rasyonel aklını” anlamayan muhalefetteydi. 2023’ün ilk yarısında sermayeye pompalanan paralar, ikinci yarısında halkın cebinden alınacaktı. Şimdi Erdoğan’ın karşısında yine aynı soru var; Enflasyon mu işsizlik mi? Rasyonel cevap belli, seçim yoksa, işsizliğin bir mahsuru da yok.
/././
Baronlara önce ev, sonra vatandaşlık (Timur Soykan)
Dünyadaki uyuşturucu baronlarına Türk vatandaşlığı satılırken kimleri cebini dolduruyor. Elbette kalın perdeler ardında bu işten cebini dolduran siyasiler, bürokratlar hatta çeteler var. Bir de hepimizin gözünün önünde dev gibi bir gerçek duruyor.
Ülkenin lafa gelince ‘yatay mimari’den yana olan Cumhurbaşkanı’nın döneminde yapılan onlarca katlı, devasa gökdelenlerden katlar, daireler uyuşturucu baronlarına satıldı. Ülke insanın ‘Servet değerindeki bu evleri kim alıyor’ merakı da yanıt buluyor.
Eric Schroeder 26 Aralık 2023’te İstanbul’da Kafes 25 operasyonuyla yakalandı.
Son olarak; İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın İstanbul’da yakalandığını duyurduğu uyuşturucu kaçakçısı Eric Schroeder bunlardan biri.
BARON, SAPPHİRE’DEN İKİ DAİRE ALMIŞ
Almanya tarafından Kırmızı Bülten ile aranan uyuşturucu kaçakçısı Eric Schroeder, İstanbul’un göbeğindeki Türkiye’nin en yüksek binası olan Sapphire Rezidans’tan iki daire satın almış. 261 metre yüksekliğindeki gökdelenin 2’nci ve 10’uncu katındaki bu daireler 5 Nisan 2022’de satılmış. Tam satış değerini bilmiyoruz. Ancak Sapphire Rezidans’taki 1 artı 1 daireler bile 16,5 milyon TL değerinde. 90 milyon TL’ye satılan daireler var. Eric Schroeder, bu daireleri satın alarak hem kara parasını akladı hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için başvurdu.
Eric Schroeder, Türkiye’deki Hollandalı uyuşturucu baronu Joseph Johannes Leijdekkers’e yönelik operasyonlar zincirinde yakalanan son isim oldu. Avrupa’nın en çok aranan suçlularından olan Leijdekkers’ın Avrupa’daki para işlerini yürütüyor ve kara parasını aklıyordu.
Interpol’ün arama kararına göre; Eric Schroeder, Almanya Hamburg’da uyuşturucu ticaretini yönetiyor. Ayrıca suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarından aranıyordu. Almanya’da 784 kilo marihuana ve 154 kilo kokain kaçakçılığı suçlarından yargılanıyor. Schroeder’ın Cehennem Melekleri isimli suç örgütüyle 1,1 ton kokain bulunan bir konteyner soygununa karıştığı biliniyor.
BÜYÜK BARONA OTURUM İZNİ VERMİŞLER
Eric Schroeder vatandaşlık almayı başardı mı? Bilmiyoruz. Ancak Leijdekkers yönelik soruşturmada oturma izni aldığı anlaşılıyor. Sapphire’den daire aldığına dair belgelerde ‘9’ ile başlayan yabancı kimlik numarasına sahip.
Daha vahimi Avrupa’nın en çok aranan uyuşturucu baronu Joseph Johannes Leijdekkers’e de oturum izni verilmiş. Onun da ‘9’ ile başlayan yabancı kimlik numarası var.
KOMANÇEROLAR’IN LİDERİ DE DAİRE ALDI
Sapphire gökdelenindeki tek uyuşturucu kaçakçısı Eric Schroeder değil. 2 Kasım’da operasyon yapılan Avusturalya merkezli Komançero Çetesi’nin eski lideri Mark Douglas Buddle, Sapphire Rezidans’taki 28 numaralı daireyi 1,5 milyon dolara satın almıştı. KKTC’deki micro-makro.net sitesinin haberinden detayları öğrendik. Dünyadaki en büyük uyuşturucu ağlarından birini yöneten Komançero Çetesi’nin lideri Mark Dougles Buddle, Avustralya’dan kaçtıktan sonra Türkiye’ye gelmişti. Sapphire’deki dairesini 17 Kasım 2020’de Şişli Tapu Dairesi’ne tescil ettirdi ve 7 gün sonra istisnai Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak için başvuru yaptı. Mark Douglas Buddle, Bodrum’da da 4 konut alarak kara parasını aklamıştı. Ancak bizi şaşırtacak şekilde 2020 yılının sonlarında başvurusu reddedildi ve KKTC’ye gitti. Burada şirketler, evler satın aldı. Anlaşmalı bir evlilikle KKTC vatandaşı olmaya çalıştı. Temmuz 2022’de KKTC’den Türkiye’ye gönderildi ve Avusturalya’ya iade edildi.
AKP’Lİ MİLLETVEKİLİNİN GÖKDELENİ
Sapphire’de başka hangi suç örgütlerinin, baronların evleri var? Şimdilik bilmiyoruz. Ama bu gökdeleni inşa eden Kiler Holding. Şirketin sahibi Vahit Kiler, AKP kurucuları arasında ve eski AKP milletvekili. Şirket bir marketler zinciriyken AKP döneminde büyük bir holdinge dönüştü. 2015 yılında Kiler Holding borçlarını ödeyememiş ve Sapphire’deki alışveriş merkezini, kamu bankası Halkbank’a 100 milyon dolara satmıştı. 12 Ocak 2023’te ise aynı alışveriş merkezini Halkbank, Kiler Holding’e yarı fiyatına, 48 milyon dolara geri verdi. Büyük vurgun Sayıştay raporuna girmişti.
Hollandalı baron Leijdekkers’in Türkiye’deki suç örgütüne yönelik operasyonda başka isimlerin de gösterişli yapılardan daireler aldığı belirlendi.
EŞLERİNE VATANDAŞLIK İÇİN KONUT ALDILAR
Leijdekkers’in ortağı olan Türk uyuşturucu baronu Abdullah Alp Üstün, 13 Haziran 2023 tarihinde operasyonun ilk dalgasında yakalanmış ve tutuklanmıştı. Bu operasyonda suç örgütünün 1,1 milyar liralık malvarlığına el konulmuştu. ‘Tombul Jos’ lakaplı Leijdekkers ile bacanak olan Abdullah Alp Üstün’ün yabancı uyruklu eşi Nadia Alla’nın Kağıthane’deki Genyap Link projesinden vatandaşlık için daire aldığı tespit edildi.
Vatandaşlık ve oturum izinlerinde danışmanlık hizmeti veren Lapet Gemicilik, Dış Ticaret A.Ş.’den Nadia Alla’nın hesabına Nisan 2022’de 312 bin 735 dolar gönderildi.
Nadia Alla, bu paranın 310 bin dolarıyla Genyap Link’ten bir daire satın aldı. Bu parayı gönderdiği banka işleminin açıklamasına ise “Türk vatandaşlığı için” yazdı.
Nadia Alla’nın eşi Abdullah Alp Üstün, 2018 yılında da büyük bir uyuşturucu operasyonunda yakalanmıştı. Türkiye’deki eroini, Hollanda’daki ortaklarıyla takas ettikleri tespit edilmiş ama daha sonra tahliye edilmişti.
Hollandalı uyuşturucu baronu Leijdekkers’e yönelik operasyonda şüphelilerden Christopher Mark Grogan’ın vatandaş olduğu ortaya çıktı. Christopher Mark Grogan 250 bin dolar değerinde gayrimenkul alarak Türk vatandaşı olmuş ve adını Can Yavuz olarak değiştirmiş. Onun vatandaş olması için danışmanlık hizmetini de Lapet Gemicilik Dış Ticaret A.Ş., vermişti. Eski adıyla Christopher Mark Grogan yeni ismiyle Can Yavuz’un eşi Esther Krupenia için aynı şirket devredeydi. Lapet Gemicilik Dış Ticaret A,Ş., Esther Krupenia’nın hesabına 314 bin 882 dolar gönderdi. Esther Krupenia bu paranın 310 bin dolarıyla Genyap Link’ten daire satın aldı. O da para havalesinin işlem açıklamasına “Türk vatandaşlığı için” yazmıştı.
UYUŞTURUCU BARONUN QUASAR’DAKİ EVLERİ
Aynı soruşturmada uyuşturucu kaçakçısı olmakla suçlanan Abdullah Alp Üstün’ün çok popüler bir gökdelenden 3 daire aldığı belirlendi. Eskiden Ali Sami Yen Stadı’nın bulunduğu yere Torun İnşaat dev gökdelenler yaparken yanındaki likör fabrikasının arsası da ranta açıldı. Mecidiyeköy’deki bu çok değerli araziye Quasar isimli gökdelen dikildi. Abdullah Alp Üstün, Quasar Rezidans’tan 3 daire satın aldı. Bunun için Anar Azimov isimli kişiye 1,1 milyon dolar ödedi.
İsveçli uyuşturucu baronu Rawa Majid ise Bodrum’da bir villa alarak Türk vatandaşı olmuştu. Rawa Majid’in İstanbul’da Ağaoğlu Maslak 1453 projesinde evleri olduğu ortaya çıkmıştı.
İranlı uyuşturucu baronu Naci Sharifi Zindaşti’nin İstanbul’un en pahalı projesi Zorlu Center Rezidans’ta iki dairesinin olduğu iddia edilmişti.
Zindaşti’nin Zorlu Center’da daireleri olduğu soruşturmaya yansımıştı.İstanbul Mecidiyeköy’de 8 Eylül 2022 tarihinde öldürülen Sırp uyuşturucu baronu Jovan Vukotiç’in İstanbul Şişli’deki Sinpaş Queen Bomonti Rezidans’ta 2 dairesi vardı. İstanbul Beşiktaş Ulus’ta da lüks konutları olduğu ifadelere yansıdı. Öldürüldüğü gün Bakırköy’deki Selenium Ataköy Rezidans’taki lüks dairesinden çıkmış Zorlu Center’a gidiyordu.
Rövşan Caniyev Çetesi’ne yakın olan Elnur Gasimov ise İstanbul Ataköy’deki Dumankaya İkon Rezidans’ta yaşıyordu. Bu lüks konut projesinin önünde 26 Ekim 2022 tarihinde öldürüldü.
Avustralya merkezli Komançero Çetesi’nin liderlerinden Hakan Ayık’ın İstanbul en lüks sitelerinden, Demirören Holding’e ait Kemer Country’de iki konutunun olduğunu biliyoruz. Hakan Ayık, Avrupa’nın önemli uyuşturucu kaçakçılarından Maximilian Rıvkın’a Şişli Esentepe’deki iki dairesini satmış ve onun vatandaş olmasını böyle sağlamışlardı. Uyuşturucu baronu Maximilian Rıvkın, Türk vatandaşı olunca Cem Cansu adını almıştı.
Komançero Çetesi’nin Yüksek Komutanı, Duax Ngkuru’nun da İstanbul ve Bodrum’da çok sayıda konutunun olduğu öne sürülüyor.
İstanbul’da büyük bir barınma krizi yaşanırken uyuşturucu baronları lüks daireler satın alıyor.
Yeni evlenen çiftler kiralık daire bile bulamazken suç örgütü liderleri gökdelendeki konutlarıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oluyor.
Kiracılar ve ev sahiplerinin kavgalarında cinayetler işlenirken baronlar kara paralarını hepimizin gözleri önünde böyle aklıyor.
(derleyen: mstfkrc)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder