Kartalları sırtında taşıyan Nazlı (Barış Terkoğlu)
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” diyordu Necip Fazıl. Öğrencileri yaptı. Ülkenin çoğunluğu kendi yurdunda paryalaştı.
Dünyanın en zayıf ülkesi hangisidir? Topu tüfeği az olan diyebilirsiniz. Ben buna itiraz ederim. Milletlerin en büyük gücü birlikte yaşama iradesidir. İç huzurları olmayan, birbirine düşmüş halklar hep yoksullukla, geri kalmışlıkla, yenilmişlikle sınanır.
Türkiye uzun süredir tehlikeli bir yoldan geçiyor. İktidarı fethettiğini düşünen şımarık siyasal İslamcılık; Talibanlaşıyor ve tabii ki ceberrutlaşıyor. Kendisinin nasıl ibadet edeceğini, nasıl ahlaklı olacağını konuşmayı bıraktı. 90’larda anlattığı, bir grup liberali vitrine koyup parlattığı özgürlük masalları geride kaldı. Sizin ne yiyeceğinize, nasıl giyineceğinize, hangi okulda okuyacağınıza, çocuğunuzu nasıl eğiteceğinize, hangi diziyi izleyeceğinize onlar karar veriyor. “İstediğim gibi yaşarım” diyenlerse sopalanıyor. Siyasal İslamcılar için “başka” sayılan çoğunluk azınlıklaştırılıyor. Bir kesim valizini toplayıp giderken kalanlar ise kendilerine kürsülerden edilen hakaretlerle sınanıyor. Sıkışmış gazlar gibi patlamaya hazır toplum, operasyon için de hazır hale geliyor. Sisli ve puslu ortam, provokasyonlara “Buyur gel!” diyor. Uzakta aramaya gerek yok, provokatör milleti ayrıştıranların ta kendisidir!
FEMİNİZME SAPIKLIK DİYEN ÖĞRETMEN
Daha somut konuşayım. Size Nazlı’dan bahsedeyim...
2009 doğumlu. Henüz 15’inde bile değil. Adını dört sene önce hapiste duydum. Zira “Barış abi” diye seslenerek bana mektup yazmıştı. Ege’de bir sahil ilçesinde, Didim’de yaşıyor. Atatürkçü, CHP’li bir ailenin çocuğu. Her yıl biraz da büyümüş olarak imza günlerime gelir, kitaplarını imzalatır, fotoğraf çektirir. Dünya edebiyatı, felsefe, siyaset kitapları okur. Didim’de 24 Ocaklarda elinde Uğur Mumcu fotoğrafıyla yürüyen bir çocuktur Nazlı.
Kısacası “başka”dır Nazlı...
Geçen günlerde aradı beni. Hüznü sesinden belliydi. Okulda başından geçenleri anlatmaya başladı:
“Türk dili ve edebiyatı dersinde öğretmenimiz bizden serbest konulu kompozisyon hazırlamamızı istedi. Ben de ‘feminizm’ üzerine yazdım ve çıkıp sözlü olarak anlatmaya başladım. Ama kadın öğretmenimiz bundan rahatsız olup yarıda kesip, ‘terbiyesizlik yaptığımı, solcu solcu konuştuğumu, yasaklı kelimeler kullandığımı (kürtaj ve LGBT)’, sınıfta siyaset yaptığımı söyleyip ödevimi kabul etmedi ve oturttu. Sonrasında bu durumu, sınıfları gezip öğretmenlere ve öğrencilere anlattı. Sadece insan, çocuk, hayvan ve toplumun azınlık kesiminin haklarından bahsettiğim ve şiddet karşıtı söylemlerde bulunduğum için bana ‘sapık’ etiketi yapıştırıldı.”
Nazlı’nın sunumuna baktım. Feminizmin tarihinden ve neleri savunduğundan bahsediyordu. Üstelik yazdıkları da doğruydu. Gelgelelim, “şimdi sıra bizde”cilere göre Nazlı’nın anlattıkları sapıklıktı.
ALEVİLERE DEVEKUŞU BENZETMESİ
Tahmin ettiğim gibi yaşanan olay istisna değildi. Okulda başka olaylar da oluyordu. Sözde seçmeli denilen ama zorunlu kılınan “siyer” dersinde, öğrencilerden biri “Aleviler Müslüman mı” diye sormuş, öğretmen ise Alevilere hakaret ederek yanıt vermiş ve sınıfta tartışma yaşanmıştı:
“Sınıfta cinsiyetçilik söylemleri çok yapılıyordu, bunlara da karşı çıktım. Peygamberin hayatı (siyer) dersimize giren öğretmen mezhepçilik yaptığında da tepki gösterdik. Aleviler için ‘devekuşu’ dedi. ‘Kuşsun dersiniz deveyiz derler, deve dersin kuşuz derler, hiçbir şey yapmazlar’ dedi. ‘Böyle ayrımcılık yapmayın’ dedik, hatta konuyu yine idareye taşıdı veliler. Bu yazdığım sadece bir örnek.”
Tahmin ettiğiniz gibi öğretmen, özel olarak okula atanmıştı. Bazı çocuklarla kulüp adı altında çeşitli toplantılar yapıyordu. Nazlı’lar ise onlara ayakbağıydı. Sayesinde kim Alevi kim değil çocuklar öğrenmişti. Alevilere hakaret ederken arkasındaki sözde “sivil toplum örgütü”ne güveniyordu. Bakan bile onları ballandırarak savunmuştu ya!
Nazlı anlatmaya devam etti:
“Kulüpler kurup sohbetler yapan, öğrencileri örgütleyen, mezhepçi, bölücü, cinsiyetçi söylemlerde bulunan, şeriatı savunan, Atatürk’e hakaret eden, İstiklal Marşı’mızı bile okumayı reddeden, okunurken eli cebinde gezen öğretmenler var. Buna çok tepki gösteren diğer öğretmenlerimiz var ama sonucu değiştirmiyor.”
‘SUÇ VE CEZA’ BİLE SUÇ
Nazlı’nın annesi de yaşananları doğruluyor. Kızının okuduğu “Suç ve Ceza” romanı bile sanki yasadışı yayınmış gibi gündeme gelmiş. Nazlı için müdürle görüşmeye gitmiş ama aldığı tavsiye “susmayı kabul etmeyen çocuğunu başka okula aldırması” olmuş. Ama bu kafayla giderse orada da sorun yaratacağı söylenmiş.
Nazlı ise bunu kabul etmiyordu. Hem arkadaşlarını hem de kendisine destek olan öğretmenlerini seviyordu. Okulunda kalıp inandığı gibi yaşamak istiyordu. “Söylediklerini hiç sorgulamadan kabul edelim, kılık kıyafetimizi onların istediği şekilde belirleyelim, istemedikleri hiçbir yazarın ve şairin kitaplarını okumayalım, onların istediği toplantılara katılalım, onların istediği kalıplara girelim istiyorlar” diye şikâyet ediyor Nazlı. Kenara çekilmiyor, “Laik, çağdaş bir eğitim ve ülke için herkesin elini taşın altına koyması gerekli” diyerek inadını da gösteriyor.
Nazlı bir örnek. Yaşadıkları, ülkenin en az yarısının psikolojisini özetliyor. İktidarla zehirlenmiş şımarık dinciliğin saldırganlığının altında kendi toprağında azınlık durumuna düşmüş, siyahlaşmış milyonlar... “Ya ülkeyi terk et ya bizim istediğimiz gibi yaşa” denilen gençler... Birbirine düşmüş, sırtını dönmüş, hayatına yabancılaşmış, bağları incelmiş bir toplum...
“Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya” diye soruyor ya Necip Fazıl... Bütün umut, kartalları sırtından atacak Nazlı’lardadır...
/././
Kaleydoskop ve AKP Türkiye’si (Ergin Yıldızoğlu)
Ortadoğu rengârenk camlarla dolu bir kaleydoskopa benzer. Bu kaleydoskopu, emperyalizmin “böl yönet” ilkesine uygun biçimde çizdiği sınırlar yarattı. Sonra da petrol, İsrail bu kaleydoskopu daha da karmaşıklaştırdı. Artık, en ufak müdahalede bütün cam parçaları yerlerinden oynuyor, resim değişebiliyordu. Diğer bir deyişle bölge emperyalist güçler açısından kolay manipüle edilen parçalardan oluşuyordu.
ARTIK SIK SIK...
ABD hegemonyası altında düzenlenmiş emperyalist sistem istikrarını kaybetmeye başladığından, ABD’nin hegemonya restorasyonu çabaları hızlandığından bu yana, bu kaleydoskop daha sık dönüyor. Afganistan ve Irak işgalleri İran’ın manevra alanını genişletti. Arap isyanları, Libya sonra Suriye iç savaşları, IŞİD gibi canavarların doğmasını, bölgedeki karmaşıklığın daha da artmasını kolaylaştırdı. Buna karşılık ABD hegemonyası gerilemeye devam etti.
Tarihte hep böyle durumlarda rastlandığı gibi hegemonyacı devletin yönetici sınıfının dünyayı anlama kapasitesi giderek zayıfladı. Bunun en son örneği, Hamas’ın “Aksa Tufanı operasyonundan” önceki günlerde ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın “Ortadoğu uzun zamandır hiç bu kadar sakin olmamıştı” sözleridir. Blinken İsrail ile Arap petro-monarşileri arasındaki yakınlaşmaya bakarken İsrail’de yönetimin, Gazze’yi boşaltarak ilhak etmeyi hayal eden bir faşist kliğin eline geçmekte olduğunu, Filistin halkının sabrının tükendiğini “göremiyordu”. ABD yönetimi, İsrail’in, “Aksa Tufanı”na cevap olarak başlattığı Gazze saldırısının hızla bir soykırıma dönüşmesinin, bu soykırımı destekler konuma düşmenin yaratacağı sonuçları da kestiremedi.
KALEYDOSKOPUN İÇİNDEKİ YENİ EĞİLİMLER
Bu sonuçlar gelmeye başladığında kaleydoskopun içinde artık yeni eğilimler şekilleniyordu.
1) İsrail faşist yönetiminin, soykırım pratiği, ABD ve Avrupa’nın bir süre buna tepkisiz kalması dünyada büyük bir öfke dalgası yarattı.
2) Bu öfke karşısında, ABD’nin İsrail’i dizginleme çabaları sonuçsuz kaldıkça Ortadoğu’da, dünyada “hegemonyası geriliyor” algısı daha da güçlendi.
3) Yeni “hegemonya adayı” olarak yükselmeye başlayan Çin, ABD’nin aksine İsrail’in Gazze soykırımına karşı sert, tutarlı bir tavır aldı. “Küresel Güney” içinde yükselen İsrail ve ABD/Batı karşıtı tepki, Çin’in “yumuşak gücünü” beslemeye başladı.
4) İsrail’deki faşist yönetimin, ülke içinden yükselmekte olan muhalefete karşın, savaşı genişleterek ayakta kalma çabaları, İran’ın, Lübnan, Irak, Suriye, Yemen’deki müttefikleri aracılığıyla vermeye başladığı tepkilerle birleşince savaşın genişleme ve yayılma eğilimi güçleniyor.
5) Bu eğilime bağlı olarak Basra Körfezi ve Kızıl Deniz’de gemi taşımacılığı Husi saldırıları altında aksıyor. Böylece, dünyada taşımacılık maliyetleri artıyor. Mısır’ın Süveyş Kanalı gelirleri düşüyor, ekonomisinin, siyasi düzeninin kırılganlığı artıyor.
6) Irak, Suriye, Kızıldeniz-Basra Körfezi üzerindeki vekâlet savaşları ABD’yi doğrudan içine çekmeye başlıyor, Çin’e karşı gücünü Asya’ya kaydırma sürecini aksatıyor.
7) İsrail, Hamas liderliğini hangi ülkede olurlarsa olsunlar öldürmek üzere suikastlara başlıyor.
8) Emperyalizmin yararlı salağı olarak, IŞİD bu karışıklıktan yararlanarak toparlanma hevesiyle, İran’da düzenlediği bir bombalı saldırıyla yeniden hareketleniyor.
Bu yeni eğilimlerin AKP Türkiye’sini etkileme olasılığı hızla artıyor. Türkiye’de Hamas liderleri ve kimi operatörleri yaşıyor. Bunlar rejim tarafından korunuyorlar. İkincisi, ülkede Mossad ajanları fink atıyor. Üçüncüsü rejim seçimlere giderken taraftarını, siyasal İslamın radikal kanadını hareketlendirerek, toplumu din üzerinden kutuplaşmaya zorlayarak kemikleştirmeye çalışıyor. Böylece hilafet taleplerinin yükseltilmesine, kitleselleşmesine, tebliğci militanların halkı sindirme çabalarının artmasına göz yumuyor hatta belki de doğrudan destekliyor. Bu gelişmeler siyasal İslam içindeki Selefi ve IŞİD gibi akımlara, yeni hareket alanları yaratıyor, bir imamın bıçaklanması olayına yansıdığı gibi cüretlerini artırıyor. Böylece yabancı ülkelerin operatörleri açısından elverişli bir ortam oluşuyor.
Kaleydoskopun dönüş hızının yarattığı girdaba, AKP rejiminin kapılma olasılığı her gün biraz daha artıyor.
/././
Atlantik Konseyi’nin Karadeniz raporu (II)
Önceki yazımızda bir giriş yapmıştık: ABD’nin ünlü düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi, “Karadeniz için bir güvenlik stratejisi” ismiyle, 15 Aralık 2023’te bir rapor yayımladı.
32 sayfalık rapor, kolektif bir çalışmanın ürünü. Scowcroft Strateji ve Güvenlik Merkezi’nin Transatlantik Güvenlik Girişimi, Ulusal Siyasi ve İdari Çalışmalar Okulu ve Atlantik Konseyi uzmanlarından oluşan bir görev gücü tarafından hazırlandı. Görev gücündeki tüm isimleri saymayalım ama bir fikir vermesi açısından başındaki ünlü generalleri anımsatalım: James L. Jones ve Curtis M. Scaparotti.
UKRAYNA, GÜRCİSTAN VE MOLDOVA’YA AB YOLU
Rapor, Karadeniz’e kıyısı bulunan ve kıyısı olmadığı halde havzada bulunan ülkelerin toplamıyla ele alınıyor. Böylece Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Gürcistan ve Rusya dışında, Moldova ve Polonya da raporda yer buluyor.
Rapor esas olarak Karadeniz stratejisini, NATO ve Avrupa güvenlik mimarisinin entegrasyonu üzerine oturtuyor. Bu anlayış, haliyle “Rusya’yı Avrupa güvenlik mimarisinden atmak” şeklindeki temel ABD yaklaşımına uygun.
Rapor, bu hedefle şu önerilerde bulunuyor:
- Ukrayna, Moldova ve Gürcistan için NATO, OECD, AB ve Üç Deniz Girişimi üyeliği mümkün olduğu ölçüde hızlandırılmalı. (AB’nin geçen ay Ukrayna ve Moldova ile üyelik müzakerelerini başlatma ve Gürcistan’a aday ülke statüsü verme kararı aldığını anımsatalım!)
- Romanya ve Bulgaristan’ın Schengen’e katılım için reform çabaları desteklenmeli.
- Polonya Dual-Capable Aircraft programına dahil edilmeli.
NATO DENİZ GÖREV GÜCÜ HEDEFİ
Raporun, Karadeniz stratejisi için ABD hükümetine önerdiği diğer konular ise şunlar:
- NATO aracılığıyla, caydırıcılık ve savunma için Karadeniz devletlerine kapsamlı güvenlik yardımı sağlanmalı.
- Caydırıcılığı desteklemek için çokuluslu NATO oluşumları, Karadeniz’in doğusuna konumlanmalı.
- Uluslararası ticareti korumak ve Rusya’yı caydırmak için Batı Karadeniz’de NATO deniz görev gücü oluşturulmalı.
- Karadeniz’deki başlıca NATO üssü olarak Köstence geliştirilmeli, Romanya’nın askeri tesisleri ve denizcilik kapasitesi yükseltilmeli.
- Güvenlik yardımı ve teknoloji transferi yoluyla Ukrayna, Bulgaristan ve Romanya deniz gücü güçlendirilmeli. (İşte İngiltere’nin Ukrayna’ya hibe ettiği gemiler de bu kapsamda)
Atlantik Konseyi’nin Karadeniz raporunda Çin de var! Çin’e bir bölüm ayrılan raporda, ABD ve AB’den, Çin’in bölgedeki etkisini ve yatırımını dışlama çabalarını yoğunlaştırması isteniyor. Ve Konsey ABD’ye, Çin’in Rusya’ya ekonomik desteğini sınırlandırması karşılığında ekonomik teşvik sağlamasını öneriyor.
STRATEJİNİN UYGULANABİLMESİ TÜRKİYE’YE BAĞLI
Bunlar, 32 sayfalık rapordaki önerilerden sadece bir bölümü. Ama sadece bunların bile hayata geçmesi için ABD’nin Türkiye engelini aşması gerekiyor. Zira Türkiye olmadan bu stratejinin uygulanabilmesi olası değil. Bunun için de Montrö Sözleşmesi’nin delinmesi gerekiyor elbette.
Kuşkusuz raporu hazırlayan askeri ve sivil ekip de bunu görüyor ve işte tam da bu nedenle Türkiye için “havuç sepeti” öneriyor.
Rapor ABD’ye, Türkiye ile ilişkileri sıfırlamayı tavsiye ediyor. Ukrayna’ya daha güçlü destek vermesi ve Rusya’ya mesafe koyması karşılığında, ABD ve AB’nin Türkiye’ye yaptırımlarını kaldırmasını, AB’ye katılımı konusunun desteklenmesini ve NATO-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılmasını istiyor.
Kısacası, ABD ve İngiltere’nin Karadeniz’i “NATO gölü” yapma hedefi sürüyor. Yani Türkiye’nin Montrö direncini daha da artırması gereken günlere giriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder