TÜİK'in enflasyon verileri: 'İleride hesabı sorulacak büyük hırsızlık' (BURCU GÜNÜŞEN-SOL/ÖZEL)
TKP MK üyesi Savaş TÜİK'in maniple edilmiş verileriyle işlenen büyük suça dikkat çekerken, PE Genel Koordinatörü Eroğlu tüm emekçilerin yan yana mücadelesinin elzem hale geldiğini vurguladı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bugün açıkladığı enflasyon verileri kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaşlarının belirlenmesinde etkili olacak. Kuruma göre enflasyon Aralık 2023'te aylık bazda yüzde 2,93, yıllık bazda yüzde 64,77 enflasyon olarak gerçekleşti.
TÜİK’in son altı aylık enflasyon verilerine göre Bağ-Kur emekli aylıklarına yüzde 37,57, kamu emekçileri ve emeklilerinin aylıklarına ise yüzde 49,25 oranında zam yapılacak. İşçi emeklilerinin aylıklarında da yüzde 37,57 oranının esas alınması öngörülüyor.
Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite Üyesi Alpaslan Savaş TÜİK'in açıkladığı enflasyon verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirterek "Maniple edilmiş rakamlar, her seferinde emekçi halkın cebinden eksiltiyor. İleride elbet hesabı sorulacak olan bir büyük hırsızlık" dedi.
Bugün açıklanan enflasyon rakamlarının ardından memur ve memur emeklisinin ücretlerindeki artışın, asgari ücretteki artış oranına yakın olacağının anlaşıldığını belirten Savaş "SGK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarındaki artış ise o kadar bile değil. Her zamanki gibi Erdoğan’ın son dakikada çıkıp, 'şu kadar puan da benden' deyip demeyeceğini de önümüzdeki günlerde göreceğiz" dedi.
Erdoğan bunu dese de demese de emekçi halkın ücretleri üzerindeki büyük baskının süreceğinin açık olduğunu dile getiren Savaş şöyle konuştu:
"Bir kere zaten TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Maniple edilmiş rakamlar, her seferinde emekçi halkın cebinden eksiltiyor. İleride elbet hesabı sorulacak olan bir büyük hırsızlık bu. Bu oranlara Erdoğan lütuf diye üç beş puan eklese neye yarar? Bu da başka bir sahtekarlık. Üstelik bu artış henüz kimsenin cebine girmeden iğneden ipliğe gelen yeni yıl zamlarıyla buharlaşıp gitti."
'Bu kadar büyük kazanç varsa ülkede, bu yoksulluk neden?'
Dün Erdoğan'ın Türkiye İhracatçılar Meclisi toplantısında patronlarla birlikte olduğunu hatırlatan Savaş "Türkiye’de halk yoksullukla boğuşup, geçim derdiyle uğraşırken patronların kazandıklarını insanın yüzü kızarmadan 'Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık' diye anlatmak ibretlik olsa gerek" diye konuştu.
Savaş şunları söyledi:
"Türkiye geçen yıl ihracat rekoru kırmış. 256 milyar dolar mal ve hizmet satmışız yurtdışına. Aynı yıl kar rekorları da kırdı patronlar. Şirketler 2023 yılını görülmedik kazançlarla kapattılar. Aldığı maaşa üç beş bin lira zam gelen milyonlar bununla gurur duyacak öyle mi?
Peki bu kadar büyük kazanç varsa ülkede, bu yoksulluk neden? Neden şirketler ihracat, ciro, kar rekorları kırıyor da milyonlarca emekçi ay sonunu getiremiyor?
Patronların ağzından düşürmediği 'Biz kazanacağız ki siz de kazanın' masalı çöküyor artık. Çünkü bugün olan, onlar kazandıkça emekçilerin yoksullaşmasıdır. Mesele sadece ücretler değil. Birileri milyonlarca emekçinin yarattığı değere el koyuyor ve onlara kırıntıları bile fazla görüyor. Bunun böyle sürmesi mümkün değil."
Hissedilen reel enflasyon açıklananın çok ötesinde
Patronların Ensesindeyiz Genel Koordinatörü Neslihan Eroğlu açıklanan TÜİK verilerinin hükümet ve sermayenin yola koyduğu “ekonomi reçetesi”ni hayata geçirecek veriler olduğunu belirtti:
“Hükümet cephesinden son birkaç aydır bir ekonomi reçetesi dile getiriliyor. Bu dile getirilen reçetede yılsonu enflasyon oranını maksimum yüzde 65 olarak tutmayı hedeflemişlerdi. Nitekim TÜİK verileri de bunu desteklemiş oldu. TÜİK, bununla da sınırlı kalmadı ve Aralık ayı enflasyon oranını yüzde 2,93 olarak açıkladı. Aslında aylardır hükümet ve sermaye ile yola koyulan reçeteyi hayata geçirecek verileri paylaşmış oldular.”
Emekçilerin hissettiği enflasyonun açıklanan verilerin çok üzerinde olduğunu belirten Eroğlu’na göre buna en basit örnek gıda fiyatlarındaki artış. Eroğlu şunları söyledi:
“Yine her zaman yaptıkları gibi reel veriler üzerinden oynuyor ve yapılan zamların kendisini 'büyük zam' manipülasyonları ile servis ediyorlar. Hissedilen reel enflasyon verileri açıklanan rakamların çok üstündedir. Bunun için basit bir örnek gıda fiyatlarındaki artışlardır. Gıda enflasyonu yüzde 113 düzeyinde artmış olmasına rağmen hükümet cephesinde 72 olarak gösterilmiştir. Bir vatandaş kıyafetinden kısabilir ancak gıda gibi en temel ihtiyacından kısamaz, buna rağmen bugün pek çok yurttaşın evine et ürünü girmiyor.”
'Mücadele çok daha elzem hale geldi'
Açıklanan verilerle yapılacak ücret artışlarının milyonlarca emekçiyi daha da yoksullaştıracağını vurgulayan Eroğlu buna karşı tüm emekçilerin omuz omuza mücadelesinin artık "çok daha elzem" hale geldiğine işaret etti:
“Bir de bu tabloya emeklilere ve memurlara yapılan zam oranları eklendi. Son altı aylık enflasyon verilerinin baz alındığı SSK ve Bağ-Kur emekli aylıklarına yüzde 37,57, memur maaşlarına ve emekli memur aylıklarına ise yüzde 49,25 oranında zam yapılması öngörülüyor. Bu oranlar gerçek enflasyon verilerinin yanından bile geçmiyor. Yapılan zamlar, enflasyon karşısında hızla erimekle kalmayacak memur ve emeklileri daha da yoksullaştıkları bir hayata da mecbur bırakacaklar.
Böylesi bir dönemde, tüm emekçilerin yan yana, omuz omuza mücadele etmesi ve hakkı olanı istemesi çok daha elzem hale gelmiştir.”
/././
Coğrafi mirasa Koç görgüsüzlüğü (ARZU KAYHAN-SOL/ÖZEL)
10 Kasım ve 29 Ekim reklamlarıyla PR peşinde koşan Koç Holding, doğal güzellikleri de reklam nesneleriyle tahrip ederek sermayenin kültür üzerindeki tahakkümünü görgüsüzlük seviyesinde sürdürüyor.
Anadolu’nun en kuzey noktasında bulunan ve coğrafi bir miras olan İnceburun Feneri'nde markalarıyla reklam yapan Koç Holding, Sinopluların protestosuna maruz kaldı.
Doğanın ticari amaçlarla tahribine karşı çıkan Sinoplular bank ve salıncak şeklinde doğaya kondurulmuş reklam araçlarının kaldırılmasını istiyor. 1863 yılında Sinop’ta, Anadolu'nun en kuzeyindeki kayalıklarda kagirden inşa edilen İnceburun deniz feneri her yıl sayısız turistin ilgisini çeken coğrafi bir miras niteliği taşıyor. Aktif faaliyette bulunan İnceburun fenerinin civarında, yıllar içinde tadilat geçiren hizmet binası dışında başka bir yapılaşma mevcut değil.
Anadolu'nun en kuzeyinde görgüsüzlük
Bir süredir sırtı Beko markasının harfleriyle imal edilmiş bir bankla Arçelik logosu şeklinde tasarlanmış ve sosyal medya için çekilen fotoğraflara fon olması amaçlanmış metal bir salıncak, fenerin önündeki boşlukta yer alıyor. Markaların reklamını yapmak dışında alana uygun hiçbir işlev taşımayan ve gerek fenerin gerek etrafındaki kayalık bölgenin doğal görünümü de bozan nesneler kuzeyin sert rüzgârına açık halde kısa sürede deforme olup paslanmış, salıncak da devrilmiş metal yığını olarak duruyor.
Sinoplular hemen kaldırılmasını istiyor
Koç Holding’in İnceburun Feneri’ndeki reklam görgüsüzlüğünü sosyal medya paylaşımlarıyla protesto eden Sinoplular, üzerinde fenerle ilgili bilgilerin yer aldığı ve Koç grubuna ait markaların logosunu barındıran bu nesnelerin bir an önce kaldırılmasını talep ediyor. İnceburun Fenerinin ve çevresindeki doğal alanın değerini başka hiçbir nesneye ya da özellikle sermayenin desteğine borçlu olmadığını vurgulayan Sinoplular, Koç Holding’in anlamsız buldukları bu girişiminin derhal durdurulmasını istiyor.
Koç Holding’e seslenen Sinoplular, daha önce de başka bir kurumun üzerinde reklamlarının olduğu bir tabelayı aynı yere yerleştirdiğini, ancak yine Sinopluların buna izin vermeyerek tabelayı yerinden söktüğünü hatırlattı. Protestolar sosyal medyada Koç Holding ve markalarının da etiketlenmesiyle yayılmaya başladı.
/././
Gülenciler hâlâ temizlenemedi, peki Yerlikaya'nınkileri kim temizleyecek? (soL-Özel)
MİT 6 yıl sonra hard diski kırdı, yüzlerce Gülenci yakalandı. Diğer tarikat ve cemaatler tüm kurumlarda cirit atıyor. Aynı döngü baştan... Hepsi temizlenmeden bitmeyecek.Son zamanlarda devlet makamları, kamuoyuyla kurdukları ilişkiyi Twitter'a, basınla kurdukları ilişkiyi WhatsApp'a taşımış durumda.
Bu işten en keyif alanlardan biri, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya. Mümkün mertebe her sabah, basın mensuplarına "günün operasyonu" mesajı iletiyor. Mesajlar giderek WhatsApp'ın ruhuna da uygun hale geliyor, Bakanlık mesajlarında çiçekli emojiler bile kullanılıyor.
Yerlikaya'nın kurumundan 28 Ocak günü basına gönderilen mesajda, emojilere yer yoktu. Konu netameliydi. 445 aktif emniyet mensubu, Gülenci oldukları iddiasıyla açığa alınmıştı.
Yani 15 Temmuz’un üzerinden 7,5 yıl geçmişken Emniyet’in içinde 445 cemaat üyesi olduğu ortaya çıktı.
Uzun süredir Gülen Cemaati’nin yerine başka tarikat-cemaatlerin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde (EGM) yapılandığı konuşuluyor. Daha önce Sağlık Bakanlığı’nı da kontrol altına aldığı konuşulan Menzil tarikatının emniyette de güçlendiğine ilişkin iddialar gazeteciler tarafından defalarca gündeme getirildi.
Geçmiş dönemde İçişleri Bakanlığı yapan Süleyman Soylu, bakanlıkta Menzilcilerin kadrolaştığı, atama ve tayin yaptırdığı yönündeki iddialara karşı “Bir Menzilci gösterin bakanlığı bırakırım” ifadelerini kullanmıştı.
'Acaba Menzil'e kadro mu açılıyor?'
445 Gülencinin ihracına geri dönersek, T24 yazarı Tolga Şardan, Büyüteç adlı köşesinde yılın ilk yazısını bu konuya ayırdı. Yazıda ilk dikkat çeken yer açığa alınanların başkomiser rütbesine kadar olan polisleri kapsaması yani amirlere sıra gelmemesiydi.
Aslında 3 binden fazla personelle ilgili verinin ifşa olduğunu söyleyen Şardan, sadece 445 kişiyle sınırlı kalınma sebebini ‘yerel seçimler’ olarak özetliyor. Yeni Şafak yazarı Bülent Orakoğlu, “MİT’in 6 yıl sonra kırmayı başardığı şifreli dokümanlardan 4 bin 121 mahrem sorumlu daha ortaya çıktı. Bunlardan 3 bin 400’ünün örgütün emniyetteki kadın emniyet müdürleri, amirleri ve polis memurlarından sorumlu mahrem abla oldukları tespit edildi” diyerek veriyor bilgiyi.
MİT’in 2017’de Garson isimli gizli tanık sayesinde ele geçirdiği ve 6 yıl sonra kırabildiği hard diskle birlikte ortaya çıkan bu hikayeyi anlatırken Şardan şu soruyu soruyor: “Acaba Menzil'e kadro mu açılıyor?”
Şardan yazısında şu sözleri dile getiriyor konuya ilişkin:
“Bakmayın siz, Emniyet'in 400 bin kişilik teşkilat olduğuna. Herkes, herkesin seceresini bilir!
Açığa alma, renklendirilen personelin tespiti ve branş dışına çıkarma gibi tasfiye işlemleri, teşkilatın FETÖ bağlılarından temizlendiği görüşü kadar, deyim yerindeyse "şeytanın gör dediği" meselesini de gündeme getirmiyor değil.
Son zamanlarda tıpkı TSK'da güçlendiği gibi Emniyet içinde de kendisini hissettiren Menzil başta olmak üzere diğer cemaat ve tarikatlara yer açılmadığını düşünmek isterim doğrusu!
Ancak; gerçekleşen bazı kritik atamalar ve görevden almalar, bu iyimserliği ortadan kaldırıyor maalesef.
Umalım ki, karar vericiler bir an önce süreci yeniden değerlendirsinler. Tarikat ve cemaatlerden uzak duran kadrolarla görev yapsınlar.”
'Orta ve uzun vadede sıkıntılara yol açacağı değerlendirilmektedir'
Fethullahçıların yerine Menzilcilerin geçmesine ilişkin yüzlerce haber yapıldı. Benzerlikler ve ortaya çıkanlar şaşırtıcı. Örneğin sermayeyi elde tutmak için Gülenciler Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nu (TUSKON) kurmuştu, Menzilciler de Türkiye Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’ni (TÜMSİAD). Beşir Derneği, Semarkand TV’si derken Menzil adım adım vakıf, dernek, medya alanında ağlarını büyüttü. Gazeteci Saygı Öztürk, “Menzil köyünde çalışan emniyet müdürleri var” iddiasını dile getirdi. 2019 yılında ortaya çıkan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu iddia edilen, resmi görevlilerin bugüne kadar yalanlamadığı Dini-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dini-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dini Yönelişler adlı gizli raporda, bu oluşuma da yer veriliyor. Raporda oluşumdan, "Geleneksel Dini Kültürel Oluşumlar (Tarikatlar)’" başlığı altında bahsediliyor ve grup için "Menzil/Semerkand Cemaati" tanımı kullanılıyor.
Oluşum hakkında, “Menzil grubu ülkemizdeki benzer yapılar içerisinde en çok taraftara sahip olanlardan biri olarak görülmektedir” değerlendirmesi yapılıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu öne sürülen raporun son bölümünde Menzil grubuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:
“Son zamanlarda Menzil grubunun bürokraside teşkilatlandığı ve kamuda etkinliğini artırdığı yönünde kamuoyunda bir kanaat dillendirilmeye başlanmıştır. Doğru olması halinde bu tezahürün ülkemizde orta ve uzun vadede sıkıntılara yol açacağı değerlendirilmektedir.”
Gazeteci Saygı Öztürk’ün kitap çalışması sırasında bu tür iddiaları sorduğu "Menzilciler" ise bu iddiaların doğru olmadığını söylüyor.
Şardan 2019 yılında yazdığı bir başka yazıda, "Emniyette her üç atamanın biri Menzil cemaati referansıyla yapıldı" iddiasını dile getirip şunları kaleme almış:
"Şöyle ki, 17-25 Aralık’tan sonra Fethullahçılar’a yönelik tüm bürokraside başlayan ve 15 Temmuz süreci sonrasında FETÖ’ye dönüştürülen “temizlik” çalışmaları sonucunda yeni bazı farklı yapılanmalar devlet kadrolarında hayat bulmaya başlamıştı.
Okuyucular, Yazıcılar’la birlikte son dönemde Menzilciler de diğer kurumlarda olduğu gibi emniyet teşkilatı içinde örgütlenmeye başladı. FETÖ’den doğan boşluğun doldurulması çerçevesinde bir süredir emniyette yapılan tayinlerde Menzilcilerin etkisi “güçlü” biçimde hissediliyor.
Bu etki, son emniyet müdürleri kararnamesinin yanı sıra birinci sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ve polis okullarına yapılan müdür atamalarında da kendisini gösterdi. Her üç atama ve terfi sırasında Menzil cemaatinden doğrudan veya dolaylı gelen referanslar kabul gördü.”
Gülenci temizliği hâlâ bitmedi, bugün örgütlenenler nasıl temizlenecek?
15 Temmuz'un üzerinden yıllar geçmesine rağmen Gülenciler hâlâ devletten temizlenebilmiş değil. Aksine, son operasyonla ortaya çıktı ki, binlercesi aktif görevlerini sürdürüyor.
Gülen Cemaati, geçmişi de olmakla birlikte, AKP döneminde çok hızlı bir şekilde devlet içinde örgütlenmişti. Şimdi Ali Yerlikaya Gülencileri temizlemekle övünürken, sayısız başka cemaat ve tarikat aynı pozisyonları hızla dolduruyor.
Bu arada kabinenin bir diğer bakanı, eğitim alanında cemaatlerle işbirliğini göğsünü gere gere savunuyor.
Bir kısırdöngü baştan yaşanıyor. İleride, bugünlerde devlete çöreklenen tarikat ve cemaatlerin tasfiyesiyle uğraşılacak.
/././
Hizb-ut Tahrir yazarı: 'Şeriat zorunluluktur, Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir' (ASLI İNANMIŞIK-sol)
Hizb-ut Tahrir yazarı hilafet çağrısı yaptı, "siyasi ve şer’i olarak zorunlu" dedi. Şeriatçı örgütün terör örgütü, kendisinin de sorumlu olmadığını savundu ama "Türkiye Vilayeti Sözcüsü" çıktı.İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları sürerken, gerici örgütlenmeler de bu saldırıları şeriat ve hilafet çağrısı yapmak için bahane olarak kullanıyor.
Yeni yılın ilk günü "Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet" başlığıyla İstanbul'da Galata Köprüsü'nde düzenlenen yürüyüşle birlikte "hilafet" tartışması yeniden gündeme geldi.
Yürüyüşün ardından Hizb-ut Tahrir'in yayın organı olan Köklü Değişim sosyal medya üzerinden paylaştığı videoyla "hilafet" çağrısında bulundu. Grubun önde gelen isimlerinden Yılmaz Çelik de söz konusu videoyu "Geliyor gelmekte olan! Hiç bir güç hiç bir kuvvet bu gelişi durduramayacaktır! Hilafet" notuyla paylaştı.
Çelik, “Hilafet iktisadi, siyasi ve şer’i olarak zorunludur. Bu hayal değil bir hakikattir. Biz bunun olacağına da inanıyoruz. Çünkü bu Allah’ın vaadidir” dedi.
'Hilafet iktisadi, siyasi ve şer’i olarak zorunlu'
Çelik bugün de KRT’ye konuşarak, "hilafetin geri geleceğine inandıklarını" söyledi. Hizb-ut Tahrir üyeliğinden hapis yatan gerici isim, söz konusu yapının "terör örgütü olmadığını" da savundu.
Ancak Çelik'in konuşmaları "anayasal düzeni bozma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, suçu ve suçluyu övme, terör propagandası" gibi birden fazla başlıkta suç içeriyor.
Hilafet isteyen Çelik, İslami bir düzenin kurulmasını talep ettiklerini anlatıyor. "Türkiye başta olmak üzere tüm İslam ülkelerinin hilafet çatısı altında toplanmasını talep ediyoruz" diyen Çelik, hilafetin iktisadi, siyasi ve şer’i olarak da zorunlu olduğunu şu sözlerle öne sürüyor: "Bu hayal değil bir hakikattir. Biz bunun olacağına da inanıyoruz. Çünkü bu Allah’ın vaadidir."
Hizb-ut Tahrir terör örgütü değilmiş!
Hilafeti savunmanın Anayasa’ya aykırı olmadığını da iddia eden Çelik, "Eğer hilafeti savunmak suçsa, o zaman ülkemizde sosyalizmi savunan oluşumlar da suç işliyorlar demektir" diyerek sosyalizmle hilafeti eşitleme aymazlığından da geri durmuyor.
Hizb-ut Tahrir örgütü ile ilişkisi sorulan gerici isim, örgütün üyeliğinden uzun süre cezaevinde tutuklu kaldığını saklamasa da "En son Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir" diyerek şeriatçı örgütü de sonuna kadar savunuyor.
Galata mitingdeki yumruklu saldırıyla ilgili de konuşan Çelik, saldırıyı kabul edilemez olarak nitelendirip şöyle konuşuyor:
"Saldırıya uğrayan vatandaş da, saldıran da Müslüman olduğu beyan ediyor. Kelime-i Tevhid bayrağı her ikisinin bayrağıdır. Ortak değerleridir. Bir ülkenin veya ırkın bayrağı değildir. Bütün dünya Müslümanlarındır. Bunun üzerinden toplumu kutuplaştırmak ve bizleri de hedef göstermek kesinlikle doğru değildir."
AKP döneminde valileri belediye başkanlarını arkalarına aldılar
Galata'daki eylem katıldıkları ilk eylem de değil. Özellikle İstanbul'da defalarca hilafet çağrısıyla eylem yapan güruh 2015'te Türkiye’nin 15 kentinde toplantılar düzenlemişti. AKP döneminde eylem ve toplantılarının sıklığını artıran Hizb-ut Tahrirciler, Ankara’da 6 Mart 2016'da Atatürk Spor Salonu’nda valiliğin izin verdiği ve dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in de yer tahsis ettiği "Uluslararası Hilafet Konferansı" adıyla bir eylem gerçekleştirmişti. Hizb-ut Tahrir eylemine ilişkin suç duyurusunda bulunulmuştu.
Yöneticisi değilim dedi, "Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü" çıktı
KRT'ye "Köklü Değişim Yayınları yazar" olarak konuşan Yılmaz Çelik, söyleşisinde önce "ben Hizb-ut Tahrir’in ne lideriyim ne de yöneticisiyim", sonra da "En son Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir" dedi.
Peki, Çelik'in söyledikleri doğru mu?
Bunun yanıtını, bizzat Çelik'in atıfta bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararında bulabiliyoruz. Karar, 2018 tarihli. Başvurucu, bizzat Yılmaz Çelik. Kararda, 2008 yılında dağıtılan bildirilerde "yönetici olmayan" Yılmaz Çelik'in örgütteki sıfatının ne olduğunu görüyoruz: "Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü".
Çelik'in ikinci, yani "Anayasa Mahkemesi'ne göre Hizb-ut Tahrir terör örgütü değil" iddiası da doğru değil. Anayasa Mahkemesi kararı, esasında, "Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü olup olmadığı gereğince ortaya konulmamış" diyor. Önce ilgili derece mahkemesi, sonra da Yargıtay, 1967 yılından beri Türkiye'de terör örgütü olarak operasyon konusu olan Hizb-ut Tahrir'i yine terör örgütü olarak ele almış. AYM, "bunun gerekçelerinin tam olarak ortaya konulmadığı"na işaret ediyor.
AYM kararına katılmayan üç üyeden Osman Alifeyyaz Paksüt, itirazını şöyle dile getiriyor: "Başvuru konusu dosyada, derece mahkemeleri tarafından, başvurucunun üyesi ve sözcüsü olduğu örgütün 'dar-ül küfür' olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyetini yıkarak hilafet devleti kurma amacını güttüğü, bu amacın cebir ve şiddet kullanmaksızın gerçekleşmesi mümkün olmadığından örgüt faaliyetlerinin terör mevzuatı kapsamında değerlendirildiği, eldeki delillerin bu tespiti çürütmeye yeterli olmadığı; başvurucunun şiddete karşı oldukları yönündeki beyanlarının ise inandırıcı bulunmadığı anlaşılmakta; sonuç itibariyle bu kanaatin gerekçeli kararlara yansıtıldığı görülmektedir."
/././
Canan Karatay şimdi de HPV aşısını hedef aldı: 'Genç kızları felç ediyor' (soL)
Pandemi döneminde aşı olmak yerine insanlara "kelle paça içmeyi" öneren Canan Karatay, şimdi de HPV aşısının felce yol açtığını iddia etti. Boyun Eğmeyen İlaç Emekçileri, Karatay'a tepki gösterdi.
Emel Özuğur'un YouTube kanalına konuk olan Canan Karatay, şimdi de HPV aşılarını hedef aldı.
Daha önce pandemi döneminde Covid-19'a karşı aşı olmak yerine "kelle paça içme" önerisinde bulunan Karatay, şimdi de HPV aşılarının insanları rahim ağzı kanserinden korumadığını hatta hasta ettiğini iddia etti.
"HPV yapılan genç kızlarda felç oluyor bu nedenle yapılmaması gereken bir aşı" iddiasında bulunan Karatay, "Bağırsakları tamamen bozuyor ve bu düzelmiyor" ifadelerini kullandı.
Karatay kendisine Hollanda'dan HPV aşısı olup hastalanmış birçok danışan geldiğini öne sürdü.
Karatay, "HPV olmalı mıyız", sorusuna "Asla olmayın" yanıtını verdi.
Boyun Eğmeyen İlaç Emekçileri'nden TTB ve Sağlık Bakanlığı'na suç duyurusu
Boyun Eğmeyen İlaç Emekçileri, Karatay'ın bu açıklamalarına sosyal medyadan yanıt verdi.
"Bu Bir Suç Duyurusudur!" mesajıyla başlayan paylaşımda, "Halkın sağlığına kasteden bu dolandırıcı sahtekarlar rahim ağzı kanserinin koruyucu aşılarına dair bile isteye yalan söylüyorlar. Ahlaksız Şarlatanlar!" denildi.
Paylaşımda, Türk Tabipleri Birliği'ne Karatay gibilerinin hekimlikten men edilmesi, Sağlık Bakanlığı'na da gerekli işlemlerin yapılması çağrısında bulunuldu.
Karatay Covid-19 aşılarını da hedef almıştı
Karatay, geçtiğimiz Ağustos ayında Covid-19 aşılarını da hedef almış ve aşı olanlarda uyuz, zona, beyin ve kalp hastalıklarının çok arttığını iddia etmişti. Karatay, "COVID aşısı olanlarda cilt döküntüsü, uyuz, zona, beyin ve kalp hastalıkları çok arttı. Bağışıklık sistemini çökertti, kızamık diye örtbas etmeye çalışıyorlar" demişti.
TTB, Karatay'ın bu açıklamasının etik ve deontolojik olarak kabul edilemez olduğunu belirtmişti. Açıklamada, Karatay’ın yazılı ve görsel basında gebelikte yapılan şeker yükleme testi, bazı hastalıklar ve ilaç kullanımı ile beslenmeye ilişkin bilimsel olmayan bilgiler vererek halk sağlığına zarar verdiği, bilimsel araştırma verilerini değerlendirirken bilimsel gerçekleri yansıtmadığı kaydedilmişti.
Karatay, pandeminin başında da kelle paça içmenin Covid-19 hastalığını geçireceğini iddia etmişti.
15 gün meslekten men edilmişti
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği tarafından Karatay hakkında, 2015 yılında gebelikte şeker yükleme testinin zararlı olduğunu ve çok mecbur kalınmadıkça yaptırılmaması gerektiğini iddia etmesi üzerine TTB'ye şikayette bulunulmuştu.
Şikayeti üzerine TTB tarafından Karatay'a 15 gün meslekten men cezası verilmişti.
/././
Olimpiyat'ta batı faşizmi: Sadece 'siyaseten tarafsız' Rus sporcular katılabilecek (CAN KUYUMCUOĞLU-sol/özel)
Ukrayna'daki savaş nedeniyle daha önce Rus ve Belaruslu sporcuları oyunlardan men eden Uluslararası Olimpiyat Komitesi, sporcuların 'tarafsızlığı'nı değerlendirerek oyunlara katılımını belirleyecek.Rusya-Ukrayna ve İsrail-Gazze savaşı Batı dünyasını öyle bir hale getirdi ki, kendi söylemleriyle "siyasetler üstü" olan tüm kurumlar siyasi karar alacak noktaya geldi.
Ukrayna savaşının başlamasının ardından Rus müzisyenlere ve kitaplara yasak getiren ülkeler, birçok Rus sporcu ve takımı turnuvalardan men etti.
Gazze savaşının başlamasının ardından birçok Avrupa ülkesinde Filistin'e destek eylemleri engellenmeye çalışılırken, bazı kuruluşlar Filistinli edebiyatçı ve sanatçıların ödül almasını dahi engelledi.
Şimdi de, savaşlarda açıkça taraf olan ülkelerin baskılarına boyun eğen olimpiyat yöneticileri, Rus ve Belaruslu sporcuların "siyaseten tarafsız olup olmadığını" değerlendirerek, bu kişilerin oyunlara katılım durumunu belirleyecek.
Ancak karar, yalnızca "bireysel sporcular" için geçerli. Rus takımları ve bunların parçası olan sporcular, doğrudan "Rusya'nın ulusal federasyonlarının parçası" oldukları için hâlâ yasaklı.
Antik Yunan'da başlayan olimpiyat geleneği, 20'nci yüzyıl boyunca halkların kardeşliğinin ortaya konulduğu bir zemin oldu. Ancak olimpiyatlara milliyetçi ayrımcılığın damga vurduğu anlar da yeni değil.'Siyasi olarak tarafsız' olmaları durumunda...
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), geçtiğimiz ayın başında Rus ve Belaruslu sporcuların "siyasi olarak tarafsız" olmaları durumunda 2024 Paris Olimpiyatları'nda yarışabileceğini açıkladı.
Böylece komitenin yönetim kurulu, Rus ve Belaruslu sporcuların müsabakalara katılmalarının yasaklanmasına dair kararı "geri çekmiş" oldu. Ancak istenen oyuncunun oyunlardan men edilebilmesinin de zemini hazırda tutuluyor.
Rusya Olimpiyat Komitesi'ne "Ukrayna Olimpiyat Komitesi'nin toprak bütünlüğüne" ihlali nedeniyle verilen uzaklaştırma cezasının sürdüğü belirtildi.
Ukrayna ve Batı ülkeleri: 'Yetmez, tüm Rusları men edin'
Komitenin kararına Ukrayna'dan ve Batı ülkelerinden tepki geldi.
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, komiteyi, "Rusya'ya Olimpiyatları silahlandırması için yeşil ışık vermekle" suçladı.
Avustralya'nın da aralarında olduğu 30 Batılı ülke, Rusya'nın Olimpiyat Oyunları'ndan tamamen men edilmesi yönünde çağrı yaptı.
Sporcular için katılma şartları
IOC Başkanı Thomas Bach, kararı, sporcuların hükümetlerin eylemlerinden ayrı tutulması gerektiği şeklinde savundu.
Karara göre, olimpiyatlara katılacak olan Rus ve Belaruslu sporculara belli şartlar getirilecek. Buna göre, müsabakalara katılacak sporcular Rusya'nın Ukrayna'ya dönük saldırılarının destekçisi olmayacak ve sporcuların Rusya ve Belarus orduları ve güvenlik kurumlarıyla bağı bulunmayacak.
Komite, bu kapsamda olimpiyatlara 6'sı Rus, 5'i Belaruslu olmak üzere toplam 11 sporcunun katılabileceğini öngörüyor.
Federasyonların engellediği takımların 'tarafsız' oyuncuları katılamayacak
Bu arada, Rus takımlarının men edilmesi kararının devam etmesiyle birlikte, bu takımlarda yer alacak "tarafsız" Rus ve Belaruslu sporcular olimpiyat oyunlarında yer alamamış olacak.
2020 Olimpiyatları'nda altın madalya kazanan Rus artistik cimnastik takımı. Takım sporcuları, ne düşünürlerse düşünsünler müsabakalara katılamayacak.Diğer yandan, spor federasyonları, Rus ve Belaruslu sporcuların olimpiyatların da dahil olduğu turnuvalara katılmasını yasaklama kararını devam ettirebilir.
Dünya Atletizm Birliği Başkanı Seb Coe, kurumun Rus ve Belaruslu tüm sporcuların turnuvalardan men edilmesine devam edileceğini bildirdi.
Buna karşılık, Dünya Tekvando Federasyonu ve Dünya Judo Federasyonu, Rus ve Belaruslu sporcuların eleme müsabakalarında yer alabileceğini kaydetti.
Uluslararası Paralimpik Komitesi de, bu ülkelerdeki "tarafsız" sporcuların turnuvalara katılabileceğini açıkladı.
Batılı ülkelerin olası siyasi kararları: Geçmişten örnekler
Komitenin bu kararı üzerine Rusya karşıtı Batılı ülkelerin, Olimpiyat oyunlarını boykot etme ihtimali üzerinde duruluyor.
Geçtiğimiz yıllarda, Batılı ülkelerden yetkililer, Rus ve Belaruslu sporcuların katılması durumunda Olimpiyatları boykot etmekle tehdit etmişti.
1980 Moskova Olimpiyatları, emperyalist kampın boykotuna sahne olmuştu.1980 yılında ABD öncülüğünde 66 ülke, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a asker göndermesinin ardından Moskova'da düzenlenen olimpiyat oyunlarını boykot etmişti. Avustralya'nın da dahil olduğu 8 ülke de, oyunlara kendi ülkelerinin bayrakları yerine bir Olimpiyat bayrağıyla oyunlara katılmıştı.
Komitenin kararına karşı Avrupalı liderlerinin Rus ve Belaruslu sporcuları seyahat engelleri getirerek Paris'teki müsabakalara gelmelerini engellemeleri ihtimali de tartışılıyor.
Bunun da bir örneği geçmişte yaşanmıştı.
1960'lı yıllarda NATO, Demokratik Alman Cumhuriyeti sporcularının Batı Avrupa ülkelerine seyahat etmesini yasaklamıştı. Bu nedenle Demokratik Alman Cumhuriyeti vatandaşı sporcular, bu dönemde Batı Avrupa'da düzenlenen büyük turnuvalara katılamamıştı.
Günümüzde bazı Batılı liderler de buna benzer girişimlerde bulundu. Polonya Devlet Başkanı Andrzej Duda, Haziran ayında ülkesinde oynanacak elemeler için Rus ve Belaruslu eskrimcilere vize vermeyi reddetmişti. Bunun üzerine Uluslararası Eskrim Federasyonu, karşılaşmaların Bulgaristan'da oynatılmasına karar vermişti.
/././
Uyuşturucu baronlarının İstanbul'daki hayatı: 'Kulelerde yaşıyor, kara para aklıyorlar' (soL)
Türkiye'de "yakalanan" uyuşturucu baronlarının çok lüks konutlarda yaşadıkları ortaya çıktı. Kara para aklayan bu çete liderleri ve üyeleri aynı zamanda konut satın alırken ülke vatandaşı da oluyor.Yurtdışında faaliyet yürüten suç örgütlerinin liderleri ve üyeleri "Türkiye'de yakalandı" haberleri gelmeye devam ediyor.
Özellikle son birkaç hafta içerisinde yakalanan isimlerin sayısı artarken BirGün'den Timur Soykan, Türk vatandaşlığı satılan uyuşturucu baronlarının lüks konutlarda, devasa gökdelenlerdeki yaşamını yazdı.
'Kara para aklarken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oluyorlar'
Buna göre Almanya tarafından Kırmızı Bülten ile aranan uyuşturucu kaçakçısı Eric Schroeder, İstanbul’un göbeğindeki Türkiye’nin en yüksek binası olan Sapphire Rezidans’tan iki daire satın almış. 261 metre yüksekliğindeki gökdelenin 2’nci ve 10’uncu katındaki bu daireler 5 Nisan 2022’de satılmış. Tam satış değeri bilinmese de Sapphire Rezidans’taki 1 artı 1 daireler bile 16,5 milyon TL değerinde. 90 milyon TL’ye satılan daireler var. Eric Schroede'nin daireleri satın alarak kara parasını akladığını belirten Soykan hem de bu sayede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için başvurduğunu ifade etti.
Timur Soykan lüks konutlarda yaşayan baronların hayatını şöyle anlattı:
- Avrupa’nın en çok aranan uyuşturucu baronu Joseph Johannes Leijdekkers’e de oturum izni verilmiş. Onun da ‘9’ ile başlayan yabancı kimlik numarası var.
- 2 Kasım’da operasyon yapılan Avusturalya merkezli Komançero Çetesi’nin eski lideri Mark Douglas Buddle, Sapphire Rezidans’taki 28 numaralı daireyi 1,5 milyon dolara satın almıştı. Sapphire’deki dairesini 17 Kasım 2020’de Şişli Tapu Dairesi’ne tescil ettirdi ve 7 gün sonra istisnai Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak için başvuru yaptı. Mark Douglas Buddle, Bodrum’da da 4 konut alarak kara parasını aklamıştı. Ancak bizi şaşırtacak şekilde 2020 yılının sonlarında başvurusu reddedildi ve KKTC’ye gitti. Burada şirketler, evler satın aldı. Anlaşmalı bir evlilikle KKTC vatandaşı olmaya çalıştı. Temmuz 2022’de KKTC’den Türkiye’ye gönderildi ve Avusturalya’ya iade edildi.
- Hollandalı baron Leijdekkers’in Türkiye’deki suç örgütüne yönelik operasyonda başka isimlerin de gösterişli yapılardan daireler aldığı belirlendi. Leijdekkers’in ortağı olan Türk uyuşturucu baronu Abdullah Alp Üstün, 13 Haziran 2023 tarihinde operasyonun ilk dalgasında yakalanmış ve tutuklanmıştı. Bu operasyonda suç örgütünün 1,1 milyar liralık malvarlığına el konulmuştu. ‘Tombul Jos’ lakaplı Leijdekkers ile bacanak olan Abdullah Alp Üstün’ün yabancı uyruklu eşi Nadia Alla’nın Kağıthane’deki Genyap Link projesinden vatandaşlık için daire aldığı tespit edildi.
- Vatandaşlık ve oturum izinlerinde danışmanlık hizmeti veren Lapet Gemicilik, Dış Ticaret A.Ş.’den Nadia Alla’nın hesabına Nisan 2022’de 312 bin 735 dolar gönderildi. Nadia Alla, bu paranın 310 bin dolarıyla Genyap Link’ten bir daire satın aldı. Bu parayı gönderdiği banka işleminin açıklamasına ise “Türk vatandaşlığı için” yazdı.
- Uyuşturucu kaçakçısı olmakla suçlanan Abdullah Alp Üstün’ün çok popüler bir gökdelenden 3 daire aldığı belirlendi. Eskiden Ali Sami Yen Stadı’nın bulunduğu yere Torun İnşaat dev gökdelenler yaparken yanındaki likör fabrikasının arsası da ranta açıldı. Mecidiyeköy’deki bu çok değerli araziye Quasar isimli gökdelen dikildi. Abdullah Alp Üstün, Quasar Rezidans’tan 3 daire satın aldı. Bunun için Anar Azimov isimli kişiye 1,1 milyon dolar ödedi.
- İsveçli uyuşturucu baronu Rawa Majid ise Bodrum’da bir villa alarak Türk vatandaşı olmuştu. Rawa Majid’in İstanbul’da Ağaoğlu Maslak 1453 projesinde evleri olduğu ortaya çıkmıştı.
- İranlı uyuşturucu baronu Naci Sharifi Zindaşti’nin İstanbul’un en pahalı projesi Zorlu Center Rezidans’ta iki dairesinin olduğu iddia edilmişti.
- İstanbul Mecidiyeköy’de 8 Eylül 2022 tarihinde öldürülen Sırp uyuşturucu baronu Jovan Vukotiç’in İstanbul Şişli’deki Sinpaş Queen Bomonti Rezidans’ta 2 dairesi vardı. İstanbul Beşiktaş Ulus’ta da lüks konutları olduğu ifadelere yansıdı. Öldürüldüğü gün Bakırköy’deki Selenium Ataköy Rezidans’taki lüks dairesinden çıkmış Zorlu Center’a gidiyordu.
- Rövşan Caniyev Çetesi’ne yakın olan Elnur Gasimov ise İstanbul Ataköy’deki Dumankaya İkon Rezidans’ta yaşıyordu. Bu lüks konut projesinin önünde 26 Ekim 2022 tarihinde öldürüldü.
- Avustralya merkezli Komançero Çetesi’nin liderlerinden Hakan Ayık’ın İstanbul en lüks sitelerinden, Demirören Holding’e ait Kemer Country’de iki konutunun olduğunu biliyoruz. Hakan Ayık, Avrupa’nın önemli uyuşturucu kaçakçılarından Maximilian Rıvkın’a Şişli Esentepe’deki iki dairesini satmış ve onun vatandaş olmasını böyle sağlamışlardı. Uyuşturucu baronu Maximilian Rıvkın, Türk vatandaşı olunca Cem Cansu adını almıştı.
- Komançero Çetesi’nin Yüksek Komutanı, Duax Ngkuru’nun da İstanbul ve Bodrum’da çok sayıda konutunun olduğu öne sürülüyor.
AKP’li vekilin gökdeleni
Soykan, Sapphire isimli gökdeleni inşa eden Kiler Holding şirketinin sahibine de dikkat çekti. Vahit Kiler, AKP kurucuları arasında ve eski AKP milletvekili.
Şirket bir marketler zinciriyken AKP döneminde büyük bir holdinge dönüştü. 2015 yılında Kiler Holding borçlarını ödeyemedi ve Sapphire’deki alışveriş merkezini, kamu bankası Halkbank’a 100 milyon dolara sattı. 12 Ocak 2023’te ise aynı alışveriş merkezini Halkbank, Kiler Holding’e yarı fiyatına, 48 milyon dolara geri verdi. Büyük vurgun Sayıştay raporuna girmişti.
/././
Birleşik Arap Emirlikleri'yle enerji anlaşmasının hukuksallığı üzerine: 'Meclis neden devrede?' (ALİ RIZA AYDIN* - SOL/GÖRÜŞ)
"Meclis yürütmeye onay yetkisi vermezse Anlaşma onaylanamaz. Keyfi ya da denetimsiz onay yetkisi verirse bunun denetimini de AYM yapar. AYM Anayasaya aykırılık görürse de Anlaşma onaylanamaz."Cumhurbaşkanının Birleşik Arap Emirlikleri ile anlaştığı “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşik Arap Emirlikleri Hükümeti Arasında Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında Strateji Ortaklık Çerçeve Anlaşması” (EOÇA) (Anlaşma) anayasal süreç gereği önce TBMM’den geçecek. Anlaşmanın onaylanması, TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlı.
“Yürütme”nin ben yaptım oldu demesiyle olmuyor.
TBMM önüne gelecek Anlaşmayı aynen uygun bulabilir, kimi maddelerine çekince koyarak uygun bulabilir, uygun bulmayabilir. Onaylama ancak ilgili kanunun yürürlüğe girmesiyle gerçekleşebilecek ve uygun bulunan anlaşma onaylandıktan sonra kanun hükmünde olacak. Bu Anlaşma hakkında Anayasaya aykırılık savıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacak.
EOÇA şu an Meclis'in önünde. Kanun teklifini Meclis Başkanlığına sunan milletvekili Numan Kurtulmuş (İstanbul). Numan Kurtulmuş aynı zamanda TBMM Başkanı. Bu çakışma Anlaşmaya nasıl önem verildiğini gösteriyor. Milletvekillerine deniyor ki, “teklifi başkan sunuyor, aman uygun bulmama gibi bir gaflet içinde olmayın, zaten TBMM Başkanlığına gönderen de yürütme görev ve yetkisini yerine getiren cumhurbaşkanı…”
“Türk Ulusu adına” yasama yetkisini kullanan organın, “Anayasa ve kanunlara uygun olarak” görev ve yetki kullanan yürütmenin isteğini yerine getirmesi isteniyor.
Meclise BAE’ye imtiyazlar veren, geniş ve belirsiz yetkilerle donatan bir anlaşma sunuldu. Gerçek yüzünü uzmanları açıklıyor, ayrıntılandırıyor.
Uluslararası anlaşmalarda Meclis neden devrede?
Kamusal yarar ve hukuk devleti ilkelerinin yok sayılıp sayılmadığına, insan hakları ihlalleri olup olmayacağına bakmak için devrede. Ulusal egemenlik hakkını, ekonomik ve siyasal bağımsızlığı korumak, Türkiye Cumhuriyetinin güvencesini sağlamak için devrede. Denizlerden sulara, kıyıdan toprağa, çevreden ormana, kamusal mülkiyetten tarihe, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasından doğal servet ve kaynakların korunmasına kadar bütünsel bir inceleme ve denetleme için devrede. Bireysel ve toplumsal olarak sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının korunması, doğanın korunması için devrede. Anlaşmadaki belirsizlik ve öngörülemezliği, sorunlu alanları ve çelişkileri ortadan kaldırmak, devrilemez olan yasama yetkisini korumak için devrede.
Meclis, uygun bulma kanunu ile Anayasa arasındaki çatışmayı gözetmek zorunda. Anayasanın 90. maddesi gereğince tüm hukuksal ve olgusal sorunların çözüm yeri Meclis. Anayasa Meclis tarafından uygun bulunan anlaşmaların anayasal denetimine izin vermiyor ama Meclisin uygun bulmaya ilişkin kanun teklifini incelerken sözü ve özüyle Anayasaya aykırılığı gözetmesi zorunlu. Meclisin Anlaşma metnini bütünsel olarak incelemeden uygun bulması beklenemez.
Meclisin uygun bulduğu anlaşma onaylandıktan, yürürlüğe girdikten sonra anayasal denetime tabi olmasa da uygun bulma kanunu için AYM’ye başvurulabilir, AYM de incelemesini yapar. Meclis yürütmeye onay yetkisi vermezse Anlaşma onaylanamaz. Keyfi ya da denetimsiz onay yetkisi verirse bunun denetimini de AYM yapar. AYM Anayasaya aykırılık görürse de Anlaşma onaylanamaz.
Bu hukuksal süreç için “hangi ülkede yaşıyoruz, parlamentoda parmak sayısı belli, AYM’nin ve kararlarının durumu belli” gibi boş vermişlikler ne siyasi temsilcilerin ne siyasi faaliyetin ne de bağımsızlık ve yurtseverlik savunucularının gündemi olabilir. Burjuva hukukuna gönderme yapmak da başka bir boş vermişlik örneği olur.
Egemenlik ve haklar pozitif hukukun nokta ve virgülleri arasına sıkıştırılamaz.
Anayasadan almadığı yetkileri kullana kullana AKP iktidarda. Parmak sayısına sığınan düzen içi siyasetin desteğiyle AKP 21 yıldır iktidarda. Evet mevcut Anayasada “geri çağırma hakkı” yok ama bu, emekçi halkın toplumsal denetiminden kurtulma anlamına gelmez.
*Anayasa Mahkemesi eski raportörü ve soL yazarı
(derleyen. mstfkrc)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder