Kalın, Fidan, Güler; Ortadoğu’da yeni roller (İbrahim Varlı)
Saray’ın tüm adamları Ortadoğu’da. Bir ziyaret bitmeden diğeri başlıyor. MİT Başkanı dönmeden Dışişleri Bakanı gidiyor, o yoldayken Savunma Bakanı ve Genel Kurmay başkanı soluğu bölgede alıyor. Bağdat’tan Trablus’a, Erbil’den Beyrut’a yoğun bir diplomatik trafik söz konusu.
Bu yoğunluğun nedeni anlaşılmaz değil. Ortadoğu’nun siyasi-jeopolitik fay hatlarında hissedilmeye başlanan irili ufaklı kırılmalar, aktörleri harekete geçiriyor. Yeni Osmanlıcıların da tam saha pres ile Ortadoğu’ya çıkarma yapmalarının nedeni, bölgede yaşanan askeri-siyasi hareketlilik.
İlişkilerin resetlenmeye çalışıldığı Amerikan emperyalizminin kendilerine alan açmasıyla yeniden Ortadoğu sularına dalan AKP iktidarının adımları Washinton’ın bölgesel planlarıyla koordineli.
Ortadoğu’da yeni bir düzen oluşturmaya çalışan Beyaz Saray, bunun için iş tutacağı aktörlere ihtiyaç duyuyor. Siyasal İslamcı rejim de bu göreve gönüllü. Ancak bunun için iktidarın yerine getirmesi gereken ödevler var.
YENİ ROLLER, GÖREVLER
Son bir yılı aşkın süredir “normalleşme” adımlarıyla kendisine Ortadoğu’da alan açmaya çalışan AKP iktidarı, istediğini alamadı. Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve İsrail ile ilişkiler kurulsa da yeni Ortadoğu denkleminde söz sahibi olunamadı. Hamas-İsrail çatışması bir nevi iktidarın imdadına yetişti. Saray rejimi yeniden Gazze üzerinden rol kesmeye başladı ancak bunda da başarılı olamadı. Suriye, Irak ve Libya’daki fiili pozisyonunun korunmasından öteye geçilemiyor.
ABD’nin bölgesel stratejisi Türkiye’nin Mısır’dan Libya ve İsrail’e ilişkileri yeniden tesis etmek gerekiyor. Erdoğan’ın 14 Şubat’ta Mısır’a gidecek olması, Hakan Fidan’ın Libya açıklaması, bakanların Ortadoğu turları hepsi yeni yönelime, üstlenilmeye çalışılan rollerle ilintili.
15 GÜNDE DEVRİ ALEM
Saray rejiminin bakan ve yetkililerinin son 15 gündeki diplomasi trafiğine bakalım.
6 Şubat: Güler-Gürak Bağdat’ta: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak Bağdat’a gitti. Görüşmelerde Ankara’nın Bağdat ile ilişkileri, Ortadoğu’daki gelişmeler ele alındı.
7 Şubat: Güler ve Gürak Erbil’de: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak Bağdat’ın ardından Erbil’e gitti. Güler ve beraberindeki heyet, IKBY Bölge Başkanı Neçirvan Barzani, Başkan Mesud Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani de ile bir araya geldi.
7 Şubat: Hakan Fidan Libya’da: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Libya’ya gitti. Fidan, "Bingazi'deki Başkonsolosluğumuzu tekrar açma kararı aldık, onu yakın zamanda açacağız” dedi.
28 Ocak: İbrahim Kalın Erbil’de: MİT Başkanı İbrahim Kalın Erbil’e gitti. Kalın, KDP Başkanı Mesut Barzani, Başbakan Mesrur Barzani ve Türkmen liderlere Ankara’nın pozisyonunu dayattı.
23 Ocak: İbrahim Kalın Bağdat’ta: Kalın, 23 Ocak’ta Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Başbakan Muhammed Şiya el Sudani’nin yanı sıra Sünni, Şii ve Türkmen temsilcileriyle görüştü.
ÇİZİLEN YENİ KOORDİNATLAR
Saray rejimi mayıs seçimleri sonrasında girdiği yeni yönelimde istikametini belirledi. İbrahim Kalın-Hakan Fidan ikilisi öncülüğünde Saray rejimi Türkiye’nin koordinatlarını Batı’da yeniden konumlandırmaya çalışıyor. İbrahim Kalın’ın 10 Ocak’ta MİT’teki konuşması, iktidarın İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi, ABD ile ilişkiler dış politik koordinatlara dair açık işaretler.
Yeni dönemi dizayn etmeye çalışan rejimin Batı’cı/NATO’cu isimleri İbrahim Kalın ve Hakan Fidan tekrar ABD ile ilişki kurdu. İsveç onayı ve F16 savaş uçakları kararları bunun ilk sonuçları oldu. Bu ilişki daha da ilerletilmeye çalışılıyor. Rusya ile ilişkiler koparılmadan Batı’nın yeni jandarmalığı üstlenilecek.
ORTADOĞU İÇERİYİ DE DİZAYN EDİYOR
Ortadoğu eksenli gelişmeler Türkiye iç siyasetini de etkiliyor. Türkiye’nin ABD/NATO karşısında yeniden konumlandırılması içerinin de, yani Türkiye’deki siyasetin de, yeniden tahkim edilmesine yol açıyor.
Yeni dizilişin izlerini 6’lı Masa ittifakındaki bileşenlerin yaşadığı savrulmadan ve Saray’ın dümenine doğru yönelmelerinden görmek olası. Muhalefet içerisinde iktidar olmak yerine “kim muhalefette birinci parti” olacak, “kim muhalefete liderlik yapacak” yarışı söz başladı. İYİ Parti’nin Saray’ın muhalefeti olmak için gösterdiği efor dikkatlerden kaçacak gibi değil.
Prof. Dr. Mustafa Türkeş de geçen hafta BirGün’de çıkan röportajında Ortadoğu’da yaşanan ve Türkiye’yi de etkileyen gelişmelere şu çarpıcı ifadelerle dikkat çekiyordu: “Liberaller ve İslamcılar yeni bir ittifak arayışında. Bu denklem içerisine Kürt bağlamı oturtulmaya çalışılıyor.”
BÖLGEDEKİ BASINÇ KÜRT SORUNUNU ETKİLİYOR
Ortadoğu’daki gelişmelerden en çok etkilenen kesim ise kuşkusuz ki Kürtler. Yemen’den Filistin’e, Lübnan’dan Suriye ve İran’a Ortadoğu’daki gelişmeler Kürt sorununu doğrudan etkiliyor. Kürt meselesi uluslararasılaştığı için bölge denkleminin kesişim kümesi.
Ortadoğu’daki bu hareketlilik yaşanırken Kürt siyasi hareketinin önde gelen aktörlerinden son dönemde gelen açıklamalar dikkat çekici. Leyla Zana’nın seçim arifesinde yeniden çözüm süreci açıklaması, Mustafa Karasu’nun konuşması olası yeni gelişmelerin habercisi. Bir takım görüşmelerin yapıldığı, sinyallerin gönderildiği ortada. Ortadoğu denkleminin merkezindeki Kürtler’in tavrı pek çok konuda belirleyici önemde. İstanbul seçimine ilişkin ortaya çıkan tablo, adaylık süreci bütünlüklü tablodan ayrı ele alınamaz.
Halkların, sınırların, hesapların iç içe geçtiği Ortadoğu coğrafyasında sorunlar, krizler, gerilimler siyam ikizleri misali birbirine bağlı.
/././
CHP de DEM Parti de rahatladı (Nurcan Gökdemir)
Önce AKP yanlısı medya ve sosyal medyadaki trol hesaplardan dillendirildi, sonra da Başak Demirtaş’ın ağzından duyuldu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylık konusu. Tüm siyaset bunu seçimlerde işine yarayacak şekilde değerlendirdi, medyaya çoğu örtülü mesajlar verildi.
Bu açıklama ile Ekrem İmamoğlu’nun 2019 seçimlerinde kendisine Belediye Başkanlığı kapısını açan Kürt seçmenin oylarından mahrum kalacağı umudu AKP’lileri sevindirdi. Bu adaylık her mecrada köpürtüldü, Kürt seçmenlere sıcak mesajlar verilmeye çalışıldı. Selahattin Demirtaş’a cezaevi yolunu açtığı tartışmasız olan “Seni başkan yaptırmayacağım” sözleri ve aradan geçen süreçte de AKP’nin lehine bir siyasi söylemi olmadığı unutturulmaya çalışılarak kirli bir propaganda sergilendi. “Başak Demirtaş kocasını cezaevinden çıkartmaya çalışıyor, Demirtaş AKP’ye karşı olmanın kendisine kaybettirdiğini fark etti” gibi söylemler parlamento içi siyasetin her cenahından dillendirildi.
ÖRTÜLÜ KALDI
DEM Parti ise Başak Demirtaş’ın resmi adaylık başvurusu olmamasına, tek taraflı irade beyanı olarak ortaya çıkmasına karşın adaylık açıklamasında tartışmaları körüklemeyecek bir söylem benimsedi. Yetkili kurulların belirlediği yol haritasına aykırı olan bu açıklamaya tepki göstermek bir yana Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’ın ağzından “Resmi başvurusu yok ancak arkadaşımızın beyanı başvuru olarak kabul edilmiştir” denilerek, “Partisine meydan okuyor, kavga çıkacak” beklentilerine ket vuruldu. “İstiyorsa adayımız Başak Demirtaş’tır” da denilmeyerek bu dayatmaya karşı duruldu ve “Havuzdaki en güçlü adaylarımızdandır” söylemiyle dengeli bir yaklaşım sergilendi. Oysa DEM Parti’de hem “Kent uzlaşısı” anlayışı çerçevesinde CHP ile süren görüşmelere zarar verecek hem de parti içi disiplini ile ünlü bu partide dayatma olarak kabul edilen bu karara karşı büyük bir rahatsızlık meydana geldi. Buna karşın hem parti tüzel kişiliği hem Başak Demirtaş dolayısıyla da Selahattin Demirtaş tartışma konusu yapılmadı, tartışmak isteyenlere de yol verilmedi. Çünkü DEM Parti yöneticileri bu adaylık açıklamasının aslında bir mesaj niteliğinde olduğunun, Selahattin Demirtaş’ın kendisini ve dolayısıyla politik gücünü hatırlatmaya dönük bir girişim olduğunun farkındaydı.
Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık’ın cezaevi ziyaretinden sonra yaptığı “DEM Parti kimsenin payandası değil” sözlerinin Demirtaş’a ait olduğu izlenimiyle yapılmaya başlanan yorumlar durumu kontrolden çıkarmaya başlarken DEM Parti’den Başak Demirtaş’ın aday olmadığı açıklaması geldi. Açıklamada, “Bu kararın tam bir uyum ve koordinasyon içinde alındığının” da altı çizildi.
Gelinen son aşamada İmamoğlu’nun yeniden başkanlığını tehdit eden düğümün çözülmesi elbette CHP’de büyük bir sevinç yarattı ama aynı rahatlık DEM Parti Genel Merkezi’nde de yaşandı. Başak Demirtaş’ın adaylıkta ısrarı durumunda farklı bir seçeneğe yönelmesi çok zor olan DEM Parti’nin eli rahatladı.
ADAY KİM?
Bu gelişmenin hemen ardından DEM Parti’nin daha önce aday gösterileceği açıklaması hatırlatılarak “Aday kim?” sorusu sorulmaya başlandı. Baştan bu yana Genel Merkez’in gündeminde Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile İstanbul Milletvekili Celal Fırat’ın isimleri bulunuyor. Adaylığa en yakın isim olan Beştaş’ın siyasetin güçlü figürlerinden olmasına karşın İstanbul’a adaylığının simgesel anlam taşıyacağı ifade ediliyor. DEM Parti 9 Şubat’a kadar adayını kesinleştirecek.
MESAJ YERİNE ULAŞTI
Başak Demirtaş ismi etrafında gelişen adaylık tartışmaları ile Selahattin Demirtaş da hem gücünü test etti hem de bunu unutmamasını istediği çevrelere hatırlattı. Bu mesajın yerel seçimlerin ötesinde 2019 seçimlerine de bir gönderme olduğu yorumlarını da zaman test edecek.
TABAN UZLAŞISI ARAYIŞI
Kuşkusuz CHP’deki sevinç DEM Parti’den daha fazla, İYİ Parti desteğinden mahrum kalan İmamoğlu’nun seçimi kazanmasının riske girdiği kaygıları büyük ölçüde ortadan kalktı.
Demirtaş açıklamasından sonra aslında kesintiye uğramayan taban uzlaşısı stratejisi doğrultusunda çalışmalara devam ediliyor. CHP’nin İstanbul Adalar ve Esenyurt, Adana, Seyhan, Mersin Akdeniz ve Toroslar, Konya Cihanbeyli’de aday belirlerken DEM Parti seçmeninin “ikna olacağı” isimleri tercih etmesi, belediye meclislerinde de bu partiden isimlerin seçilmesinin sağlanması yönündeki temel stratejiden geri adım atmadan çalışmaların sürdüğü bildiriliyor.
YRP’NİN ELİ GÜÇLENDİ
Bu iki parti dışında bu süreçten karlı çıkan bir parti daha var: Yeniden Refah Partisi. AKP ile pazarlığı sürdüren Fatih Erbakan, bu karardan sonra AKP için vazgeçilmez partner olma niteliğini daha da pekiştirdi.
∗∗∗
BİLGİMİZ DAHİLİNDE
Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmayacağını açıkladı. Bu kararın ardından ilk tepki DEM parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli'den geldi. Temelli, ‘‘Sayın Başak Demirtaş’ın adaylık sürecindeki açıklamaları nasıl ki bize güç verdiyse bu açıklaması da güç katmıştır. 31 Mart seçimlerinden güçlenerek çıkacağız. DEM Parti’nin güçlenmesi bu ülkede demokrasinin güçlenmesidir. Başta kayyumlardan kurtulmak ve Türkiye’nin her yerinde yerel yönetimlerde söz sahibi olmak istiyoruz. Bunun mücadelesini Başak Hanım ile de Selahattin Başkan ile de vermeye devam ediyoruz." İfadelerini kullandı. İstanbul için gösterilecek adayı 2 gün içinde duyuracaklarını da belirten Temelli, "9 Şubat’ta açıklamayı düşünüyoruz, bu konudaki çalışmalar yoğun bir şekilde sürdürülüyor" dedi. Öte yandan DEM Parti Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki Başak Demirtaş’ın adaylıktan çekilmesinin ardından eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ilk mesajını iletti. Tiryaki’nin aktardığına göre Demirtaş’ın ifadeleri şöyle: "Başak hanımın adaylık açıklaması partimize güç vermek içindi, geri çekilme açıklaması da partimizin bilgisi dâhilinde. Bütün bu süreçler birlikte yürütülmüştür halkımız bilsin, halkımız bize güvensin ne yaptığımızı biliyoruz."
/././
Demografik deprem şiddetleniyor (Ozan Gündoğdu)
Demografik depreme hazır mıyız başlığını taşıyan 18 Ocak 2024 tarihinde BirGün Gazetesi’nde yayımlanan yazıda, 65 yaş üzeri nüfusun toplam nüfus içindeki payının dramatik biçimde nasıl arttığını verilerle ortaya koymuş, bu gelişmeye uyum sağlanmazsa, yaşlı nüfusun yakın gelecekte barınma, sağlığa erişim ve emeklilik geliri gibi sorunlarının artacağını söylemiştik. Türkiye demografisi yaşlanıyordu. Toplumsal düzenimiz bu gelişmeye hazırlanmıyordu.
Fakat 6 Şubat’ta TÜİK’in yayımlandığı “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt İstatistikleri” demografik depremin daha da sertleştiğini ortaya koydu. Buna göre nüfus artış hızı cumhuriyet tarihinde görülmemiş seviyede geriledi. Daha yavaş çoğaldığımız herhangi bir yıl olmamıştı. 2000’li yıllar boyunca yıllık nüfus artış hızı binde 12’nin altına inmeyen Türkiye’de bu oran ilk kez pandeminin ilk yılı olan 2020’de sert bir düşüş kaydederek binde 5,5’e düşmüştü. Bunu doğal karşılamak gerekir zira pandeminin geride kaldığı 2021’de tekrar binde 12,7’lik nüfus artış hızını yakalamıştık. Fakat Türkiye’ye her ne olduysa, 2022’de nüfus artış hızı binde 7’ye düştü.
Ve 6 Şubat’ta öğrendik ki 2023’te nüfus artış hızı inanılması zor bir düşüş yaşayarak binde 1,1’e geriledi. Pandemide bile nüfusumuz 2023’ten 5 kat daha hızlı artmıştı. Bu cumhuriyet tarihinde daha önce gördüğümüz bir şey değildir. Her ne yaşıyorsak, bu bir sonuç ve bu sonucun nedenlerini ilk kez deneyimliyoruz. Demografik değişimin ne kadar sarsıcı olduğunu vurgulamak adına ifade edelim; 2000’li yıllar boyunca, nüfusumuz her yıl ortalama 759 bin arttı. 2023’te ise nüfus artışımız sadece 92 binde kaldı.
SONSUZA DEK ARTAR MI?
TÜİK’in “Nüfus Projeksiyonları” başlığında son derece enteresan bir çalışması var. Bu çalışmaya göre, Türkiye nüfusunun tepe noktası 107 milyon. Geçmiş istatistiklerden yola çıkarak yapılan çalışmaya göre 2070 yılına dek nüfusumuz artmaya devam edecek ve 2070’te 107 milyona ulaşacağız. Fakat bu tarihten itibaren, nüfusumuz yavaş yavaş azalmaya başlayacak. Elbette bunlar sadece tahmin.
TÜİK’in bu çalışması 2018’de yayımlanmıştı. Buna göre Türkiye nüfusunun 2023’te 86,9 milyona çıkması bekleniyordu. Gördük ki, tahminler tutmadı, 85,4 milyon kişiyiz. İstanbul nüfusunun 2023’te 16,3 milyon olması tahmin ediliyordu. O da tutmadı, İstanbul nüfusu artmak bir yana azalıyor. Dolayısıyla TÜİK’in 2070 için öngördüğü nüfusun tepe noktası, çok daha yakın zamanda gerçekleşebilir. 107 milyonluk nüfusu da hiç görmeyebiliriz.
NEDEN ÇOĞALMIYORUZ?
Nüfus artış hızımız neden düşüyor? Bu soruya esaslı bir yanıt akademi çevreleri tarafından saha araştırmalarından süzülerek verilmeli. Fakat biz eğilimi tespit edebiliriz. Nüfus artış hızındaki azalma 2023’e özel değil. 2022’de de nüfusumuz binde 7 ile ortalamanın çok altında artmıştı. 2023’te bu yavaşlama izaha muhtaç biçimde sertleşerek binde 1,1’e geriledi. O halde son 2 yıla odaklanmakta fayda var.
Bu tip demografik şokların arka planında tek bir neden olmak zorunda değil. Bir kere 6 Şubat Depremleri’nin etkisi göz ardı edilemez. Ölü sayısının 53 bin olmadığı ortada. Bunun yanı sıra son 2 yılda ciddi büyüklükte bir dış göç yaşanmış olabilir. Bunu “Göç İstatistikleri” yayımlandığında öğrenebileceğiz. Ama bu demografik şoku sadece bu ceberrut düzenden kaçarak ülkeyi terk edenlere bağlamak zor. Türkiye’den yurtdışına göç eden Türk vatandaşlarının sayısında dramatik bir artış olduğu doğru ama bu artış hiçbir zaman nüfus artış hızını durduracak büyüklükte olmadı. Örneğin, 2022 yılında 139 bin Türk vatandaşı yurtdışına göç etmiş, buna karşın 94 bin vatandaş da dışarıdan yurda gelmiş. Göç edenler, 85 milyonluk ülkenin demografisi için önemli ama demografik şoku açıklayacak kadar büyük değil. 2023 göç verilerini ise henüz bilmiyoruz.
ENFLASYON ETKİLİYOR
Türkiye’nin nüfus artış hızının özellikle son 2 yılda sert şekilde düşmesi akla son 2 yılda çığrından çıkan enflasyonu getiriyor. Bu koşullarda çocuksuz bir ailenin çocuk yapmaya kalkmasının ya da tek çocuklu bir ailenin 2’nci çocuğa niyetlenmesinin önündeki en büyük endişe kaynağı enflasyon. Hele ki, yanlış bir biçimde “orta sınıf” diye nitelenen, kentli, ücretli, meslek sahibi kesimler için çocuk eskisinden çok daha masraflı bir çaba. Bir kere devlet eğitimindeki ideolojik dayatma nedeniyle çocuklarını özel okullara gönderme eğilimindeler. 2013’te ilk ve ortaöğretimde özel okula giden öğrenci sayısı 470 binken, 2023’te bu sayı 1 milyon 145 bine çıkmış durumda. Çocuk yapmadan önce, nerede eğitim aldırırım diye düşünen “orta sınıf” aileler, enflasyon karşısında çocuk yapma hayallerini yeniden gözden geçiriyorlar., ablaya kardeş istemek ise cesaret işi… Zira evlenme yaşı da büyüyor. Genç işsizliği de hesaba katarsak, aileler, dünyaya getireceği bir çocuğun bakımını en azından 25-30 yıl üstlenmek zorunda. Yani çocuk büyütmek eskisinden kat be kat daha masraflı hale geldi.
Sadece çocuk yapmak değil, evlenmek de cesaret işi. Nitekim evlilik yaşı büyüdüğü gibi, bekar yaşayan hanelerin sayısında da artışlar gözleniyor. Sonuç, 15 yıl önce Türkiye’nin ortalama hane büyüklüğü 4,0 iken, 2023’te bu sayı 3,1’e düşüyor. Ortalamadan hareket ederek söylenebilir ki, artık tek çocuklu 3 kişilik aileler çoğalıyor. Abilik, ablalık istisna olmaya başlıyor.
Türkiye toplumu, yıkıcı Erdoğan düzenine adapte olmak adına türlü reaksiyonlar gösteriyor. Geleceksizlik ve güvencesizlik halkın en önemli endişe kaynağı. En temel hakların, barınmanın, eğitimin, sağlığın tasfiyesi geleceğe dönük karamsar bir tablo oluşturuyor. Çocuk yapmak geleceğe umutla bakabilen toplumların becerebileceği bir iş değil midir? Böyle bir Türkiye’ye çocuk getirmek istemeyen, Gallup araştırmasına göre dünyanın en mutsuz 2’nci toplumu, elbette çoğalmıyor. Demografik deprem şiddetleniyor.
/././
Türkiye’yi sandığa sığdırmak mümkün mü?(Yaşar Aydın)
Şöyle bir sıralayalım. 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı, 24 Haziran 2018, 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim, 28 Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ikinci tur, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 genel seçim, 30 Mart 2014, 30 Mart 2019 yerel seçim, 16 Nisan 2017 referandum. Bu yıl 31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçimle son 10 yılda Türkiye genelinde tam 10 seçim yaşanmış olacak. İstanbul için bu rakam tekrar eden seçimle 11 oldu.
Her yıla ortalama bir seçim düşmesi iktidara, memleketin acil sorunlarının ötelendiği, gerçek gündemlerle yerine yapay ayrışmalarla kimlik ve kültür üzerinden halkı konsolide etmeye çok uygun bir zemin sundu. İktidar dilediği gibi top çevirdi.
ADIM ADIM İNŞA
AKP-Cemaat kavgasının doruğa çıktığı 17-25 Aralık operasyonunun hemen birkaç ay sonrasında yapılan 30 Mart 2014’den bu yana her seçim, içinde yaşadığımız rejimin kurulmasında ve tahkim edilmesinde önemli bir rol oynadı. Bir anlamda ülke seçimlerle dizayn edildi. Bu yıl 100. Yılı kutlanan Cumhuriyet, geçmişin toptan reddiyesi üzerinden Erdoğan iktidarıyla yeniden kuruldu. Demokrasi ve demokratik mücadele sandıkla ölçülen bir noktaya itildi. Muhalefet ve toplum buna alıştırıldı. İktidar meşruiyetini sadece sandıktan alırken muhalefet de değişim umudunu seçimler üzerinden tarif etti. Sandık ve seçim dışında siyasi mücadele her iki kesim tarafından kriminalize edildi. Bildiğimiz bir hikaye ve her hikaye gibi bunun da bir sonu olmak durumundaydı.
14-28 Mayıs 2023 seçimleri iktidar için bir dönemin bittiği yeni bir dönemin başladığı tarih olarak işaretlendi. Artık yeni bir cumhuriyet tanımına geçilmişti. Anayasa’nın sembolik olarak varlığını sürdürdüğü, Meclis’in anlamını yitirdiği, dinin ayrı biçimde kendini hissettirdiği yeni dönem başlamıştı. Bu yeni dönemin asli figürleri de değişecekti. Sokaktan, parti bürolarından çıkan siyasetçiler yerine Hakan Fidan ve İbrahim Kalın gibi isimler ülkenin geleceğinde söz sahibi olacaktı.
Kabinenin ana direkleri bile buna göre belirlendi. İçişleri ve ekonomi bakanlıkları işlevini tamamlamış ve artık ayak bağı olmaya başlayan isimlerden alınıp yeni döneme uygun figürlere bırakıldı. MİT ve Dış İşleri Bakanlığı birer strateji merkezi gibi çalışıp hem içeriyi hem de dışarıyı Batılı dostlarıyla işbirliği halinde düzenlemeye hız verdi.
28 Mayıs seçimi iktidar için kurumların (bunlara partiler dahil) anlamını yitirdiği, anayasa ve uluslararası sözleşmenin işlevsiz hale getirildiği, seçimlerin bir gösteriye dönüştüğü, hadi adını koyalım, totaliter, baskıcı bir ülke haline gelmesi için eşiğin atlandığı tarih oldu.
MUHALEFETİN GÖRMEDİĞİ
Türkiye yeni bir seçimin eşiğinde. Yine çokça ittifak ve aday konuşuluyor. Rejimin yönelimi, buna engel olmak için yapılması gerekenler ve tabi halkın talepleri, beklentileri yine gündemde yok.
Görünen şu ki sağ muhalefet rejimin gidişini gördü, kabullendi ve buna göre pozisyon aldı. Bu rejim içinde etkili bir role talip oldu.
Kürt siyaseti ülkede ve bölgede yaşanan gelişmeleri sezdi, kendine yeni bir yer açmaya çalışıyor. Şimdilik kafası net değil.
Burada en ilginç durumda olan sol-sosyal demokrat cenah. CHP dahil önemli bir bölümü çok normal bir ülkede siyaset yapar gibi bir hal içindeler. Parti içi dengeler bazen tüm bu hayatın üzerine çıkıyor. Dil kekeme, el çok titrek kalıyor. Rejime cepheden karşı çıkabilecek söylemden çok uzak.
Sosyalist solun önemli bölümü de bu gürültü içinde kayboldu. Sanki seçimler tek çıkış yoluymuş gibi davranıp bir ilçenin, ilin kazanılmasının ya da çok oy almanın peşine takıldılar. Tek başına Hatay ve Dersim’de yaşanan ittifak tartışmaları bile yaşanan durumun tuhaflığını göstermeye yeter. Muhalefet, yerel seçimleri rejimin inşasında bir ara durak olarak kabul ederse, çubuğu rejime ve rejimin yarattığı tahribata bükerse hem seçim sürecini hem sonrasını çok daha güçlü karşılayabilir.
BEREKET YURTTAŞ VAR
Erdoğan, Kalın, Fidan, Bahçeli de biliyor ki onlar için en büyük engel rejim inşasına başladıkları ilk günden itibaren karşı duran halkın varlığı. Orayı çözemediler, ikna edemediler. Sürekli kendini yeni formlarla (Gezi’den Cumhuriyet kutlamalarına kadar) ifade etmeye çalıştı. Tehlikenin farkında olduklarını hissettirdi.
Halkın önemli bölümünde egemen olan bu duygu ve fikir örgütlü bir mücadeleye dönüşürse çok da uzun olmayan bir vadede iki önemli sonuç üretebilir.
Birincisi iktidar cephesinde var olan çelişkileri derinleştirir, çatlağı büyütür, zayıflatır. İkincisi ise başka türlü bir hayatın ve ülkenin varlığı çok daha güçlü hissedilir.
Kısacası muhalefet Hatay’a bakıp karar verecek. Ya birbirine benzeyenlerden en az kötüsünü tercih edip iktidarın iklimine su taşıyacak ya da orada yaşanan büyük dayanışmayla ayakta kalkmaya çalışanlara eşlik edecek.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder