Maden patronlarına santim santim ruhsat
Fotoğraf: Vlad Chețan, Haritalar: EvrenselÜlke toprakları maden patronlarının ‘tam kullanımına’ açıldı. İncelenen 29 ilde, toprakların yüzde 67’unun madenler için ruhsatlandırıldığı raporlandı.
İktidar, Türkiye’yi kent kent maden sahasına çevirdi. Afyon, Artvin, Bayburt, Erzincan-Dersim, Erzurum, Eskişehir, Giresun, Gümüşhane, Rize, Trabzon, Maraş, Karaman, Kütahya, Muğla, Ordu, Siirt, Şırnak, Batman, Sivas, Tekirdağ, Kırklareli, Tokat, Uşak, Zonguldak, Bartın, Kaz Dağları ve çevresi büyük oranda maden talanına açıldı.
TEMA Vakfının hazırladığı raporlar, ülke çapında verilen maden ruhsatlarının ülkeyi ‘maden cehennemine’ dönüştürmek istediğini ortaya koydu. Çarpıcı veriler, tarımsal üretim alanları, ormanlar, doğa koruma alanları ve tarihi ve kültürel varlıkların tehdit altında olduğunu gösterdi.
Rapora göre, Afyon’un yüzde 52’sine maden ruhsatı verildi. Ruhsat alanı toplamı 1.088.066 hektar iken, bu alan; ihale, arama ve işletme safhalarındaki 1155 ruhsata bölündü. Maden ruhsat alanlarının en yoğun olduğu ilçelerin başında Bayat ve Dinar (yüzde 79), Sinanpaşa (yüzde 75), Sandıklı (yüzde 73), Şuhut (yüzde 72), Bolvadin ve Çeltik (yüzde 69) ilçeleri geliyor.
MAPEG’den elde edilen verilere göre, çalışma alanı sınırları içerisindeki orman alanlarının yüzde 50’si madenler için ruhsatlandırıldı. Orman alanlarının yüzde 35’i ihale, yüzde 13’ü arama, yüzde 2’si işleme ruhsat safhasındaki maden ruhsat alanları ile ruhsatlandırıldı.
Arazi kullanım niteliğine göre çalışma alanında tarım ve mera alanı olarak tanımlanan alanların yüzde 63’ü madenler için ruhsatlandırıldı. Tarımsal üretimin kentin istihdamında ve ekonomisinde büyük bir yeri olduğu düşünüldüğünde durumun oldukça vahamet verici olduğu kaydedildi. Afyon’da tarım alanlarının yüzde 55’i ihale, yüzde 7’si arama ve yüzde 1’i işletme safhasındaki ruhsatlara bölündü.
KÜTAHYA
MAPEG’den elde edilen verilere göre Kütahya’da orman alanlarının yüzde 94’ü, orman içi açıklık alanlarının yüzde 85’i madenlere ruhsatlandırıldı.
Tarım ve mera alanlarının yüzde 90’ı madenlere ruhsatlandırıldı. Tarım alanlarının yüzde 10’u arama, yüzde 38’i işletme ve yüzde 42’si ihale safhasındaki, mera alanlarının; yüzde 20’si arama, yüzde 23’ü işletme ve yüzde 47’si ihale safhasındaki maden ruhsat alanı olarak belirlendi.
KAZ DAĞLARI
1994 yılında Milli Park, 1998 yılında tabiatı koruma alanı ilan edilen Kaz Dağları maden tehdidi altında. Yüzde 43’ü tarım alanı olan Kaz Dağları yöresinin toplam ruhsat alanı 1.294.335 hektara yükseltildi.
MAPEG’den elde edilen verilere göre ruhsatların alansal dağılımına göre çalışma alanının yüzde 79’u (aktif ruhsatlar ve ihale alanları) ruhsatlandırıldı. Bu ruhsatların yüzde 41’i aktif ruhsatlardan oluştu. Aktif ruhsatların yüzde 57’si arama, yüzde 43’ü ise işletme ruhsatı safhasında bulunuyor. Ruhsatların yüzde 38’i ise ihale alanı olarak ruhsatlandırıldı.
Korunan alanlar içinde madencilik faaliyetleri açısından en dikkat çekici alanlardan biri milli parklar oldu. Milli parkların yüzde 54’ü ihale ruhsat alanlarında kaldı. Bu alanlardan biri olan Kaz Dağları Milli Park Alanı’nın yüzde 80’i Troya Milli Parkı’nın ise yüzde 10’u ihale ruhsat alanında kaldı.
ORDU
MAPEG verilerine göre Ordu ve çevresinde 435 adet maden ruhsatı (arama, işletme ve ihale) bulunuyor. Çalışma alanının yüzde 74’ü madenlere ruhsatlı iken, çalışma alanının; yüzde 9’u arama, yüzde 10’u işletme, yüzde 55’i ise ihale ruhsat safhasındaki maden ruhsat alanı olarak belirlendi.
Orman alanlarının yüzde 65’i, tarım alanlarının yüzde 76’sı, meraların yüzde 64’ü ve iskan alanlarının yüzde 78’i IV. grup madenlere ruhsatlandırıldı.
Ordu’da maden ruhsat alanları şu alanları kapsadı: Doğal sit alanları yüzde 100, tohum-meşcere alanları yüzde 100, arkeolojik sit alanları yüzde 94, önemli doğa alanları yüzde 80, Giresun Dağları yüzde 100 ve Giresun-Ordu kıyıları yüzde 55 ve tabiat parkı yüzde 36.
ARTVİN
Artvin’in yüzde 71’i madenlere ruhsatlandı. Ruhsatlar safhalarına göre incelendiğinde Artvin ve çevresinin yüzde 45’inin ihale, yüzde 17’sinin arama, yüzde 9’unun işletme ruhsat safhasındaki madenlere ruhsatlandırıldığı görüldü.
Maden ruhsat alanlarının en fazla yayılış gösterdiği ilçelerin başında ise yüzde 94’lük ruhsatlılık oranı ile Artvin merkez, yüzde 96’lık oran ile Murgul, yüzde 91’lik oran ile Fındıklı (Rize) ilçelerinin yer aldığı görüldü.
MUĞLA
Muğla’nın yüzde 59’u madenlere ruhsatlı hale getirildi. Muğla’nın yüzde 29’u ihale, yüzde 18’i işletme, yüzde 12’si arama ruhsat safhasındaki madenlere ruhsatlandı.
Kavalıkdere’nin yüzde 90’ı, Köyceğiz’in yüzde 87’si, Beyağaç’ın yüzde 83’ü, Dalaman’ın yüzde 83’ü, Muğla-Merkez’in yüzde 81’i, Kale’nin yüzde 78’i, Milas’ın yüzde 75’i ve Karpuzlu’nun yüzde 74’ü ruhsatlılık oranıyla öne çıktı. Bu ilçelerde ruhsatlılık oranı yüzde 70’in üzerine çıktı.
Muğla’da tarım alanlarının yüzde 48’i madenlere açılırken, meralarda ruhsatlılık oranı yüzde 35’e yükseldi.
ERZİNCAN-DERSİM
MAPEG’ye göre Erzincan-Dersim bölgesinin yüzde 52’si madenlere açıldı. 1 milyon hektar arazi için ihale, arama ve işletme safhalarında bin ruhsata bölündü. Böylece bölgede bulunan orman alanlarının yüzde 40’ı ihale, yüzde 9’u işletme ve yüzde 3’ü aramaya açıldı.
Bölgedeki tarım alanlarının yüzde 42’si madenlere açılırken, her iki ildeki mera alanlarının yüzde 66’sı madenler için ruhsatlandırıldı.
Aynı zamanda bölgede bulunan önemli doğa alanlarının yüzde 62’si madenlere ruhsatlandı.
/././
2023 yılında 481 başvuruya sadece bir ‘ÇED olumsuz’ kararı verildi
Fotoğraf: MATürkiye’de iktidar 2023 yılında sadece bir maden projesi için “Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumsuz” raporu verdi.
TEMA Vakfı Türkiye’deki 4. grup madencilik faaliyetlerinin yarattığı tahribata dikkat çekti. TEMA Vakfı tarafından hazırlanan rapora göre ÇED raporu bir ‘prosedüre’ dönüştü. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, IV. grup madencilik faaliyetlerine ilişkin ÇED başvurularının hızla artmaya devam ettiğini belirtti. Ataç, sadece 2023 yılında petrol, doğal gaz, III. ve IV. grup madenlere dair; ÇED süreci başlayan 525, “ÇED gerekli değildir” kararı verilen 443, “ÇED olumlu kararı” verilen 37 proje bulunduğunu söyledi. Ataç, “ÇED olumsuz kararı verilen ise sadece 1 proje bulunmaktadır. Görüldüğü üzere her geçen gün daha fazla maden projesi ÇED olumlu ve ÇED gerekli değildir kararları ile onay almaktadır. Tüm bu ÇED raporlarının ise etkin ve kümülatif bir etki değerlendirmesi gerçekleştirilmeden ve yeterli saha çalışmaları yapılmadan hazırlandığı görülmektedir. Bu değerlendirmelerde bilim, doğa ve üstün kamu yararı ilkelerinin önceliklendirilmediği gözlenmektedir” ifadelerini kullandı.
"YETERLİ İNCELEME YAPILMADAN VERİLEN OLUMLU KARARLAR, BU FACİALARIN DAVETİYESİDİR"
Madencilerin toprak altında kaldığı Çöpler Madeninin geçmişine dair bilgi veren Deniz Ataç, “Bilindiği üzere Çöpler Altın Madeninde inşaat çalışmaları 2009 yılında başlamış ve işletmeye geçtiği 2010 yılından bugüne kadar 4 kez kapasite artırımına gidilmiştir. 07.10.2021 tarihinde ‘Çöpler Kompleks Madeni 2. kapasite artışı ve flotasyon tesisi’ projesi hakkında ÇED olumlu, 16.08.2023 tarihinde ise ‘Çöpler kompleks açık ocak genişleme’ projesi için ÇED gerekli değildir kararları verilmiştir. Vahşi madencilik faaliyetinin bitmeyen büyüme taleplerine, yeterli incelemeler yapılmadan verilen bu izinler, Fırat Havzası’nın karşı karşıya kaldığı tehlikenin ve ekosistem üzerindeki baskının artırılmasına verilen onaylar olup yaşadığımız felaketin davetiyesidir. Bu izinler verilirken göz ardı edilen önemli gerçeklerden birisi de Erzincan’ın deprem bölgesi olmasıdır. Meydana gelecek depremler, atık barajı, yığın liçi ve diğer madencilik sebepli büyük çevre felaketlerine neden olacaktır” şeklinde konuştu.
SİYANÜR VE SÜLFÜRİK ASİT ANORMAL DOĞUM VE ÖLÜMCÜL HASTALIKLARA SEBEP OLABİLİYOR
Özellikle altın madenciliğinde sülfürik asit ya da siyanür gibi çeşitli zehirli maddelerin kullanımıyla uygulanan liçleme yönteminin etkilerine de değinen Ataç, “Liçleme sırasında kullanılan kimyasal, toprak içinde bulunan arsenik, antimon, kadmiyum, kurşun, cıva, çinko gibi ağır metalleri de serbestleştirip zararlı formlara dönüştürüyor. Toksik özellik taşıyan bu metaller soluma, beslenme yoluyla canlı bedeninde birikerek ölümcül vakalar dahil birçok hastalığa neden olabiliyor. Soluma, su ve gıdanın tüketilmesi yoluyla vücuda alınan siyanür ve diğer ağır metaller nedeniyle tüm canlılarda akut ve kronik zehirlenme, kansızlık, kalp yetmezliği, kanser, böbrek yetmezliği, akıl hastalıkları, anormal doğumlar görülebiliyor” dedi.
/././
İzmir’de 4 gündür gözaltında tutulan 5 gazeteci savcılığa sevk edildi
İzmir’de 4 gündür gözaltında tutulan 5 gazeteciye yaptıkları haberler soruldu. Gazeteciler savcılığa sevk edildi.
İzmir'de 13 Şubat’ta ev baskında gözaltına alınan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Semra Turan, Delal Akyüz ve Tolga Güney, JINNEWS muhabiri Melike Aydın, Gazete Duvar Muhabiri Cihan Başakçıoğlu ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) basın çalışanı Fatma Funda Akbulut, emniyetteki işlemlerinin ardından savcılığa sevk edildi. Gazeteciler, İzmir Bayraklı Adliyesi’ne götürüldü.
Gazeteciler, haberleri ve haber kaynaklarıyla yaptıkları görüşmeler nedeniyle “örgüt üyesi olmak" iddiasıyla suçlandı. Emniyette gazeteci Semra Turan'a, Akbelen direnişi, Bergama’da bulunan Agrobay Seracılık işçilerinin direnişi ve 8 Mart etkinliklerine dair haberler soruldu. Ayrıca otizmli bir çocuğa dönük istismara dair açılan davanın duruşmasını neden takip ettiği soruldu.
Gazeteciler Güney, Akyüz, Aydın ve Akbulut'a ise, haklarında "örgüt üyesi olmak" yönünde iddialarda bulunan açık tanık Buse Aslan’ın beyanları soruldu. Aslan’ın, gazeteciler hakkında "talimatla haber yapıyorlar" şeklinde iddialarda bulunduğu öğrenildi. Emniyette, gazetecilere ait haberlerin başlıkları da "örgüt propagandası" şeklinde değerlendirildi. Gazetecilere, “Neden Kürdistan kelimesi geçiyor” diye sorulduğu belirtildi.
Gazeteciler emniyetteki işlemlerinin ardından savcılığa sevk edildi. Gazeteciler, İzmir Bayraklı Adliyesi’ne götürüldü.
/././
Karaca: Katliamı ‘kader’ diye anlatmak için tarikatları felaket alanına saldılar (Damla KIRMIZITAŞ)
Fotoğraf: AAİliç’te tarikatlara bağlı derneklere yol verilmesine tepki gösteren EMEP Milletvekili Karaca, “Katliamı ‘fıtrat, kader’ diye anlatmak için tarikatları felaket alanına saldılar” dedi.
Emek Partisi (EMEP) Milletvekili Sevda Karaca, “güvenlik önlemi” adı altında siyasi parti temsilcilerinin, muhalif gazetecilerin, emek ve meslek örgütlerinin girişinin yasaklandığı İliç’te tarikatlara bağlı derneklerin bulunmasına tepki gösterdi.
Tarikatların, madenlerin açılmasına ikna etmek için de kullanıldığını vurgulayan Karaca, “Şimdi, gerçekleri saklamak, olası tepkilerin önüne geçmek, göz göre göre yaşanan bu katliamı ‘fıtrat, kader’ diye anlatmak için felaket alanına salınan bu dernekler, iktidarla sermayenin ortaklığının inanç kisvesi altında görünmez kılınması için işlev görüyorlar” dedi.
İliç’in yanı sıra farklı bölgelerde 19 maden işletmesinde daha siyanür ve çeşitli kimyasallarla altın madenciliği yapıldığını hatırlatan Karaca, “Doymak bilmeyen yerli ve uluslararası sermaye grupları dağı, taşı, ormanı, merayı katlederken; halk sağlığı ve işçi sağlığını hiçe sayıyor. Bu kadar yoğun bir sömürge madenciliği yapılan ülkede, böylesi felaketlerin yaşanacağı apaçık ortadayken, bu felaketlere hızlı, bilimsel ve teknik donanımı yeterli bir biçimde müdahale etmek için hiçbir hazırlığın olmadığı da bir kere daha ortaya çıktı” dedi.
“Güvenlik önlemi” adı altında bölgeye siyasi parti temsilcilerinin, muhalif gazetecilerin, emek ve meslek örgütlerinin girişinin yasaklandığını belirten Karaca, “Gazetecilerin paylaştığı görüntü ve fotoğraflardan görüyoruz ki göçük altında kalan işçilerin acılı ailelerinin etrafında ve işçi arkadaşlarını kurtarma çalışmasına katılan işçilerin yanında, Menzil Tarikatına bağlı derneklerin amblemlerini taşıyan önlüklerle, kim olduklarını bilmediğimiz insanlar dolaşıyor. Bu derneklerin amblemini taşıyan çadırlarda görevlilere yemek dağıtılıyor. Biz bu sahneyi daha önce Soma’da, Ermenek’te, Amasra’da, deprem bölgesinde de gördük. Bölge halkının canını hiçe sayan bu madenlerin açılmasına ikna etmek için de kullanıldı bu tarikat aparatları, bürokrasi, aşiretler, muhtarlar ve bilumum iktidar aparatları. Şimdi, gerçekleri saklamak, olası tepkilerin önüne geçmek, göz göre göre yaşanan bu katliamı ‘fıtrat, kader’ diye açıklayıp anlatmak için felaket alanına salınan bu dernekler, iktidarla sermayenin ortaklığının inanç kisvesi altında görünmez kılınması için işlev görüyorlar” diye konuştu.
"FELAKETTE ÖLMEYENLERİ UZUN VADEDE SİYANÜRLE ÖLDÜRECEKLER"
“Böylesi bir felakete hiçbir teknik ve bilimsel hazırlık yapmayan, koruyucu malzeme, arama kurtarma çalışmaları için yetkin, eğitilmiş, donatılmış kamu görevlilerini hazır tutmayanlar, felaketten kıl payı kurtulan işçileri sahaya sürmüş durumda” diyen Karaca hem AFAD görevlilerinin hem bölgede demir çubuklarla arama kurtarma yapmaya çalışan işçilerin ilk iki gün yansıyan görüntülerinde yeterli koruma malzemeleri olmadan sahada olduklarını da hatırlattı. Karaca, “Çıplak el, siyanür tehlikesi için yeterliliği meçhul botlar ve maskelerle alana salınan işçilere bir de yarım ekmek içine kaşar domates verildiğini, bölgede işçi arkadaşlarla teması olan sendikacılar paylaştı. Bu, felaketlerle ölmeyenleri uzun vadede siyanürle göz göre göre öldürmek, ‘Sizin canınızın bizim için zerre kadar kıymeti yok’ demektir” ifadesini kullandı.
"SÖMÜRGE MADENCİLİĞİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ KALDIRMAK İSTİYORLAR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Ülkeyi bir şirket gibi yöneteceğiz’ sözlerini hatırlatan Karaca şöyle devam etti: “Ülkenin altını üstünü, tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerini uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekerken, o şirketlerin CEO’su gibi davranan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu gözü doymazların tek bildiği daha fazla kâr elde etmek, bunun için de işçilerin, bölge halkının, doğanın canını hiçe saymaktan imtina etmiyorlar. 2004 yılından bu yana maden kanununda yapılan düzenlemelerle bunun önü, sonuna kadar açıldı. Ormanlar, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, meralar, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları, turizm bölgeleri, askeri yasak bölgeler madencilik faaliyetine açıldı. Şimdi Meclise getirilmek istenen yeni maden düzenlemesiyle sömürge madenciliğinin önündeki kısıtlı engeller de kaldırılmak, maden patronlarına cennet, ülke halklarına cehennem yaratmak istiyorlar. Bu maden yasasıyla, işçi sağlığı ve iş güvenliğini korumak için gerekli alt yapının kurulması, denetimin sağlanması için tüm gereklilikler ortadan kaldırılırken, kağıt üstünde dahi koruma önlemleri yok ediliyor. İliç, eğer hep birlikte dur demezsek, ülkenin dört bir yanında karşı karşıya kalacağımız felaketin güncel bir örneği.”
MADEN KANUNU MECLİSTEN GEÇERSE YENİ FACİALAR YAŞANABİLİR
AKP milletvekillerinin imzasıyla hazırlanan enerji piyasasına ilişkin 15 maddelik torba yasa teklifi, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını uluslararası tekellerin yağmasına açacak düzenlemeler içeriyor. Bu düzenlemeler İliç’te yaşanan katliamların benzerlerinin yaşanmasına da zemin hazırlayacak. Yedi ayrı kanunda değişiklik öngören yeni torba kanun maden, doğal gaz, yenilenebilir enerji patronları için pek çok avantaj sağlıyor. Sunulan torba kanun teklifinin kabul edilmesi halinde;
- * Maden işletmek için rapor gerekmeyecek. Şirketlere birden çok kaynak izni verilerek, lisanssız da üretim yapılabilecek. Enerji alımında dövize dönüş sağlanacak.
- * Lisansı dolan tesisler farkı ödeyerek lisans alabilecek.
- * Nükleer sızıntıda tesisi işletenin sorumluluğu olmayacak.
- * Kıyı Kanunu’nda yapılacak değişiklikle göller üzerinde de imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilecek.
- * Enerji verimliliğini artırmak amacıyla hazırlanan projeler, Bakanlık tarafından desteklenecek.
- /././
- Altında kan, aslında yağma var (Nuray Sancar)
- Serra Pelada'da çalışan altın 'işçileri' | Fotoğraf: Rudi Böhm/Midia Ninja/Flickr CC BY-NC-SA 2.0
- Sebastian Salgado’nun Brezilya’da, Amazon nehrinin denize döküldüğü yerin birkaç yüz kilometre güneyinde yer alan Serra Pelada’da 1980’lerde çektiği fotoğraflar, altın arıtma alanına, tepeden yamaca kan ter içinde gidip gelerek sırtlarında toprak taşıyan binlerce işçinin sefaletini yansıtır. Bir gramının bile ateş pahası olduğu günümüzde altın, ona sahip olmayan ama ekonomiyi, teknolojiyi hatta gündelik hayatın ritüellerini şekillendiren etkili bir faktör olarak yoksulların sırtında ağır bir yük olmaya devam ediyor.
Altın, İkinci Dünya Savaşı’ndan emperyalist sistemin yükselen yıldızı olarak çıkan ABD’nin öncülüğünde, 44 ülkenin de onayıyla başlıca iktisadi birim olmuştu. 1944 yılında imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla ABD doları başlıca değişim aracı olarak belirlenmiş ve altına sabitlenmişti; diğer ülkelerin para birimleri de dolara bağlanmak suretiyle kur dalgalanmaları kontrol altına alınacak böylece sermaye dolaşımı, pazar hareketleri ‘istikrar’lı bir biçimde sürdürülecekti. Dolar, yeni sömürgeciliğin ekseni oldu. ‘70’lerdeki krizle birlikte altın fiyatlarındaki dalgalanmalar Bretton Woods sistemini ABD’nin çabalarına rağmen çökertti ama suret aslın yerine geçti, yani dolar temel parite olarak baki kaldı.
Ancak bu gelişmeler altının saltanatını yerinden etmedi elbette. Paraya kolay çevrilebilir evrensel bir meta olma vasfını korudu, önemli bir yatırım aracı olmaya devam etti. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu, kullanımı kolay, ısı iletkenliği güçlü ama elde edilmesi zahmetli malzemenin kullanım alanları genişledikçe büyük bir sermaye rekabetini de tetikleyerek kıymetlenmeye devam etti.
Bugün metalik altının zorlu süreçlerden geçirilerek elde edilen nano partikülleri elektronik, tıp (tanı, teşhis), uzay, gıda, tekstil, bilişim, görüntüleme teknolojisinde kullanılıyor. Altının kıymeti ve kudreti onun üretiminin neye mal olduğunu gizliyor. Oysa Serra Peladalar dünyada bir istisna değil. Türkiye’de de öyle.
Erzincan İliç’te siyanürle topraktan altın ayrıştırmanın kesin faturası daha ortaya çıkmadı, tahmin etmek de zor. İlan edilenden daha fazla işçinin zehirli atıkta mahsur kaldığı bilgisi var. Ancak yetkililerin ‘Menfez kapattık, Fırat’a siyanür sızmıyor’ gibi kaba saba açıklamalarına rağmen havaya karışan, yer altı sularına sızan zehirli ve kanserojen partiküllerin ne kadar süreyle cana kastedeceği ve bölge ekolojisini nasıl etkileyeceği üzerine sadece endişeli tahminler yapılabiliyor.
Bilim insanlarının, yerel halk ve meslek odalarının defalarca uyarmasına karşın göz göre göre gelen bir Kırmızı Pazartesi hadisesi yaşanıyor. Bölgede, dokunduğunu altına çevirmeye çalışan Anagold şirketinin yüzde 80’ine sahip Kanadalı SRR ile yüzde 20’sine ortak olan Çalık tekeli ve etrafında kümelenmiş suç şebekesi de gözü kara kâr hırsıyla bile bile yol açtıkları kıyımın suç ortakları.
AKP’nin üst düzeylerinde yıllarca çalışmış, oğlunun gemicikleriyle taşınan kirli mallarla adı anılan Binali Yıldırım’dan imar affı ve altın şirketlerine ruhsat vermeye kadar birçok yağma politikasının icracısı, şimdi de İstanbul yağmasına aday gösterilen Murat Kurum’a ve hanedan mensupları ve taşeronlarına kadar uzanan geniş bir ağ bu. Daha önemlisi, defalarca esnetilen, Danıştay ve AYM’nin kararları tanınmayarak değiştirilen maden yasasını bugün de önümüze bir torba içinde yeniden getiren, Kanadalı altın şirketine vergi indirimi yapan iktidarın sorumluluğu çok büyük.
İktidarın, her çuvallamasını dış güçlere, lobilere bağlayarak anlattığı ve kendisine imanı kuvvetlendirmeye çalıştırdığı yerli-milli ekonomi hikayesinin Midasları İliç’te çıplak kaldı. Aslında altın şirketlerine tanınan izinler ve imtiyazlar sayesinde ülkenin her yeri halk tepkilerine rağmen delik deşik edilmiş durumda. Çünkü AKP iktidarları döneminde verilen ruhsat sayısının 386 bin olduğu rivayet edilmekte. Şu an faal yabancı şirket sayısı ise 773. Altın işinden SSR tekelinin 2020-2023 arasında elde ettiği gelir 1.5 milyar dolar, kâr ise 334.6 milyon dolar.
Bir ucuz emek cehenneminde bu kıymetli madenin bir yüzünde az maliyetle elde edilmiş devasa kâr, diğer yüzünde ise doğa ve insan kıyımı var. Rivayete göre, köle işçinin kanının bulaştığı elmasın paha biçilmez olduğu 19. yüzyılın son çeyreğinde De Beers Company’nin Kurucusu Cecil Rhodes, Güney Afrika’da kırbaçlı krallığını ilan etmişti. Şimdi Zimbabwe olan ülke yıllarca Rodezya olarak bilindi. Elmas, Afrika’nın sömürgeleştirilmesinin, kanlı savaşların itici gücüydü. Rivayetin bir realitesi vardı. Ateş pahası mücevherler bu kanlı imalat sürecinin ürünü oldu.
Bugün kırbaç falan yok ama sömürü yine vahşi, zehir saçan yöntemlerle devam ediyor.
Altın da kana bulanmaya devam ediyor.
(Evrensel)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder