17 Şubat 2024 Cumartesi

T24 KÖŞEBAŞI - 17 ŞUBAT 2024 -

 

ABD elçisinden İliç'e uzanan yol: ÇED raporundaki itiraflar (Gökçer Tahincioğlu)

Set çöküyor, toprak kayıyor, madenler işçilere mezar oluyor ama cümleler hiç değişmiyor: "Tehlike yoktur, sızma olmamıştır, ülkemiz için yararlıdır, karşı çıkanlar bellidir…"

Bergama direnişinin yavaş yavaş sönümlendiği zamanlar…

Toprağını, köyünü kurtarmak için yola çıkan, sivil itaatsizlik eylemleriyle bütün ülkenin sempatisini kazanan Bergama köylülerinin neredeyse hain ilan edildiği, Alman vakıflarının parasıyla sokağa çıktıklarının gündeme getirildiği dönemler…

Ve bir yandan, Bergama'daki altın madeninin en güçlü PR faaliyetlerini yürüttüğü yıllar…

Ege Ordu Komutanı'ndan DGM Savcısı'na, yerel idarecilerden gazetecilere kadar uzanan ziyaretçiler, altın madenine davet ediliyor ve madenden başkalaşmış bir biçimde çıkıyorlardı.

Her ne hikmetse, hepsi altın madeninin ulusal bir mesele olduğu söylemiyle ayrılıyordu madenden.

Bergamalılar kullanılıyorlardı! Alman vakıfları, direnişi örgütlüyordu!

Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold şirketine ait Çöpler Altın Madeni'nin bulunduğu alanda, 13 Şubat saat 13.00 sıralarında toprak kayması meydana geldi.

* * *

Nasıl bugün bir anda insanlar benzer hezeyanlarla linç ediliyorsa, o dönemde de aynısı yaşandı.

Altın madenini gezen DGM Savcısı, sonradan beraatle sonuçlanan Alman Vakıfları Davası'nı açtı.

Hak savunucuları, ajanlık suçlamasıyla karşı karşıya kaldı.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in bile inandırıldığı, "Lozan'ın süresi 2023'te bitiyor, Bor madenini çıkartacağız" tezine benzer tez şuydu:

"Bergama'da çıkartılacak altın, Türkiye'nin kaderini değiştirebilecek boyutta. Bu nedenle Almanya altının çıkartılmasını istemiyor. Alman vakıfları bu yüzden devreye sokuldu."

Sene 2024…

Bergama ve çevresinde artık altın çıkartılmayan bölge kalmadı. Hedef yeni bölgeler, yeni madenler haline geldi.

* * *

Bergama Altın Madeni'nin patronları açısından her şey yolunda giderken, Danıştay'dan, çevresel etki nedeniyle yürütmeyi durdurma ve iptal kararları geldi.

Ülke öyle bir etki halindeydi ki yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını geçersiz kılmak için Bakanlar Kurulu prensip kararı bile aldı.

Almanya'ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veriliyormuş gibi bir atmosfer oluşturulmuştu. Kimsenin gözü ne ajanlıkla suçlananlar hakkındaki beraat kararını ne de Bergamalılar'ın direnişini görüyordu.

* * *

Bir başka sorun imarla ilgiliydi.

Danıştay'ın 2004'te verdiği iptal kararıyla Çevre Bakanlığı izni iptal edilince maden mühürlendi. Madeni işleten konsorsiyum yine faaliyetteydi. Durmaksızın önlerine çıkartılan engellerden şikâyet ediyordu. Ve derken apar topar imar planı hazırlandı, hızla gerekli izinler verildi. Şaşırtıcı bu hızın nedenini Evrensel Gazetesi'nden Özer Akdemir açığa çıkarttı.

Halen hak ettiği kadar konuşulmayan değerdeki habere göre, ulusal bağımsızlık mücadelesi gibi gösterilen sürece ABD de dahil olmuştu.

Dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelman, imar planlarının bir an önce hazırlanmasını istemiş, bu konuda bir mektup yazmış, hükümete ve İzmir Valiliği'ne gönderilen mektuptan sonra gerekli tüm işlemler yapılmıştı.

Edelman'ın mektubunda, Eurogold, Normandy ve Nevmont'un işlettiği altın madeninde kaç Türk işçinin çalıştığı bile yazıyordu.

Maden yeniden çalışmaya başlamıştı.

Almanya'nın sözde ajanlarını linç edenler, ABD elçisinin mektubuyla açılan maden için ağızlarını bile açmamıştı

* * *

Bergama'dan İliç'e uzanan yolu, görevde olduğu dönemde bu madenin soruşturulması talimatını veren, sonrasında başına gelmedik kalmayan eski Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner, Birgün gazetesindeki dünkü yazısında net biçimde özetledi:

…bu süreç Altın madenlerinde "vahşi madencilik/sömürge madenciliği" diye tanımlanan pratiği ortaya çıkardı. Çok basit bir şablonları var: önce ilgili kamu kurumları çalışmaz, hantal, zarar eden ve düzeltilemez olarak gösteriliyor. İtiraz eden meslek kuruluşları hain ilan ediliyor. Bunun için medya ve "popüler uzmanlar" kullanılıp raporlar yazılıp sempozyumlar düzenleniyor. Sermaye ve özel sektör kutsallaştırılıyor. Mevzuat değişiklikleri yapılıyor. Sonra aynı mekanizmalar falanca yerde "100 milyarlarca dolarlık altının" atıl vaziyette beklediğini, çıkarılırsa nasıl zenginleşeceğimizi propaganda ediyorlar. Yöre halkının istihdam edileceğini, çevreye zerre zararının olmayacağı anlatılıyor. Yörenin gazetecileri, bürokratları ödül gezilere götürülüyor. Güçlü siyasi figürler ortak ediliyor. Daha fizibilite aşamasında yeni konutlar inşa edilip, camilere, spor kulüplerine bağışlar yapılıyor. Böylece yerel itirazlar minimize ediliyor. İtiraz edenler davalarla yıldırılıyor, yok sayılıp meczuplaştırılıyor. Gerekirse rüşvetler veriliyor. Yetersiz kalınan yerde "güvenlik kuvvetleri" ve yargı devreye giriyor, tabiiki sermayenin yanında! İliç, emekçi ve eko-kırımına da aynen bu şablon hatta "suç yolu" (İnter Crimis) getirdi bizi.

* * *

Erzincan İliç'teki Anagold Madencilik'in 2010'dan bu yana altın üretimi yaptığı Çöpler Madeni'nde daha önce atık depolama alanındaki set çöktü.

Hep bir ağızdan toprağa, suya zehirli kimyasalların karışmadığını haykırdı yetkililer.

Kapasite defalarca artırıldı madende. Uyarılara ve risklere rağmen… Son kapasite arttırımı ile ilgili ÇED raporuna da bakanlık, madende yaşananlara rağmen onay verdi.

* * *

ÇED raporu da ilginç… Misal, "riskler" sıralanırken, heyelan ihtimalinin bulunmadığı şu ifadelerle belirtiliyor:

- Toprak kayması riski genellikle kayaların çok çatlaklı olduğu, sıvılaşmaya hazır yüzeysel topraklar, killer ve siltlerin bulunduğu yerlerde daha yüksektir. Çalışma alanı düşük miktarda yağış aldığından ve yüzeyde bitki örtüsü az masif kireçtaşı ve mermer kütleleri bulunduğundan heyelan potansiyeli taşımamaktadır.

Ancak raporun bir başka bölümünde, erozyon riski şöyle anlatılıyor:

- Çalışma alanı erozyon riski olan alanlar arasına girmektedir. Erozyon açısından 2. dereceden 4. dereceye (çok yüksek) değişen erozyona tabiidir.

* * *

Madenlerin Türkiye genelinde tarım ve hayvancılığı nasıl öldürdüğü, köylüleri nasıl buralarda çalışmaya mecbur bıraktığı daha önce Konya'da, Soma'daki maden kazalarından sonra gündeme geldi.

İliç'te de benzer bir tablonun olduğu, ÇED raporunda şöyle ifade ediliyor:

- Mevcut ve inşa edilen projeler sonucu proje sahası ve çevresinde arazi kullanım amacı ve türleri değişime uğrayacaktır. Bu değişim en yoğun olarak Çöpler Köyü civarında olacaktır. Projede olacak genişleme sonucu Çöpler köyü sınırları içindeki alanın yaklaşık yüzde 74,9'u maden arazisine çevrilecektir. Bu miktarda bir değişim oldukça önemli kabul edilebilir. Arazi kullanımındaki planlanan bu değişim sonucu tarım ve hayvancılık için kullanılabilecek alan önemli ölçüde azalacaktır. Bu azalma proje ömrü olan 10+3 yıl boyunca en fazla olacaktır. Maden kapatma ve rehabilitasyonu sonucu maden tarafından kullanılan arazilerin bir kısmı tekrar genel kullanıma uygun hale gelecektir.

- Bu nedenle bazı önlemler alınacaktır. Bunlar, işletme sürecinde köy için değişik iş ve gelir kaynakları yaratılarak, köyün hayvancılık ve tarıma gelir kaynağı olarak bağımlılığı azaltılacaktır. Yeni gelir kaynakları madencilik, madene çeşitli konularda hizmet (bakım, onarım, lojistik destek, malzeme temin vs.) ve küçük çaplı üretim olarak sıralanabilir. Maden tarafından düzenlenecek olan eğitim programları ile Çöpler köyü sakinlerine değişik zanaatlar (halıcılık, tahta ve metal işleri vs.) kazandırılabilecek, oluşturulan kooperatifler üzerinden hizmet ve mal alımı yapılarak ticaret kapasitesi arttırılacaktır.

Raporun bir başka bölümünde ise arıcılığın nasıl teşvik edildiği, modern tarım ve hayvancılık yöntemlerinin nasıl öğretildiği sıralana sıralana bitirilemiyor.

Türkiye'nin garipliği, bir köylünün, tarım ve hayvancılığın olumsuz etkilendiği iddiasıyla açtığı davayı ise ÇED raporundaki ifadelere rağmen Danıştay reddetmiş. Kazadan kısa süre önce Anayasa Mahkemesi, Danıştay'ın bu kararı için "hak ihlali" kararı vermiş.

Çelişkiler yumağı…

* * *

İşçiler tonlarca ton toprağın altında kaldı. Siyasetçiler kürsüden biraz ağlayıp, biraz bağırıp önlerine bakacaklar.

Ve sonra diğer madenlerin nasıl zararsız olduğu, karşı çıkanların hain ve gerizekalı oldukları, Türkiye'nin nasıl zenginleştiği anlatılacak. Karşı tezler hiç dinlenmeden. Alternatif yöntemler hiç araştırılmadan.

ÇED raporunda, daha önce çöken atık depolama setini insanın aklına getiren bir ifade daha var. Risk bölümünde anlatılıyor:

- Atık depolama tesisinde depolanacak malzemeden önlem alınmaz ise meydana gelecek sızma, yeraltı suyu kalitesini olumsuz etkileyecektir.

* * *

Set çöküyor, toprak kayıyor, madenler işçilere mezar oluyor ama cümleler hiç değişmiyor.

"Tehlike yoktur, sızma olmamıştır, ülkemiz için yararlıdır, karşı çıkanlar bellidir…"

                                                          /././

İliç'te yaşananlar bir "toplumsal cinayet"tir (Mustafa Durmuş)

İliç'te yaşananlar tam da bir zamanlar F. Engels'in 19'ncı yüzyıl İngiltere'sindeki vahşi kapitalizm döneminde işlenen iş cinayetlerini tanımlarken kullandığı, taammüden işlenmiş toplumsal bir cinayetten başka bir şey değil

Bundan dört gün önce, Erzincan'ın İliç ilçesinde yer alan Çöpler Madeninde yığın liç alanında kayma meydana geldi ve bunun sonucunda 9 işçi 10 milyon metreküplük kütlenin altında kaldı. Dahası arama bölgesinde çatlaklar oluştu ve yeni heyelan riski ortaya çıktı.

İliç'teki altın madeni ile ilgili olarak yaşananlar, son 22 yıllık neoliberal-siyasal İslamcı AKP iktidarları döneminde, uluslararası sermaye ve onun ülkedeki işbirlikçisi yerli sermaye şirketlerinin ve onların siyasal iktidardaki temsilcilerinin halka, işçi sınıfına ve ekolojiye karşı, özü doğa ve emek talanı üzerinden devasa kârlar sağlamak olan, sınıfsal saldırılarından sadece biri.

Keza, bu madende siyanürle yapılan altın arama çalışmaları insana, içme suyuna ve toprağa zarar verdiği gibi, yer altı sularının ağır biçimde kullanılması yüzünden tarıma da zarar veriyor. Aynı zamanda çiftçilerin göç etmesine neden olurken, gıda güvenliğimizi de tehdit ediyor.

İliç'te yaşananlar tam da bir zamanlar F. Engels'in 19'ncı yüzyıl İngiltere'sindeki vahşi kapitalizm döneminde işlenen iş cinayetlerini tanımlarken kullandığı, taammüden işlenmiş toplumsal bir cinayetten başka bir şey değil

Bundan dört gün önce, Erzincan'ın İliç ilçesinde yer alan Çöpler Madeninde yığın liç alanında kayma meydana geldi ve bunun sonucunda 9 işçi 10 milyon metreküplük kütlenin altında kaldı. Dahası arama bölgesinde çatlaklar oluştu ve yeni heyelan riski ortaya çıktı.

İliç'teki altın madeni ile ilgili olarak yaşananlar, son 22 yıllık neoliberal-siyasal İslamcı AKP iktidarları döneminde, uluslararası sermaye ve onun ülkedeki işbirlikçisi yerli sermaye şirketlerinin ve onların siyasal iktidardaki temsilcilerinin halka, işçi sınıfına ve ekolojiye karşı, özü doğa ve emek talanı üzerinden devasa kârlar sağlamak olan, sınıfsal saldırılarından sadece biri.

Keza, bu madende siyanürle yapılan altın arama çalışmaları insana, içme suyuna ve toprağa zarar verdiği gibi, yer altı sularının ağır biçimde kullanılması yüzünden tarıma da zarar veriyor. Aynı zamanda çiftçilerin göç etmesine neden olurken, gıda güvenliğimizi de tehdit ediyor.

İşçilerinin ölüm riski altındaki şirketin devasa kârları

Bir yandan, altın madenciliği sektöründe faaliyet gösteren çok uluslu büyük sermaye şirketleri (başta yabancı sermayeli olmak üzere) devasa kârlar elde ederken, diğer yandan bu madenlerde çok güç koşullarda ve artık geçinilemeyecek, hatta açlık sınırının dahi altında ücretler karşılığında işçiler bu ölüm ocaklarında çok büyük riskler altında çalıştırılıyorlar. Şirket ise 2021 yılında 5,4 milyar TL ve 2022 yılında 5,9 milyar TL satış geliri elde etti. (1)

Yüzlerce milyon liralık teşvik

Madeni işleten şirket 15 Haziran 2012 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile (1 Ocak 2012 tarihinden geçerli olmak üzere); Büyük Ölçekli Yatırımların Teşviki, Bölgesel Teşvik Uygulamaları, Genel Teşvik Uygulamaları ve Stratejik Yatırım Teşvik Uygulamaları adı altında dört farklı teşvikten yararlanıyor.

Öyle ki 118829 numaralı teşvik belgesi kapsamında, yatırımı teşvik amaçlı indirimli kurumlar vergisi oranları uygulanıyor (son iki yılda sırasıyla yüzde 50 ve yüzde 70). Böylece şirketin 2021 ve 2022 yıllarında kurumlar vergisinden indirim şeklinde kullandığı toplam vergi teşviki tutarı sırasıyla 744 milyon TL ve 257 milyon TL oldu. (2)

Faizsiz evlilik kredisinin kaynağı maden faaliyeti gelirleri

Şirketin bu faaliyetlerinden, siyasal iktidarın 3213 Sayılı Maden Kanunu çerçevesinde Devlet Maden Hakkı karşılığı olarak sağladığı gelir ise 2021 yılında 304 milyon TL ve 2022 yılında 168 milyon TL oldu.

Bu şirketin 2024 yılından bu yana elde edeceği gelirin yüzde 20'si ise yakınlarda kurulan ve amacının "evlenecek kişileri maddi olarak desteklemek" olduğu ileri sürülen Aile ve Gençlik Fonu'na aktarılacak. (3)

Yani yeraltı kaynaklarımızın talanı yerli ve yabancı sermaye ve siyasal iktidar işbirliğinde yürürken, 15 Şubat tarihinden başlamak üzere, bir sus payı ve muhafazakârlaşmayı teşvik etmek amaçlı olarak, evlenemeyen gençlere bu faaliyetlerden elde edilen gelirin bir kısmı, faizsiz evlilik kredisi olarak verilecek (150 bin TL).

Özcesi, işçilerin canı ve doğanın talanı pahasına elde edilen bir gelir, aile kurumu üzerinden toplumu kontrol altında tutmak amaçlı olarak kullanılacak.

"Toplumsal cinayet"

İliç'te yaşananlar tam da bir zamanlar F. Engels'in 19'ncı yüzyıl İngiltere'sindeki vahşi kapitalizm döneminde işlenen iş cinayetlerini tanımlarken kullandığı, taammüden işlenmiş toplumsal bir cinayetten (social murders) (4) başka bir şey değil.

Bu yüzden de, bundan sadece birkaç yıl önce aynı maden bölgesindeki siyanür sızıntısı karşısında duyarsız kalan, hatta şirketin bölgedeki altın arama kapasitesinin artırılmasına izin veren ve gerekli denetimleri yapmayan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanı Murat Kurum bu gelişmelerden sorumlu tutulmalı, yargılanmalı ve bu ve benzeri maden ocakları derhal kapatılmalıdır.

Hesap sorulmalı

İşçi kayıplarının yanı sıra, siyanür kaynaklı zehrin Fırat Nehri'ne ulaşmış olabileceği ve bunun da ölümcül sonuçlarının ortaya çıkabileceği gerçeğini kabul etmeyen İktidar Bloku ve Anagold şirketi, onun emperyalist Kanadalı ortağı SSR Mining ve Türk ortağı Lidya Madencilik (Çalık Holding) ve iktidar medyası olmak üzere bu sömürü ve talan düzeninden nemalananlar; emek, toplum ve doğaya dönük bu katliamdaki kendi hatalarını ve sorumluluklarını gizlemeye çalışarak halkımızı yine "kaza", "kader", "fıtrat" gibi sözcüklerle uyutmaya ve birkaç şirket çalışanını gözaltına aldırarak olayı geçiştirmeye çalışıyorlar.

İşin daha da kötüsü, bu ve benzeri facialar gelecekte de ortaya çıkacaktır zira etkisiz ve dağınık siyasal muhalefetin varlığında, iyice cesaretlenen İktidar Bloku yerel seçimlerin ardından emek ve doğa talanını ön planda tutan faaliyetlerini artırarak sürdürecektir.

Sonuç: Birlikte mücadele şart!

Bu yüzden de, emek ve doğa mücadelesinin demokrasi ve barış mücadelesinden ayrı tutulmaması gerektiğinin bilincinde olarak, başta işçi sendikaları, diğer emek ve meslek örgütleri, toplumsal mücadele veren örgütler, ekoloji mücadelesi yürüten örgütler ve kadın örgütleri olmak üzere, tüm Türkiye toplumunun emekçilerimizi ve doğamızı korumak için, böyle toplumsal cinayetlere ve doğa talanına karşı birlikte mücadele etmesi kaçınılmazdır.


Dipnotlar:

(1) Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş, 1 Ocak - 31 Aralık 2021 ve 2022 Hesap dönemlerine ait finansal tablolar ve bağımsız denetçi raporları, https://www.anagold.com.tr/tr/company/bilgi_toplum_hizmetleri.html (16 Şubat 2024).

Arg.

(3) 22 Kasım 2023'te TBMM'de kabul edilen 7474 sayılı "Aile ve Gençlik Fonu Kurulması Hakkında Kanun.

(4) https://marxistsociology.org/2022/09/why-a-19th-century-concept-of-social-murder-is-very-much-relevant-today (16 Şubat 2024).

                                                           /././

Tuzla Piyade Okulu'ndaki fotoğraf krizi (II): "Atatürk'ü sevmiyorum ama saygı duyuyorum" (Tolga Şardan)

"Bana zorbalık yapıyorlar. O yüzden takmadım"

Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) piyade sınıfında subay yetiştiren Tuzla Piyade Okulu'nda 10 Kasım'daki Atatürk'ü Anma Programı sırasında kursiyer teğmenler arasında "Atatürk'ün fotoğrafının üniformaya iğnelenmesi" konusunda başlayan olayın 13 Kasım günü öğle saatlerinde devamının yaşandığı ortaya çıktı.

10 Kasım'daki olayın kamuoyuna yansıması sonrasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca (KKK) Tuzla Piyade Okulu'nda başlatılan disiplin soruşturmasını konu alan askeri raporun bir bölümünü Büyüteç'te dün kaleme almıştım.

Bugün, KKK Eğitim ve Doktrin Komutanı (EDOK) Korgeneral Zorlu Topaloğlu  başkanlığındaki özel soruşturma heyetinin gün ışığına çıkardığı yeni bilgileri aktaracağım.

Dünkü Büyüteç'teki iki notu bir kez daha tekrar edeyim okuyamayanlar için.

Raporda tüm isimler açık halde olmasına karşın üst komuta kademesi dışındaki TSK mensuplarının isimlerinin kodlanması ve ifadelerde açık biçimde geçen küfürlü bölümlerin olduğu gibi yazıya alınmaması, bu satırların yazarının tercihi.

Atatürk fotoğrafını takmayan kursiyere müdahale eden Atatürkçü subaylar

Kaldığım yerden devam ediyorum.

Dün ilk yazıda Atatürk fotoğrafını takmayan Piyade Teğmen A.A. ve iki arkadaşın olayla ilgili verdikleri ifadeden özet aktardım.

Şimdi ise; Piyade Teğmen A.A.'nın davranışı sonrasında kendisiyle görüşen kursiyer teğmenlerin anlatımlarına yer verdim.

İlk anlatım; Atatürk'ü Anma Töreni içtimasında Atatürk'ün fotoğrafını üniformasına takmayan Piyade Teğmen A.A.'ya yeni fotoğraf ve iğne vermek isteyen Piyade Teğmen A.K.Ş'e ait.

Teğmen A.K.Ş., soruşturma heyetine özetle şu bilgiyi verdi:

"(...) 10 Kasım sabahı önce saat 08:00- 08:30 sıralarında içtima alanında törene gitmek için kamuflaj kıyafetli toplandık. Ben, üçüncü bölük personeli olarak büyük tören alanındaki törene katılacaktım. Bölük komutanı ve takım komutanları tüm personele iğne ve Atatürk fotoğrafı dağıtarak yakamıza takmamız konusunda emir verdiler. İğne ve fotoğraf herkese yetecek şekilde fazlasıyla vardı. Ben ve tüm arkadaşlarımız içtima alanında iken fotoğrafları yakamıza taktık.

İçtima alanında iken kısım kısım ikişerli sıra yaptığımız için Teğmen A.A.'yı görmedim. Çünkü yanımda değildi. Tören alanına geçince dörderli sıra şeklinde düzen alınca Teğmen A.A. sol yanıma denk geldi. İlk gördüğümde fotoğrafı olmadığını fark ettim. Önden arkaya doğru Piyade Teğmen U.Ç. ve hatırlamadığım bir arkadaşımız iğnesini düşüren veya fotoğrafı takarken zarar görenlere yeni iğne ve fotoğraf dağıtıyordu.

Ben de 'Teğmen A.A. alır' düşüncesiyle başta bir şey demedim. Teğmen U.Ç. onun yanına gelince neden takmadığını sordu. A.A. 'fotoğrafım yok' şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine U.Ç. bir fotoğraf verdi. A.A. kendisine verilen fotoğrafı elinde buruşturup direkt cebine koydu. Ardından birisi tekrar 'niye takmadın?' diye sordu. Ona da 'iğnem yok' dedi. Bunun üzerine arkadaş ona iğne verdi. Ben hemen araya girerek 'Cebine koyduğun fotoğrafı ver, ben takıp sana yardım edeyim' dedim. A.A., 'gerek yok, ben takarım' dedi. İki – üç dakika bekledim, takmadığını görünce yine sordum. Bu kez yine aynı şekilde 'ben takarım gerek yok' dedi.

Törenin başlamasına çok az bir süre kalmıştı. Ben öncesinde A.A.'i tanımıyordum. Nasıl bir fikir yapısı olduğunda bilmiyordum ama fotoğrafı buruşturup cebine koyması ve ısrarla takmaması beni şüphelendirdi ve rahatsız etti. Ona 'niye takmıyorsun? Atatürk'le bir sorunun mu var?' dedim. Bana 'Bir sorunum varsa ne olacak? Sen mi çözeceksin? Zorla taktıramazsınız' dedi. Bir zorlama yapmadım. Ama bana bu şekilde cevap vermesi beni sinirlendirdi. Ben, 'Takmayacaksan tören alanı terk et, burada işin yok. Defol' dedim ama kesinlikle hakaret etmedim. Fiziksel bir temasta bulunmadım. Biz bölümün orta sıralarında idik.

Seslerimiz yükselince bunu duyan Piyade Teğmen İ. K. ön sırada bulunan Y. Üsteğmen'e olayı haber vermiş. Y. Üsteğmen, A.A.'yı yanına flamanın olduğu yere çağırdı. Bir süre konuştular. A.A. en arka sıraya geçti. Yerine geçerken de yakasında Atatürk fotoğrafı yoktu. Dönüp baktığımda arka sıraya geçtikten sonra Piyade Teğmen U.Ç.'nin yardımıyla yakasına Atatürk fotoğrafı taktığını gördüm. Daha sonra tören başladı o gün ve sonrasında herhangi bir görüşmemiz olmadı. (...)"

"Atatürk'ü sevmiyorum ama saygı duyuyorum"

Anma töreni için gelinen alanda Piyade Teğmen A.A'yla Atatürk resmi takılması konusunda tartışan Piyade Teğmen U.T.'nin anlatımı ise soruşturma raporunda özetle şöyle yer aldı:

"(...) 10 Kasım günü Atatürk'ü Anma Töreni sebebiyle ben de törene katıldım. Ancak birinci bölükte olduğum için Piyade Teğmen A.A.'nın fotoğraf takmama olayına ben bizzat şahit olmadım. Sonradan arkadaşların anlattığı kadarıyla öğrendim.

Törenden hemen sonra 1 saat boşluk vardı, o esnada kitap ve defterlerimizi almak üzere koğuşlara geldik. Ben, samimi arkadaşım Piyade Teğmen A.K.'nın yanına çıkmak için olayların yaşandığı dördüncü kata çıktım. Koridora çıkınca 405 numaralı koğuşun kapısındaki kalabalığı gördüm. Odanın önünden geçerken kapı açık olduğundan içerdeki A.A.'yi gördüm. Kalabalığın sabah içtimadaki fotoğraf olayından toplandığını o an anladım. Ben de bu olaydan rahatsız olduğum için sakin bir üslupla neden böyle bir şey yaptığını sormak için koğuşa girdim.

Piyade Teğmen S.Y. yanımdaydı onunla beraber girdik. Hatırladığım kadarıyla koğuşta yatan üç kişiyle birlikte bizden başka Piyade Teğmen S.Ç. içerideydi. Aynı anda üçümüz birden A.A.'ey 'Bu olay oldu mu? Neden takmadın?' diye sorduk. A.A. 'Bana zorbalık yapıyorlar. O yüzden takmadım' dedi. Bunun üzerine S.K. Teğmen, 'Sen tepkini sana zorbalık yapanlara göster. Senin derdin Atatürk ile değil, saygısızlık yapma' dedi.

Bunun üzerine A.A. bize, 'Atatürk'ü sevmiyorum ama saygı duyuyorum' ifadelerini kullandı. Bu kez S.Y. 'Atatürk'ü sevmekten ve saygı duymaktan imtina etmemelisin' şeklinde bir söz sarf etti. A.A. sessiz kaldı. Suçlu psikolojisi içindeydi. Sonra ben lafa girerek 'A.A., benden tavsiye hiçbir zaman yediğin kaba pisleme' sözlerini sarf ettim. Son olarak S.Ç. Teğmen 'Bir gün gelecek Atatürk'ü sevmeyen herkes Atatürk'e biat edecek' dedi.

Ardından koğuşta çıktık. Çıktıktan sonra koridorda herkesin duyacağı şekilde ortalığa hitaben S.Ç. Teğmen; 'Atatürk'ü sevmeyenin a... s....' şeklinde küfür etti. Bundan sonra ben oradan ayrıldım o gün başka bir olaya karışmadım ve tanık olmadım. Piyade Teğmen M.F.Ş. ve Piyade Teğmen F.A.'ya yönelik olarak 'Ya seve seve ya da s... s... takacaksın' dediğim ithamını kabul etmiyorum, böyle bir söylemde bulunmadım. (...)"

Piyade Teğmen S.Y. anlatıyor

Soruşturma çerçevesinde Korgeneral Topaloğlu başkanlığındaki heyete ifade veren ve olay sırasında 405 numaralı koğuşta bulunan Piyade Teğmen S.Y. yaşadıklarını şu cümlelerle anlattı:

"(...) Ben birinci bölük personeliyim. 10 Kasım sabahı tören esnasında olan olayları görmedim. O gün tören sonrası koğuşa giderken arkadaşlardan olayı duydum. Koğuşa çıktığımda yanımda Piyade Teğmen U.T. vardı. Birlikte niçin böyle davrandığını sormak üzere 405 numaralı koğuşa Piyade Teğmen A.A.'ın yanına gittik.

Koğuşa girdiğimizde içeride A.A., M.F.Ş. ve F.A. vardı. S.Ç. da hemen bizim peşimizde içeri girdi. İlk olarak ben A.A.'a 'Atatürk'ün fotoğrafını neden takmadın?' dedim. A.A., bana 'Zorbalık yapıldığı için takmadım' şeklinde cevap verdi. S.Ç., 'senin derdin sana zorbalık yapanlarla olsun. Atatürk'le ne derdin var?' dedi.

Sonra ben, 'Atatürk'ün fotoğrafını takmaktan imtina etmeyeceksiniz' dedim. A.A., 'Ben Atatürk'ü sevmiyorum, ama saygı duyuyorum' dedi. Ben, 'ne saygı duyması? Seveceksin aynı zamanda' dedim. Piyade Teğmen U.T., A.A.'e 'Yediğiniz kaba pisliyorsunuz' dedi. S.Ç., 'Atatürk'ü sevmeyen herkes bir gün Atatürk'e biat edecek' dedi. Sonra biz oradan çıktık ve koğuştan ayrıldık. 10 Kasım tarihinde başka bir olaya tanıklık etmedim ve karışmadım."

         Kaldığım yerden yarın devam...

(T24)

                                                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder