Kaynak emekliye değil, müteahhite (Nurcan Gökdemir)
Hayat pahalılığın, yoksulluğun, AKP iktidarının yurttaşlarına karşı acımasızlığının, ülke kaynaklarının adaletsiz dağılımının simgesi asgari ücretin 7 bin lira altındaki ortalama 10 bin TL’lik emekli aylığı oldu. Geçim sıkıntısı ve yok sayılmak canına tak eden emekli de nihayet örgütlenmeye ve taleplerini sokakta dile getirmeye başladı.
Emeklilerin iktidar açısından zorlu geçmesi beklenen yerel seçimler öncesi sahip oldukları oyları iktidardan esirgeyeceğinin görünmesi ile birlikte “promosyon, bayram ikramiyesi” gibi pansuman önlemlerle, geleceğe dönük vaatlerle emeklinin öfkesi dizginlenmeye çalışıldı. Ancak bunların hiçbiri reel gelirlerinde insanca yaşamaya yetecek kadar bir iyileşme sağlamadığı için emekliler için tatmin edici sonuçlar yaratmadı.
İktidarın bu adımı atmaktaki tereddüttü, ekonomik kriz ve bütçe açığı ile açıklanmaya çalışılıyor. Ancak tüm bunlar iktidarın ekonomideki kötü yönetiminin ülke kaynaklarının kullanılmasındaki tercihin sonucu…
İktidar emekli aylıklarını yükseltirken iyi bildiği bir yöntemi kullandı. Ekonominin içinde bulunduğu sorunun emekli aylıklarının ödenmemesi sonucunu doğurabileceği söylemleri yayıldı. “Daha çok aylık alabilirsiniz ama o zaman SGK batar” algısı yaratılmaya çalışıldı.
Peki, gerçekler ne?
Kaynak yok mu, dört emekliye bir çalışan mı düşüyor, giderler prim gelirlerinden çok mu yüksek, bütçeden kaynak transferinde emekli gözetiliyor mu?
ORAN DÜZELİYOR
Öncelikle sosyal güvenlik sisteminde aktif/pasif oranı olarak ifade edilen çalışan/emekli karşılaştırması çarpıtmanın ötesinde yalan söylendiğini gösteriyor. Avrupa ülkelerinde dört çalışana karşı bir emekli olduğu gerçeği öncelikle doğru değil. Şu an SGK ile gelişmiş Avrupa ülkelerinin aktif/pasif oranı hemen hemen aynı. Avrupa ülkelerinde aktif/pasif oranı ortalama 1,6 iken Türkiye’de son rakamlarla bu oran 1,9. Bu veri 2023’te de yüzde 1,7 oldu.
DİSK-AR araştırmasında nüfus yapısının değişmesiyle birlikte sadece prime dayalı sosyal güvenlik sistemlerinin mümkün olmadığı anlamlı bir devlet katkısının gerektiğinin altı çiziliyor. Artık geçmişteki gibi aktif/pasif oranı emekli aylıklarının belirlenmesinde çok önemli bir ölçüt olmaktan çıktı. Birçok Avrupa ülkesinde bu oran Türkiye’dekinden bile daha düşük.
2023 Mart ayında var olan emeklilere 2 milyon EYT’linin eklenmesine karşın aktif sigortalı sayısı da arttığı için oran iddia edildiğinin aksine geriledi.
AYLIKLAR DÜŞÜK TUTULDU
Bir başka gerçek de SGK sisteminin batmakta olduğu, prim gelirlerinin başta sağlık olmak üzere giderleri karşılayamadığı… Oysaki veriler tam aksini söylüyor. Prim gelirlerinin emekli aylıklarını ve sağlık ödemelerini karşılama oranı AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 61 iken 2023’te yüzde 76,4’e çıktı. 2002’de 14,8 milyon TL gelire karşın 24,3 milyon TL emekli aylığı ve sağlık ödemesi yapılırken 2023’te 1,9 milyar TL ödemeye karşılık 1,5 milyar TL prim geliri elde edildi.
Aktif/pasif sigortalı oranı düştükçe SGK’nin gelirlerinin azalması, yükseldikçe de artması gerekiyor. Ancak Türkiye’de bu durum tersine işliyor. 2002 verileri ile 2023 verileri karşılaştırıldığında prim gelirlerinin yüzde 101, emekli aylığı ve sağlık ödemelerinin ise yüzde 80 arttığı görülüyor. Bunun en önemli nedeni emeklilere gelirdeki artıştan hak ettiği payın verilmemesi, emekli aylıklarının düşük tutmasının tek nedeni de emekli aylıklarının düşük tutulması tercihi.
BÜTÇEDEN DAHA AZ KAYNAK
Tüm gelişmiş ülkeler emeklilik sistemini bütçeden destekleyerek ayakta tutuyor. Ancak Türkiye’de SGK’ye yapılan transferin bütçeye oranı düşüyor. Düzenli kaynak transferinin başladığı 2008 yılından sonra transferin bütçeye oranı yüzde 15-19 arasında, 2020’de de yüzde 21’e yakın seyretti. Ancak bu yıl sadece bütçenin yüzde 10’u oranında bir transfer öngörülüyor. İktidar emekli aylıklarının artırılmasını sağlayabilecek kaynağı 2022’ye göre yarıya yakın düşürdü.
“Ekonomi sıkıştı, kasa boşaldı” iddiaları doğru. Çünkü emeklilerden esirgenen kaynaklar birilerinin kasasına cömertçe aktarıldı, kriz ortamına karşın borç alınarak aktarılmaya da devam ediliyor. Bu gerçeği sadece son iki ayın müteahhitlik giderlerine bakarak görmek bile mümkün. Müteahhitlerin kasasına ocak ayında 1,2 milyar lira, şubatta ise 23,4 milyar lira aktarıldı. Yılın ilk iki ayında 24,6 milyar lira olan müteahhitlik giderleri geçen yıla oranla yüzde 52,7 oranında arttı. Müteahhitlik giderleri sadece tek bir kalem. Emeklilere asgari ücret düzeyinde aylığı bile çok görmesine karşın bütçe gerçekleşme rakamlarında, iktidarın, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine yaptığı transferlerden uçak, otomobil alımı, bina kiralamasına kadar yaptığı cömert harcamaları görmek mümkün...
/././
Güneş panelinde damping vergisi kime yarayacak? (Özgür Gürbüz)
Türkiye 2017’den bu yana Çin’de üretim yapan güneş paneli üreticilerine uyguladığı anti-damping vergisini, Vietnam, Malezya, Tayland, Hırvatistan ve Ürdünlü firmaları da kapsayacak şekilde genişletti. Metrekare başına 25 doları bulan ek bir vergi getirildi. Böylece güneş paneli almak isteyenlere yerli üretici dışında bir seçenek kalmadı. Bu da güneş enerjisi sektöründe pahalı panellerin güneş enerjisindeki büyümeyi yavaşlatıp yavaşlatmayacağı tartışmasını başlattı. Anti-damping vergisinin sektörde pek dile getirilmeyen kısmı ise düzenlemenin kime yarayacağı konusu. Yerli panel üretiminde en büyük kapasitelerden biri kamuoyunun iktidara yakınlığıyla tanıdığı Kalyon PV’ye ait.
2023 yılında Türkiye elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 6’sı güneş panelleriyle üretildi. Bir yıl önce bu oran yüzde 4,6’ydı. Güneş kurulu gücü de 12 bin megavata yaklaşıyor. Sorunlar var ama güneş enerjisinde büyüme sürüyor. Elektrik üretimindeki payı her yıl artan güneş enerjisinin kalbinde fotovoltaik paneller var. Son anti-damping vergisiyle başta Çin olmak üzere ucuz panel üreten ülkelerden ithalat yapmanın önü kesildi. Güneş enerjisine yatırım yapmak isteyenler yerli üreticiye yönlendirildi. Anti-damping kararını değerlendirmeleri için enerji sektöründeki isimlere ulaştım. Bu hafta söz onlarda.
GÜNEŞİN YAVAŞLAMASI TERMİKLERE YARAYACAK
Solar 3 GW Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bahadır Turhan, yerli panellerin ithal panellere göre hâlâ pahalı olduğunu, pahalı panellerin de ilk yatırım maliyetini yüzde 30 oranında artırarak güneş enerjisini yatırımlarını azalttığını söylüyor. Turhan, anti-damping uygulaması yerine, yerli üretim panellere verilecek teşviğin artırılmasının yatırımın karlılığını artıracağını ve güneş enerjisinin hız kazanacağını öne sürüyor. Bahadır Turhan, “Yapılan her bir kilovat güneş santralı, aslında kapanan her bir kilovat doğalgaz, kömür ya da devreye alınamayacak bir nükleer santral demek. Dolayısıyla güneş enerjisi santrallarının yatırımların yavaşlaması mevcut termik santralların devamını sağlayacak” diyor.
YERLİ PANEL ÇİN’E GÖRE YÜZDE 50 PAHALI
Bahadır Turhan, Türkiye’de üretilen panellerin maliyetinin vat (watt) başına yaklaşık 20 dolar sent olduğunu, Çin’den alındığında çıplak fiyatının 13 sent ancak gözetim ve anti-damping vergileriyle 40 sente çıktığını belirtiyor. Sektörün önemli temsilcilerinden Uluslararası Güneş Enerjisi Topluluğu Türkiye Bölümü (GÜNDER) ise güneş enerjisi endüstrisinin oluşmasında yatırım teşviklerinin yanı sıra damping ve gözetim vergilerinin de fayda sağladığını düşünüyor. Sorularıma verdikleri yanıtta, “Türkiye pazarında yerli fotovoltaik panel üreticilerin korunmasını ve adil rekabetin sürdürülmesini amaçlamaktadır” diyerek, uygulanan vergi ve düzenlemeleri içeren anti-damping önlemlerini desteklediklerini belirttiler.
GÜNDER verileri, Türkiye’de 80’in üzerinde güneş paneli üreticisi olduğunu söylüyor ancak her firma aynı üretim kapasitesine sahip değil. Yılda iki bin megavatlık üretim kapasitesiyle Kalyon PV listenin ilk sıralarında yer alıyor. Konya Karapınar’daki Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük güneş santralına da Kalyon Enerji sahip ve bu sahada da kullanılan panellerin üretildiği fabrika için devletten 2 milyar 100 milyon lirayı bulan teşvik almıştı. Bu teşvikle kurulan fabrika Türkiye’nin en büyük panel üretim tesislerinden biri oldu ve Kalyon PV’yi lider şirketlerden biri yaptı. Devletten güneş paneli üretimi için teşvik alan (proje bazlı devlet yardımı) bir başka şirket de Smart Güneş Enerjisi Teknolojileri ARGE Üretim San. ve Tic. A.Ş. oldu. Alfa Solar, CW Enerji de Borsa İstanbul’da işlem gören ve büyük üretim kapasitesine sahip diğer güneş paneli üreticileri.
FABRİKALARA PAZAR YARATILIYOR
Enerji Uzmanı İsmet Turan ise alınan kararı farklı bir açıdan bakarak değerlendiriyor. Turan, “33 bin megavatın üzerinde depolamalı ön lisans dağıtıldı. Bir taraftan fabrika kurduruluyor, yerlilik şartıyla perçinliyor ve son adımda da anti-damping ile Çin'in önü kapatılıyor. Böylece o fabrikalara pazar yaratılmaya devam ediliyor” yorumunu yapıyor. Dünyada Çin’e karşı benzer anti-damping uygulamalarının olduğunu belirten Turan, “Başka bir parti de iktidara gelse anti-damping vergisi uygulanacaktı” diyor ve asıl sorunun kapasite planlamasında olduğunu şu cümlelerle açıklıyor: “Türkiye'nin kurulu gücü 107 bin megavat, tüketim yaz dışında 54-55 bin arasında gidiyor. Tüketim son beş yıldır hiç artmıyor ama depolamalı yenilenebilir enerjiye yeni lisanslar veriliyor. Bu kadar ihtiyaç yok, zamana yayılabilir, öncelik çatılara verilebilirdi.”
/././
Türkiye’nin belediyecilik belleğinde bir utanç vak’ası (Şükrü Aslan)
Bütün modern tarih bir bakıma ‘ideal değerler’in, büyük ‘dava’ ve ‘hedeflerin’ tarihi olarak tercüme edilebilir. Dünyanın hemen her yerinde milyonlarca insanın hayatına malolan büyük kırımlar, hep ‘dava’ fikriyle meşrulaştırılmış; insanların, o idealler/davalar için canını vermesi bu düşünsel ortam içinde sıradanlaşmıştır. Ne var ki bahse konu ‘dava’ idealinin diğer yüzü derin ve sahici büyük toplumsal yaralarla yüklüdür. Haysiyet kırılması onların başında gelir ve herhangi bir dava idealinin, üstünü örtemeyeceği kadar güçlü bir yaradır. Başka bir deyişle insanın onuru gerçekte o büyük ‘dava’lardan daha üstündür ve bu nedenle haysiyet kırıcı bir vak’anın telafisi de neredeyse imkânsızdır.
Belediye seçimlerinin artık iyice kapıya dayandığı şu günlerde bu ‘dava ve haysiyet’ gerilimi bana çoğu kez Doktor Kadir Topbaş’ın karşı karşıya bırakıldığı muameleyi hatırlatmıştır. Sözcüğün gerçek anlamında bir ‘dava’ idealine kurban edilmiş haysiyetin ya da ne anlama geldiği bile anlaşılmayan o irrite edici sözcükle ‘metal yorgunluk’ vak’asını! O vak’a sadece AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin değil, Türkiye’nin belediyecilik belleğinin de en kötü hadiselerinden birisidir.
∗∗∗
Elbette Türkiye geçmişte örneklerini sıklıkla gördüğümüz gibi belediye başkanlarının merkezi idare veya doğrudan onun en başındaki kişiler tarafından seçildiği siyasi tecrübeye sahiptir. Sadece belediye başkanlarının değil, meclis üyelerinin de merkezi yönetimin ‘takdiriyle’ belirlendiği uzun bir tarihi tecrübesi var bu ülkenin. Cumhuriyetin belediyecilik öyküsü genellikle böyledir ve bugünkü kayyum uygulaması da aynı geleneğin bir parçasıdır. Böyle olunca seçilen başkan ve üyelerin yine aynı ‘yüksek makamlar’ tarafından görevden alınması, demokratik bir tutum olmasa da anlaşılabilir. Ama doğrudan halkoyu ile seçilmiş bir belediye başkanını, istemediği ve göstermelik bile olsa bir ‘yargı kararı’ olmadan istifa ettirilmesi açık biçimde onur kırmaktır. Buna ne kılıf bulunursa bulunsun, böyle bir uygulama sözcüğün gerçek anlamında kişi haysiyetini çiğnemektir.
Belediye başkan adaylarının belirlenmesiyle başlayan bütün seçim kampanyaları sürecinde beni rahatsız eden hadiselerin başında, adına ‘metal yorgunluk’ denilen bu vak’a gelmiştir. Daha görev sürelerinin dolmasına yaklaşık 1,5 yıl gibi bir süre varken İstanbul başta olmak üzere bazı belediye başkanlarının istifa ettirilerek görevlerini bırakmak zorunda bırakılmaları unutulabilecek bir hadise değildir. O kritik günlerde görevini ağlayarak bırakan başkanlar bile olmuştu ki sadece o manzara bile sözü edilen siyasi uygulamanın haysiyet çiğneyici niteliğini anlamak için yeterliydi.
∗∗∗
Uzun yıllardır belediyelerin tarihleri ve belediye başkanlarının öyküleri üzerine araştırmalar yapar, makaleler yazarım. Çok sayıda belediye başkanı ile bu amaçla kişisel düzeyde görüşme ve söyleşiler yaptım. Kendi tanıklık etmediğim dönemlerin başkanlarına dair çok fazla belge okudum. Onların büyük bölümünün hayat öyküleri bugün yayınlanmış durumda. Benim yazdıklarım da var, başka akademisyenlerin ve hatta bizzat başkanların da. İstanbul belediye başkanlığı yapmış olanlar için de böyle yayınlar var.
Şimdi İstanbul’a yeni başkan seçimi için kampanyaların yapıldığı şu günlerde bana en ilginç gelen, Kadir Topbaş’ın karşı karşıya bırakıldığı haysiyet kırıcı durumun hiç konuşulmamış olmasıdır. Ben seçim kampanyasını takip eden bir gazeteci olsaydım, Topbaş’ın da mensubu olduğu partinin adayı Murat Kurum’a, sadece ‘Kadir Topbaş’a reva görülen muameleye dair ne hissettiğini’ sorardım. Bana kalırsa bu soruyla birlikte bütün diğer sorular zaten gereksiz hale gelirdi. Çünkü iklim aynı, ‘dava’ aynı, karar vericiler aynı. Hiçbir şey değişmedi.
Türkiye’nin belediyecilik tarihi doğrudan halkoyu ile seçilmiş Kadir Topbaş’ın ve aynı akıbeti yaşayan diğer başkanların dramatik öyküsünü bir gün yazacaktır. Zira rızası olmadan kişiyi istifa dilekçesi yazdırarak görevinden ayrılmaya zorlamak, sadece bir tür idam kararı değil, mezarını da kendisine kazdırmak gibidir. Tarih ayrıca hukuksuz ve haysiyet kırıcı o vak’anın seçim kampanyası boyunca hiç konuşulmamış olmasını da elbette yazacaktır.
/././
Teğmenleri taşıma seçmen yaptılar (Timur Soykan)
Geçen hafta ‘Sandık Harekatı’ başlıklı yazımızda 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde taşıma seçmen iddialarını kaleme almıştık. CHP ve DEM Parti’nin incelemeleri 2019 yılındaki yerel seçimlerde iktidarın çok az farkla kaybettiği Iğdır, Kars, Siirt gibi şehirlere binlerce yeni seçmen taşındığını ortaya koyuyor. Bu seçmenler 20-35 yaş arasında asker, polis ve korucular. Hatta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçmiş yıllarda Ocak, Şubat aylarında yaptığı Kış Tatbikatı’nın 2024’te yerel seçimleri için Mart ayına denk getirildiği ve binlerce askerin ikametgahının seçim için Kars ve Iğdır’a alındığı öne sürülüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iktidar tarafından seçime alet edildiği iddiası çok vahim.
IĞDIR’DA BİR ADRESTE BİNLERCE SEÇMEN
2019 yerel seçimlerinde AKP, Iğdır’da aday çıkarmamış ve MHP adayını desteklemişti. Iğdır’ı HDP’nin adayı bin 514 oy farkla kazanmıştı. CHP’nin seçmen analiz sistemine göre; Mayıs 2023’teki seçimlerden sonra Iğdır’a anormal olarak getirilen seçmen sayısı 3 bin 50. Sadece Pir Sultan Abdal Mahallesi’ndeki iki adrese taşınan yeni erkek seçmen sayısı 2 bin 602. DEM Parti’nin incelemesinde ise taşıma seçmen sayısının 4 bin 361 olduğu belirtiliyor. Emniyet Müdürlüğü binasında 2023’teki genel seçimde seçmen kayıtlı değilken bu seçim için 743 seçmen kaydedilmiş. 2019’daki oy farkı ile kıyasladığımızda seçimin sonucunu değiştirecek taşıma seçmen söz konusu.
ORDUEVİNDE 3 BİN 5 SEÇMEN
Kars’ta ise 2019 yerel seçimlerini HDP’nin adayı Ayhan Bilgen, MHP’nin adayından bin 238 oy fazla alarak kazanmıştı. Daha sonra belediyeye kayyum atanmıştı. CHP Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın hazırladığı Yığma Seçmen Raporu’na göre; Mayıs 2023’teki seçimleri ile Mart 2024 seçimleri arasında Kars’a 5 bin 472 yeni seçmen kaydedildi. Hem CHP hem de DEM Parti, Kars Orduevi’ne 3 bin 5 yeni seçmenin kaydedildiğini tespit etti. Yani sadece Kars Orduevi’ne kaydedilen ve hepsi asker olan seçmen sayısı Kars’taki yerel seçimin sonucunu değiştirebilir. 2019’daki seçimdeki fark bin 238, sadece Kars Orduevi’ne taşınan seçmen sayısı 3 bin 5.
Emekli Hava Albay Ahmet Zeki Üçok, aylar önce bu konuyu gündeme getirmiş ve gazeteci Aytunç Erkin’e konuşmuştu. Ahmet Zeki Üçok’un tespitleri iktidar tarafından askerlerin taşıma seçmen olarak kullanıldığını doğruluyor. Henüz eğitim gören, yani görevlendirmesi ya da ataması yapılamayacak teğmenlere bilgi verilmeden ikametgahları değiştirilmiş. Üstelik bu değişiklik yerel seçimde gönderilecekleri yerde oy kullanabilmeleri için 29 Eylül 2023’te yapılmış. 31 Mart 2024 seçimleri için adres değişiklik bildirimleri için son tarih 30 Eylül 2023’tü. Bu son tarihten sadece bir gün önce teğmenlerin adresleri, bilgileri dışında değiştirilmiş.
İddiaya göre; Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2023-2024 yılı Sınıf Okulları’nda eğitim gören teğmenler, tesadüfen ikametgahlarının Kars ili Subay Orduevi olarak değiştirildiğini fark etti. Birbirlerine sorduklarında hepsinin benzer şekilde ikametgahlarının değiştiğini gördüler. Bölük ve tabur komutanlarına sorduklarında komutanlar bilgilerinin olmadığını, üst makamlara soracaklarını söyledi. Teğmenler, Nüfus Müdürlüğü’ne sorduklarında e-devlete sormaları söylendi, e-devlet ise yeniden Nüfus Müdürlüğü’ne yönlendirdi. Bir teğmen uğraşları sonucu Nüfus Müdürlüğü’nden Milli Savunma Bakanlığı’nın emriyle adresinin değiştirildiğini öğrendi.
CİMER: SAVUNMA BAKANLIĞI’NIN EMRİ
Ve belgesi de ortaya çıktı.
Bir teğmen ise bilgisi dışında ikametgahının 29 Eylül 2023 tarihinde Kars Orduevi olarak değiştirildiğini, bunu kimin yaptığını bilmediğini ve yapan kişilerden şikayetçi olduğunu belirterek CİMER’e başvurdu. CİMER’den gelen yanıtta; adresinin Milli Savunma Bakanlığı’nın 28 Eylül 2023 tarihli 2763435 sayılı emri ile ikametgahının değiştirildiği belirtildi.
Ahmet Zeki Üçok, harekat nedeniyle intikal eden birliklerde adres değişikliğinin personelin bilgisi dahilinde yapıldığını anlatıyor. Ancak teğmenlerin durumunun çok farklı olduğunun altını çiziyor ve şöyle konuşuyor: “Adresi değiştirilen teğmenlerin kursları 31 Mart 2024 tarihinde devam ediyor. Bu nedenle Kars veya başka bir şehre göreve gönderilemezler ve atamaları yapılamaz.”
Kara Kuvvetleri’ndeki teğmenlerin dışında çok sayıda örnek olduğu iddia ediliyor.
Mesela; Sakarya’daki 7. Komando Tugay Komutanlığı’na atanmış bir uzman çavuş ikametgahının Şemdinli Askeri Alan Küme Evleri’ne alındığını fark etmiş. Kandıra’daki askeri personelin ikametgahı da bilgisi dışında Şırnak’a alınmış.
FETÖ kumpasları döneminde yıllarca hapsedilen Ahmet Zeki Üçok, son sözü söylüyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta kademesi kendilerinden önce ordumuzun siyasete nasıl alet edildiğini en iyi bilen komutanlar olarak bu tür uygulamalara tevessül edenler her kim olursa gereğini yapmalıdır. Milli Savunma Bakanlığı eğer gizli bilgiler içermiyorsa 28 Eylül 2023 tarih ve 2763435 sayılı emrin içeriğini kamuoyu ile paylaşmalı veya bu hususta açıklama yapmalıdır.”
/././
Muğla’da 2019 havası var (Yaşar Aydın)
Muğla’da yerel seçim yarışının üç aday etrafında sürüyor. CHP’de halen Bodrum Belediye Başkanlığı’nı yürüten Ahmet Aras, AKP’de eski Bakan ve Milletvekili Aydın Ayaydın ve İyi Parti’den de Milletvekili Metin Argun kenti yönetmek için aday oldu. Muğla büyükşehir olduğu yoldan bu yana CHP tarafından yönetiliyor. Muğla 2012 yılında büyükşehir ilan edilirken o dönem merkez ilçe belediye başkanı olan CHP’li Osman Gürün halen görevini yürütüyor.
Muğla’nın özellikle Marmaris, Bodrum, Fethiye, Milas gibi Akdeniz ilçeleri sadece Türkiye’de değil dünyada isminden çokça söz ettiren bölgeler. Bu ilçeler turizmin yarattığı katkıyla sadece ekonomik alanda değil merkez ilçe Menteşe ile birlikte kentin ana nüfus gücünü de oluşturuyor.
AKP’DE ADAY SIKINTISI
Büyükşehir’de yarış CHP’li Ahmet Aras ve AKP’li Aydın Ayaydın arasında geçiyor. İYİ parti adayı Milletvekili Metin Ergun neredeyse tüm anketlerde yüzde 20’nin altında görülüyor.
Erdoğan tarafından büyük bir övgüyle aday olarak açıklanan Aydın Ayaydın’ın şehirde beklenen ilgiyi görmediğini AKP örgütüne bakarak da kestirmek mümkün. Kırsaldaki seçmen tarafından “yabancı“ karşılanan Ayaydın, sahillerde yaşayanlar tarafından siyasi serüveni nedeni ile tereddütle yaklaşıldı. Ayaydın AKP içinde de yanlış aday tercihi olarak değerlendiriliyor. CHP’li Ahmet Aras’ın ismi nispeten geç açıklanan belediye başkanlarından olsa da Bodrum’da geçirdiği 5 yıl tanınırlık konusunda sorun yaşamasının önüne geçmiş görünüyor. Bizim de eşlik ettiğimiz kısımda gördüğümüz kadarıyla kentin her ilçesine her mahallesine ve kentte yaşan tüm kesimlerine ulaşmakta çok sorun yaşamadığı görülüyor. Bu ilginin ne kadarının oya döneceğini 31 Mart akşamı göreceğiz.
Muğla seçiminin kaderini belirleyecek iki önemli kezim var. Birincisi emeklilerin ikincisi ise üreticiler. İki kesimin de çok fazla sıkıntıda olması ve merkezi iktidara tepki duymaları CHP’li Aras’a olan desteği daha da artırdı. Büyükşehir’de DEM’in yüzde 4’e yakın bir oyu var. Bu oyu büyük oranda muhafaza edecek gibi görünüyor. DEM ayrıca Fethiye dışında neredeyse tüm sahil ilçelerde de aday gösteriyor. Bu anlamıyla bazı ilçelerde seçimin belirleyicilerinden biri olmaya aday.
İLÇELERDE İYİP FAKTÖRÜ
CHP Menteşe’de çok rahat. Neredeyse seçim bitmiş havası var. Bunun yanında Marmaris, Bodrum ve Fethiye gibi ilçelerde İYİ Parti’nin güçlü adaylarla ağırlığını koyması hatta bazı ilçelerde kazanacak noktada olması seçim yarışını başka noktaya çekiyor. Özellikle CHP’nin aday belirlemede sorun yaşadığı, süreci sancılı geçirdiği ilçelerde bu durum daha belirgin görülüyor. Fethiye’de uzun süre belediye başkanlığı yapan ve geçen dönem Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Behçet Saatcı, Marmaris’de Ali Acar ve Datça’da Serkan İğci, İyi Parti adına seçim yarışının içinde olan isimler. Bununla birlikte bu ilçelerde MHP’nin de güçlü olması ve milliyetçi oylarda yaşanan bölünme CHP adaylarını bir adım öne çıkarıyor.
Muğla’da 2019 seçimlerine yakın bir sonucun çıkması kimse için sürpriz olmayacaktır.
∗∗∗
KENT KİMLİĞİ YARATACAĞIZ
CHP’nin Muğla Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ahmet Aras’la Menteşe’de bulunan merkez seçim bürosunda bir araya geldik. Aras kendisine biçtiği en önemli görevlerinden birinin kent kimliği yaratmak olduğunu söyleyerek söze başladı. Aras, “Türkiye’nin dışa açılan en önemli kapılarından biri Muğla. Daha çok ilgiye ve desteğe ihtiyacı var” dedi
Ahmet Aras Muğla ilgili projelerini sıralarken ilk sıralardan birine kent ulaşımını koydu. Aras, “Ulaşım için zor bir coğrafyadayız. Karayolunda mutlaka iyileştirme yapmalıyız. Ama onun ötesinde deniz ulaşımını devreye sokmak zorundayız. Deniz işletmesini devreye sokacağız” dedi.
Başta su olmak zere altyapıda da problemler olduğunu söyleyen Aras “çok önemli yatırımlar yaptık. Başta Bodrum olmak üzere birçok noktada hem su arıtma tesisleri hem de yeni hat çalışması yaptık. Bunları arttırmamız gerektiğinin farkındayız. 200 bin insanın yaşadığı ilçelerimizin nüfusu yılın 5-6 ayı ortalama 1 milyon kişi ağırlıyor. Bunu göz önüne alan bir projelendirme yapmak durumundayız” dedi. Merkezi hükümetin de Muğla’da yaşanan mevsimsel nüfus değişikliğini dikkate alması gerektiğini söyleyen Aras, “çok düşük projelerle dev yatırımlar yapmak zorunda kalıyoruz. Burada ticaret yapıp para kazanan onlarca işletme vergisini bile Muğla’ya ödemiyor. Kentin bu özelliği bugüne kadar yok sayıldı” ifadelerini kullandı.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder