Özgür Özel’in Dikkatine! (Işık Kansu)
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kurultayda, partide artık tabanın söz ve karar sahibi olduğunun özellikle altını çizmiş ve partililerin büyük desteğini almıştı.
Özel’in, partide olumlu hava estiren bir diğer verdiği söz de “değişim”di.
Kurultay ile birlikte CHP’nin, adı üzerinde halkın partisi olması ve ilkeli çizgisine yeniden oturması konusunda umutlanan partilileri inciten, beklentileri konusunda güvensizliğe iten bir somut gerçekliğe ilişkin bilgiler aktarıldı bize.
Bilgiyi aktaran CHP’liler, Ankara’daki büyük bir ilçenin belediye meclis üyesi aday listesini, Özgür Özel’in, partinin geleceği ve inandırıcılığı açısından dikkatle incelemesini istiyorlar.
Listedeki adların hepsi bizde var. Adlar değil, bağlantıları önemli:
- Bir ilçe belediye başkanının kızı.
- Bir eski genel başkanın oğlu.
- Melih Gökçek’in Ankara’nın girişlerine yaptırdığı görgüsüz kapıların ihaleleri ile bağlantılı bir milletvekilinin komşusu.
- Bir parti meclisi üyesinin oğlu.
- Bir eski genel başkanın makam şoförü.
- Bir parti meclisi üyesinin ortağı.
- Bir büyükşehir belediye başkanının danışmanının ablası.
- Bir parti meclisi üyesinin kardeşi. Bu liste ile değişim gerçekleşir mi, taban söz ve karar sahibi olur mu, halka güven verilir mi gibi sorulara, hiç kuşkusuz Özgür Özel ve yönetimi karar verecek.
Ancak, CHP’de eğer bir değişim gerekiyorsa, sanırız bu adayları belirleyen mantık ve iç işleyişten sıyrılmanın yöntemleri bulunmalı.
YIKIMA GÖTÜREN OLAY
Ankara Mimar Kemal Lisesi 1993 okul yıllığından, sınıf arkadaşlarının Galatasaray’ın eski Alman savunma oyuncularından esinlenerek “Stumf” adını taktığı, bugünün AKP İstanbul adayı Murat Kurum’a yönelik satırlar:
“Bizi Arena’ya çıkarıp ‘1976 yılının en önemli ve acımasız olayı nedir?’ diye sorsalar, ‘Stumf’un doğum günü’ deriz. ‘Peki sizi yıkıma götüren ikinci olay nedir?’ derseler, ‘Onunla aynı sınıfa düşmemiz’ diye haykırırız.
Spora küçük yaşlarda merak saran Murat, ‘Baba bana top al’ sözüyle herkesi mantık üstü bir düşünceye itmiştir.
Beden eğitimi derslerinde eline aldığı basketbol toplarıyla şimdiye kadar ne yapmak istediği bilinememiştir. Ancak, gelen varsayımlar arasında Stumf’un buz pateni yaptığı vardır.”
Ne demişler:
- Çocuktan al haberi.
SON SEÇİMİ
Saray’daki, 31 Mart yerel seçimlerini “Türkiye’de bir dönüm noktası” olarak tanımlıyor ve ekliyor:
“Adeta nefes almaksızın koşturuyoruz. Çünkü benim için bu bir final. Bu seçim son seçimim.”
Doğrudur, bu son seçimidir. Arkasında bir tek Devlet Bahçeli ile ekibi; Özgür Özel’in anımsattığı gibi, insanları domuz bağı ile bağlayıp işkenceyle öldürdükten sonra yaşadıkları evin altına gömecek kadar gözü dönmüş Hizbullahçılar; küçücük kızlarla evlenen, çocukları istismar eden tarikatçılar kaldı.
“Türkiye’nin Yüzyılı” uydurmasıyla ekonomiden devlet yönetimine, sosyal güvenlikten uluslararası ilişkilere değin her alanı yerle bir etti.
Gerisinde büyük bir yıkıntı bırakıp gidiyor, gidecek...
/././
Tek savunma, tek planlama (Mehmet Ali Güller)
NATO’nun önündeki en sıcak tartışma konularından biri, 1 Ekim’de kimin genel sekreter olacağıdır.
ABD, İngiltere ve Almanya’nın adayı Hollanda Başbakanı Mark Rutte. Ancak ilginç bir şekilde Romanya Devlet Başkanı Klaus Iohannis de adaylığını açıkladı.
Genel sekreter oybirliğiyle seçileceğinden ve Romanya kendine oy vereceğinden, bir uzlaşma olmadığı takdirde bir tıkanma yaşanacağı görülüyor. Bu, 2014’ten beri genel sekreter olan Jens Stoltenberg’in belki de beşinci uzatma almasına neden olacak...
NATO İÇİNDE İKİ SINIF
Peki sorun ne? İsimlerin ve ülkelerin rekabeti mi? Hem Iohannis’in hem de bazı Baltık ülkesi liderlerinin açıklamaları, daha derinde “iki NATO, iki AB” tartışmasının yürüdüğüne işaret ediyor.
Örneğin Estonya Başbakanı Kaja Kallas, “NATO’da birinci sınıf, ikinci sınıf ülkeler konusu var. Eşit miyiz, değil miyiz” diye soruyor.
Örneğin Eski Letonya Savunma Bakanı Artis Pabriks, “Bize yeterince danışılmadığını düşünüyoruz” diyor.
Kısacası Avrupa içindeki “Batı” ile “Orta ve Doğu Avrupa” ayrışması, NATO’ya da yansımış görünüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bu ayrışmayı, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine liderlik yapabilmeye çevirme peşinde...
STOLTENBERG’İN İŞARET ETTİĞİ ASIL MESELE
Anadolu Ajansı’ndan Nazlı Yüzbaşıoğlu, 1 Ekim’de dördüncü uzatması bitecek olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile önemli bir söyleşi yaptı.
Yüzbaşıoğlu, Stoltenberg’e “AB’nin savunma sanayisi yeteneğini geliştirmeye dönük yeni stratejisi”ni de sormuş. Stoltenberg’in yanıtı, biz NATO karşıtlarının anlatmaya çalıştığı “asıl meseleyi”, çırılçıplak ortaya koymuş:
“İyi olmayan şey; NATO’nun çabalarını mükerrer kılmak, rekabet etmek ve üst üste bindirmektir. Örneğin; iş müttefiklerimizin neye yatırım yapacaklarına karar vermesi ve kabiliyet hedeflerinin belirlenmesine geldiğinde, bu NATO’nun temel sorumluluğudur. Savunma planlamasının bir parçasıdır. Çünkü doğru bir kolektif savunma, savaş alanında da birbirini tamamlayan unsurlara dayanmak zorundadır. Dolayısıyla NATO’nun savunma planlaması, her bir müttefik için belirli kabiliyet hedefleri belirlemek, NATO’nun işidir.
NATO içinde elbette iki kanatlı savunma planlama süreçlerimiz olamaz. Hem NATO hem de AB üyesi olan NATO müttefiklerinin iki ayrı hedefi olamaz. Yani iki hedef birden olamaz. NATO’nun temel kabiliyeti, standartlar da NATO’nun belirlediği bir şey olmalıdır. NATO müttefikleri arasında yeni bariyerler kurmak, kolektif savunmayı güçlendirme çabalarımızı baltalayacaktır.” (AA, 15.3.2024).
NATO’DA TÜRKİYE’YE VERİLEN ROL
Yani Stoltenberg, özetle başlığa çıkardığımız mesajı vermiş oluyor: “Tek savunma, tek planlama.”
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, NATO içinde hiçbir ülkenin kendi başına savunma planlaması yapamayacağını, kendi başına silahlanmaya soyunamayacağını ve tek standarda uymak zorunda olduğunu, kimin hangi savunmayı yapacağından hangi silahı üreteceğine NATO’nun karar vereceğini belirtiyor.
Tam da bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkıyoruz zaten. Çünkü burada temel sorun şu: Tek savunma planlaması olacaksa bu kimin savunma planlaması olacak, hangi ülkenin savunması esas alınacak, hangi ülkenin güvenlik çıkarı belirleyici olacak? Yanıt ortada: ABD.
Türkiye de diğer NATO ülkeleri de ABD’nin savunma planlamasına tabi. Dün, ABD o planlamayı SSCB’nin Avrupa’ya saldırı olasılığına karşı yapmış, bu nedenle de Türkiye’ye, Avrupa’ya zaman kazandırma görevi verilmişti; Ankara “oyalayıcı faktör”dü. Yani NATO’nun Türkiye’yi savunması değil, Avrupa’nın savunulmasında Türkiye’nin feda edilmesi söz konusuydu!
Yerimiz bitti, ama bu çok önemli konuya devam edeceğiz...
/././
Siyasetin finansmanı (Miyase İlknur)
Seçimlere iki hafta kala projeler yerine, siyasetçilerin malını, mülkünü, CHP’nin İstanbul il binası alımı sırasında gerçekleştirilen gizli kayıtları konuşuyoruz.
Konuşmalıyız elbette. Ama hayli geç kalınmış bir tartışmanın yanında herkes kendi defosunun değil rakibinin defosu üzerinden tartışmayı yürütüyor.
Siyasetin finansmanının şeffaflığını, etik kurallarını uzun uzun tartışıp bunu genel bir kabul olarak herkesin hassasiyetle onaylayacağı kurallar manzumesi haline getirmek zorundayız.
Avrupa’da havayollarında çok uçmaktan kaynaklı milleri özel seyahatinde kullandığı için politikacılar istifaya zorlanırken bizde karapara aklamaktan sanık Sezgin Baran Korkmaz’ın uçağını kullananlar bırakın yasal incelemeyi ayıplanmıyor bile.
Sedat Peker’in bizzat ağzından aylık 10 bin dolar maaşa bağladığı milletvekilinin, basın ve muhalefetin bütün ısrarlı sorularına rağmen, hakkında hiçbir araştırma yapılmaması sadece bize özgü bir durum.
DP döneminde içişleri bakanlığı yapan Halil İbrahim Özyörük karısını Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait arabayla semt pazarına gönderdiği ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kaldığı o günlerden bırakın bakan eş ve çocuklarını, Diyanet İşleri başkanının eşine resmi araç tahsis edilmesini bile yadırgamayan günlere geldik.
AKP’nin Ankara adayı Turgut Altınok, mal varlığını açıklamak yerine “Mülk Allah’ındır biz emanetçiyiz” deyip geçiştiriyor. Valla o malları bana devretsin biraz da ben emanette tutayım, diyeceğim ama devretmez ki...
CHP il binasının alınmasında yasal açıdan suç olmayabilir ama siyaset etiği anlamında hoş olmayan yöntemle yapıldığı aşikâr. Günlerdir bunu diline dolayan AKP’nin kendi il binasının alınış şeklini de tartışırsak bin anlamı var.
AKP, Sütlüce’deki il binasını nasıl ve kimden edindi bir de buna bakalım mı?
Kazlıçeşme’ye kazulet gibi dikilen ve hakkında yıkım kararı olmasına rağmen yıllardır yıkılamayan iki kulenin sahibi Mesut Toprak, Sütlüce’de SİT arazisine otel dikmenin yolunu açan AKP’ye teşekkürlerini o alanın içine bir de AKP il binası yapıp hediye ederek ödemedi mi?
AKP o il binasını cumhurbaşkanı ile kirve olan Mesut Toprak’tan kaç paraya satın aldı, ödemeyi neyle yaptı? Açıklasalar da öğrensek.
AİDAT NEYMİŞ Kİ?
Sadece AKP ve CHP değil bütün partilerin, bağışları, mal edinimleri, harcamaları mercek altına alınmalı. Bakıyorsun yeni parti kurulmuş, devasa bir genel merkez ve il binaları tutuyorlar. Kiralık bile olsa büyük bir maliyet. Bizde parti aidatı ödeme ya da toplama alışkanlığı olmadığı biliniyor. Batı’da partilerin ve derneklerin en önemli gelir kaynağı aidat ödemeleri olurken bizde kaynağı belirsiz yüklü bağışlar oluyor nedense.
Diyeceksiniz ki Hazine’den aldıkları milyonluk yardımlar da var. Doğru Hazine yardımları da az buz değil. Ama seçim harcamalarına, ağırlama ve ulaşım giderlerine baktığınızda bu paraların yetmeyeceğini çocuk bile bilir.
Genelde ve yerelde iktidar olan ya da iktidar olmaya aday partilere müteahhitlerin, sermaye sahiplerinin yatırım amaçlı yüklü bağışlar yaptığı cümlenin malumu. Bunların yaptığı ödemelere makbuz kesilmez. Onlar da kesilmesini istemezler zaten.
Bir başka gelir kaynağı belediyelerdir. Bunu iktidardan muhalefete bütün partiler kullanır. Hangi partiye ait olursa olsun belediyelerin kültür faaliyetleri ile ağaç ve çiçek alımlarının niye bu kadar yüklü olduğunun bir nedeni de budur. Şu kadar milyon ağaç aldım der, git say sayabilirsen o kadar milyon ağaç ya da çiçeği.
O nedenle siyasetin finansmanını sorgulamak, şeffaflığını ölçmek için toplum olarak bu duruma toplam olarak el koymalıyız.
/././
5 bin yıllık antik kenti rahat bırakın (Murat Ağırel)Bilenler bilir İasos antik kenti Türkiye’nin paha biçilemez kültür miraslarından biridir. Muğla Milas Kıyıkışlacık’ta bulunuyor.
Antik kentte en erken arkeolojik buluntu MÖ 3. bin yıla uzanıyor. En erken mimari kalıntılar ise MÖ 2. bin yıla tarihlenen bronz çağı yerleşimine ait duvar kalıntıları.
Yani binlerce yıl binlerce insanın yaşadığı bir yerden, medeniyetin temellerinden bahsediyoruz.
Şehirden 1 kilometre uzakta, doğu kıyısında Çanacık Tepe’nin alçak yamaçlarında bir mezarlık alanı bulunur. Burada da “Saat Kulesi” olarak adlandırılan bir Roma mezar anıtı görülür.
Şimdi suyun altında kalmış ancak havadan bakıldığında görülen iki kara parçası, İasos’un batı limanını kapatıyor. Şehrin açık denize karşı bulunduğu enlemesine ve ters konumu, bunların dalgakıran olmadığını, limana giriş çıkışları kontrol edilen kulelerin yer aldığı giriş kapıları olduğu anlaşılıyor.
İasos’ta daha böyle çok yer var. Tam bir antik şehir yapılanmasını gezdiğinizde görebiliyorsunuz.
Sit alanı yani burası...
Peki, neden size burayı yazıyorum?
Tam da bu antik liman ve 3 bin yıllık antik kentin içine liman yapılmak isteniyor.
Ayyıldız Madencilik AŞ, Kıyıkışlacık’ta yapmayı planladığı “Yük Tahmil ve Tahliye İskelesi ve Dip tarama Projesi” için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na çevresel etki değerlendirme (ÇED) için başvurdu.
Bakanlık, projeye ilişkin Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Milas Belediyesi’ne görüş sordu. Belediyeler, proje için olumsuz yönde görüş bildirirken 2020 yılında Muğla Valiliği, projeye “ÇED gerekli değildir” kararı verdi.
Tabii geçimini turizm ve balıkçılık ile sağlayan yöre halkı da bu karara karşı örgütlendi. Kararın iptali için mahkemeye başvurdu. Mahkemeye başvuran sadece yöre halkı değildi tabii. Muğla Büyükşehir Belediyesi sivil toplum kuruluşları da mahkemeye başvurdu.
Nerede vatanın cennet köşesi var ise orayı para için cehenneme çevirmek isteyen kişiler mutlaka çıkıyor.
Muğla Büyükşehir Belediyesi projeye karşı ilk davayı açtığı için yargılama belediyenin başvurusu üzerinden devam etti. Bilirkişi tayin edildi. Bölgeye gidip keşif yapıldı. Nihayetinde de Muğla 1. İdare Mahkemesi projeye verilen “ÇED olumlu” kararını iptal etti. Kıyıkışlacık’ta yükleme limanı yapılmasına onay verilmemişti.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, mahkemenin kararını temyiz etti ve Danıştay 4. Dairesi oyçokluğu ile önce mahkemenin iptal kararının bozulmasına hükmetti. Devamında da açılan davanın reddine karar vermiş.
Yani “ÇED gerekli değildir” kararını iptal eden mahkeme hükmü geçersiz sayılmış oldu.
İasos Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği adına açıklama yapan avukat Murat Kemal Gündüz, “Danıştay 4. Dairesi yerel mahkeme kararını bozmakla yetinmemiş, İvedi Yargılama Usulü hükümlerini uygulayarak ‘gerekli inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında karar’ vermiştir. Bu kararla Kıyıkışlacık’ta yapılması planlanan Yükleme Limanı ve Dip Tarama Projesine kesin olarak onay verilmiştir” dedi.
Devamında da şunları söyledi:
“Danıştay 4. Dairesi bozma ve ret kararının gerekçesini ‘ÇED raporunda, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkileriyle alınacak önlemlerin yeterli düzeyde belirlendiği, projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca bulunmadığı’ şeklinde açıklamıştır. Kıyıkışlacık Bölgesinin; tarihi dokusu, İasos Antik Kenti, SİT Alanı vasfı, Zeytincilik, Balıkçılık ve sahip olduğu tüm doğal güzellikler göz ardı edilmiştir.
Danıştay 4. Dairesi’nin ‘bozma ve davanın esastan reddi’ kararı ile Kıyıkışlacık ve Güllük bölgesinin Aliağa Körfezi gibi Sanayi Körfezi vasfında bir yer olabilmesinin yolu açılmış bulunmaktadır. Gelinen nokta Kıyıkışlacık ve Güllük Körfezi için çok üzücüdür.
Aynı Daire, daha önce, yine Kıyıkışlacık Pencereli Mevkiinde Tatsan AŞ tarafından yapılması planlanan ‘Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri’ ve ‘Dip Tarama’ Projeleri için verilen ‘ÇED olumlu ve ÇED gerekli değil’ kararlarının iptaline ilişkin Muğla 2. İdare Mahkemesi’nin kararlarını da bozmuş olup, gelinen noktada Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri Projesi’nin de yargı kararları ile gerçekleştirileceği öngörülmektedir.”
Peki, bu kadar antik kente liman ısrarının arkasında duran dönemin çevre ve şehircilik bakanı kim?
Murat Kurum...
Kurum hani “İstanbul’u cennete çevireceğiz” diyor ya. İşte İstanbul bu şekilde cennete çevriliyor Kurum’un zihninde.
Adeta cennetten köşe olan ve 3000 yıllık tarihi dokuya dokunmayın, dokunulmasına izin vermeyin.
/././
Bilenler bilir İasos antik kenti Türkiye’nin paha biçilemez kültür miraslarından biridir. Muğla Milas Kıyıkışlacık’ta bulunuyor.
Antik kentte en erken arkeolojik buluntu MÖ 3. bin yıla uzanıyor. En erken mimari kalıntılar ise MÖ 2. bin yıla tarihlenen bronz çağı yerleşimine ait duvar kalıntıları.
Yani binlerce yıl binlerce insanın yaşadığı bir yerden, medeniyetin temellerinden bahsediyoruz.
Şehirden 1 kilometre uzakta, doğu kıyısında Çanacık Tepe’nin alçak yamaçlarında bir mezarlık alanı bulunur. Burada da “Saat Kulesi” olarak adlandırılan bir Roma mezar anıtı görülür.
Şimdi suyun altında kalmış ancak havadan bakıldığında görülen iki kara parçası, İasos’un batı limanını kapatıyor. Şehrin açık denize karşı bulunduğu enlemesine ve ters konumu, bunların dalgakıran olmadığını, limana giriş çıkışları kontrol edilen kulelerin yer aldığı giriş kapıları olduğu anlaşılıyor.
İasos’ta daha böyle çok yer var. Tam bir antik şehir yapılanmasını gezdiğinizde görebiliyorsunuz.
Sit alanı yani burası...
Peki, neden size burayı yazıyorum?
Tam da bu antik liman ve 3 bin yıllık antik kentin içine liman yapılmak isteniyor.
Ayyıldız Madencilik AŞ, Kıyıkışlacık’ta yapmayı planladığı “Yük Tahmil ve Tahliye İskelesi ve Dip tarama Projesi” için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na çevresel etki değerlendirme (ÇED) için başvurdu.
Bakanlık, projeye ilişkin Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Milas Belediyesi’ne görüş sordu. Belediyeler, proje için olumsuz yönde görüş bildirirken 2020 yılında Muğla Valiliği, projeye “ÇED gerekli değildir” kararı verdi.
Tabii geçimini turizm ve balıkçılık ile sağlayan yöre halkı da bu karara karşı örgütlendi. Kararın iptali için mahkemeye başvurdu. Mahkemeye başvuran sadece yöre halkı değildi tabii. Muğla Büyükşehir Belediyesi sivil toplum kuruluşları da mahkemeye başvurdu.
Nerede vatanın cennet köşesi var ise orayı para için cehenneme çevirmek isteyen kişiler mutlaka çıkıyor.
Muğla Büyükşehir Belediyesi projeye karşı ilk davayı açtığı için yargılama belediyenin başvurusu üzerinden devam etti. Bilirkişi tayin edildi. Bölgeye gidip keşif yapıldı. Nihayetinde de Muğla 1. İdare Mahkemesi projeye verilen “ÇED olumlu” kararını iptal etti. Kıyıkışlacık’ta yükleme limanı yapılmasına onay verilmemişti.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, mahkemenin kararını temyiz etti ve Danıştay 4. Dairesi oyçokluğu ile önce mahkemenin iptal kararının bozulmasına hükmetti. Devamında da açılan davanın reddine karar vermiş.
Yani “ÇED gerekli değildir” kararını iptal eden mahkeme hükmü geçersiz sayılmış oldu.
İasos Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği adına açıklama yapan avukat Murat Kemal Gündüz, “Danıştay 4. Dairesi yerel mahkeme kararını bozmakla yetinmemiş, İvedi Yargılama Usulü hükümlerini uygulayarak ‘gerekli inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında karar’ vermiştir. Bu kararla Kıyıkışlacık’ta yapılması planlanan Yükleme Limanı ve Dip Tarama Projesine kesin olarak onay verilmiştir” dedi.
Devamında da şunları söyledi:
“Danıştay 4. Dairesi bozma ve ret kararının gerekçesini ‘ÇED raporunda, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkileriyle alınacak önlemlerin yeterli düzeyde belirlendiği, projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca bulunmadığı’ şeklinde açıklamıştır. Kıyıkışlacık Bölgesinin; tarihi dokusu, İasos Antik Kenti, SİT Alanı vasfı, Zeytincilik, Balıkçılık ve sahip olduğu tüm doğal güzellikler göz ardı edilmiştir.
Danıştay 4. Dairesi’nin ‘bozma ve davanın esastan reddi’ kararı ile Kıyıkışlacık ve Güllük bölgesinin Aliağa Körfezi gibi Sanayi Körfezi vasfında bir yer olabilmesinin yolu açılmış bulunmaktadır. Gelinen nokta Kıyıkışlacık ve Güllük Körfezi için çok üzücüdür.
Aynı Daire, daha önce, yine Kıyıkışlacık Pencereli Mevkiinde Tatsan AŞ tarafından yapılması planlanan ‘Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri’ ve ‘Dip Tarama’ Projeleri için verilen ‘ÇED olumlu ve ÇED gerekli değil’ kararlarının iptaline ilişkin Muğla 2. İdare Mahkemesi’nin kararlarını da bozmuş olup, gelinen noktada Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri Projesi’nin de yargı kararları ile gerçekleştirileceği öngörülmektedir.”
Peki, bu kadar antik kente liman ısrarının arkasında duran dönemin çevre ve şehircilik bakanı kim?
Murat Kurum...
Kurum hani “İstanbul’u cennete çevireceğiz” diyor ya. İşte İstanbul bu şekilde cennete çevriliyor Kurum’un zihninde.
Adeta cennetten köşe olan ve 3000 yıllık tarihi dokuya dokunmayın, dokunulmasına izin vermeyin.
/././
Göle maya çalan çalana...(Şükran Soner)
Ne de olsa Nasrettin Hoca’nın soyundan, huyundan gelmişiz. Hocanın gülmecelerini sevmekle yetinmiyoruz. Siyaset yapanlarımızın çoğunluğunun seçim kampanyalarına uzaktan da olsa göz attığımızda, çoğunluğunun ellerine birer yoğurt kâsesi kapmış, göle maya dökmek üzere koşturmaca, yarış içinde olduklarına benzer görüntüler gözlerimizin önünde canlanıveriyor.
Şakası bir yana, çağımızın belediye başkanı adaylarının ellerinde elbette birer yoğurt kâsesi yok. Ancak her belediye başkanlığı koltuğu için, katlanan sayılarla adaylar söz konusu olduğunda.
Adaylarının her birinin kazanma inancı, hırsıyla koşturmacalarına, seçimi kazanmaları halinde yapacaklarına ilişkin verdikleri sözlere bakıldığında biz seçmenlerin seçimler sonrası kazanabileceklerimiz üzerinde ağızlarımızın suyunun akmaması olanaksız gelebilir. Ne de olsa adayların hırsları ile düşlerinden bizlere de pay düşmüş olabilir. Ancak seçimin ertesi sabahından başlayarak bizler için iyi şeylerin olabilmesi ile onların düşlerinin gerçekleşmesi arasında tam tersine sonuçların yaşanması doğanın kuralı.
Siz siz olun, daha doğrusu biz biz olalım ki onların bol keseden attıklarına aldanmadan, aklımızı başımıza devşirmiş olarak oy kullanabilelim ki uçmayı düşlemeden, birazcık nefes alabileceğimiz, soluklanabileceğimiz sonuçlara doğru ilk adımlarımızı atabilmiş olalım.
***
Öncelikli unutma lüksümüzün olmadığı ilk gerçeğimizle yüzleşelim. 2002 yılından günümüze kadar iktidarı elinde tutan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimine, iradesine bağlı yaşanmış bir sivil iktidarın, her genel, yerel seçimlerde, ittifaklarının, yönetim biçimlerinin değiştiği gerçeklerin bütünlüğü içinde bu günlere kadar geldik. Yerel seçim kampanyası da ağırlıklı Saray’ın gücü, yönlendirmesi üzerinde yürütüldüğüne göre de.
Kampanyaların bütünlüğü içinde, güç, para, yayın ambargoları, yasakları, yöntemleri iç içe, yetmezmiş gibi. Yaşadığımız bütün dayanılmaz gerçekliklerimizin sorumluluğu, “Allah’tan mı geliyor? Yoksa görünmeyen düşmanlar, içten, dıştan cinler mi dürtüyor?” gibisinden bir aymazlığın içine düşmeden, azıcık aklımızı başımıza devşirelim. Siyasal geçmişimiz, inançlarımız, aidiyetlerimiz ne olursa olsun, topumuz birden seçim günlerine dönük artmış geçici desteklerin kaynaklarını, daha gerçeği ile bizi daha da soyacaklarını, ahtapot gibi kafamıza sokulan ellerini görmezlikten gelmeyelim?
***
Yerel yönetimde adaylar yarışıyorlarken kampanyalara çok ama çok büyük ağırlıkla Saray’ın el koymuş olmasının, bizdeki kadar kötü örneğinin bir benzerinin, gerçek sömürge ülkelerinde bile yaşanmadığını artık bir görüverelim. Taşımalı, harcamaları, günlük gereksinmelerinin tamamı karşılanmış tören yayınlarının teknoloji ile donatılmış kalabalık görüntülerinin başında, hep dinlediğimiz benzer girişi de anımsayalım. Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan, güvenlik görevlilerini soruyor, resmi açıklamalar üzerinden seslendiği kalabalığa teşekkür ediyor ya?
Kendi özgür iradenizle kullanmak istediğiniz oylar, almak istediğiniz sonuçlar üzerinden moraliniz bozuluyor ya da tersinden kazançlı çıkabileceğiniz gibi bir sonuca boşu boşuna sevinmeye kalkışıyorsanız inanın boşuna. Marketten, pazardan alıp yapabileceğiniz yemeğin, çok daha ucuzunu, belediyelerin aşevlerinde yiyebiliyorsanız bilin ki kıyamet günlerindeyiz.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder