Fidan’ın Washington icazetli rotası (Birkan BULUT)
ABD ve NATO’cu çizgiye son dönemde sıkıca sarılan Erdoğan yönetimi, ABD’nin çekilme tartışmalarının ardından bölgede askeri ve ekonomik gücünü artırma planlarını da devreye soktu.
ABD ve NATO’cu çizgiye son dönemde sıkıca sarılan Erdoğan yönetimi, ABD’nin çekilme tartışmalarının ardından bölgede askeri ve ekonomik gücünü artırma planlarını da devreye soktu. İktidar sözcülerinden “ABD’den icazet almayız” itirazları gelse de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Washington dönüşünde Irak’tan Kafkasya’ya kadar yaptığı ziyaretlerde bölgeden Avrupa’ya enerji koridorları üzerinde duruldu.
Erdoğan’ın sınır ötesi harekatı genişletme mesajı ve ABD ziyaretinin ardından bölgede artan diplomatik trafik, Bağdat’taki güvenlik zirvesinde ortak bildiriyle devam etti. Bildiride askeri ve ekonomik alanda altı çizilen iki ortak tutum dikkat çekti. Birincisi, Irak’ın terör örgütü listesinde olmayan PKK’yi ortak bildiride yasaklı örgüt sıfatıyla tehdit olarak duyurması oldu. Erdoğan yönetimi, bunu seçimden sonra yapmayı planladığı kapsamlı operasyonda Bağdat’ın desteğini alma adımı olarak ajandasında işaretledi. Diplomatlar Arap ve Türkmen aşiretleriyle görüşürken, ordunun sınırdaki askeri hazırlıkları da sürüyor. Askeri kaynaklar harekatın öncekilerden farklı olarak daha kalıcı hedefleri olduğuna dikkat çekiyor. İktidarın Suriye’de daha önce talep ettiği gibi 30-40 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak istiyor.
Ancak ABD’nin bölgeden çekilme tartışmaları sürerken, bölgede daha yerleşik bir pozisyon almak isteyen Erdoğan yönetimi, Bağdat’ın desteği karşısında enerji ve ulaşım anlaşmaları konusunu da somut olarak masaya yatırdı. Bu konu bildiride, “ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanlarında münhasıran çalışacak ortak daimi komitelerin” kurulması kararıyla yer aldı.
Bu kapsamda, Basra Körfezi’ni Irak’ın Necef ve Musul kentleri üzerinden kara ve tren yoluyla Şırnak Ovaköy sınırına bağlaması planlanan kalkınma yolu projesi için çalışmaların hızlandırılması bekleniyor. Bu husus, enerji dışında yeni gelir kaynakları arayışında olan Bağdat yönetimi için de önemli.
KAFKASYA’DA ENERJİ KORİDORU
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat’tan sonraki adresi Bakü oldu. Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan üçlü dışişleri bakanları 9. toplantısında gündem, enerji ve nakil yollarıydı. Fidan, toplantıda, Bakü-Tiflis-Kars demir yolu hattının bir an önce tam kapasiteyle faaliyete geçmesi gerektiğinin vurgulandığını belirterek, “Karadeniz’in güvenlik, ekonomi, enerji ve ulaştırma gibi alanlar başta olmak üzere tüm bölge için taşıdığı stratejik öneme değindik. Somut projelerle, bölgemizde ve ötesinde iş birliğimizi güçlendirmek için birlikte çalışma yönündeki irademizi yineledik” diye konuştu. Gürcistan’ı AB aday ülkesi statüsü verilmesinden dolayı tebrik eden Fidan, Gürcistan’ın Avrupa Atlantik siyasi ve güvenlik yapılarıyla daha fazla bütünleşme arzusuna destek vermeye devam edeceklerini söyledi.
Gürcistan Dışişleri Bakanı İlia Darçiaşvili de Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru hattı ile Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı projelerini başarılı bir şekilde gerçekleştirdiklerini ifade ederek “Enerji kaynaklarının Asya’dan Avrupa’ya taşınması ve Avrupa’nın enerji güvenliğinin sağlanması konusunda Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye’nin rolü özellikle önemlidir.” dedi. Trans hazar koridoru uluslararası ulaşım güzergahını (orta koridor) daha da geliştirmek için çalışmaya devam edeceklerine işaret eden Bakan Darçiaşvili, bu yönde Bakü-Tiflis-Kars (BTK) demir yolu projesinin kısa bir süre içerisinde tamamlanması üzerinde durdu.
KARADENİZ’DE ÜÇLÜ NATO ANLAŞMASI
ABD ve Rusya arasındaki en gerilimli bölge olan Ukrayna’da ise Türkiye taraflarla görüşmesi nedeniyle bir müttefik olarak görülüyor. Tahıl koridoru sürecinde önemli rol oynamaya çalışan Türkiye, kısıtlamaların yaşandığı enerji ticareti konusunda da taraflardan pay kapmaya çalışıyor. Ancak NATO ile ilişkileri güçlendirme sürecinde bu yönde de adımlar atıldı. Son olarak Bulgaristan ve Romanya ile Karadeniz’de yapılan mayın tarama anlaşması, Ukrayna’ya gitmek üzere üç ülke dışındaki savaş gemilerinin bölgeye girmesi için kullanılacağı iddialarına yol açmıştı. Öte yandan bakanların ABD’yi ziyaret ettiği günlerde, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy de İstanbul’da Erdoğan’la görüşmüştü.
/././
Almanya'da Katolik Kilisesi, cinsel istismar mağdurlarına 57 milyon avro tazminat ödedi
Almanya'da Katolik Kilisesinin, kiliselerde cinsel istismara uğrayan mağdurlara, çektikleri acıların bedeli olarak bugüne kadar ödediği tazminat miktarının 57 milyon avroya ulaştığı bildirildi.
Bağımsız Tazminat Komisyonunun Bonn'da açıkladığı 2023 yıllık raporuna göre, mağdurlara sadece geçen yıl 16 milyon avronun üzerinde tazminat ödendi.
Bağımsız Tazminat Komisyonu Başkanı Margarete Reske, Haziran 2023'te Köln Bölge Mahkemesinin, cinsel şiddet mağduru bir kişiye 300 bin avro tutarında tazminat ödenmesine karar verdiğini ve bu tazminatı Köln Başpiskoposluğunun ödemek zorunda kaldığını belirtti.
Reske, 2021'de verilen kararlarda ödenmesi gereken tazminat miktarı 22 bin ile 25 bin avro arasında değişirken, 2023 yılından itibaren tazminat miktarlarının kişi başına 50 bin avronun üzerine çıktığını belirtti.
Komisyon, henüz sırada bekleyen dosyaların olduğunu ve 1 Ocak 2021'den bu yana mağdurlara toplam ödenen tazminat miktarının 57 milyon avroya ulaştığını kaydetti.
Almanya'da çoğu çocuk çok sayıda kişinin geçmiş yıllarda Katolik Kiliselerinde cinsel istismara uğradığı ortaya çıkmıştı.
/././
Çocuğu istismara maruz bırakan imamın ceza indirimi onandı
Camide bir çocuğa istismarda bulunan imam hakkında verilen indirimli 10 yıl 10 aylık hapis cezası istinafta onandı. İndirimin gerekçesi; çocuğun tepkisi karşısında, imamın "gönüllü vazgeçişi" oldu.
Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 24 Temmuz 2021’de görevli olduğu camide 9 yaşındaki bir çocuğu cinsel istismara maruz bırakan imam Kadri Özkaya hakkında “Nitelikli cinsel istismara teşebbüsten” 18, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılmadan” 3 yıl hapis cezası verilmişti. Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği karar daha sonra Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi'ne taşınmıştı.
ÇOCUĞUN TEPKİ GÖSTERMESİNİ CEZA İNDİRİMİNE GEREKÇE KILDILAR!
Mahkeme, çocuğun direnmesi üzerine sanığın eyleminden vazgeçmesini “gönüllü vazgeçme” kabul ederek, verilen cezayı “fazla ceza tayini” olarak değerlendirdi. İstinaf Mahkemesi, cezanın çocuğa karşı “basit cinsel istismar”dan hüküm kurulmasını isteyerek, dosyayı Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
CEZAYI 2 YIL 6 AY DÜŞÜRDÜLER
Diyarbakır 3’ncü Ağır Ceza Mahkemesi, imam hakkında bu kez “Basit cinsel istismardan” 10 yıl ceza vererek, uyguladığı indirim ile cezayı 8 yıl 4 aya düşürdü. “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan ise 1 yıl hapis cezası verildi. Mahkeme, suçun çocuğa karşı işlenmesinden dolayı cezada artırıma giderek, cezayı 2 yıla çıkardı. Suçun cinsel amaçla işlemesi nedeniyle cezayı bir kez daha artırarak 3 yıla çıkaran mahkeme, takdiri indirim uygulayarak Özkaya’ya “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan verilen cezayı 2 yıl 6 aya düşürdü. Mahkeme her iki suçtan da sanığa uyguladığı indirimlerle toplamda 10 yıl 10’a hapis cezası verdi.
İSTİNAF MAHKEMESİ KARARI ONADI
Karara karşı taraflar Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Kararı inceleyen Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 7’nci Ceza Dairesi, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” ve “Çocuğun cinsel istismarı” suçlarından verilen kararı yerinde bularak, onadı. Mahkeme, sanığın tutukluluğuna yapılan itirazı ise reddetti. Taraflar, kararın bozulması istemiyle Yargıtay’a başvurdu.
/././
Erzurum'da 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası ihaleye çıkarıldı
Erzurum'un Palandöken ilçesi sınırları içinde yer alan 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası, 2 Nisan Salı günü ihaleye çıkarılacak
Erzurum'da 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası için ihaleye çıkıldı.
Erzurum Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığının ihale ilanı, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Buna göre, Erzurum'un Palandöken ilçesi sınırları içinde yer alan 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası, 2 Nisan Salı günü saat 10.30'da "açık teklif usulü" ile ihale edilecek.
Geçici teminat bedelinin 21 bin-60 bin lira olarak belirlendiği sahaların ihalesi, Erzurum Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı toplantı salonunda yapılacak.
/././
Kamu kaynağıyla kamu adına yolsuzluk (Nisa Sude DEMİREL)
Yerel seçimlere kısa bir zaman kalmışken belediyelerin kamu hizmetlerini ihale etmesini, yaşanan usulsüzlükleri gazeteci-yazar Çiğdem Toker ile konuştuk.
Yerel seçimlere kısa bir zaman kalmışken belediyelerin son 5 yıllık bilançoları da gündeme geliyor. Çeşitli vaatlerin tutulup tutulmamasının yanı sıra, belediyelerin kamu hizmetlerini ihale etmesi de tartışma başlıklarından birini oluşturuyor. Sayıştay raporlarına yansıyan usulsüzlükleri, taşeronların getirdiği güvencesizleşmeyi ve Kamu İhale Kanunu’nda AKP iktidarı boyunca yapılan değişiklikleri Gazeteci-Yazar Çiğdem Toker’le konuştuk.
‘İHALELER YERİNE DOĞRUDAN TEMİNE BAŞVURULUYOR’
Belediyelerin çeşitli hizmetleri ihale etmesinin o hizmetten yararlananlar açısından nasıl sonuçları oluyor? Bu hizmetler ihale edilmek zorunda mı?
Belediyelerin sunduğu hizmetlerin çoğu yerel halkın, toplumun ortak ihtiyaçlarının giderilmesine dönük hizmetler. İhtiyaçlar arttıkça, nüfus artık belediyelerde daha da yoğunlaşıyor. Bu da belediyelerin mal ve hizmet satın almasını kaçınılmaz hale getiriyor. Bunun yolu da kamu ihalesi. Kaçınılmaz bir durum ama bütün mesele bunun ihale mevzuatına uygun olup olmamasında düğümleniyor. Burada da denetim meselesi önem kazanıyor. Belediyelerde bir ihale yöntemi olmayan doğrudan temin yöntemine daha sık başvurulduğunu görüyoruz. Bu kamuoyuna açık olmuyor, rekabete de açık olmuyor, şeffaf da olmuyor. Bu sorunları Sayıştayın geçmiş yıllardaki raporlarından biliyoruz. Mesela hem sözleşme imzalanmaması hem açık olmaması gibi sorunlar var.
Kamu İhale Kanunu’na göre yapıldığında da araştırma yapılmaması, yaklaşık maliyetin iyi belirlenmemesi gibi sorunlar oluyor. Mesela bazı yerel yönetimlerin yasaklı firmaların yasaklı olup olmadığını yeterince araştırmadığını görmüştüm bir raporda. Yani bütün bunlar aslında denetimin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü harcanan kamu kaynağı, bizlerin vergileri. Dolayısıyla bir titizlik ve özen gözetilmesi gerekiyor.
BELEDİYELER TOPLAM İHALELERİN 3’TE 1’İNİ YAPIYOR
Belediye iştiraklerinin artmasıyla ihale süreçlerinde değişen bir şeyler oldu mu?
Belediyenin iştirakleri ve şirketleri bürokrasinin formalitelerinden, katı kurallardan kaçmak, rahat ve dinamik hareket edebilmek için oluşturulmuş bir sistem. Belediye şirketleri de hizmetleri yerine getiriyor ama yarı ticari şekilde. Ama bir yandan da kamu kaynaklarını kullanıyorlar. Bu şirketler arttıkça tabii mal-hizmet alımları, yapım işleri de artıyor. Bunların denetlenmesine dair de problemimiz var. Kamunun geneline ilişkin bir problem bu. Belediyeler toplam ihalelerin üçte birini yapıyor, o nedenle önemli. Bu çok büyük paralar, milyarlarca lira.
Tabii bu sistem içinde taşeron sistemini de anmak gerekiyor. Yani belediyeler, yerel yönetimler kamusal nitelik taşıyan bazı hizmetleri yine açtıkları ihalelerle şirketlere gördürüyorlar. Örneğin bir eğitim merkezinde kadrolu eğitmenler çalıştırmak yerine, maliyeti yüksek olacağı için ihale ediyorlar bunu ve bir takım taşeron şirketler de devreye giriyor. O eğitmenler o şirkete bağlı olarak sözleşme imzalıyorlar. Belediye adına bir hizmet veriyorlar ama belediye personeli sayılmıyorlar. Bu güvencesizleştirmeyi de beraberinde getiren bir sistem oluyor. Ankara’da bunu görüyoruz mesela.
‘KAMU İHALE KANUNU’NDA EN AZ 200 DEĞİŞİKLİK YAPILDI’
AKP döneminde Kamu İhale Kanunu’nda çokça değişiklik yapıldığını biliyoruz. Bu değişikliklere neden ihtiyaç duyuldu?
Bu Kamu İhale Kanunu 21 yıldır yürürlükte, 2001 krizinden sonra Avrupa Birliği müktesebatına uygun olsun diye çok iyi standartlarda hazırlanmıştı. Artık bir klişeye dönüşmüş bir söylemle bu kanunda 200’in üzerinde değişiklik yapıldı. Neden bu kadar çok değişiklik yapılıyor? Çünkü sonuç olarak iktidar bir güç kullanımı. Kaynakları nereye, nasıl aktaracağınıza karar veriyorsunuz. Olabildiğince o kurallardan kaçmak için yapılan değişiklikler.
Zaman zaman bir yapısal reform örneği olarak ihale mevzuatının elden geçirilmesi, yeni bir ihale kanunu çıkartılması gibi haberler okuyorum, duyuyorum. Mevcut siyasal anlayış iktidarda olduğu müddetçe, bu zihniyet değişmediği müddetçe yeryüzünün en iyi kanununu getirirseniz de hiçbir kıymeti yok. Uygulayıcıların bakışının değişmesi gerekiyor. Yani kamu nedir? Kamu kaynağı nedir? Kamu yararı nedir? Kamu kaynaklarından tasarruf nedir? Bunların gerçekten içselleştirilmiş olması gerekiyor. En pırıl pırıl kanun bile getirilse kısa süre içerisinde Mecliste torba kanunlarla delik deşik edileceğini görürüz.
/././
Belediyelerdeki usulsüzlükler Sayıştay raporlarında (Gözde TÜZER)
31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Belediye başkanlarını seçecek olan yurttaşlar, bir yandan vaatleri dinlerken, bir yandan belediyelerdeki usulsüzlükleri hatırlıyor.
31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Belediye başkanlarını seçecek olan yurttaşlar, bir yandan vaatleri dinlerken, bir yandan belediyelerdeki usulsüzlükleri hatırlıyor. Belediyelerin kendi iştirakleri ile birlikte taşerona verdiği onlarca iş bulunurken, bu ihalelerin nasıl yapıldığı, kimlere verildiği ve ne gibi kazançlar elde edildiği de raporlara yansıyor. İhaleler önce şirketlere oradan taşeronlara ve çoğu zaman da taşeronun taşeronu olan firmalara veriliyor. Sayıştayın 2022’de hazırladığı raporlar, ihalelerdeki usulsüzlükleri ortaya koyuyor.
BALIKESİR’DE YÜZDE 1800 KAR
Örneğin Balıkesir Büyükşehir Belediyesinin usulsüzlüğü de Sayıştay raporlarında yer almıştı. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, bir organizasyon işi için açılan ihaleyi alan şirkete 190 bin TL ödeme yaptı. Şirketin bulduğu alt bir taşeron işi 10 bin TL’ye yaptı. Kâr ise yüzde 1800 oldu.
ZEMİN ETÜDÜ YOK, BEDEL 66 BİN
Çukurova Belediyesinde ise kamu kaynakları “iş artışı” nedeniyle zarara uğratıldı. Çukurova Belediyesi “Adana yöresel lezzetleri çarşısı ve temalı park yapım işi” için ihale açtı. İhaleyi alan şirket 13 Ekim 2020 tarihinde anahtar tesliminde bulunacağı sözü verdi. Ancak öyle olmadı çünkü şirket zemin etüt raporunu hazırlamadan uygulama projesi başlatmıştı. Hatalı hazırlanan zemin etüdü nedeniyle park yapılamadı. Bitmeyen parkı yapmak isteyen şirkete belediye tarafından 16 Şubat 2021’de 66 bin 28 lira 35 kuruş tutarında “iş artış” bedeli verildi. Raporda “…Gerekli özen gösterilerek yapılacak zemin etüt çalışmaları ile uygulama projesinin hazırlanması halinde iş artışı gerekçesi olan imalatların yapılmasına gerek duyulmayacağı açıktır” denildi.
İSTİSNA DEĞİL, GENEL: PAZARLIK USULÜ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Van’da yaptığı konuşmada kayyum tarafından yönetilen Van Büyükşehir Belediyesinin usulsüzlükleri de dikkat çekiciydi. Van’da 2022 yılında 110 ihale gerçekleştirildi. Ancak bu ihale pazarlık usulü yapıldı. Bu yöntem İhale Kanunu’nda istisnai olarak kabul ediliyor. Örneğin belediye; teknik detayları, yöntemleri ve fiyatları ihaleye katılanlarla görüşüyor ve kabul ediyor. Sayıştay Van Belediyesi için “…Pazarlık usulünün genel bir alım yöntemi olarak benimsendiği, temel ihale usulleri ile karşılanması gereken ihtiyaçların pazarlık usulü ile karşılandığı” tespitinde bulunuyor.
‘DOĞRUDAN TEMİN’ EKAP’TA BİLE YOK
Erzurum Belediyesinde de durum farklı değil. Örneğin belediye 28 Şubat 2022’de cenaze malzemesine ihtiyaç duyuyor. Ve 423 bin 319 TL tutarında alım gerçekleştiriyor. Ancak bunu ihale yoluyla değil aynı firmadan iki parçaya bölünerek doğrudan temin ediyor. 09 Haziran 2022’de ise yem fabrikasındaki yapım işi için 393 bin 360 TL ödüyor. Yine aynı firma, yine ihale yok, yine iki parçaya bölünerek doğrudan temin yöntemi. 5 Aralık 2022’deki 321 bin 421 TL’lik duvar yapım işinde de yöntem aynı. Üstelik “doğrudan temin usulü”nün Elektronik Kamu Alımları Platformu (EKAP) üzerinden Kamu İhale Kurumuna bildirilmesi gerekiyor. Ancak bu bile yapılmıyor.
ŞİRKET İŞİ YAPMADI, PARAYI ALDI
Trabzon Belediyesi ise pek çok programın gerisinde kaldı. Ancak belediye buna rağmen herhangi bir adım atmadı. Sayıştay denetçileri; “Bazı yapım işlerinde yüklenicinin iş programının gerisinde kaldığı, ihtarname gönderildiği ancak gecikme cezası uygulanmadığı ve aynı durumun devam etmesine rağmen sözleşmelerin feshedilmediği tespit edilmiştir. İdare üzerine düşeni yapmış olsaydı, ilgili işlerin fiziki gerçekleşmesi yüzde on beşin üzerine çıkacak ve ilgili işler feshedilmeyecek ve aynı işlerin daha yüksek fiyattan yapılması engellenebilecekti” değerlendirmelerinde bulundu.
Bursa Büyükşehir Belediyesinde ise ihalesiz olarak belediye şirketine devredilen yerler bulundu. Ancak belediyenin şirketleri bu yerleri, pazarlık usulü ile üçüncü şahıslara kiraya verdi. Konya Büyükşehir Belediyesi ise, belediye sınırları içerisinde belirlenen güzergahları; 530 minibüse süresiz olarak ve ihale yapılmaksızın verdi.
/././
7 öğrencinin katlinin üzerinden 46 yıl geçti / ‘16 Mart Katliamı’nın peşini asla bırakmayacağız’ (Eylem NAZLIER)
İstanbul Üniversitesi (İÜ) önünde 7 öğrencinin öldürüldüğü 16 Mart Katliamı’nın üzerinden 46 yıl geçti. İÜ’deki ülkücü saldırılara karşı Beyazıt Kampüsünden toplu çıkış yapmak isteyen devrimci öğrencilere yönelik katliam, zaman aşımına uğratılarak tarihin tozlu raflarına terk edildi. Katliamdan yaralı kurtulan ve mezun olduktan sonra da davanın avukatlığını üstlenen Kamil Tekin Sürek’le yaşananları konuştuk.
‘PLANLANMIŞ BİR KATLİAMDI’
Milliyetçi Cephe hükümetinin o yıllarda solcu öğrencileri ve akademisyenleri üniversitelerin dışında tutmaya çalıştığını anlatan Sürek, 1 Mart 1978’den itibaren devrimci öğrencilerin okula toplu şekilde gitme kararı aldığını söyledi. Okula giriş-çıkışlarda sürekli olarak polis tarafından engellendiklerini aktaran Sürek, MHP’li öğrencilerden ölüm tehditleri aldıklarını dile getirdi. Sürek, katliam gününe dair şunları anlattı: “16 Mart günü dersten çıktık. Okuldan çıkış yapacaktık. ‘Faşistler tekrar saldırabilir, en öne bütün siyasi gruplardan kavga edebilecek kişiler toplansın’ dedik. Kavga çıkarsa dağılmayalım dedik. En önde kol kola girdik. Kapıdan çıktık. Polisler toplanmıştı. Faşistler bizi seyrediyorlardı. O gün faşistler bize fiziki saldırıda bulunmadı. Eczacılık Fakültesini geçmiştik ki bir arkadaşımız ‘bomba’ diye bağırdı. Dönüp kafamı çevirdiğimde bir patlama oldu. Patlamayla birlikte yere kapandık. Yerden gri bir duman yükseldi. Herkes yerde kendini doğrultmaya çalışıyordu. Kalkıp gidecekken makineli tüfek, tabanca sesleri gelmeye başladı” dedi.
‘KİMSE CEZA ALMADI’
Sürek, “Katliamı ortaya çıkaracak devlet kurumlarından ciddi bir bilgi gelmedi. Delilleri göndermediler. Katliam sırasında bombacıyı yakalamak isteyen polisleri engelleyen Reşat Altay’ın Abdullah Çatlı ile fotoğrafları ortaya çıktı. Susurluk ve 16 Mart Beyazıt Katliamı davalarının birleştirilmesini istedik. Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) bunu reddetti. MHP’den ayrılan Ali Yurtarslan, bombayı Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’den aldıklarını yazdı. O dönem kendilerine bilgi vermeyen Genelkurmay Yetkilisi Mustafa Kaplan daha sonra Ergenekon davasında yargılandı. Zaman aşımının yaklaştığı günlerde Ergenekon davaları açılmaya başlandı. Bu sefer de Beyazıt Katliamı davasının Ergenekon davasıyla birleşmesini istedik fakat bu da reddedildi. Beyazıt Katliamı davası, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘zaman aşımı’ kararı verilerek kapatıldı. Katliamın üzerinden 46 yıl geçmesine rağmen bu işi örgütleyen MHP’den, askerden kimse herhangi bir ceza almadı. Haklarında bir soruşturma dahi açılmadı” diye konuştu.
Katliamın planlı bir şekilde işlendiğini belirten Sürek, “Bazı davalarda en azından tetikçi falan yargılanıyor ama bu davada kimse yargılanmadı. 16 Mart Beyazıt Katliamı 12 Eylül’e giden süreçti. Göstermelik bir davaydı. Bütün faili meçhul cinayetler, katliamlar gibi bu katliamın da devletle bağlantısı var. Devletin içinde birilerinin yönlendirdiği, azmettirdiği bir katliam olmasa bu kişileri korumazlardı, yargılarlardı. Büyük ihtimalle katliamın sorumluları kontrgerilladır. 16 Mart Katliamı’nın peşini asla bırakmayacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz” dedi.
Sürek sözlerine şöyle devam etti: “Yetmişlerde Milliyetçi Cephe hükümetleri devrimci, demokrat, sosyalist öğrencileri üniversitelere sokmamak için katliamlar, cinayetler işledi. Şimdinin milliyetçi cephesi olan Cumhur İttifakı da aynı politikayı sürdürüyor. Belki katliamlar, cinayetler işlemiyor ama 2 bin 500 civarında akademisyenin bir çırpıda ihracı, Boğaziçi Üniversitesinin durumu, aslında bütün üniversitelerin durumu bunu gösteriyor. Ama o zamanki gericiliğe ve faşizme karşı direniş gibi şimdi de direniş devam ediyor.”
(EVRENSEL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder