1 Nisan şakasını beklerken (Işıl Özgentürk)
Sevgili okurlarım, açıkça söylemem gereken bir durum var. Pek çoğumuz “Artık şu 1 Nisan gelse de akla kara ortaya çıksa” diye düşünüyoruz. Ve mart da bir türlü geçmiyor. Ben bu durumdan iyice sıkıldım. Hele de nasıl, hangi kurallara göre yapıldığı belirsiz seçim anketlerinden, televizyonlarda binlerce kez söylenmiş sözleri ilk kez söylüyormuş gibi heyecandan kıpkırmızı yüzleriyle anlatan yorumculardan, tuhaf seçim sloganlarından, mahallelerde sonuna kadar açılmış sözleri anlaşılmayan parti şarkılarından sıtkım sıyrıldı.
Neyse arada ülkemizde yaşayan baronların nasıl vatandaşlık aldıkları, karaparanın nasıl aklandığını anlatanlar var. Bir de İliç’teki maden felaketi ülkemizde binlerce maden ruhsatı verildiğini, bütün topraklarımızın tıraşlanacağını bize apaçık gösterdi. Ortalık ayağa kalkmalıydı ama muhalefetten bu konularda çıt yok. Ayrıca ortalık Allah’ın emanetçilerinden geçilmiyor; millet de bu emanetlerden bana da bir arsa, bir ev düşer diye dua ediyor.
Daraldınız değil mi? Öyleyse ben de hepimizin ortak tek noktası aşk hakkında yazmaya karar verdim. Ayrıca hani “Dünyada aşk hakkında söylenecek yeni bir söz yoktur” deniyor ya, işte bendeniz bunu çürütmek için bugünkü muhteşem yazımı kaleme alıyorum. Aşk tanımları başkalarından, benimki en sonda.
Başlayalım bakalım. Bir can dostum, fevkalade ilginç düşünceler üretmekle nam salmıştır, adını vermiyorum, şımarır, şöyle diyor: “Aşk, tenyadan sonra gelen cümle canlılara verilen bir cezadır.” Hiçbir şey anlamadınız, değil mi? Önce ben de anlamadım ama o gayet sakin bir biçimde düşüncesini açınca vallahi hak verdim.
Malumunuz, laf kalabalığı bir yana aşkın en doruk noktası, iki karşı cinsin birleşme anıdır. Arkadaşım bu noktayı esas alıp şöyle bir açıklama yapıyor:
“Kuşlar, böcekler, timsahlar, koyunlar, gergedanlar, insanlar işte bu birleşme anı için öyle yoğun bir çaba harcarlar ki yeryüzü kanunlarına göre bunun boşa gitmemesi gerekir. Yani bir birleşme için harcanan bu çabanın, pek de akıllıca bir şey olmadığı herkes ve her cins tarafından kabul edildiğinden, ortak bir enayilik paydasında anlaşılır ve bu çabanın adı kuş dilinde de timsah dilinde de insan dilinde de aşk olur.”
Herkes itirazını daha sonraya saklasın, açıklama devam ediyor. Arkadaşım, gayet hâkim bir ses tonuyla anlatıyor:
“Yeryüzünün en mutlu yaratıkları, böyle bir çabaya ihtiyaç duymadan şıp diye işini bitiren çift eşeyli hayvanlardır. Yani terliksi hayvan, tenya gibi. Hem erkek hem dişi organ aynı bedende. Birleşme için yoğun bir çaba harcanmadığından aşkın sözü bile yok. Evrim tarihinde bir yerlerde bir hata olmuş ve cümle yaratıklar erkek ve dişi diye ayrılmışlar. İşte şimdi biz hepimiz bu evrim hatasının kurbanları olarak, aşk aşk diye inleyip mektuplar yazıyoruz, mesajlar atıyoruz, olmadık jestler planlıyoruz, yapıyoruz. Ancak bazılarımız bundan pekâlâ para kazanmasını da biliyor. Onlara da ben şapka çıkarıyorum. Evrim hatasını paraya döndürenler için üç defa: Sağ ol! Sağ ol! Sağ ol!”
Vallahi ben sözümü tutuyorum, biraz tuhaf tanımlar yapılıyorsa, suçlu ben değilim, arkadaşım. Evet, nerede kalmıştık devam edelim. Bir başka arkadaşımın aşk üstüne oluşturduğu teori ise çok daha anlaşılır. O şöyle başlıyor:
“Aşk yeryüzünde geçirdiğimiz zamanı kısaltmak için bizlerin uydurduğu tamamen hayali bir kavramdır.”
Tamam bekleyin, şimdi sözlerini açacak:
“Söyleyin bakalım, aşk olmasaydı, biz nasıl vakit geçirecektik? Aşksız film tatsız tutsuz bir saman yığınına benzeyeceğinden kimse sinemaya gitmeyecekti. Aşksız kitap kimseyi açmayacağından kitaplar yazılmayacaktı. Hayatımızın vazgeçilmezleri olan magazin programları ve kahve dedikoduları olmayacaktı. Peki ne yapacaktık? Oflaya poflaya zamanın geçmesini bekleyecektik. Futbol bile bize yetmeyecekti. Daha da beteri var, kadınlar, kızlar aşksız bir dünyada saçlarını yaptırıp bin bir kılığa girmek için zaman ve çaba harcamayacaklardı. Ekonomi bile çökecekti. Vallahi can sıkıntısından herkes kendini birer ikişer pencerelerden atmaya başlayacaktı. Yazık. İyi ki, şu aşk denilen yanılsama var da vaktin çoğu kez nasıl geçtiğini anlamıyoruz.”
Bu da bir görüş. Benimkini en sona saklamıştım. Şöyle: “Aşk, doğduğu günden beri kuşların uçmasını ve yunusların derin sularda sevinç çığlıkları atarak dans etmelerini kıskanan insanoğlunun uydurduğu en güzel yalandır. Çünkü ancak aşk insanoğluna uçma ve derin sularda dans etme şansını tanır.”
İşte böyle, sonuncuyu tuttunuz değil mi?
/././
Türkiye’de vergi sistemi: Vur emekçiye (Orhan Bursalı)
Türkiye, büyük bir başarıyla gelir eşitsizliğinde Avrupa’nın bir numaralı ülkesi oldu! Ülke bugüne kadar hiç görmediği bir eşitsizliğin tepesine mi çıktı demeli yoksa çukurun dibine mi düşürüldü, bilemedim. Gini katsayısı bunu ölçüyor: 0.433. Durumu anlamak için mesela Almanya gelir eşitsizliğinde 0.25 ile, Türkiye’de tüm emekçi sınıfları sosyal adaletin sağlanmasında kıskandıracak bir durumda.
Şüphesiz bunun çok sayıda nedeni var. Ücretlere verilen zamların sürekli olarak enflasyonun altında kalması gibi önemli gerçeğin ötesinde, vergi adaletsizliğini saymalı. Ekonomist Bayram Ali Eşiyok bu haftaki Herkese Bilim Teknoloji dergisindeki incelemesinde diyor ki, ücretli ve yoksullar dolaylı vergilerin saldırısı karşısında savunmasız bırakıldı...
Diyor ki: Türkiye’deki vergi sistemi ücret aşınmalarını dengelemek, telafi etmek bir yana, bu tablonun daha da bozulmasına neden oluyor, gelir dağılımındaki eşitsizliği besliyor. Ücretlilerin ve geniş halk kesimlerinin ödediği dolaylı vergilerin payında yaşanan hızlı artış, gelir dağılımının. Bozulmasında önemli rol oynuyor. Bu bozulmanın başlangıcı 24 Ocak 1980 kararları, gelir vergisi esas olarak ücretliler üzerinden toplanmaya başlandı. Sermaye gelirlerine çeşitli indirim ve istisnalar uygulanarak gelir vergisi yükü düşük tutuldu.
EŞİYOK’UN DRAMATİK SAPTAMASI
KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisindeki payı ise hızla arttı. Buna göre, 1980’de yüzde 37 olan dolaylı vergilerin Merkezi Bütçe Vergi Gelirleri içindeki payı, izleyen yıllarda hızla artarak 2000’de yüzde 59’a, 2023’te ise yüzde 65’e kadar yükseldi.
Dolaysız vergilerin payı ise 1980- 2023 arasında yüzde 63’ten yüzde 35’e geriledi.
Eşiyok diyor ki: Sadece bu bulgu dahi, vergi politikalarının ücretlileri ve yoksulları son derece olumsuz etkilediğini, ayrıca dolaylı vergilerle de ücretli kesimlere giderek daha fazla vergi yükünün taşıtıldığını göstermekte.
‘EMEKLİLERİ KIŞKIRTMAYIN!’
Cumhurbaşkanı, muhalefet seyyanen 7 bin TL daha verilmesini isteyerek emeklileri kışkırtıyor, diyor. Bu vergi adaletsizliği konusunda susarken, emekli ve ücretlilerden zengin sınıflara servet aktarımını, millet nasılsa anlamaz diye es geçiyor. Nasılsa onlar göbeklerini kaşıyan insanlar. Milletçe alışacaklarmış, gelirler artacakmış, emekliler ve ücretlilerin de payı artacakmış.
Kapitalist sınıfa sürekli servet aktarımını en net başka ne gösteriyor? Eşiyok: Vergi gelirleri içinde kapitalistlerin payı azalırken ücretlilerinkinin sürekli artması. Gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payına bakın, nasıl hızla azalıyor: 1990’da yüzde 41 iken, 2023 te yüzde 15.4’e kadar düştü.
Ücretlilerin gelir vergisi yükü ise 1990-2002 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 48.9 iken, 2003-2022 döneminde yıllık ortalama yüzde 53.9 oranına kadar çıktı.
SÜRPRİZ OLUR MU?
Eşiyok, ücretliler üzerindeki gelir vergisi baskısının nasıl arttığı konusunda da ciddi hesaplamalar yapıyor yazısında ve adaletsizliği besleyen en temel uygulamalardan birisinin de sıklıkla gündeme gelen vergi afları olduğunu söylüyor. Ve 2006 yılına kadar ücret gelirlerine uygulanan vergi tarife oranları diğer gelirlere göre yüzde beş daha düşüktü. Bu uygulamaya geri dönülsün diyor. Yaparlar mı? Hayır tabii ki. Sürprizlere kapalıyım.
/././
Şarap meclisi nasıl kurulur?(Özdemir İnce) Dinişleri yüksek kurulu
Millet “Din İşleri Yüksek Kurulu” diye bir altın madeni buldu, meslek erbabı yaptığı işten kazancının helal olup olmadığını soruyor. Bu kez, bir Diyanet TV seyircisi alkol işinde çalışanların vaziyetinin durumunu soruyor: Meğer Hz. Muhammed alkol cenabetine bulaşan herkesi lanetliyormuş.
Bu gibi durumlarda kullanılacak zulada hazır yazılar vardır. Yazı, şanlı padişah, sadrazam, vezir ve ekâbir tayfasının bu zıkkımdan uzak durmadığını, “işret sofrası”nın bir töresi olduğunu gösteriyor. Sofraya buyurun:
***
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) liselerde yeni okutulacak “adabımuaşeret” dersi için kitap hazırlayan öğretmenlere uyarıda bulunmuş. Ders programının işlevsel uygulanması için öğretmenlerin dikkat etmesi gereken hususları sıralayan bakanlık, öğrencilerin milli ve manevi değerleri kavramaları için kitap yazım sürecinde Kuran ve hadislere yer verilmesini istemiş.
Sadece Kuran ve hadislerle olmaz, bence Osmanlı’nın İslam dünyası kültürü bu konuda çok zengindir. Örneğin ve mesela, Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, İlyasoğlu Mercimek Ahmet’in Kâbusname’si, Gelibolulu Mustafa Âli’nin Görgü ve Toplum Üzerine Ziyafet Sofraları (Mevâidü’nnefâis fi kavâidi’l mecalis) gibi nice ata yadigârı var!...
Bu konuda hem İstanbul hemi de köy kitaplığımda mebzul miktarda kitap bulunmaktadır. Eğer Maarif Vekâleti benden yardım isterse derhal yaparım. Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinin otuzuncu faslını aktararak ilk katkıda bulunacağım:
***
Otuzuncu fasıl* Şarap meclisinin kurulması ve şartları
İşret meclisi kurulduğu hafta, bir veya iki gün, alışkanlık peyda etmiş kişilerin gelmesi için izin vermek gerekir. Gelmesi mahzurlu olmayan kişilere gelecekleri gün bildirilir. Özel işret olduğu günler, şahıslar bu toplulukta yerlerinin bulunmadığını bilmelidirler. İhtiyaç duyulmayan kişilerin bu toplantıya kabul edilmeleri hoş karşılanmaz. Biri kabul edilirse diğerleri geri çevrilir. Özel meclise layık olanlar buraya gelmeye izinlidirler. Buraya gelenlerin, yanlarında, bir köle hariç, saki veya sürahi getirmeleri asla âdet değildir. Padişah sarayından evlerine yiyecek, çerez ve şarap götürmeleri, evlerinden saraya getirmeleri hiçbir zaman hoş karşılanmamıştır. Çünkü sultan dünyanın kethüdası sayıldığından, insanlar onun aile efradı ve kullarıdır. Aile fertlerinden birinin efendiye ekmek parçası, şarap ve yiyecek getirmesi vacip değildir. Biri şarap getirirse, padişah şarabından ona şarap vermez. İyi veya kötü şarap getirdiği için onu döverse, bu özür ortadan kalkar.
Padişah, liyakatli vezirleri hariç, hizmet edecek kulları ile bir arada çok oturursa, şikâyetler ortaya atacaklarından, haşmetine zarar vererek, ona olan sevgiyi azaltacakları gibi ona karşı da gevşek olurlar. Büyükler, sipahsalar, amidlerle gerektiğinden fazla bir arada bulunursa, padişahlığın büyüklüğüne zarar getirir. Bu kişiler padişahın fermanlarını icrada gevşeklik gösterirler, cesaretlenerek yüzlerindeki tebessümü kaldırırlar.
Padişahın; vilayetlerin, ordunun, malların değeri, imaretleri ülkenin düşmanlarına karşı alınacak tedbirler ve buna benzer önemli işleri veziri ile görüşmesi farzdır. Bunlar kendini ilgilendirdiğinden üzüntü ve kederini artırarak, vicdan azabı haline gelir. Bir iki nefeslik andan fazla nedimleri hariç bu taife ile şaka ve laubalilik yapmasına memleket işleri ve padişahlık içgüdüsü müsaade etmez. Kayıtsız yaşamak, ağzına geleni söylemek, şakalaşmak, gülünç ve duyulmamış hikâyeler anlatmak ister, bunlar da huzurundaki yüce nedimlere münhasır kalırsa, padişahlığa hiç zarar vermez. Çünkü nedimlerin vazifesi budur.
***
Okuduğunuz metni ben yazmadım, ünlü Nizamülmülk yazdı. Sicilli Türk düşmanı olduğu için kendisini hiç sevmem. Nizamülmülk ya da gerçek adıyla Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et Tûsi (d. 10 Nisan 1018 - ö. 14 Ekim 1092), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun başveziri ve Siyasetname adlı eserin yazarı olan devlet adamı ve siyaset bilimcidir. Devlet yönetiminde çok etkili olan Nizamülmülk, Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinde başvezirlik yapmıştır. “Nizamülmülk” ismi, “devletin düzeni” anlamına gelir.
Diyeceksiniz ki kim haklı, DİB TV’nin fetva hocası mı yoksa yüce Nizamülmülk mü? Ben karışmam, karar sizin!
* Türkçesi: Nureddin Bayburtlugil, Dergâh Yayınları, s.135.
Dincilik, etnikçilik ve mezhepçilik solun zehridir (Zülal Kalkandelen)
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bitlis’te halka seslenirken şunları söyledi: “Said-i Nursi bu topraklarda yetişmiş değerli bir büyüğümüz. Diyor ki bin kere vaat edeceğine bir kere yap. Biz Said-i Nursi’nin yolundan gidiyoruz. Siz Şeyh Sait ve Said-i Nursi’nin torunları olarak yalan vaatlerde bulunanlara kırmızı kart gösterin.”
Geçenlerde Selahattin Demirtaş da “Şeyh Sait’in torunuyum” demişti. Said Nursi, bilindiği gibi, risalelerinde Mustafa Kemal Atatürk’e ve dava arkadaşlarına “deccal, süfyan, mülhit, mürtet, habis, firavun, zındık, mason, münafık” diyerek saldıran bir cemaat kurucusu. DEM Parti’nin Atatürk ve Cumhuriyet konusundaki tavrı sır değil. Bir cemaat kurucusu ile bir şeyhin yolundan gitmekte kendilerince bir sorun görmüyor olabilirler ancak konunun başka yönleri de var.
Nur Cemaati gibi laikliğe aykırı oluşumlara ilham olan birinin “değerli bir büyük” olarak tanımlanmasının sol siyaset ile ilgisi yok. Batı’nın ve ABD’nin kontrolündeki dinci bir yapının kurucusunun yolundan gitmek de sosyalizm ile taban tabana ters.
GERİCİLİĞİN SİMGE İSİMLERİ
Laik devlet düzeninin şeriata aykırı olduğunu,
Devletin dininin İslam olduğunu,
Kuran dışında bir anayasaya gerek olmadığını,
Türkiye’nin kuruluşu itibarıyla dinden uzaklaştırılmış ve dine karşı olduğunu,
Şeri mahkemelerin kurularak evlenme, boşanma ve miras sorunlarının şeriat kurallarına bağlanması gerektiğini,
Çok kadınla evlenmenin caiz olduğunu savunan...
“Kadının erkekten boşanması İslama aykırıdır” diyen ve kadına erkek kadar hisse verilmesini “ahlaksızlık” olarak niteleyen, Hilafetin geri getirilmesini isteyen ve İslam milliyetçiliğini destekleyen bir cemaatin kurucusunu “saygın” bir isim olarak görenler, siyasal İslamcılardır.
Demokrat Parti’den bu yana siyasetin göbeğinde yer alıp Soğuk Savaş ve sonrasında ABD önderliğinde komünizmi şeytanlaştırmak için yürütülen Yeşil Kuşak projesinde “kanaat önderi” olarak öne çıkarılan, Kore Savaşı’na katılmayı destekleyen, Menderes, Demirel gibi sağcı politikacılar tarafından korunup kollanan Said Nursi, Türkiye’de dinci gericiliğin simge isimlerindendir.
Şeyh Sait hakkında geçen yıl yeterince yazdığım için burada ayrıntısına girmiyorum ama onu tekrar siyasette gündeme sokmanın da bir karşıdevrim atağı olduğunu yineleyebilirim.
SOL SİYASET ÜZERİNDE BASKI KURMAYA SON VERİN
Şeriatçı 31 Mart Olayı üzerine sevk edildiği mahkemede verdiği ifadede “En mukaddes maksat, şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir” diyen Said Nursi’nin yolundan gidenlerin siyasetteki yerinin netleştirilmesi gerekir.
Said Nursi’nin Şanlıurfa’da kaldığı odanın müzeye çevrilmesini isteyenler, onu “bir aydın, öncü” olarak tanımlayanlar, dini araç olarak kullanıp emperyalistlerle işbirliği yaparak gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma amacını güden şeriatçı bir şeyhin torunu olduklarını söyleyenler, tamamen biat kültürüne dayalı bir gericiliği savunanlar, demokrasi ile de çelişir.
Tarikatlarla ve cemaatlerle kucak kucağa politika yapanların, sırf etnik kökeni nedeniyle dincilere sahip çıkanların ne gerçek anlamda kadın hakları umurundadır ne de laiklik!
Türkiye’yi ortaçağ karanlığına gömmek isteyen laiklik ve anayasa karşıtı yapılardan oy devşirmek için şeyh, şıh, aşiret, tarikat, cemaat ilişkilerini reddetmeyenlerin bu konuda dinci sağdan farkı yoktur.
Öyleyse siyasi duruşunuz buysa, konumunuzu netleştirin ve sol siyaset üzerinde baskı kurmaya son verin. Bugün makbul sayılan her tarikat ve cemaatin gelecekte FETÖ adayı olduğunu da artık öğrenin.
/././
Turgut Altınok malvarlığını açıklamıştı: Murat Ağırel eksikleri sıraladı! (Cumhuriyet)
Cumhur İttifakı'nın ABB Başkan Adayı Turgut Altınok dün mal varlığını açıkladı. Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, Altınok'un malvarlıklarına ilişkin paylaşım yaptı.
Cumhur İttifakı'nın Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Turgut Altınok günlerdir tartışma konusu olan mal varlığını dün akşam sosyal medya hesabı üzerinden açıkladı.
Açıklamada belirtilen listeye göre Altınok'un çok sayıda arsa, tarla ve evi olduğu görüldü. Gayrimenkullerin çoğunda "Anneden miras" ve "Babadan miras" yazdığı görüldü.
Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, Altınok’un açıkladığı arsaların toplamının 6 bin dönüm olduğunu ve toprakların yüzölçümünün Monako’dan büyük olduğunu aktardı.
"BANKA HESAPLARI DURUMUNU AÇIKLAMADI"
Murat Ağırel sosyal medya hesabından şu ifadeleri kullandı:
Turgut Altınok dün malvarlığını açıklamamıştı. Beyanına göre: 22 tane arsa, 13 tane ev, 25 tane tarla, 1 benzin istasyonu aile şirketinden kendi payına düşen 67 daire, 4 dükkan ! Açıklanan sadece taşınmazlar ve ederleri büyüklükleri açıklanmadı. Sayın Başkan kira gelirlerini, araç, altın, döviz, ziynet eşyaları, aktif banka hesapları durumunu da açıklamadı.
"MONAKO’NUN YÜZÖLÇÜMÜNDEN BÜYÜK"
Beyan ettiği arsaların büyüklüklerine baktım. Toplam 6 milyon metrekare! Yani 6000 Dönüm ! 6 Kilometrekare ! Monako’nun yüzölçümünden büyük… Acaba başka illerde Gayrimenkul şirketi adına devam eden inşaatlar var mı? Devam eden inşaatlarda kaç yüz daire yapılacak?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder