Seçim sonrası (İlhan Cihaner)
Adet olduğu üzere geleneksel bir “seçim sonrası” yazısı da ben yazayım.
Önce seçim sonuçlarının okunması/değerlendirmesine dair eleştirel bir yaklaşım:
“...Sanki ‘seçmen’ diye gerçek bir kolektif özne varmış gibi, ‘seçmen şöyle dedi, böyle dedi’ diyerek adına konuşup, kendi tercihlerini nesnel bir zorunlulukmuş gibi dayatmaya kalkan maskaraların ‘seçmen’ dedikleri şey gerçek bir özne değil, istatistiksel bir fiksiyondur. Hiç kimse bir partiye oy verirken o parti kazanmasın veya tek başına iktidar olmasın diye oy vermez.” (Cangızbay)
Bu seçim sonrası daha çok kaybeden tarafta bu mesaj okumaları yapıldı. “Seçmen uyardı, seçmen ders verdi, iktidara denetleme görevi verdi, sen devam et ama yerel yönetimleri de denetle, vs”. Diğer seçimlerdeki kadar şenlikli olmasa da (Nazım Alpman’ın deyimiyle) 31 Mart millet mesajları festivali! Yaşandı.
∗∗∗
Kazanan tarafta ise başta CHP olmak üzere daha olgun ve gerçekçi açıklamalar oldu. Kuşkusuz her bir seçim çevresinin özgün dinamikleri, genel ekonomik durum, adaylar, partilerin tutumları, vs. etkili oldu ve bunların analizi önemli. Ancak asıl önemli olan, ortaya çıkan sonucun ileriye dönük olarak doğru analizi olacaktır.
Seçim sonuçları CHP için tartışmasız büyük bir başarı. Bu sonuç, başarıyı getiren dinamiklerden daha önemli. Her şeyden önce geniş kesimlerde 2023 seçimlerinden sonra yaşanan umutsuzluğu, hayal kırıklığı ve siyasete olan ilgisizliği aşma konusunda büyük bir fırsat yarattı.
Özal’dan bu yana gelen iktidarların CHP’ye dönük “bunlar iki koyunu güdemez, bunlar gelirse bayrak iner, ezan susar, Kudüs düşer” iddialarının inanırlığını önemli ölçüde yitirdiğini söyleyebiliriz. Üstelik bu başarının 2019 seçimleri sonrasında elde edilen belediyelerin pratiği sonrasında elde edilmiş olması kıymetli. Muhalefetin “yönetme” kabiliyeti tescillenmiş oldu. Tabi ki bu birçok başlıkta eleştirilebilecek pratikleri olumlama anlamına gelmez.
Seçim sonuçlarını -yerel seçim bağlamında olsa da- seçmeni durağan bir şekilde “%70 sağ/muhafazakar, %30 sol/laik/cumhuriyetçi” olarak kabul edip bunun üzerine politika üretmenin doğrulanması olarak okumak büyük yanılgı olacaktır. Yoksullaşma, ekonomik yıkım, yolsuzluklar, çevre yağması gibi başlıkların siyasetin dışına sürülmesi sonucunu doğuran bu yaklaşım, tam tersi yanlışlanmıştır.
Bence seçimlerin önemli bir diğer sonucu, yapay ve zorlama ittifaklarla, yapay bir şekilde merkez sağ inşaa etmeye çalışarak iktidara gelme yaklaşımı da iflas etmiştir. Kuşkusuz bu bir yerel seçim ve dinamikleri farklı ama unutulmasın ki temel çelişkiler yerelde daha keskin yaşanabiliyor.
∗∗∗
Önümüzdeki dönemde CHP’nin üzerinde en çok durması gereken şeyler ise; değişik sosyolojilerde değişik siyasi geçmişlerden gelen adaylarla kazanılan belediyeleri ortak bir siyasi söylemde ve belediyecilik pratiğinde buluşturarak, bunu genel iktidarı elde etmek için seferber etmek. Şöyle ki; Afyon da alındı, Bolu da alındı, Esenyurt da alındı, Fındıklı da alındı. Belediyelerin -yerelde belli oranda olması gereken- özgün pratikleri ve söylemleri bir dağınıklığa ve kakafoniye dönüşmemeli. Bu da ancak partinin ideolojik hattının güncellenerek netleştirilmesi ile mümkündür. Aksi takdirde genel iktidarı elde etmek bir yana gerilemeyi getirir. 2019 yılında yerel seçimde elde edilen başarı genel seçimlere yansımamıştı. Bunun nedenleri iyi analiz edilmeli.
CHP’nin içine düşmesi muhtemel bir diğer hata ise seçim başarısının, özgün koşullar göz ardı edilerek izlenen aday belirleme yöntemlerine, kişilere ve söylemlere indirgenmesi olacaktır. Unutulmamalı ki genel seçimlere oranla yaşanan düşük motivasyon ve iç tartışmaların çoğu izlenen yöntem nedeniyle ortaya çıktı.
Ekonomik yıkımın derinleşeceği önümüzdeki süreçte toplumun belediyelerden beklentisi fazla olacaktır. Seçim sürecinde bol keseden verilen sözler yerel yönetim/merkezi idare sorumluluğunu belirsizleştirmiş durumda. İktidar bu durumu fırsata bile çevirebilir. O nedenle geçmiş belediye yönetimlerinin kötü uygulamaları halkla paylaşılıp, halkçı, gerçekçi, dayanışmacı ve şeffaf bir belediyecilik pratiği ortaya konulmalı.
Sonuç olarak; elde edilen yerel seçim başarısı çok kıymetli ancak bir o kadar da riskler içeriyor. İktidar yolunu açabilecek bu fırsat heba edilmemeli.
/././
Yalancı Anayasacılık (Nurcan Gökdemir)
31 Mart yerel seçimlerinin büyük tartışmalara konu olmadan üstelik de muhalefet lehine sonuçlanmasının ardından iyimserlerin “Gördünüz Türkiye hala kurumlar, kurallar ülkesi. Hala seçim yapabiliyor” söylemleri sandıklar kapanır kapanmaz anlamsızlaştı.
Van halkının yüzde 55.5 gibi büyük bir çoğunluğunun oyunu alarak belediye başkanı seçilen DEM Parti’li Abdullah Zeydan’a mazbatasının verilmeyeceği ortaya çıktı. Abdullah Zeydan’ın Anayasa’nın yurttaşlara tanıdığı temel haklardan olan seçilme hakkı ile Vanlı yurttaşların seçme hakkı ayaklar altında alındı ve yüzde 27 oyla seçimi ikinci sırada bitiren AKP’li Abdulahat Arvas’a mazbata hediye edildi. Adaylık sürecinde hiçbir yasal engelle karşılaşmamasına karşın Zeydan’a kazandığı başkanlık verilmeme nedeni olarak aldığı mahkumiyet kararı gerekçe gösterildi. Zeydan’ın 2016'da "örgüte yardımdan" 5 yıl, "örgüt propagandası yapmaktan" aldığı 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasının Yargıtay tarafından iptal edildiği hiç dikkate alınmadı. Üstelik Zeydan yasaklı haklarının iadesine ilişkin mahkemeden bir karar da çıkarttırmıştı. Özetle bir önceki yerel seçimde kayyum yoluyla Kürt seçmenin iradesinin yok sayılması uygulamasının daha pervasız bir modeli uygulanarak bu koltuk Zeydan’ın yarısı kadar oy alabilen AKP’li adaya verilmek istendi.
KARARIN ŞİFRELERİ
Bu sadece bir işgüzarın işi miydi, AKP bu kez kayyumla yetinmeyerek başkanlıklara el koymayı mı hedefliyordu, birileri ülkede kaos çıkartmak için düğmeye mi basmıştı, yanıtı aranan soru muhtelif. Ancak kesin olan bir şey var ki bir iki itiraz dışında AKP Genel Merkezi'nden bu uygulamaya karşı etkili bir ses gelmedi.
Ses Vanlı yurttaşlardan, başta anamuhalefet partisi CHP olmak üzere demokrasiden yana olduğunu ifade eden siyasi partilerden, ülkenin muhalif kesimlerinden yükseldi. Sonuçta Yüksek Seçim Kurulu, adaylık başvurusunu kabul ettiği Zeydan’ın belediye başkanı seçildiğini de kabul etmek zorunda kaldı. Bu kayyum öncesi bir yoklama idiyse bu kez buna geçit verilmeyeceği çok açık bir şekilde ülkenin demokratik güçlerinin de desteğiyle DEM Parti ve bölgede yaşayanlar tarafından iktidara gösterildi. Henüz sular durulmadı, bunun ardından kayyumluk denemesi gelip gelmeyeceği hala kaygı yaratan bir beklenti.
DEMOKRASİNİN STANDARDINI YÜKSELTELİM
Bu kargaşa sürerken TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un açıklaması ile AKP’nin her dönem siyasi fayda sağlama, iktidarını kurumsallaştırma, seçmenini konsolide etme, antidemokratik uygulamaları hayata geçirme arayışı ile aynı ajandada yer alan Anayasa değişikliği istemleri bir kez daha hatırlatıldı.
Kurtulmuş TBMM’de düzenlenen bir iftar programında “Türkiye demokrasisinin standartlarını yükseltme” gibi gösterişli bir ifade ile süslediği konuşmasında, şunları söyledi:
“1921 Anayasası'nda olduğu gibi Türkiye'nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkanı bu Meclis'te vardır. Yeter ki iyi niyetle bu meselenin takipçisi olalım. Artık kaç kere değiştirilirse değiştirilsin 1980 ve 1960 darbelerinin o karanlık eserlerini bünyesinde taşıyan bu mevcut anayasadan Türkiye'nin sivil siyasetinin kurtulma vakti çoktan gelmiştir. Bu bir fantezi değildir, Türkiye'nin demokratik standartlarının yükseltilmesi için bir zorunluluktur."
1921 Anayasası’nın “Yerel demokrasi” vurgusu nedeniyle özerklik tartışmalarına yol açıp açmayacağı bunun bir siyasi amaca yönelik olup olmadığı tartışmaları mutlaka yaşanacak ancak bu yazının konusu bu değil.
Abdullah Zeydan’a yaşatılanlarda AKP’nin demokrasi standardının yükseltilmesinden ne anladığının son örneğini gördük.
KURTULMUŞ’UN ANAYASA SABIKASI
Ancak bir başka konu var ki bizzat Numan Kurtulmuş’un hukukunu koruma konusunda doğrudan sorumlu olduğu TİP Milletvekili Can Atalay için yapmadıkları... Can Atalay’a karşı kurulan kumpasa tavırsızlığı ile verdiği katkı. TBMM’de onun başkanlık döneminde kabul edilen yasa metinlerinin büyük bölümünün Anayasa’ya aykırılık tartışmasına konu olması ve AYM tarafından verilen yüzlerce iptal kararı. Tüm bunlardan dolayı ”Standardı yüksek Anayasa yapma işi AKP'nin olamaz. Aslında amaçlanan ne?” sorusunun sorulma haklılığı tartışma kaldırmaz bir konu.
Tüm bunları anlatan en doğru ifade Anayasa Hukukçusu İbrahim Kaboğlu’nun nitelemesi ile “Yalancı Anayasacılık”…
/././
Mayıs 2023’te ekonomi iyi miydi? (Ozan Gündoğdu)
31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nin “sürpriz” sonuçları değerlendirilirken öne çıkan argümanların başında ekonomi geliyor. Süleyman Demirel’e verilen referansla “Boş tencerenin yıkamayacağı hükümet yoktur” önermesi son 4-5 gündür en çok zikredilen ifadelerden biri oldu. Buna karşın, ekonominin seçim sonuçlarında etkili olduğu tezine eleştiri olarak “ekonomi etkili olduysa aynı sonuç neden Mayıs 2023’te yaşanmadı” argümanı da sunuluyor. Mayıs 2023 Seçimleri’ndeki başarısızlıkta pek çok neden sıralanabilse de ekonomik koşulların her iki seçimde birbirine benzer olduğu tezi sorgulamaya değer. Yazıda savunacağımız önermeyi tek cümleyle ifade ederek başlayalım. “Halkın ekonomik koşulları Mayıs 2023’te çok daha iyiydi”.
Hemen bir düzeltme, “ekonomi iyiydi” değil, “halkın ekonomik koşulları iyiydi” ifadeleri arasında fark olduğunu vurgulamak gerekir. Yani ekonomik göstergeler Mayıs 2023’te bir ödemeler dengesi krizini haber veriyordu. Merkez Bankası net rezervleri 21 yıl sonra eksiye düşmüştü. Dolar kurunu baskılamak artık imkansız hale gelmişti. Ezcümle, ekonomiyi takip eden hiç kimse Mayıs 2023’te gidişatın iyi olduğunu düşünemezdi. Fakat soru; “Halkımızın ne kadarı bu verilere hakimdi?”.
Halk kesimlerinin ekonomiye ilişkin algısı ekonomi haberlerini okuyarak ve yorumlayarak değil, bizzat gündelik hayat pratiklerinden süzülerek oluşuyor. Eğer halkımız, ekonomi haberlerini ve yorumlarını yakından takip etseydi ve politik kararlarını bu bilgiler ışığında alsaydı, Mayıs 2023’te, gidişatın hiç de iyi olmadığını görür, Erdoğan’a oy verdikten sonra şaşkınlık yaşamazdı. Halbuki Erdoğancı halk kesimlerinin Mayıs 2023’ten sonra başına gelen kelimenin gerçek anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Çünkü 2023’ün ilk 5 ayında yaratılan pembe tablo nedeniyle, Erdoğancılar ekonomiye ilişkin iyimser beklentilere sokuldu. O halde bu hakikati eğip büken, halkın ekonomi algısını manipüle eden bir ekonomik programla seçime gidildi dersek yanlış olmaz.
TÜKETİCİ GÜVEN ENDEKSİNİ ATLAMAYALIM
Ekonomik aktörlerin, ekonomiye ilişkin güveninin olumlu olması özellikle finansal kapitalizmin olmazsa olmazı. Bu saikle Türkiye’de de 2004’ten bu yana, perakende, reel kesim ve tüketici güven endeksleri ölçülüyor. Yani güven endeksleri bizlere 20 yıllık tarihsel bir seri oluşturuyor. Bunlar içinde özellikle tüketici güven endeksi politikaya da tahvil edilebilecek önemli sonuçlar doğuruyor.
2004’den 2024’e dek, AKP referandumlar ve cumhurbaşkanlığı da dahil tam 16 kez seçime girmiş. Bu 16 seçimin 13’ünde tüketici güven endeksi, seçimin gerçekleştiği ay 90 puanın üzerindeymiş ve bu 13 seçim AKP’nin zaferiyle sonuçlanmış. Peki tüketici güveni 90’ın altındayken seçim yapılınca ne olmuş?
Tüketici güveninin 90’ın altında olduğu ilk seçim 7 Haziran 2015’tir. Bilindiği üzere bu seçimde AKP tek başına iktidar olanağını kaybetti. “Sonrasında barış süreci bitirildi ve 1 Kasım 2015 seçimi kazanıldı” gibi bir önerme hakikate değse de durumu tam olarak kavramaz. Zira Haziran – Kasım arasında halkın ekonomisi de iyileştirilmiş ve 1 Kasım seçimlerine 90’ın üzerinde bir tüketici güveniyle girilmiş.
Tüketici güveninin 90’ın altında olduğu 2’nci seçim 31 Mart 2019’dur. Bilindiği üzere bu seçimde de AKP İstanbul ve Ankara’yı CHP’ye kaptırmış, dolayısıyla ekonomik koşullar seçimlerde etkili olmuştur.
Tüketici güveninin sadece 90’ın altında değil, 80’in de altında olduğu tek bir seçim olmadı bu zamana kadar. Ta ki 31 Mart 2024’e dek… Mart ayı tüketici güveni 79’la seçimler tarihinin en kötü puanını gördü. Seçim sonuçları malum…
Peki Mayıs 2023’te tüketici güveni kaçtı? Cevap; 91… İnanması zor ama bu, halk gerçeğini doğru kavrayınca anlaşılabilecek bir sonuç.
EMEKLİLERİN DURUMU MAYIS’TA İYİ MİYDİ?
Enflasyon, ekonomi okur yazarı kesimleri haklı olarak korkutuyor ancak halk kesimleri enflasyona bu kesimler kadar endişeyle yaklaşmıyor. Halkın ekseriyeti enflasyonu, uyum sağlanması gereken fırsatlarla dolu bir dönem olarak kodluyor. Dolayısıyla enflasyon ne kadar yüksekse hükümet o kadar oy kaybeder gibi bir önerme doğru değil. Enflasyon alışılan bir şey…
Nitekim emekliler de Mayıs 2023 seçimlerinde enflasyondan bugünkü kadar şikayetçi değildi. Aralık 2022’de en düşük emekli maaşı 3500 liraydı. Ocak’ta bu tutar 5500 liraya çıkarıldı. Aradan 3 ay geçti, Nisan ayında en düşük emekli aylığına yine zam yapıldı ve tutar 7500 liraya çıkarıldı. Normal şartlarda yılın ortasında Temmuz ayında yapılması beklenen emekli zammı seçimlerin öncesine alınarak emekliler pembe bir bulutun içinde tutuldu. Emekliler sadece 5 ay içinde 2 kez zam gördüler ve toplamda gelirlerini yüzde 114 artırdılar. Yani Mayıs ayında emeklinin durumu önceki aralık ayına göre çok daha iyidi ve bir emeklinin “işler iyi gidiyor demek ki” demesi şaşılacak şey değildi. Aralık Mayıs arasında yüzde 30’luk enflasyona karşı yüzde 114 zam gören emekliler, o günden bu yana yaşanan yüzde 60’ın üzerinde enflasyona rağmen yüzde 33 zam gördüler.
DOLAR KURUNUN EKONOMİK ALGIDAKİ ETKİSİ
Türkiye toplumunun ekonomiye ilişkin algısını en derinden etkileyen ekonomik gösterge dolar kuru. Dolar’daki artış işlerin iyiye gitmediğinin en temel göstergesi. O halde 1 Ocak 2023’teki dolar kuruna bakalım. Bu tarihte 1 dolar 18,71 TL ile günü kapatmış. 14 Mayıs’a geliyoruz; 1 dolar 19,54 TL… 5 aya dolar kurundaki artış sadece 80 kuruş. 1 lira dahi değil…
Dolar kurunu bu şekilde tutmak adına 50 milyar dolardan fazla rezerv yakılmış, Mayıs ayında net rezervler 21 yılın ardından ilk kez eksiye düşmüş. Swap hariç net rezervler ise daha da kötü hale gelerek eksi 70 milyar dolara ulaşmış.
Bu veriler ekonomi okur yazarı kitleleri endişeye sevk etse de gündelik yaşayan halk kesimleri için doların stabilize olması hiç yoktan iyi bir şeydir. Emekli için düşünelim, Aralık 2022’de 200 doların altında olan maaşları Mayıs’ta 350 doların üzerinde gerçekleşmiş. Emekli maaşı dolar bazında 2’ye katlanmış.
SOSYAL YARDIM DEĞİŞTİRİLDİ
Dolar kuru ve emekli maaşlarındaki düzelmeye EYT’nin çıkarılması ve EYT ikramiyelerinin Nisan ve Mayıs’ta yatırıldığını, bunun yanı sıra bu halkın Mayıs’ta doğalgaz faturası ödemediğini de eklemek gerekir. Ama bir de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal yardım organizasyonunun da Mayıs seçimleri için yeniden ele alındığını bilelim.
Haziran 2022’de normal şartlarda sosyal transferlere konu edilmeyen 3 milyon haneye “Aile destek programı” adı altında sosyal yardım kapsamına alınarak hane başına 850 TL ile 1250 TL arasında değişen tutarlarda aylık bağlanmış. Detaylar Bakanlığın 2022 faaliyet raporunda görülüyor. Bu program kapsamında toplamda 13 milyar TL harcanmış. Programın özünde daha önce sosyal yardım kapsamında olmayan hanelere para verilmesi yatıyor. 3 milyon hane demek 10 milyon kişi anlamına geliyor. Haziran 2022’d başlayan bu programın uygulandığı son tarih Mayıs 2023… Yani seçim bitmiş, para musluğu kısılmış.
Ağustos 2022’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı daha ilginç bir programa başlıyor. Programın adı “Ulusal ev ziyaretleri programı”. Bu kapsamda tam 3,3 milyon haneye giden bakanlık yetkilileri Erdoğan’ın selamını iletiyor, her biri yarım saatten oluşan “ne ihtiyacınız var” temalı sohbetler ediliyor. Bu sohbetlerin sonunda Bakanlık bütçesinden haneye yardım gönderiliyor. Yine tabii ki Erdoğan’ın selamıyla… Bu şekilde seçimden önce 3,3 milyon haneye yani yaklaşık 11 milyon insana dokunulmuş oluyor.
Mayıs’ta ekonomi daha iyi değildi. Ancak halkın ekonomiye dönük algısı tümüyle manipüle edilebilmişti. Hakikatle ancak seçimden sonra yüzleşen milyonların yaşadığı işte bu yüzden tam bir hayal kırıklığıydı.
/././
Baronların ‘babası’ (Timur Soykan)
Baronlar iddianamesinde Türkiye’de üslenen ve vatandaşlık peşinde olan tüm yabancı uyuşturucu kaçakçılarının bağlantılı olduğu bir isim var: Abdullah Alp Üstün. Savcılığa göre; Avrupa’yı saran kokain ağını Abdullah Alp Üstün Türkiye’den yönetiyor. İddianamede Abdullah Alp Üstün’ün, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamak suçlarının yanı sıra örgüt kurmaktan cezalandırılması isteniyor. Bolle Jos ve Isaac Bignan’ın arasında olduğu yabancı baronlar ise örgüte üye olmak ve kara para aklamakla suçlanıyor. Diğer 48 sanık hakkında da aynı suçlamalarla dava açıldı.
Baştan anlatalım:
Abdullah Alp Üstün, 1979 Kastamonu doğumlu.
2011 yılında hakkında eroin kaçakçılığı nedeniyle soruşturma başlatılmıştı. İddiaya göre; İran’dan temin ettiği eroini önce Yüksekova’ya getirtiyor ve buradan Mersin’de bir depoya taşıtıyordu. Burada salça konserveleri yüklü TIR ile Ro-Ro taşıma sistemini kullanarak eroin İtalya’nın Trieste Limanı’na götürülüyordu. Uyuşturucunun son durağı ise Almanya ve Hollanda’ydı. Abdullah Alp Üstün, bu ülkelerde eroini alıcılara ulaştırıyordu. Bu uyuşturucu ticaretiyle ilgili dava üç yıl sonra 2014 yılında Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açıldı.
2 MİLYON 300 BİN HAP
Aynı dönemde Avrupa’da polisin takibindeydi. 2011’de Hollanda’daki bir uyuşturucu operasyonunda sahte Sırbistan kimliğiyle yakalandı ama serbest kaldı. Çok sayıda sahte kimlik kullanıyordu ve gerçek kimliğinin belirlenmesi çok zordu. 2012 yılında 2 milyon 300 bin extacy hapın yakalandığı bir operasyonda bir numaralı şüpheliydi ama kayıplara karıştı.
2014 yılında Hollanda’nın Rotterdam kentinde bir evde yakalandı ve Litvanya’ya iade edildi.
EROİN KOKAİN TAKASI
Abdullah Alp Üstün, yeraltı dünyasının önemli isimlerinden ‘Siirtli Naci’ yani Naci Yılmaz ile ortaktı. Türkiye’de uzun süre tutuklu kalan Naci Yılmaz yurt dışında yaşıyordu. 2017’de İstanbul’da açılan bir davaya göre; Türkiye’de temin ettikleri eroini Bulgaristan üzerinden Hollanda’ya gönderiyorlardı. Bunun karşılığında aldıkları kokaini ise yine karayoluyla Türkiye’ye getiriyorlardı. Eroin ile kokaini takas ettikleri bu sevkiyatı polis tespit etti. Takipte eroinin Sarıyer’deki bir villada diplomatik dokunulmazlığı olan konsolosluk araçlarına yüklendiği belirlendi. Bir orta asya ülkesine ait diplomatik plakalı araçlar, arama yapılamadığı için Bulgaristan’a uyuşturucuyu kolayca çıkarıyordu. Bu operasyonda Abdullah Alp Üstün tutuklandı ancak kısa süre sonra adli kontrol şartıyla serbest kaldı.
YARGILANIRKEN DEVAM ETTİ
Büyük baronlara yönelik son iddianamede Abdullah Alp Üstün’ün uyuşturucu ticareti davasından yargılanırken büyük bir kokain trafiğini yönettiği anlatılıyor.
İşte bu bir skandal. Abdullah Alp Üstün, Türkiye’de büyük bir uyuşturucu davasında adli kontrol ile serbest bırakılmasına ve devletin gözünün üzerinde olmasına karşın uyuşturucu kaçakçılığını nasıl yapabildi? Kimler onun faaliyetlerine göz yumdu?
Hollanda makamları, uyuşturucu kaçakçısı Bolle Jos’un yakalanması için Türkiye’ye baskı yapmazsa muhtemelen operasyon yapılmayacak ve Abdullah Alp Üstün faaliyetlerine devam edecekti.
KESİŞİM NOKTASI
Ancak ‘Bolle Jos’ lakaplı Joseph Johannes Leijdekkers’e yönelik soruşturma başlayınca sadece Hollandalı baronun değil, pek çok yabancı baronun kesişim noktasının Abdullah Alp Üstün olduğu anlaşıldı. Yazı dizisinin önceki bölümlerinde anlatmıştık. Abdullah Alp Üstün’ün eşi ile Joseph Johannes Leijdekkers’in eşi kardeş. Yani bacanaklar. İddianamede bunu anlatan savcı şu tespiti yaptı:
“Joseph Johannes Leijdekkers’e uyuşturucu kaçakçısı olma yolunda Abdullah Alp Üstün’ün yardım ettiği anlaşılıyor.”
Özetle savcı Avrupa’nın en çok aranan uyuşturucu baronunun arkasında Abdullah Alp Üstün olduğunu ifade etti.
BODRUM’DA YAKALANDI
Hollandalı baronlar Joseph Johannes Leijdekkers ve Isaac Bignan’ın yakalanması için 13 Haziran 2023’te yapılan operasyonda hedeflerden biri de Abdullah Alp Üstün’dü ve adamlarıyla birlikte Bodrum’daki lüks villasındaydı.
Polis, Elements Yalıkavak Sitesi Küme Evleri’ndeki villaya baskın yaptı. Abdullah Alp Üstün ile birlikte adamları Fuat Aksoy, Aziz Demir ve Ozan Toprak gözaltına alındı. Aynı anda Abdullah Alp Üstün ile Bolle Jos’un birlikte kullandığı İstanbul Mecidiyeköy’deki Quasar isimli gökdelenin 24. katındaki 2410, 2411, 2412 numaralı daireler ve onların kullanımındaki lounge’a baskın yapıldı. Burada Naci Yılmaz’ın kardeşi Tekin Yılmaz yakalandı. Abdullah Alp Üstün ile Bolle Jos’un sık sık buluştuğu Kocaeli Kartepe’deki otel ile baronların İstanbul ve Bodrum’daki çok sayıda villa ile rezidans dairelerinde arama yapılıyordu.
Bu aramalarda silah, külçe altın, mücevher, çok pahalı saatler, para destelerini vakumlamak için kullanılan cihazlar, uyuşturucu ve kara paranın kayıtlı olduğu düşünülen defterler, bilgisayarlar ve şifreli haberleşmede kullanılan onlarca telefon ele geçirildi.
13 Haziran 2023’te yapılan operasyonda 24 kişi gözaltına alındı ama sadece Abdullah Alp Üstün tutuklandı. 23 kişi serbest bırakıldı.
Aramalarda silah ve saat de bulunmuştu.BABA’NIN UYUŞTURUCU AĞI
Ancak operasyonda ele geçirilen telefonların şifresi kırılıp içindeki mesajlar ele geçirildiğinde İstanbul ve Bodrum’dan Avrupa’daki devasa uyuşturucu ağını yöneten şebeke çözüldü.
İddianameye göre; şifreli mesajlarda ‘Don Vito Corleone’ kod adını kullanan kişi; Abdullah Alp Üstün’dü. Baba (The Godfather) filminde Marlon Brando’nun canlandırdığı karakterden ismini alıyordu. Quasar İstanbul’daki üç dairesinde yapılan aramalarda Don Vito Corleone ve The Godfather filmine ait tablolar bulundu.
CORLEONE VE FIRINCI ENZO
Şifresi kırılan telefonlardaki mesajlardan uyuşturucu ve kara paranın muhasebe kayıtlarını Abdullah Alp Üstün’ün oğlu Efe Alp Üstün’ün tuttuğu anlaşılıyordu. Onun kod ismi ise Michael Corleone’ydi. Yani ‘Baba’ filminde Vito Corleone’nin oğlu, Al Pacino’nun canlandırdığı karakter.
İstanbul Etiler’de Autobank Otomotiv isimli oto galerinin sahibi olan Hasan Lala ise Abdullah Alp Üstün’ün kara parasını aklamakla suçlanıyor. Onun şifreli haberleşmedeki kod adı ise Enzo. Yani Baba filminde Micheal Corleone ile birlikte Don Vito’nun hayatını kurtaran fırıncı.
MESSİ, RONALDO, BENZAMA
Uyuşturucu çetesindeki şöhretli kod isimler mafya dünyasıyla sınırlı değil. Futbol dünyası şifreli haberleşme sisteminde çok popüler. Messi, Ronaldo, Benzema, Maldini, Icardi, Zlatan hepsi, uyuşturucu kaçakçılarının yazışmalar ve konuşmalarda kullandıkları kod isimler.
Şifresi kırılan telefonlardaki Threema isimli şifreli mesaj programında, kalıplar halinde kokainlerin, uyuşturucunun yüklendiği konteynerler ile gemilerin, metamfetamin üretilen laboratuvarların, vakumlanıp paketlenmiş Avro ve dolar destelerinin fotoğrafları ve videoları vardı. Sadece Mayıs 2023 ve Haziran 2023’te Threema isimli programdaki mesajlar uyuşturucu ağının büyüklüğünü ortaya koyuyordu. Uyuşturucu paketlerin hangi adrese, saat kaçta, kim tarafından teslim edileceği detaylarıyla yazılmıştı.
MESSİLİ KOKAİN
Savcılığın tespitlerine göre; bu organizasyonun iki numaralı ismi ‘Messi’ kod adlı Fuat Aksoy’du. Arjantinli futbolcuya hayranlığı nedeniyle bu kod ismi kullanıyordu, telefonun ekranında Messi’nin fotoğrafı vardı. Hatta onun gönderdiği bazı kokain paketlerinin üzerinde ‘Messi’nin fotoğrafları yapıştırılmıştı.
‘Messi’ kod adlı Fuat Aksoy’un Hollanda’da temas halinde olduğu bir uyuşturucu kaçakçısının kod ismi ise ‘Benzama’ydı. Benzema ‘Messi’ fotoğrafı yapıştırılmış kokainlerin teslim adreslerini iletiyordu.
‘Maldini’ kod isimli kullanıcıyla Flemenkçe yazışmalarında da çok sayıda kokain paketinin teslimi planlanmıştı.
BERLİN’DE TESLİMAT
Signal üzerinden ‘Messi’ kod isimli Fuat Aksoy’un Ronaldo ve Black Mamba kod isimli kullanıcılarla da yazışmaları var. Yine kokain sevkiyatlarını organize ettikleri anlaşılıyor.
Ayrıca Fuat Aksoy (Messi), ‘Zlatan’ kod isimli kullanıcıyla mesajlaşıyor. Bu kişi İspanya’ya ait bir GSM hattını kullanıyor ama İstanbul’da yaşıyordu. Zlatan üzerinde Messi fotoğrafı olan kokain paketlerinin fotoğraflarını Messi kod adlı Fuat Aksoy’a gönderiyor ve “Bunların teslimatını Berlin’e yapabilir miyiz’ diye soruyor.
Bir sohbet grubunda ise Icardi ve Cortez isimli kullanıcılar onlarca paket Messi fotoğraflı kokain paketi istiyordu. Polis, bu görüntüleri ele geçirdikten sonra geçmişte Messi fotoğrafı olan kokain yakalaması olup olmadığına baktı. Edirne’de sınırda bu paketlerden yakalanmıştı.
KONTEYNERDE İŞKENCE
22 Mayıs 2023 günü Litvanya GSM hattı kullanan Silvanus kod adlı kişi Threema isimli program üzerinden Messi’ye videolar göndermişti. Bu videoda boş bir konteynerde ağzı bantlanmış, elleri ve kolları plastik kelepçe ile bağlanmış bir adam vardı. Türkçe mesajlarda Messi kod adlı kullanıcı “Abi yalan konuşuyorlar, kırsınlar” yazıyor. Daha sonra gelen videoda elleri ayakları bağlı kişi dövülüyor, ayaklarına çekiç ile vuruluyor. Soruşturmada kimliği belirlenen M.T. isimli kişinin uyuşturucu parasını çalmakla suçlandığı anlaşılıyor.
Bu görüntülerden sonra Silvanus kod adlı kişi ‘Messi’ kod adlı Fuat Aksoy’a çok sayıda borç senedi, icra çeki ve tapu evrakının fotoğraflarını gönderiyor.
MİLYON AVROLUK SENETLER
Senetler ve icra evrakının çoğunda alacaklı olarak Bülent G. Ve Murat D. görünüyor. Borçlular ise; Alaaddin Ak, Aklar Döviz A.Ş., Cengizler Döviz AŞ., Mustafa Ak ve Volkan Özel. Mesajlarda toplam 22 milyon 480 bin avroluk senet ve icra evrakı görünüyor.
Borçlu görünen isimler tanıdık. 28 Aralık 2022’de ‘Kara Para İtirafları’ başlıklı makalemizde (link: https://www.birgun.net/makale/kara-para-itiraflari-415358) Cengizler Döviz Bürosu hakkındaki kara para iddialarını yazmıştık. İddiaya göre; Volkan Özel, kara para trafiğindeki 80 milyon Avro ile kayıplara karışmıştı. Cengizler Döviz’in sahibi Alaaddin Ak ve oğlu Mustafa Ak da dolandırıcılıkla suçlanıyordu. Bu mesajların çözümlenmesi için çalışmalar sürerken Bolle Jos ve ‘Kara Mamba’ lakaplı Isaac Bignan her yerde aranıyordu. ‘Siirtli Naci’ ile bağlantılı bir ekibin Hollanda’dan Türkiye’ye Bolle Jos ve Kara Mamba’yı kaçırmak için geldiği tespit edildi. İlk operasyondan 10 gün sonra 23 Haziran 2023’te yapılan operasyonla bu ekip yakalandı. İki gün sonra ise Fethiye’deki villasını terk eden Kara Mamba, Isparta’da yakalandı. Otomobilde Glock marka silahlar da ele geçirildi. Hollanda’dan onu kaçırmak için gelen Türk kökenli iki çete üyesi de Konya’da gözaltına alındı.
Telefon, bilgisayar ve uyuşturucu ile kara para kayıtlarının yer aldığı defterlerin incelenmesinden sonra ise dördüncü operasyon 12 Aralık 2023 günü yapıldı. Abdullah Alp Üstün’ün oğlu Efe Alp Üstün (Micheal Corleone), Bolle Jos’un kardeşinin de arasında olduğu 10 kişi tutuklandı. Ancak Bolle Jos halen yakalanmadı ve aranıyor. Nasıl kaçabildiği halen büyük bir soru işareti…
YARIN: Baron iddianamesindeki kara para trafiğinin izlerini anlatacağız.
/././
Sarı mı? Kırmızı mı? (Zafer Arapkirli)
31 Mart seçiminin sonuçlarını analiz etmek için herkes hummalı bir çalışma içinde.
Sıradan vatandaşın ya da medyanın değerlendirmeleri tabii ki önemli. Ama en çok, siyasetçilerin çıkaracakları ders ve bundan sonrasına dönük “ev ödevleri” açısından hayati önem taşıyor.
Pazar gecesinden beri, yani Türkiye’nin “siyasi haritasındaki renk değişimi - dönüşümü tablosu” görüldüğü andan itibaren hemen herkesin üzerinde konuştuğu ve farklı bir yanıt verdiği bir soru var:
“Halk, iktidara sarı kart mı gösterdi, yoksa kırmızı kart mı?”
Seçimde, hem parti hem de ülke siyasi tarihi açısından görkemli bir başarıya imza atan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel, kartın rengi konusunda daha temkinli.
“Sarı” diyor...
Başlıca gerekçesi, bunun bir “yerel seçim” olması.
Bunu da, şöyle (mealen) soğukkanlı bir şekilde izah ediyor:
“Seçmen, önümüzdeki 4 yıllık süre için iktidara önemli bir uyarıda bulundu. Eğer uyarımızı dikkate almazsan, genel seçimde de başına bu gelebilir dedi...”
Büyük ölçüde isabetli görünen bir teşhis. Ama, bence eksik.
∗∗∗
Neden eksik olduğuna gelince.
Eğer R. Tayyip Erdoğan Rejimi, iktidara birkaç yıl önce ya da bir seçim önce, hatta 2 dönem filan önce gelmiş olaydı, bu teşhise (bu dozuyla) katılabilirdim.
Ancak ülkeyi 22 yıl önce bu siyasi harekete teslim eden, aradaki 2 referandumda (12 Eylül 2010 + 16 Nisan 2017) da “Buyur, rejimin temel taşlarını da radikal bir değişime uğratmana izin veriyorum. Al bakalım” diyen halk, bunca yıl yapılan seçimlerde de her defasında mührü emanet etmemiş olaydı, “sarı kart” tanımı doğru olabilirdi.
Yani, “Haydi bir 4 yıl daha git de, bu dönemdeki tavrına göre kartın rengini kırmızıya çeviririm” demiyor bence.
Düpedüz, “Yettiniz artık!..” diyor.
“Hayatımızı zindan ettiniz. Bu memleketi, ekonomik, siyasi, sosyal her bakımdan bir cehenneme çevirdiniz” diyor. Bu iktidarı mümkünse daha bir gün bile başında görmek istemiyor. Nefes almak istiyor artık. Özgürlüklerinin her alanda boğazlanmasına daha fazla tahammülü olmadığını haykırıyor.
İşçinin, milyonlarca işsizin, emeklinin, gençlerin, öğrencinin, kadınların, hatta bu ülkenin dört yanındaki yeşilin ağacın, ormanın, derenin, hayvanların bile dayanacak hali kalmadığını haykırdı, Pazar gecesi sandıktan çıkan sonuç.
Çünkü, 22 senedir sofrasından çalınan her bir lokmanın, kendisine atılan her tokadın, üzerine indirilen balyozun, hukuksuzlukların, iktidar güdümünde yargı kararlarının, toplu katliamların, sömürünün, itilip kakılmanın, “değil 4 sene, 4 ay, 4 dakikalığına bile” katlanılabilecek bir şey olmadığını biliyor artık bu halk.
Evet, Özgür Özel (futboldan benzetme ile) “Halk, hakem olarak, sarı kartı gösterirken iktidara, ayağını denk alması gerektiğini, yoksa kartın renginin kırmızıya döneceğini” söylemiştir. Ama bunu söylerken bir yandan da kendi partisine bile verilen oyların “4 yıllığına açılmıy bir kredi olduğunu” ekleyip, kendi kendine haksızlık etmiştir.
Yani, “CHP’ye yerel yönetimlerde 4 yıllığına açılmış bir krediyi” bile cömert bir kredi diye nitelerken, 22 yıldır har vurulup harman savrulmuş bir kredinin hesabının 31 Mart gecesi “kesin biçimde (üstelik faizi - hattâ temerrüt faizi ile) tahsilinin istenmesini”neden çok görüyor?
CHP Genel Başkanı’nın 31 Mart analizleri büyük ölçüde ağır başlı, siyasi gerilimi yükseltmeden seçmene güven verici, rakibini şeytanlaştırmadan mücadeleyi devam ettirmeye yönelik, toplumsal barışa hizmet eder, “sorumlu siyaset insanı - müstakbel devlet yöneticisi” hüviyettedir. Takdirle izliyorum.
Ama, 31 Mart’ta halkın verdiği oyun arkasında bence şu açık ve net mesajın olduğunu kavrayamadığını hissetmek de beni kaygılandırıyor:
“Bu iktidardan bir an önce kurtulmamız için toplumsal mücadeleyi, ezilen sınıfların desteğini alarak yükseltmeniz gerek. Onun için, sizden önümüze düşmenizi ve sesimizi daha fazla duyurabilmemiz için sol politikalara yönelmenizi talep ediyoruz. Çünkü artık vaktimiz yok. Bize bu dünyayı, bu hayatı zindan eden iktidara, yani bize kırmızı kart gösteren iktidara, şimdi biz kırmızı kartı hep birlikte gösterelim...”
Muhtemeldir ki, önümüzdeki bir yıl içinde yoğun biçimde, bir yandan erken seçim tartışması bir yandan da iktidarın Anayasa değişikliği ile başlayarak rejimi (bunu faşizmin koyulaştırılması olarak da okuyabilirsiniz) daha konsolide ve tahkim etmesi çabalarına tanık olacağız.
∗∗∗
Unutmayın, karşımızda demokrasi ile (varsa bile - ki bana göre hiç olmadı) en ufak bağlarını bile, bilerek isteyerek kopartmış, demokrasinin antitezi bir ruh ve beyin taşıyan bir rejim var.
Değil sarı kartı, “kırmızı kartı” bile umursamadan, kulak vermeden, kaale bile almadan yoluna devam etmek isteyecek bir rejimden söz ediyoruz.
Buradan sonra, “sandığı, kartı, uyarıyı, tembihi, nasihatı” dinlemeye yanaşacaklarını sanmıyorum. Tek yapacağı iş, toplumu ve muhalif hareketleri bir daha bu tür “işaretleri” veremeyecek hale getirmek için daha fazla ezmeye çalışmak olacaktır. Bunu yaparken de “kemer sıkma” politikaları ile sömürgen sermayenin ve tabii uluslararası sömürgen sermayenin gözüne hoş görünmek için düzeni devam ettirmek isteyecektir. Çünkü misyonu budur.
Rejim son demlerindedir.
Kırmızı kartı daha görünür biçimde elimizde sallamanın tam zamanıdır.
CHP’nin yerel yönetimler başarısına destek olunması önemlidir.
Ama bir yandan da; daha örgütlü, daha kararlı, daha kol kola, solun birleşmesi için daha fazla uğraş verilmesi gereken bir dönem de başlamıştır.
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder