Başyüce’nin balkon konuşması(Özdemir İnce)
Türkiye genelinde oyların yüzde 35.49’unu alarak yüzde 37.77 oy alan CHP karşısında beklenen yenilgiye uğrayan AKP’nin genel başkanı R.T. Erdoğan seçim sonuçlarını balkondan değerlendirmiş. Ben de muhterem genel başkanın değerlendirmelerini çalışma masamda değerlendiriyorum.
Seçimleri demokrasimize yakışır olgunlukla tamamladık.
-Doğru değil! Seçimler demokrasiye yakışır (!) olsaydı ortalığı kan götürürdü. Siz herhangi bir şeyi tamamlamadınız. Aslında oy veren halkın serinkanlılığından zatınızın çıkarması gereken büyük dersler var. Ancak saygılı insanlar serinkanlı olur. Ortamı zehirlemez.
Dik duracağız, dikleşmeyeceğiz. 31 Mart bizim için bitiş değil aslında bir dönüm noktasıdır.
-“Dik durma” nın üç anlamı var: 1) Kambur durmamak. 2) Başkaları karşısında ezilmemek, başkalarına karşı kendisini ezdirmemek, boyun eğmemek. 3) Güçlükler karşısında yılmamak.
“Dikleşme”nin anlamına gelince: Birine kafa tutmak, karşı gelmek.
R.T. Erdoğan’ın seçtiği sözcüklere dikkat edelim: Hepsi gerginlik, uzlaşmazlık, kavgayla ilgili sözcük ve fiiller.
“31 Mart bizim için bitiş değil aslında bir dönüm noktasıdır” cümlesi de Türkçe açısından anlam yoksunu: “Dönüm noktası” zaten bitişi ifade eder. Bir evre bitmiş, yeni bir evre başlamış demektir ki “bir şeyi, bir olguyu” bitirmeden bir dönüm noktası olacak yeni bir süreç başlamaz. 31 Mart’ta siyasal planda yenildiniz. Yenilince bitmezsiniz ama yenilgiyi açıkça kabul etmezseniz, ders çıkaramazsanız, bulunduğunuz nokta “bir dönüm noktası” değil de “bir çöküş noktası” olabilir.
Türk milleti mesajını siyasilere ulaştırmıştır.
-Türk milleti hangi siyasilere mesaj göndermiş de o mesaj muhatabına ulaşmış? Bu cümle, mesajın AKP’ye ulaşmamış olduğunu gösteriyor. Mesaj CHP’ye, TKP’ye ya da TİP’e değildi, İYİP’e hiç değildi. Dik durmaya hevesli, dik durmaya niyetli, gerçekçi bir siyasetçi “Türk milletinin gönderdiği mesajı AKP odacısından genel başkanına kadar tastamam almıştır!” derdi. Bir ağrıdan kıvranır gibi kıvranmazdı.
Maalesef yerel seçim imtihanından istediğimiz, umduğumuz neticeyi alamadık.
-Böyle bir cümle kurmak için gerçek ötesinde uçar olmak gerekir. Eline bir taş alıp apaydınlık bir vitrine fırlatmışsın, vitrinin camı kırılınca şaşırıp kalmışsın sanki... Demek ki sen de Türk milletini Osmanlı gibi “etrak-ı biidrak” sanmaktasın. Dini afyon olarak kullansan da insan bilinci ebediyyen kapalı kalmaz, su gibi o da akacak bir delik bulur. Adamı aç ve çıplak bırakacaksın; güvenliksiz ve adaletsiz sefil bırakacaksın ve hâlâ sadakat bekleyeceksin! Pes doğrusu!
Son iki aylık dönemde 52 farklı şehrimizi ziyaret ettim, halkımla bütünleştim, kucaklaştım. Netice böyle oldu, her olanda bir hayır vardır.
-“Halkım” ne demek?! Halk kimsenin değildir. Özgürdür, öyle olmalıdır. Demek ki önce kucaklaşıp sonra bütünleşmemişsin. “Netice böyle oldu” ise bunda sizin için tepsi üzerinde Arapça değil Türkçe bir “Haayır” vardır ki Arapça “La” denir.
Sayın Devlet Bahçeli ve tüm MHP’li kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. İttifakımıza desteğini beyan eden diğer partilere de minnetlerimi ifade ediyorum.
-Bu sözlere karışmamız fazla yüz göz olmamızı gerektirir ki gerekmez. Bir sokak röportajı yapan televizyon muhabiri adamın birine, “Mutlu musunuz” diye sormuş. Adam “Hayır Silifkeliyim” diye cevap vermiş gibi...
Partimizin organlarında mahalli idareler seçimlerinin neticelerini açık yüreklilikle değerlendireceğiz, özeleştirimizi cesaretle yapacağız.
-Sizin parti “ortak akıl”la yönetiliyor. O akıl da sizin aklınız. Cesaretle yapacağınız özeleştiriyi de öğrenmek isteriz.
Her zaman demokrasinin, sandığın tarafında yer aldık. Bugün de aynı sorumluluk duygusuyla hareket ediyor, milletin iradesinin üzerinde güç tanımıyoruz.
-Karatepeli olsaydım, “O gadder de aptal sanma emmini!” derdim.
Milletin sandıkta verdiği mesajları en isabetli, en objektif şekilde akıl ve vicdan terazimizde tartarak gerekli adımları mutlaka atacağız.
-Yani Başyücelik’ten istifa edip “ucube sistem”e son vereceksiniz (mi)?
Milletimizin farklı tasarrufta bulunduğu yerlerde de güveni yeniden inşa edecek, çok daha güçlü bir şekilde gönülleri fethetmenin yollarını arayacağız.
Çok kolay! “Çok adam”ın kuvvetler ayrılığı rejimine dönün ve hemen istifa edin. Olmazsa önce istifa edin, kalanlar kuvvetler ayrılığı demokrasisine dönerler... Bu vesile ile teşekkür ederim!
/././
Tek başına cinsiyet bir siyasetçiyi tanımlamaz(Zülal Kalkandelen)
Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve aday olma hakkını veren 3 Nisan 1930 tarihli Belediye Kanunu’nun yıldönümü bu yıl daha coşkulu bir şekilde kutlandı.
Cumhuriyet Devrimi sayesinde önü açılan kadınlar, 1930 belediye seçimlerinde ilk kez kullandıkları bu hakkın 94. yıldönümünde, belirgin bir atak yaptı. 31 Mart yerel seçimlerinde 11 il ile 61 ilçede kadın adaylar belediye başkanı seçildi. Bu elbette iyi bir gelişme ancak siyasi değerlendirmeleri yalnızca cinsiyet üzerine oturtarak yapmak yanıltıcı sonuçlar veriyor.
Seçimden sonra medyada göze çarpan bazı haberlerde seçilen kadın başkanları bir arada gösteren görseller kullanıldı. Kimisi kadın haklarında büyük bir gerilemeye yol açan iktidarın bir üyesi kimisi Cumhuriyet Devrimi’ni ağzına bile almayan bir partinin temsilcisi olsa da hepsi sadece kadın oldukları için aynı tarafta gibi algılandı. Bir zamanlar Tansu Çiller başbakan oldu diye, Meral Akşener içişleri bakanı oldu diye sevinenler geldi aklıma.
TÜRKİYE'NİN KADIN BAŞKANLARI
Faşist bir iktidara destek veren bir siyasetçinin kadın olması, onun bir seçimde desteklenmesini gerektirir mi?
Laik Cumhuriyetin kazanımlarıyla kavgalı, Said Nursi’yi ya da Şeyh Sait’i önder olarak gören gerici ya da etnikçi bir siyasi görüşün savunucusu bir kadın adayın kazanması olumlu mudur?
Benim yanıtım her iki soru için de hayır.
Kadınların siyasi haklarını kazanması kuşkusuz bir devrimdi ve siyasette kadınların olması toplumsal eşitlik açısından çok önemli. Ancak sırtını tarikatlara dayamış, rant peşinde koşan, yönettiği belediyede hayvanlara zulmeden bir kadın siyasetçinin kazanmasına da sadece cinsiyeti nedeniyle sevinemem, bunu olumlamam.
“Türkiye’nin kadın başkanları” başlığıyla hazırlanan haberlerde ne yazık ki tek odak noktasının cinsiyet olması yüzünden bu durum ortaya çıktı.
SINIF MÜCADELESİNİ GÖSTEREN KİMLİK SİYASETİ
Küreselleşme ve neoliberalizm rüzgârlarının yakıp yıktığı dünyada, yıllardır kimlik siyaseti planlı bir şekilde, sınıf mücadelesini geriletmek amacıyla köpürtülüyor.
Bir tarafta emekçilerin temsilcisi bir partinin erkek adayı varken karşısında sermaye kesiminin temsilcisi bir partinin kadın adayı yarışıyorsa seçmenler cinsiyete göre mi karar vermeli? Elbette ki hayır.
Bir siyasi parti içinde aynı görüşü savunanlar arasında kadınların yolunun açılması ayrı; farklı siyasi görüşleri temsil eden partiler arasındaki mücadele için yapılacak değerlendirme ayrı.
Bu noktanın önemini kavrayamadığınız sürece bir de bakarsınız kendinizi TİP milletvekili Sera Kadıgil gibi icabında Ülkücü icabında gerici olan Meral Akşener’i savunurken bulur ve şu sözleri söylersiniz:
“Ataerkilin iliklerine kadar işlediği Ülkücü camiada bir kadın lider olarak sivrilmesi ve kadın konularında hiç geri basmaması bence kıymetli. Benim için bir kız kardeşlik mefhumu vardır. Çok darda kalmadıkça AKP’li kadın milletvekillerine bile ağzımı açıp cümle kurmam.”
Oysa yapılacak doğru değerlendirmenin odak noktası “kız kardeşliği” değil, sınıf kardeşliğidir. O nedenle de karşınızda faşist, gerici, dinci, emek karşıtı, laik Cumhuriyetle kavgalı kadınlar olduğunda da ağzınızı açmanız gerekir.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder