Seçim sonuçları üzerine(Rıfat Okçabol)
14/28 Mayıs 2023 seçimlerini kaybeden muhalefetin yaşadıkları anımsandığında, 2024 seçimlerini kaybeden AKP’de neler olacağı merak ediliyor!
Seçmen sayısı, 2019 yerel seçimlerine göre 2024’de 4,3 milyon artmış. Buna karşın iki seçimde de oy kullananların sayısı 48 milyonlarda kalmış. 2019 seçiminde 8,7 milyon seçmen (seçmenlerin yüzde 15,3’ü) oy kullanmamışken, son seçimde oy kullanmayanlar 13,2 milyona (yüzde 21,6) çıkmış.
Son seçimde AKP’nin oyu 4,2 milyon, MHP’nin oyu 1,1 milyon, İYİ Parti'nin oyu 1,7 milyon, Saadet Partisi’nin oyu 0,7 milyon ve diğer partilerin oyları da 0,2 milyon kadar azalmış. Bu arada CHP’nin oyu 3,3 milyon ve DEM’in oyu 0,6 milyon artarken, ilk kez belediye seçimlerine giren YRP 2,8 milyon oy almış.
Sağ partilerin (AKP; MHP, İYİ ve Saadet partilerin) kaybettiği (4,2+1,1+1,7+0,2=) 7,7 oyun 2,8 milyonunun yine bir sağ partiye gittiği görülüyor. Bu durumda sağ partilere ait (7,7-2,8=) 4,9 milyon oy ile ilk kez oy kullanan 4,3 milyon oyun yani (4,9+4,3=) 9,2 milyon oyun ancak (3,3+0,6=) 3,9 milyonu sol partilere (CHP ve DEM) gittiği anlaşılıyor. Bu sayısal veriler, sağ partilere oy verenlerin bir bölümünün sandığa gitmeyerek ya da sol patilere oy vererek AKP’nin sağcı politikalarını destekleme konusunda şimdilik kararsız kaldıklarını ya da desteklemekten vaz geçtikleri anlamına geliyor.
Yine bu sayısal verilere göre, seçmen sayısındaki 4,3 milyonluk artışa karşın sağ partilerin 4,9 milyon oy kaybetmiş olması, laik ve demokratik sistem açısından sevindirici oluyor. AKP’nin kalesi sayılan pek çok il ve ilçenin muhalefete geçmesi de. Bu nedenle ülkenin batısında toplumda bir rahatlama ve ülkenin geleceği için umutların yeşerdiği görülüyor.
Yine bu sayısal verilere göre, seçmen sayısındaki 4,3 milyonluk artışa karşın sağ partilerin 4,9 milyon oy kaybetmiş olması, laik ve demokratik sistem açısından sevindirici oluyor. AKP’nin kalesi sayılan pek çok il ve ilçenin muhalefete geçmesi de. Bu nedenle ülkenin batısında toplumda bir rahatlama ve ülkenin geleceği için umutların yeşerdiği görülüyor.
Son beş yılda seçmen yaşına ulaşan 4,3 milyon gencin, ağırlıklı olarak hangi partiyi yeğlediği şu anda bilinmese de, beklendiği kadar sol partileri yeğlemedikleri görülüyor. Ülkenin içinde bulunduğu gerici ve piyasacı sorun ve koşullar göz önüne alındığında, sandığa gidilmemesinin ve de laik düzeni savunan partilere oy verilmemesinin nedenlerinin gerçekçi bir biçimde araştırılması gerekiyor. Bu noktada gençlerin, şeriatçı olmadıkları halde AKP’ye oy veren seçmenler gibi, AKP’nin gerici ve piyasacı uygulamalarına ve dolayısıyla ülkenin geleceğine pek aldırmadıklarını ya da gönül rahatlığıyla oylarını verecekleri parti bulamadıklarını söylemek de yanlış olmuyor.
Seçimle ilgili olarak anlaşılamayan ve/ya da ilginç durumlar da bulunuyor. Örneğin;
- Oyları ne yazık ki birkaç yüzbinlerde kalan sol partilerin, insanın ve doğanın sömürülmesine karşı ve toplumcu görüşlerini yaymak için, seçilmeyeceklerini bile bile seçimlere girmesi, anlamlı ve gerekli oluyor. Ancak, partisi ikinci ya da üçüncü kez aday göstermediği kişiler içinde partisinden ayrılıp (Sarıyer’de olduğu gibi) seçimlere bağımsız aday olarak girenleri anlamak kolay olmuyor. Gökten zembille inmişçesine bir partiye adaylık için başvuranlar içinde aday yapılmayınca seçimlere bağımsız aday olarak girenleri anlamak da mümkün olmuyor.
- YRP’nin Cumhur İttifakı dışında kalıp seçimlere girmesi, AKP’nin iller bazında bir tek Kütahya’yı ve Beykoz gibi birkaç ilçeyi kaybetmesine yol açmıştır. İstanbul dahil diğer illerle pek çok ilçede YRP’nin seçimlere girmesinin AKP’nin seçimi kaybetmesinde etkili olmadığı görülüyor.
- Bilindiği gibi Murat Kurum, 2018-2023 yılları arasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak görev yaptığı yıllarda yaşanan TOKİ inşaatları, 6 Şubat depremi, maden faciası gibi olaylarda sorumluluğu vardır. Bakanlık görevindeki başarısızlıkları yanında, Kanal İstanbul konusunda inandırıcı olamaması ve seçim konuşmaları sırasında kırdığı potlara karşın Murat Kurum’un İstanbul’da 3,4 milyon oy alması, insanı şaşırtıyor.
- AKP’nin bu seçimlerde 4,2 milyon oy kaybetmiş olsa da 16,3 milyon oy (oyların %35,49’unu) alması da şaşırtıcı oluyor. Enflasyonu, gericiliği, hukuk dışılığı, keyfiliği, milyonlarca insanın açlık sınırında yaşaması, … gibi konuları irdelemeyip hâlâ bir spor takımı tutar gibi AKP’ye her koşulda oy veren milyonların olması da insanı şaşırtıyor.
- TRT ve yandaş basının desteği ile Cumhurbaşkanının ve tüm bakanların il il dolaşarak AKP adaylarına destek verilmesine karşın AKP’nin seçimi kaybetmesi de sevindirici ve şaşırtıcı oluyor. Bir bakıma bu durum, AKP liderinin aday belirlemede ne denli yanlışlar yaptığını ve artık ülke nabzını tutamadığını gösteriyor.
- İllerde ve ilçelerde belediye başkanı olan kadın sayısının artması, pek çok insanı sevindiriyor. Buna karşın son derece ırkçı söylemleri olan bir kadının AKP adayını yenerek belediye başkanı olsa bile, insanı sevindirmiyor, şaşırtıyor.
- Seçimin hemen ertesi günü Van belediye başkanlığını alnının akıyla kazanan adayın mazbatasının verilememesi ve mazbatanın kayyım niteliğinde olan bir adaya verilmesine kalkışılması ise, hiç de şaşırtıcı olmuyor.
AKP’nin uzun bir süre Anayasa değişikliğinden söz etmeyeceği sanılıyor. Bu arada 14/28 Mayıs 2023 seçimlerini kaybeden muhalefetin yaşadıkları anımsandığında, 2024 seçimlerini kaybeden AKP’de neler olacağı merak ediliyor!
Olanlar, olacaklar(Mesut Odman)
Olanlar oldu zaten. Dolayısıyla, olanlara ilişkin yazacaklarımız, onlar arasından bir seçme yaparak görece önemsiz bulduklarımızı konu dışı bırakmak, daha önemli gördüklerimizi ise öne çıkarıp yorumlamaya ve anlamaya çalışmak olabilir.
Olacaklar dediğimizde ise, ister istemez, bir önceden görme ya da tahmin etme çabasına girilecek demektir. Böyle bir çabanın kantarın topuzunu kaçırma anlamına gelecek fantezilere dönüşmesini önlemenin yolu da olabildiğince nesnel verilere dayanmaktan geçer herhalde.
Seçim kampanyasının sönüklüğüne olup bitenler arasındaki önem sıralamasında önlerde yer vermek, yanlış olmaz sanıyorum. Sönüklük derken, seçmen kalabalıklarının partilerin toplantılarına ve öteki çalışmalarına katılma konusundaki isteksizliğini akılda bulunduruyorum. Bunu gözlemlerine ve sözlerine güvenilir siyasetçilerle aynı güvenilirliği hak eden sıradan yurttaşların izlenimlerine dayandırdığımı söyleyebilirim. Seçmen yığınlarındaki ilgisizliğin ya da ilgi düşüklüğünün nedenlerini ise ikiye indirgeyebiliriz. Birincisi, seçim sonuçlarının her günkü yaşamlarının artık olağandışı boyutlara ulaşmış dayanılmazlığına bir çözüm getiremeyeceği umutsuzluğudur, denebilir. İkincisine gelince, ilkiyle de bağlantılı olarak, Türkiye seçmeni kimi zaman aralarındaki süre bir yılı bile bulmayan seçimlerden yorgun düşmüştür; bıkıp usanmıştır da diyebiliriz.
Bu dediğimizde bir gerçek payı varsa eğer, katılım oranının yüzde 78’in hemen üstünde gerçekleşmesine bakılarak seçmenin sandığa gitmediği sonucunun çıkarılmasını, iktidar partisindeki açık yenilginin ileriye dönük umutsuzluk yaratmasını önleme çabasına bağlamak mümkün görünüyor. Nitekim, o yorumları dile getiren iktidar çevreleri de küstürdüğümüz seçmeni ileride nasıl yeniden sandığa götürebiliriz sorusuna yanıt bulmaya çalışır görünüyorlar.
Oysa, özellikle gelişmiş denilen kapitalist demokrasilerde, seçimlere katılım oranlarının son onyıllar boyunca düşüş eğilimi gösterdiği, sık sık da “dip yapma” deyişini haklı çıkaran düzeylere indiği biliniyor. Bu durumda yüzde 78’i, bizdeki kapitalizmi bilmem de, demokrasimiz açısından bir gelişmişlik göstergesi, daha doğrusu gelişmişliğe doğru gidişin bir göstergesi saymak yanlış mı olur acaba? Neden olsun, biraz da eğlenmek ayıp değil ya!
Çeşitli koalisyonlarla yirmi yılı aşkın uzun bir süredir işi götürmeyi beceren iktidar partisinin bu kez seçimi kaybettiği, değme istatistik yalanlarını kıskandıran küçük ortak dışında, hemen hemen kimsenin itiraz etmediği bir sonuç olarak kabul gördü. Ancak, buradan “yalancı” da olsa bahara doğru giden bir yol bulunmaz. Olup bitenlerin ülkemizin bahar mevsimine girişine rastladığı belli olmasına bellidir de, bizim coğrafyamızda, baharın geldiğini sanıp erken açan çiçeklerin ani soğuk vurgunlarıyla kavrulup gittiğine hep tanık olmuşuzdur.
Olacaklara gelince…
Başlarken değinmiştik. Gerçeklikle ilgisi kopmuş fantezilere kapılmamak için olabildiğince nesnel verilere dayanarak konuşup yazma gereği var. Buna özen göstermekle birlikte, çaresi yok, öznel yanı ağır basan bir yaklaşımla elemeler yaparak olabileceklere, daha doğrusu, onların bazılarına değinebiliriz.
Bir kez, yaz başlarına doğru, oldukça geniş bir Irak operasyonunun tasarlandığı hatırlanacaktır; resmi ağızlardan açıklanmıştı. Bunun için adı geçen ülkeye hâlâ bakan olarak anılan bazı üst düzey görevliler gönderildi, oradaki merkezi hükümetle görüşmeler yapıldı. Ancak, 9 Mayıs’ta Biden’ın ev sahipliğinde bir Biden-Erdoğan görüşmesinin programlandığı da duyurulmuştu. Bu görüşmenin ve uzantılarının sözü edilen askeri operasyonların genişliği ile süresini, hatta yapılıp yapılmamasını etkileyici sonuçlar yaratması şaşırtıcı olmaz. Ayrıca, aynı görüşmenin, iktidarın başta Rusya olmak üzere dış ilişkilerinde şu ya da bu önemde birtakım değişikliklere yol açması da olasılık dışı değildir.
İktidarın, daha doğrudan bir anlatımla, Erdoğan’ın seçimden sonraki ilk saatlerden başlayarak dile getirdiği yeni durumun muhasebesini yapma çerçevesinde ortaya çıkabilecek gelişmeler, bugüne kadar alışılagelmiş olanlardan daha farklı, daha kapsamlı bir nitelik taşıyabilir. Burada kendi içine çekidüzen verme, bunun için cezalarla ödüllere başvurma ve benzeri adımların atılmasını, şiddeti de tamamlanma süresi de henüz yürütücüsünün zihninde belirginleşmemiş bir süreç olarak düşünmek doğru olur. Bu arada, bazı bakanların görevden alınmasını belli varsayımlarla anlayıp yorumlama eğilimleri yaygınlık kazanacaktır. Sözgelimi, bana sorulursa, eğer adalet işleriyle görevli kişi görevden alınırsa, bunda Van’daki belediye başkanı mazbatası skandalının da etkili olduğunu varsaymak, gerçekliğin büsbütün dışına düşme anlamını taşımayacaktır.
Şöyle bir olasılık da hiçbir biçimde akla getirilmemesi gerekenler arasında yer almıyor: Erdoğan’ın biraz can sıkıcı olmaya başlayan, bundan sonra da bu yanı ağırlık kazanabilecek olan küçük ortaktan kurtulmayı hiç düşünmediğini sanmak saflık olur. Küçük ortaktan kurtulurken kaybedilecek parlamento içi desteğin başka yerlerden sağlanması imkânsız görünmüyor. Üç potansiyel kaynaktan söz edilebilir: Parçalanma ve dağılma eğilimleri gösteren Akşener partisi, bunlardan biridir. Geçen yılki seçimlere gidilirken bazı çok bilmiş siyasetbilimcilerin ne müthiş politik mimari diye göklere çıkardıkları Kılıçdaroğlu patentli “altılı masa”nın armağanları olarak parlamentoya taşınmış milletvekilleri, bir başka potansiyel kaynaktır. Nihayet, ilk bakışta biraz fantezi gibi görünse bile, küçük ortağın kendisi de uygun koşullar oluştuğunda potansiyel kaynakların üçüncüsüdür. Bu üç kaynaktan yapılacak transferler, her ne kadar Bahçeli’nin demir disiplini altındakiler kadar güvenilir olmasa da, sayı bakımından daha geniş bir toplam oluşturmaktadır. Üstelik Erdoğan artık deneyimli bir politikacıdır ve politikanın hiç risk almadan yapılamayacağını öğrenmiş olsa gerektir. Hele yeni kuşaklarda bulunmasını özlediği ve kendisinin de bir özelliği olduğu rivayet edilen kindarlıktan uzaklaşmayı başarabilirse, kazandığı deneyimden daha etken biçimde yararlanması işten bile olmaz.
Biri iktidar partilerinin hiç sözünü etmedikleri, öbürü çokça sözünü ettikleri iki olasılık daha var. İlki, erken genel seçim. Bunu Erdoğan’ın çok sinirlendiği durumlar dışında hiç ağzına almaması ve başkalarınca gündeme getirilirse polemikleri ikinci üçüncü sıralardaki sözcülerine bırakması beklenir; en azından uzunca bir süre boyunca. İkincisi olan yeni anayasa konusunu ise parlamento başkanı çoktandır dillendiriyor. En son birkaç gün önce 1921 anayasasının bir tür model alınarak muhalefetle görüşülebileceğinden söz etmişti. Çarşamba akşamı bir televizyon programına katılan önde gelen DEM Parti yetkililerinden birinin, bunun sorulması üzerine, 1921 tarihli o metinde devlet dininin belirlenmesine, dolayısıyla laikliğin anayasada yer almayışına, cumhuriyetinse zaten gündemde olmayışına hiç değinmeden parlamento başkanının önerisinin görüşülebilir olduğunu belirtmesi dikkat çekiciydi.
Daha fazla uzatmadan bağlamak gerekirse, her iki konu da, anayasa konusu biraz daha öne çekilmekle birlikte, yukarıda bazı ayrıntılarına değindiğimiz parlamento içi hareketliliklerle etkileşim içinde biçimlenmeye aday görünüyor.
Olabilecekler konusunda seçici bir yaklaşımla bütün bu söylenenler, birtakım olasılıkların serbestçe dile getirilmesinden öteye gitmiyor; bazıları gerçekleşebilir, bazıları bilmiş bilmiş yorum yapanları şapa oturtabilir. Oysa, gelişmişiyle geri kalmışıyla ömrü uzadıkça zulmü artan her türlü kapitalist düzenin emekçi sınıflara sundukları içinde iki sözcüğün, işsizlik ve pahalılığın, bir gün elbet paramparça edilecek kader olarak durduğu kesinlik taşıyor. İsteyen, şu son satırları okuyunca, yazıyı “Hey gidi Doktor hey!” diyerek de bitirebilir.
Bahar kavga müjdeliyor(Yiğit Günay)
Yeni bir “yetmez ama evet”çilikle karşı karşıyayız. Solun geniş kesimleri, “baharı müjdeleyen” bu durum karşısında “yetmez ama evet” diyor.Bu bir işaret fişeği yazısı.
Bir kez daha, yıllara yayılacak bir ideolojik mücadelenin arifesindeyiz. Konumumuzu imliyoruz.
Bir kez daha.
Devrimciler yurtseverdir dedik, bir süre küfür yedik, aldırmadık.
Avrupa Birliği’ne karşıyız dedik, bir süre küfür yedik, aldırmadık.
Ergenekon sürecinin “vesayet rejimini bitirdiği” falan yok dedik, aynısı yaşandı.
Arap Baharı, aynısı…
Her seferinde ısrar ettik, sonunda çok kişiyi ikna ettik.
* * *
Bu kez, yeni bir “yetmez ama evet”çilikle karşı karşıyayız.
Türkiye sermayesi, Erdoğan sonrasına dair hazırlık için büyük bir operasyon yürütüyor. Merkezinde ANAP’lı, Koç Holding prensi İmamoğlu figürü var. İlk büyük kazanım, 31 Mart’ta sağlandı. Halkın haklı bıkkınlığı, devrimci bir alternatifin dolduramadığı boşlukta, siyaseten AKP’den farkının ne olduğu pek belirsiz bir çizginin zaferine yol açtı.
Solun geniş kesimleri, “baharı müjdeleyen” bu durum karşısında “yetmez ama evet” diyor.
* * *
Hayri Kozanoğlu, BirGün’deki köşesinde yayımlanan yazısına “Bahar gelmiş memleketime” başlığı atıyor.
Kozanoğlu, çok sevindiği sonuçlardan dolayı CHP’yi tebrik işini öyle abartıyor ki, işi CHP’nin tüm geçmiş belediyelerini aklamaya kadar vardırıyor: “Tüm eksikliklerine, yer yer piyasacı uygulamalarına karşın CHP’li yerel yönetimlerin başarılı olduğunu, ekonomik sıkıntılar karşısında sınırlı ‘sosyal belediyecilik’ uygulamalarının seçmen üzerinde olumlu etki yaptığını, 5 yıl boyunca önemli bir yolsuzluk-usulsüzlük dosyasıyla karşılaşılmamasının da bu parlak sonucu verdiğini söyleyebiliriz.”
Beş yıl boyunca önemli bir yolsuzluk-usulsüzlük dosyasıyla karşılaşılmaması mı?
Bilecik Belediye Başkanı Semih Şahin rüşvet operasyonundan sonra partiden ihraç edildi. Cengiz Holding’in Karşıyaka’daki adamı Cemil Tugay “sobelenmedi”, ihraç yerine İzmir’le mükafatlandırıldı. Aydın’da Özlem Çerçioğlu öyle bir rant düzeni kurdu ki, aynı ilin merkez ilçesi Efeler’in CHP’li Başkanı “Ben onların neler çaldığını biliyorum, asfalt ihalesinde 32 milyon yolsuzluk yaptılar” demek zorunda kaldı. Kuşadası’nda küçük bir mafya düzeni hüküm sürüyor. Battal İlgezdi’yi bir sorun Ataşehirlilere? Veya yardımcısı dahil sekiz yakını rüşvet operasyonunda tutuklanan Hasan Akgün’ü Büyükçekmecelilere?
Bu nasıl bir bahar havasıdır ki bunca baş döndürüyor?
Zamanlama da öyle talihsiz ki! Yazının yayımlandığı gün öğle saatlerinde, Gayrettepe’de bir gece kulübünün içinde 29 kişi hayatını kaybetti. Gece kulübü dediğimiz, bir kent madeni. Göğe yükselen binaların yeraltına uzanan bodrumlarında, çıkışsız, soluksuz, karanlık, fütursuz, ama tıpkı bir maden gibi “para basan” bir işçi mezarlığı.
Fütursuz, ama ruhsatlı. CHP’li Beşiktaş Belediyesi’nden ruhsatlı.
* * *
Kozanoğlu, ötesini de söylüyor. “Şimdi CHP halkın önüne hem demokratikleşme, hem de ekonomi konularında somut çözüm önerileri, kapsamlı bir programla çıkmalı” diyor.
Kendisi SOL Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi. Bir partinin yöneticisi, bir diğer partiye politik danışmanlık işlevine niye gönüllü olur, madem oldu niye o partiye geçmez, bilemiyorum. Daha doğrusu anlamıyorum. Biliyorum çünkü, Kozanoğlu devamında açıklıyor. “Sol, sosyalist partiler de ülkede esen bu sol rüzgardan nasibini almalı, topluma emekten yana kamucu çözümler sunmalı, laiklik konusundaki duyarlılıklarını sürdürerek CHP’yi de bu eksene çekmenin çabasını sergilemeli” diyor.
Bir ANAP’lıyla bir MHP’linin vitrinine oturduğu, sonuna kadar piyasacı, batıcı, NATO’cu, üyelerinin “solcu” sloganlarını bizzat parti liderinin panikle bastırdığı, merkez sağa oturmuş bir partiyi sola çekme hülyasına kapılıyor.
Anlamaya çalışıyorum. “Stepne olmak” diye anlıyorum.
* * *
Bazıları bu sermaye projesinin bizzat parçası olduklarını açıkladılar zaten. Yolları açık olsun.
Yakındakiler, göze batıyor. Yalancı bahar havası çok kişiyi çarpıyor.
İbrahim Varlı BirGün’de “31 Mart'ta ortaya çıkan umudun bir süre sonra sönümlenmemesi için yeni zaferlerle taçlandırılması gerekiyor. Burada da bir kez daha toplumsal muhalefete büyük görevler düşüyor. Denetleme, dengeleme ve yol göstermek için tetikte olunmalı” diyor. Devrimcilere ne zamandan beri düzen güçleri arasında denge ve denetim rolü düşüyor?
Turgay Olcayto Evrensel’de “İttifaklara girmeden, tabanına güvenerek yola çıkan Cumhuriyet Halk Partisi ise ilk kez sosyal demokratlığını hatırladı. Artık bundan sonra top Cumhuriyet Halk Partisinin ve öteki emek partilerinin belediyecilikte gösterecekleri başarıya bağlıdır” yazıyor. Emin olamıyorum, dönüp tekrar okuyorum. CHP ne zamandan beri “emek partisi” sayılıyor?
* * *
Bir kez daha yıllara yayılacak bir ideolojik mücadelenin arifesindeyiz.
Bir yerden başlayacağız.
Kabullenmek iyi bir seçenek sanıyorum. “Yetmez ama evet” ismini, o pozisyonu savunanlar kendi kendilerine vermişti. Tutarlıydılar.
Şimdi de, madem CHP’ye “yetmez ama evetçilik” yapılacak, bir daha sırf başkalarını eleştirmek için “Onların meclis üyesi aday listesinde eski CHP’liler var” demekten ar etmekle başlanabilir diye öneriyorum.
/././
Phaselis’te yapılaşmaya izin veren kurul kararları iptal edildi(Yusuf Yavuz)
Phaselis’teki yapılaşmayı uygun bulan kurulun iki ayrı kararı mahkeme tarafından iptal edildi. Böylelikle Bakanlığın Phaselis’teki projesine karşı açılan tüm davalarda iptal kararı verilmiş oldu.Antalya’nın Kemer ilçesindeki Phaselis antik kentinin 1. Derece arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınan koylarında yapılmak istenen iki ayrı halk plajı projesine onay veren Koruma Kurulu kararları Mahkeme tarafından iptal edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Şubat 2023’te başlattığı proje, koruma alanı içerisindeki Alacasu ve Bostanlık koylarında büyük bir yapılaşmayı içeriyordu. Mimarlar Odası ve Peyzaj Mimarları Odası’nın yanı sıra bölgede yaşayan vatandaşların açtığı davalarda iptal kararı çıktı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tepkilere karşın devam eden projesi, Phaselis antik kentinin doğal ve kültürel mirası için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Geçtiğimiz yıl alınan yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen inşaatı sürdüren yüklenici firma, her iki koyda da yapılaşmaya gitti. Davacıların yargı kararına rağmen süren çalışmalara itiraz etmeleri üzerine silahlı askerlerin denetiminde sürdürülen inşaat çalışmaları kamuoyunun tepkisine neden olmuştu.
Arkeolojik sit alanı ve Milli Park'ta yapılaşmaya gidildi
Yaklaşık 2700 yıllık geçmişe sahip olan Phaselis antik kentinin 1. Derece arkeolojik sit alanı vasfındaki Alacasu ve Bostanlık koylarında uygulamaya konulan ‘Phaselis Antik Kenti Ören Yeri ve Bütünleyici Kıyı Alanı Çevre Düzenlemesi’ projesi kapsamında Alacasu Koyunda bazı binalar inşa edilmiş, Bostanlık Koyunda ise çalışmalar yarım kalmıştı.
Mahkeme davacıları haklı buldu, kurul kararını iptal etti
Aynı zamanda Beydağları Sahil Milli Parkı sınırları içerisinde bulunan antik kentin koylarını yapılaşmaya açan projeye ve bu projeye altlık oluşturan Koruma Bölge Kurulu kararına karşı dava açıldı. Mimarlar Odası ile 15 vatandaşın açtığı davayı gören Antalya 3. İdare Mahkemesi, davacıları haklı bularak Kurul kararlarını iptal etti.
‘İlke kararlarına, kamu yararına ve hukuka aykırı’
Mimarlar Odası ile 15 vatandaşın açtığı davayla ilgili 24 Mart 2023 tarihinde alınan iptal kararında, projelerin uygulanması halinde biyoçeşitliliğe ve doğaya negatif etkilerinin olacağı belirtilerek şöyle denildi: “Bu bakımdan, uyuşmazlığa konu Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 13/10/2022 tarihli 14634 sayılı, 26/10/2022 tarihli 14708 sayılı ve 15/11/2022 tarihli 14780 sayılı karar ile uygun bulunan Phaselis Antik Kenti I. Derece Arkeolojik Sit Alanı'nda yer alan Alacasu (Cennet) ve Bostanlık koyuna yönelik hazırlanan Phaselis Antik Kenti Ören Yeri ve Bütünleyici Kıyı Alanı Çevre Düzenlemesine ait yapımı planlanan uygulamalara ilişkin vaziyet planı ve projelerin mevzuat hükümlerine, ilke kararlarına, kamu yararına ve hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmaktadır.”
‘Davacıların iddiaları mahkemece doğrulandı’
İptal kararını değerlendiren davanın avukatlarından Tuncay Koç, projeyle ilgili ihalenin de daha önce iptal edildiğini vurgulayarak şunları dile getirdi: “Phaselis Antik Kenti I. Derece Arkeolojik Sit Alanı'nda yer alan Alacasu (Cennet) ve Bostanlık koyuna yönelik Kültür ve Turizm bakanlığı 1,5 yıl önce bir günü birlik alan projesi yapmıştı. Geçen yıl Ocak ayında ihalesi ve 6 Şubat depreminden sonra yer teslimi yapılan projeye karşı, Peyzaj Mimarları Odası, Mimarlar Odası Antalya Şubesi ile Tekirova'da yaşayan 14 yurttaş davalar açmıştı. Geçen hafta Antalya 3. İdare mahkemesi projelerin dayanağa olan Kültür Varlıkları Koruma Kurulu Kararlarını iptal etti. Kararda izin verilen projenin Milli Parklar kanununa, Kıyı kanununa ve 2863 sayılı kanuna aykırı olduğu vurgulandı. Böylece davacıların iddiaları mahkemece de doğrulandı. Ayrıca Ankara 11. İdare mahkemesi de projenin ihalesini başka bir davada iptal etti.”
Bakanlığın projesi koruyuculuktan uzaktı
Antik kenti de kapsayan I. Derece Arkeolojik Sit Alanı ve milli park alanına sıradan bir plaj gibi davranmanın hem hukuksuz hem de arkeoloji ve ekosistem açısından yaratacağı zararların bilirkişilerin tespiti ve mahkeme kararlarıyla ortaya konduğunu vurgulayan Koç, “Bakanlık, yürütmeyi durdurma kararına rağmen alanda yasa dışı faaliyetine devam etti. Bu kıyı yağmasından vazgeçilmeli. Çevreyi ve tarihi koruyucu bir anlayışla turizmi sürdürmeliyiz. Bakanlığın bu projesinde hiç biri yoktu” dedi.
Avukat Tuncay Koç, Phaselis davasıyla ilgili sürece başından bu yana destek veren Antalya Ekoloji Ağı ve Phaselis'e Dokunma Hareketi’ne özel teşekkürlerini iletti.
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder