Atı alan Van’ı geçemedi(Barış Terkoğlu)
Ne garip… Güçsüze kalkan olması gerek hukuk, hırsızın eline eldiven, katilin eline bıçak oluyor.
Kanunları anlamak zor ama niyetlerini anlamak kolay. Şöyle anlatalım…
HDP eski Milletvekili Abdullah Zeydan, 4 Kasım 2016’da tutuklandı. 6 Ocak 2022’de ise tahliye edildi. Yani tam 5 yıl 2 ay 2 gün hapis yattı. Peki bu süreçte ne oldu? Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Zeydan’a “örgüte yardım”dan 5 yıl, “örgüt propagandası yapmak”tan 3 yıl bir ay 15 gün, yani toplamda 8 yıl bir ay 15 gün hapis cezası verdi. Yargıtay, 26 Mayıs 2021’de propaganda cezasını onadı, yardım cezasını bozdu. Haliyle Zeydan’ın kesinleşmiş cezası 3 yıl bir ay 15 gün oldu. Zeydan, "zaten cezamı 2019 Aralık’ında doldurmuşum, fazladan da 3 buçuk sene geçmiş" diyerek, 27 Mart 2023’te yargılandığı mahkemeye başvurdu. Seçme ve seçilme hakkının verilmesini istedi. Mahkeme de 4 Nisan 2023’te "haklısın" diyerek bu hakkı verdi. İtiraz gelmedi. Karar kesinleşti. Zeydan, bu kesinleşmiş mahkeme kararıyla aday oldu. YSK adaylığını onadı. Adı pusulaya basıldı.
Savcılık bir yıl boyunca olanlara itiraz etmedi. Derken, seçime iki gün kala, Cuma günü olan oldu. Adalet Bakanlığı savcılığa, savcılık mahkemeye yazı yazdı. Bir yıl önceki kararını değiştirmesini istedi. Zeydan’ın yediği cezanın dolduğu 2019 yılının değil, Yargıtay’ın karar verdiği 2022 yılının esas alınmasını, böylece 2025’e kadar Zeydan’ın "aday olamaz" sayılmasını istedi. Mahkeme bir yıl önce kendi verdiği kararı bozdu. Vanlılar gidip Zeydan’a oy verirken bunlardan habersizdi. Seçimden sonra karar tebliğ edildi. Seçim Kurulu, Zeydan’a "seçimi kazandın ama sen başkan olamazsın" dedi. AKP’li adaya mazbatayı verecekti ki... YSK dün akşam bu gidişe “dur” dedi.
Ortada bir gerçek var ki, birileri mahkemeyi tam anlamıyla seçmene kumpas kurmak için kullandı.
Peki Zeydan, DEM Partili değil de AKP ya da MHP’li olsa ne olacaktı? Cevabını vereyim.
HEM MEMUR HEM ADAY
Adana’nın Kozan ilçesinde Cumhur İttifakı’nın adayı MHP’li Mustafa Atlı’ydı. Seçim, beklendiği gibi, MHP ile CHP arasında geçti. MHP yüzde 28 alırken, CHP yüzde 25’te kaldı.
Sonuç pek olağan değildi. Bakmayın siz muhalefetin "her sandıkta varız" demesine. Kozan’daki 338 sandıktan en az 150’sinde muhalefetin temsilcisi yoktu. Kırsaldaki bu sandıklardan çıkan sonuçlar açıkça tutarsızdı. Atlı, bu oylarla seçimi kazanmıştı.
CHP, bunların da aralarında olduğu 296 sandığa seçimden sonra itiraz etti. Ama konumuz bu değil.
Mustafa Atlı, yakın zamana kadar, devlet bankası olan Halkbank’ta çalışıyordu. Bankada sıradan bir personel değil, bölge müdürlüğü yapıyordu.
Diyeceksiniz ki ne var…
Seçim, seçim gibi olsun diye bazı yasalar var. Devletin gücünü kullanan memurlar, yargı mensupları, askerler vs. süreç başlamadan istifa etmek zorunda. Sebebi de basit: Hem devlet partiler arasında tarafsız olsun, hem de adaylar ellerindeki devlet gücünü seçilmek için kullanmasın.
Seçim Kanunu’nun “Adaylık için görevden çekilmesi gerekenler” maddesinde şu yazıyor: “Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, YÖK, RTÜK üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, aday olmak isteyen belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, aday olmak isteyen siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar…”
Nitekim YSK, bu yasaya dayanarak, seçime girecekler için 1 Aralık’a kadar istifa duyurusu yaptı. Ancak Mustafa Atlı, 31 Ocak’a kadar istifa etmedi. Halkbank’ta görev yapmaya devam etti.
GEÇTİ GİTTİ KARARI
Dahası…
Mustafa Atlı’nın propaganda videolarını izliyorum. Halka konuşuyor. Bankada esnafa kredi limitinin kalmadığını, aynı gün yarım saat içinde Kozan esnafı için 3 milyon kredi çıkardığını anlatıyor. Yani görevini siyasi propaganda için kullanıyor.
CHP, seçimden sonra, "zamanında memuriyetten ayrılmamış, adaylığı geçersiz, mazbatasını vermeyin" itirazı yaptı.
Mustafa Atlı, önce "bu yasa beni kapsamaz, ben yönetim kurulu üyesi değilim, bölge koordinatörüyüm" dedi. Ancak bir de memuriyet statüsünde olduğunun belgesi çıkınca kaçacak yeri kalmadı.
Diyeceksiniz ki peki Seçim Kurulu ne karar verdi?
İşte o karar önümde duruyor. 2’ye karşı 5 oyla alınan kararda aynen şu yazıyor:
"Kozan MHP Belediye Başkan Adayı Mustafa Atlı hakkında itiraza konu istifa durumu adaylık sürecinde itiraza tabi olup, adaylık itiraz edilmeksizin kesinleştiğinden ve seçilme yeterliliğine ilişkin bir husus olmadığından itirazın reddine…"
Yani Seçim Kurulu dedi ki, "haklı olabilirsiniz ama adaylığı kesinleşmeden itiraz edecektiniz, seçildikten sonra ben karışamam". Üstelik YSK’nın kimse itiraz etmeden basit bir çalışmayla görebileceği bu aykırılığı aday MHP’li olunca es geçtiğini anlamış olduk.
Böylece bir tarafı; hukuku zorlayarak, son dakika yol bularak, bir yıl önceki kesinleşmiş kararı değiştirerek engelleyen kurullar, öbür taraftaki usulsüzlüğe göz yumuyor. Mesele DEM ya da MHP’nin görüşü değil. Mesele adaletsizliğin sıradanlaşması, hukukun siyasete paspas edilmesi, normun kaybolup anormalin yayılması. Kuşkusuz tepkiler sayesinde, dün, YSK, son dakika müdahalesiyle, atı alanı Van’da durdurdu.
Unutmayın, adaletsizlik önce herkesin olağan bulduğu sınırı geçer. Olur da alışırsanız bir bakarsınız sizin kapınızı çalmış…
/././
CHP umudu canlandırdı (Ergin Yıldızoğlu)
CHP’nin yerel seçimlerde “yüzde 25’lik tavanı tuzla buz” ederek birinci parti konumuna yükselmesi “süreç olarak faşizmi” durdurma umudunu canlandırdı.
MOMENTUM ÇOK ÖNEMLİ
CHP’nin, canlandırdığı umudu yaşatması, daha da güçlendirmesi gerekiyor. Mao’nun deyimiyle: Devrimci süreç “bisiklet gibidir durursak düşeriz!”
Durmadan devam edebilmek için, CHP rejime yönelik eleştirileriyle, kampanya enerjisiyle, aldığı oy ile yarattığı momentumu mutlaka korumalı, “dört yıl seçim yok zaferin tadını çıkaralım” rehavetine kapılmamalıdır. Balkon konuşmasına bakılırsa Erdoğan, yumuşak, kapsayıcı tarzla, “Dört yıl seçimler yok” derken o momentumu kırmayı amaçlıyordu. Ancak ertesi gün AKP’nin kaybettiği kimi belediyelerde “çamura yatmaya” başlaması akla “Doğasında var” öyküsünü getiriyor. Erdoğan, “ılımlı konuşarak sopa sallama taktiği” ile momentumu kırabilirse yeni anayasa, ardından da seçimler gündeme gelecektir.
İkincisi, uluslararası medyadaki ana akım yazarlar yorumlarında ekonomik krizi özellikle öne çıkarıyorlar, siyasal İslamın rejiminin, ülkeyi dini temelde şekillendirme çabaları karşısında yükselen tepkiler görmezden geliyorlar. Batı’da egemen oryantalist damar, Türkiye’yi cumhuriyetçi-laik kimliğinden sıyrılmış, “Müslüman/dinci bir Ortadoğu ülkesi” olarak görmek istediğinden (Huntington, Fuller etc.,) o yorumları anlamak kolay. Ancak sol kesimde egemen olan eğilimi anlamak zor. Bu eğilim emekçi sınıfların insanını, kültürel (ideolojik, ahlaki vb.,) kaygılarla değil de salt ekonomik (beslenme, barınma gibi) dürtülerle tepki veren, biyolojik varlığına indirgiyor. İşçiler, emekçiler, açlık-yoksulluk kaygılarını anlamlandıran öznelliklerden (kültürü, ideolojisi ve ahlaki kaygılar) yoksun mudur ki salt biyolojik dürtüleriyle karar verirler? Kültürel, ideolojik ve ahlaki kaygılarla karar vermek yalnızca “sosyalistlere” özgün bir ayrıcalık mıdır? Şunu anımsamak da yararlı olabilir: “İnsanların bilincini” ekonomik varlığı değil, kültürü, kültür içinde yaşanan ekonomiyi de içeren, “toplumsal varlığı belirler.”
CHP’nin aldığı oyda ekonomik sıkıntıların (2023’te de ekonomik kriz vardı) yanı sıra kültürel alanda giderek yoğunlaşan kaygılargerginlikler de etkili oldu. Daha doğrusu kriz derinleşirken kültür savaşları daha da yoğunlaştı: Cumhuriyete, kurucularına, laikliğe saldırılar, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan ortaçağ kafası, tarikatçı tiplerinin günlük yaşama müdahale çabaları, Cumhuriyetin insanının ahlak anlayışı içinde anlaşılması, kabullenilmesi olanaksız açıklamaları, eğitim sistemini dincileştirme çabaları, şeriat çağrılarıyla yapılan yürüyüşler, yargıdaki kriz, Cumhuriyetin “vatandaş” hakkı yerine, biteviye “kul hakkı” gevezelikleri...
Bu kaygıları-gerginlikleri görmezden mi gelelim? Aslında siyasal İslamın hegemonyasını, hatta rejimin geleceğini, bu kaygılar-gerginliklerden kaynaklanan tepkiler tehdit etmiyor mu? Erdoğan’ın biteviye “kültürel egemenlikten” söz etmesi boşuna mı?
'KALKAN' KIRILDI
AKP bugüne kadar her seçime hile hurda karıştırdı. Çünkü siyasal İslam toplumda azınlığı temsil ediyor. Bu nedenle, AKP kendi projesini, değerlerini topluma dayatırken tepkiler karşısında hep “milli değerlerimiz” kalkanının arkasına sığındı. Ne yazık ki CHP de mart yerel seçimlerine kadar bu oyuna ortak oldu.
Şimdi AKP ikinci parti konumuna düştü; bu kez seçim sonuçlarıyla oynamaya çalışıyor. Ancak AKP’nin toplumsal desteğinin gerçek çapı açığa çıktı, o “kalkan” kırıldı. Bundan sonra CHP, bunu her fırsatta halka anlatmalı, “milli değerler” gevezeliğinin siyasal İslamın ideolojisini koruyan bir “kalkan” olduğunu biteviye vurgulamalıdır.
Yukarıdaki iki koşul gerçekleşirken iki koşul daha gündem gelecektir. Birincisi CHP, krizin yükünü halkın sırtına yıkılmasını önleyecek bir ekonomik, sosyal programı hemen geliştirmelidir. İkincisi CHP, siyasal İslamın toplum içinde yayılmaya devam eden ideolojik hegemonyasına, bunu inşa eden “ideolojik aygıtlarına” karşı mücadele etmeye, haklar ve özgürlükler alanında kaybolanları geri alamaya kararlı olduğunu kanıtlamalıdır; Van’da aldığı tutum umut veriyor. Momentum kırılırsa çok daha geri bir noktaya düşüleceğini de unutmamak gerekiyor.
/././
Tabanın Erdoğan’a İsrail tepkisi (Mehmet Ali Güller)
Erdoğan 31 Mart seçiminden iki gün önce İstanbul Sancaktepe’deki mitingde halka şöyle sesleniyordu: “İnsanımızın Gazze hassasiyetini istismar etme peşinde koşan fırsatçıların, ahlaksız ve asılsız söylemlerine prim vermeyin.”
Ama halk Erdoğan’ı dinlemedi çünkü Erdoğan’ın iddia ettiği gibi Gazze eleştirileri “ahlaksız ve asılsız” değildi, gerçekti. Bu nedenle de Gazze hassasiyeti taşıyan AKP tabanından YRP tabanına oy kaydı; Fatih Erbakan liderliğindeki YRP, CHP ve AKP’nin ardından üçüncü parti oldu.
Erdoğan, seçim sonrasında toplanan AKP MYK toplantısında Gazze’nin oy kaybına neden olduğunu kabul etti: “Gazze krizi gibi elimizden gelen her şeyi yaptığımız ve bedel ödediğimiz bir meselede dahi siyasi saldırıları savuşturmayı, kimi çevreleri ikna etmeyi maalesef başaramadık.”
ERDOĞAN'IN 'SÜREKLİ U DÖNÜŞLÜ' İSRAİL POLİTİKASI
Erdoğan elbette Gazze konusunda inandırıcılıktan uzak. Çünkü 22 yıldır İsrail’le her normalleşmesinde ilk söylediğinin tersini söylüyor olması ve daha önemlisi söylediği ile yaptığının uymaması, artık üzeri örtülemeyecek derecededir.
Örneğin kamuoyunun neden İsrail’le ticaretin sürdüğüne yönelik tepkileri karşısında seçimden yaklaşık 15 gün önce şöyle demişti Erdoğan: “Hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği duruşu ‘one minute’ diyerek ortaya koyduk.”
Oysa aynı Erdoğan, İsrail’le normalleşme süreçlerinden birinde ise “one minute” tepkisine şu açıklamayı getirmişti: “Benim tepkim moderatöreydi. İsrail’e, Peres’e veya Musevilere değildi.”
İsrail devleti de Netanyahu hükümeti de bu gerçeğin farkında. Nitekim bir keresinde Netanyahu şöyle demişti: “Eskiden Erdoğan bana her 3 saatte bir Hitler derdi. Şimdi 6 saatte bir diyor fakat şükür İsrailTürkiye ticareti arttı.”
Özetle, İsrail Gazze’de Filistinlilere soykırım yaparken Türkiye’nin İsrail’le ticareti sürdürüyor olması AKP tabanında tepki gördü; Erdoğan’ın fiilen değil ama sözlü olarak İsrail’e karşı sert tepki göstermesi bu kez tabanını ikna etmeye yetmedi.
AKP-İSRAİL TEMAS TRAFİĞİ
Peki Erdoğan Gazze konusunun oy kaybettireceğini gördüğü halde neden taktik bir hamle yapamadı? Ya da şöyle soralım: Müslüman olmayan kimi ülkeler bile Gazze’deki soykırımı nedeniyle İsrail’le ticareti kesmişken Erdoğan neden buna cesaret edemedi? Türkiye’nin İsrail’le yıllık 8 milyar dolarlık ticaret hacmi, “Almanya bizi kıskanırken” çok mu kritik önemde?
Erdoğan İsrail’le ticaretten çok, Yahudi lobisi üzerinden Batı finans merkezlerinden alabileceği büyük borçların peşinde. Önceki Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın en önemli görevi Yahudi örgütleriyle iyi ilişki kurmaktı; bunu Yahudi finans kapitali girişine çevirmekti ve İsrail üzerinden ABD’yle ilişkileri restore etmekti. İnternette arama motoruna Murat Mercan ve Yahudi örgütleri, üstüne Erdoğan ve Yahudi örgütleri yazarsanız, son 3-4 yılda yapılmış ne çok temas olduğunu görürsünüz.
ERBAKAN'IN BASINCI
Tabanın Gazze dışında, İsveç’in NATO üyeliğine onaya da tepki gösterdiği anlaşılıyor. Seçim sonucunu yorumlayan YRP lideri Erbakan da o görüşte: “Bu sonucun oluşmasında İsrail ile siyonist katillerle ticareti devam ettirme ayıbı ve utancı çok büyük bir rol oynamıştır. Terör örgütlerine kucağını açan İslam ve Kuran düşmanı İsveç’in göz göre göre NATO üyeliğine onay verilmesi bu sonucun oluşmasında rol oynamıştır.”
Erdoğan’ın İsrail’e karşı eylemli tepki gösterememesi, ABD’nin talebi ile İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi, AKP’nin ikinciliğe düşmesinde ve YRP’nin üçüncülüğe çıkmasında etkili olmuşken, Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta Beyaz Saray’da Biden’la görüşecek olması elbette iktidarın durumunu daha da zorlaştıracaktır.
Ne çare, neoliberal program içinde Batı finans kapitaline muhtaç Erdoğan’ın yapabilecekleri sınırlı...
/././
Seçimin algoritması ne diyor? (Orhan Bursalı)
Bugünkü seçim sonuçları üzerine yazılıp çizilenlere bakıyorum, mesela çok yaygın bir görüş diyor ki Kılıçdaroğlu; aday olacağım diye tutturmasaydı, İmamoğlu veya Yavaş’ı aday gösterseydi, geçen 10 ay boyunca AKP rejimi altında yaşamayacaktık ve bugünkü sonuçlar geçen yıl gerçekleşecekti.
Katılmıyorum.
Bu sadece bir varsayımdır, gerçekleşmeme olasılığını da içinde barındıran.
Diyelim İmamoğlu istifa etti ve aday oldu, seçileceğinin kesinliğini kim garanti edebilir. Bir risktir.
***
Seçilemezse açığa düşecek, İstanbul AKP yönetimine girecek ve İmamoğlu’nun İstanbul’da önemli başarılarının hepsi güme gidecekti.
Son üç ayda çok net ve başarılı zamanlama ile İstanbul’a kazandırdıklarını seçmen öğrendi.
Seçilememiş bir başkanın itibarı ve kredisi de seçmen nezdinde tartışma konusu olacaktı, en azından Saray buna yüklenecekti.
Ayrıca hem geçmiş üç yılın hem de mayıs seçiminden sonra 10 aylık daha ağır yükün altında, seçilen iktidar ezilecekti.
Büyük olasılıkla, yerel seçimlerde de bu başarı elde edilemeyecekti.
AKP’ye seçimi kaybettiren, dolmuş bardağı taşıran 10 ay ve CHP’nin tam takım halinde müthiş bir performansıdır.
***
Çıkarılacak bir ders, siyaset öngörüsü olarak, seçimi kazanmak değil, seçimin ne zaman kazanılacağıdır.
***
Şüphesiz Saray önümüzdeki dört yılda yarattığı enkazı nasıl kaldıracağının ve iktidarda nasıl kalabileceğinin hesaplarını yapacaktır.
Ama işi çok zordur, hele yerel seçimleri kaybettikten sonra da daha da zordur.
Türkiye çapında doğrudan yerelde tabanda seçmenle bütünleşecek ve bunu genel seçimde oya devşirecek bir belediyecilik söz konusudur.
***
Bir okurumun, Dr. H.G’nin yazdıklarından gerçeklik payları yüksek:
“Sayın Bursalı 02.04.2024 tarihli yazınızda değindiğiniz 31 Mart 2024 seçim sonuçlarındaki CHP’nin ve halkın başarısını aslında Mayıs 2023 seçimlerindeki yenilgiye borçlu değil miyiz?
14 Mayıs seçimleri ikinci tura kaldığı zaman seçimlerin ikinci turda kazanılmasını hiç ama hiç istemiyordum. 6’lı masa saçmalığı ile, güvenilmez, her türlü entrikaya açık siyasi kimliklerle girilen bir ortaklığın en fazla altı ay süreceğini, hele seçim öncesi Meral Akşener gibi entrikacı bir siyasi figürün yaptıklarının seçim sonrası yapacaklarının habercisi olduğunu siz de hissetmişsinizdir.
Hele seçimden sonra ülkeyi kıskaca alacağı gün gibi ortada olan bir ekonomik krizin geleceği de belliyken, seçimleri kazanacak bir 6’lı masa koalisyonunun 31 Mart seçimlerinde ülke genelinde yüzde 30’dan fazla bir oy oranını yakalayabilmesi, İstanbul, Ankara gibi şehirleri elinde tutabilmesi mümkün olabilir miydi?”
***
Şüphesiz bunların hepsi gerçekleşememiş olasılıklardır. Fakat siyaset genellikle böyle olasılıklar arasında en doğruya yakını hesap etme ve oradan yol alma sanatıdır.
Geçen mayıs seçimini muhalefet kazanabilseydi, ekonomik kriz karşısında en büyük kozu derhal hukuk, demokrasi vb’yi, yani acil reformları derhal gerçekleştirmek, ekonominin gerekli dengelerini yerine oturtmak ve dış yatırımları çekebilme şansı olabilecekti.
Fakat zamanın çok dar, 10 ay olduğunu da düşünün...
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder