Yoksulluk haritası...(Murat Ağırel)
Türkiye doğal konumu itibarıyla zengin bir ülke. Bu zenginliği üreten de bir ülke. Peki ama bu kadar zengin varken aynı zamanda neden bu kadar yoksul insanımız var? Neden marketten bir kilo et alırken 10 kere düşünüyoruz? Hatta çoğu zaman hiç alamıyoruz? Emekliye neden “Ölmen yaşamandan daha hayırlı” der gibi hakaretvari bir maaş veriyoruz?
Elimdeki rapor bu soruların yanıtını veriyor...
Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olmasıyla hep övünüyoruz. İyi güzel de! Elimdeki belge bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Çünkü sosyal yardım yapılanların topluma oranı belli bir seviyeyi geçmemeli. İşte bu yüzden yazıma başlarken nasıl bir başlık atmalıyım diye düşünürken yazılabilecek tek başlığın bu olduğuna kanaat getirdim. Benim bugün işleyeceğim konu “Yoksulluğun haritası...”
Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yayımladığı 2023 verileri ile tüm Türkiye’de yardım alan aileleri ve oranları incelemiş. 2012 yılından itibaren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çatısı altında değişik kurum ve kuruluşlar aracılığı ile dar gelirli/ ihtiyaç sahibi kişilere sosyal yardım yapılıyor. Yapılan yardımların mali boyutu her yıl artıyor.
2017 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF) tarafından yapılan sosyal yardım gideri 36 milyar TL; 2023 yılında 192.6 milyar TL’ye ulaşmış. Belediyeler başta olmak üzere diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla birlikte 2023 yılında ülkemizdeki sosyal yardım giderlerinin toplamının 305.9 milyar TL olduğunun tahmin edildiğini belirtmiş Mahmut Esen. Sosyal yardımların 52 farklı türü de var tabii. Bakın 305 milyar TL, 10 milyar dolar ediyor. Aile yardımları; (gıda, yakacak kömür, doğalgaz, elektrik tüketim, doğum yardımı, çocuklar için aylık destek) evde bakım hizmeti, sağlık yardımları, eğitim yardımları, yaşlı ve engelli yardımları gibi yardımları kapsıyor.
8 MİLYON SEÇMEN
2018 yılında yardımlardan yararlanan hane sayısı 3 milyon 494 bin 932 iken 2023 yılında bu rakam yüzde 43 artışla 4 milyon 989 bin 456’ye ulaşmış.
Türkiye’deki hane sayısının 26 milyon olduğunu anımsatayım. Yardım alan sayısı ile karşılaştırıldığında Türkiye’de her 5 haneden biri yardım alıyor. Ortalama 8 milyon seçmen yardım alır vaziyette. Dolayısı ile yardım alan yurttaşların seçimlere etkisi de şüphesizdir. Yapılacak yardımların türü/miktarı yasal düzenlemeler ile değil yönetsel işlemler ile yani cumhurbaşkanı onayı ile belirlenmektedir. Peki hangi iller ne kadar yardım alıyor?
Rakamları iyi okuyun dostlar...
2023 yılında Aile Bakanlığı tarafından illere 172.1 TL sosyal yardım ödeneği gönderilmiş. Yani 4 milyon 890 bin 239 haneye yıl içinde ortalama 35 bin 520 TL yardım ödemesi yapılmış. Sosyal yardımlardan en fazla yararlanan il 12.1 milyar TL ile İstanbul, 11.2 milyar TL ile Şanlıurfa, 9 milyar TL ile Diyarbakır, 6.7 milyar TL ile Van, 6.4 milyar TL ile Adana. Yardımlar illerin nüfusuna göre değil illerdeki ihtiyaç sahibi yurttaşlarımızın sayısına göre gönderiliyor.
Hakkâri de toplam hane sayısı 57 bin 55, yardım alan hane sayısı 36 bin 288. Yani toplam hane sayısının yüzde 63.6’sı yıllık 47 bin 950 TL yardım alıyor. Şanlıurfa’da toplam hane sayısı 444 bin 259, yardım alan hane sayısı 278 bin 162. Yani toplam hane sayısının yüzde 62.6’sı yıllık 40 bin 516 TL yardım alıyor. Ağrı’da toplam hane sayısı 113 bin 97, yardım alan hane sayısı 69 bin 989. Yani toplam hane sayısının yüzde 61.9’u yıllık 50 bin 865 TL yardım alıyor. Van’da toplam hane sayısı 252 bin 592, yardım alan hane sayısı 151 bin 980. Yani toplam hane sayısının yüzde 60.2’si yıllık 44 bin TL yardım alıyor.
Liste böyle uzayıp gidiyor...
Hane başına en az yardım yapılan ilk beş il Ankara, Hatay, Kastamonu ve Eskişehir. Hane başına yapılmış en fazla yardım yıllık 57 bin ile Ardahan, 53 bin bin ile ikinci Kars. Bu iller 52 bin ile Iğdır, 52 bin ile Tunceli şeklinde devam ediyor.
Bütün bunlar Türkiye’nin nasıl bir yoksulluk pençesine düştüğünün açık kanıtı aslında. Bu yardım alanların içerisinde kaçak göçmenler var mı, yok mu açıklanmamış. Ancak olsun ya da olmasın Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan -ki nüfusunun neredeyse yüzde 20’si- yardım almadan yaşayamayacak kadar yoksul vaziyette.
/././
Büyük yalan: AKP diyor ki oyum 35.5! Hayır 28! (Orhan Bursalı)
Cumhuriyet gazetemize bile sızan yüzde 35.5 yalanını mesela Hürriyet pohpohçularından F. Bol ve benzerleri piyasaya sürüyor. İzlediğim bir yazar değil, “Bir arkadaşım işaret etti” diyor yazar, CHP’yi düşük gösterirken: “İktidar partisi olan AK Parti, bunca belediye başkanlıklarını kaybetmesine rağmen oylarını aşağı yukarı muhafaza etti. Yüzde 35.5. Nitekim bir yıl önceki genel seçimlerde AK Parti’nin oyları yüzde 36’lar civarındaydı.”(www.hurriyet.com.tr/yazarlar/fuatbol/secim-analizi-1-42442513). Benzer hatayı muhalefette bazı yazarlar da yapmış. RTE de aynı oranı veriyor.
MHP’nin ortak aday oylarını da kendilerine saydıkları görülüyor. Her zamanki gibi, bu durumlarda mühendis dostum Serdar Karsu devreye girdi. Emeğine saygı göstermemek olmaz. Aşağıdaki hesaplamalar onun.
YÜZDE 27-28 ARALIĞINDA
2024 yerel seçim sonuçlarında, AKP’nin oyu; belediye başkanı seçimlerinde yüzde 35.5, belediye ve il genel meclisleri seçimlerinde yüzde 32.4 görünmekte. Ancak bu oylar içerisinde (kurulan ittifak gereği) MHP’nin oyları da var. Büyükşehirlerde (birkaç il hariç) MHP, AKP’yi destekledi. Büyükşehir olmayan çoğu ilde ise AKP, MHP’yi destekledi.
AKP+MHP’nin toplam oyları, belediye başkanı seçiminde yüzde 40.5 olurken yerel meclis seçiminde yüzde 39’a düştü.
Soru, AKP ve MHP’nin, bu toplamlar içerisindeki oy oranları ne kadardır?
2019 yerel ve 2023 genel seçimlerinin verilerinden yola çıkılarak 2024 yerel seçimi için yapılan hesaplamalar sonucunda:
Belediye başkanı seçimlerinde, AKP’nin (MHP’den arındırılmış oyu) yüzde 30 seviyesinde. Parti oyu olarak değerlendirebileceğimiz yerel meclis seçimlerinde ise AKP’nin oyu yüzde 27-28 aralığında, MHP’nin oyu yüzde 11-12 aralığında oluyor.
MHP DE DOĞRULUYOR
MHP’nin tekil olarak girdiği büyükşehir dışı illerdeki oy yüzdelerinin tutarlı olup olmadığını, örnekleme usulü ile kontrol ettim. 2019 seçimlerine göre çok bir oy kaybı olmamış ve tutarlı. Bunun üzerine MHP’nin 2019 oy oranlarından ve AKP ile olan paylaşımlarından yola çıkarak hesap sağlaması yaptım. Buna göre de AKP, yüzde 28 küsur çıkıyordu.
Her iki hesaplamamın sonucunda AKP oyu +/- (artı, eksi) 1 puan hata payıyla yüzde 28. MHP’nin oyu da, +/- 1 puanla yüzde 11 mertebesinde.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız: “Mahalli idareler seçimlerinde partilerin oy oranları il genel meclisi sonuçlarına göre hesaplanmakta. YSK verilerine göre 31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimlerinde il genel meclisinde partilerin ulaştığı oy oranları, AK Parti yüzde 32.16, CHP 23.19, MHP yüzde 16.62, DEM Parti yüzde 7.89, Yeniden Refah Partisi yüzde 6.5’tir.”
MHP DE KAYBEDİYOR
Feti Yıldız, (belediye meclisi değil!) büyükşehir olmayan illerde İL GENEL MECLİSİNDE aldıkları oy oranlarını söylemekte. 16.62 oranı, 2019 seçimlerinde 18.81 idi. Bu verilere göre bir hesaplama yaparsak:
2019’da büyükşehir olmayan illerde: 18.81
2024’te büyükşehir olmayan illerde: 16.62
İki seçim arasındaki yüzdesel azalmaları: 16.62 / 18.81 = 0.8835 Bu azalmaya göre MHP’nin oy oranı (2019 baz alındığında) yüzde 15 x 0.8835 = yüzde 13.25’e düşüyor.
Diğer taraftan, 2019 seçimlerinde (belediye + il genel) yerel meclislerde AKP + MHP toplam oy oranı yüzde 51 iken, 2024 seçimlerinde yerel meclislerde AKP + MHP toplam oy oranı yüzde 39’a düştü. Dolayısıyla AKP+MHP’nin iki seçim arasındaki azalma faktörü 39 / 51= 0.7647.
Buna göre MHP’nin son seçimdeki oy yüzdesi: 13.25 x 0.7647 = 10.13; AKP’nin oy yüzdesi: 39-10.13= 28.87 AKP’nin genel oy kaybı yüzde 33 2024 yerel seçimlerinde ülke genelinde geçerli toplam oy sayısı: 46.046.499. Yukarıdaki hesaplamalara göre AKP oyu: Yüzde 28 x 46.046.499 = yaklaşık 13 milyon. AKP’nin 2023 genel seçimindeki parti oyu: 19.387.000. Buna göre 2024 seçimlerinde oy miktarı kaybı: Yüzde 33’tür. 10 ay içeresinde 6.4 milyon seçmen kaybı!
Türkiye genelinde yerel seçimlerde kayıtlı olan sandığa gidenler gitmeyen tüm 61.4 milyon seçmeni dikkate alırsak da yaklaşık 13 milyon oy almış. Toplam seçmen sayısı bakımından yüzde 21.
Yani ülkemizdeki kayıtlı 5 seçmenden biri AKP’ye oy vermiş...
Serdar, “Büyük Düşüş”ün fotoğrafını çekti.
/././
Şeriat mahkemelerinin kaldırılması (Özdemir İnce)
Her yıl mutlaka yazı yazmam gereken konuları yazı takvimime işaretlerim. Bu yıl bir yanlışlık yapmış şeriat mahkemelerinin kaldırılması konusunu mart yerine nisan ayına kaydetmişim. İhtiyarlık! Bir ay gecikmeyle yazıyı bilgi ve ilginize sunuyorum.
Halifelik ve şeriat şakşakcısı Akit TV’nin 8 Mart 2022 günü yaptığı yayından aktaracağım: [İtalya’dan kopya edilen Ceza Kanunu henüz kabul edilmeden önce, 1924’te Şeriat Mahkemeleri kaldırılmıştı. Bundan sonrasında da, adım adım Hristiyan Batı’nın kanunları alınmaya başlanmıştı. Nitekim 1 Mart 1926’da, Türk Ceza Kanunu isimli, İtalya’dan kopya düzenleme TBMM’nde görüşülürken, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt gerçeği şöyle ifade ediyordu: “İnkılâbın ve Cumhuriyetin vazettiği esaslar, prensipler ve vücuda getirdiği eserler, başka bir tabirle inkılabın davası, ... halihazırdaki ceza kanunumuzda kâfi derecede müeyyidelerle takviye edilmiş değildir... Ceza Kanunu bu maksatla hazırlanmıştır.”
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, asıl amacın “hukukta adalet”i sağlamak olmadığını itiraf ederek diyordu ki: “Memleketin, inkılâbın ve efradın hukukuna tecavüz edenler, ekseriye Ceza Kanunumuzun noksaniyetinden dolayı yakayı kurtarmaktadırlar... İnkılâbı ve Cumhuriyeti ifade ve onun menafiini müdafaa imkânı yoktur.”
Mahmut Esat, getirdikleri Ceza Kanunu’nun niteliğini ifade ederken, “Ceza Kanunumuz çok serttir, çünkü inkılâp çok kıskançtır” dedikten sonra, yeni ceza kanunu ile ne yapacaklarını ifade sadedinde, olacakları Meclis kürsüsünden şöyle ilan ediyordu: “Bundan korkacak olanlar ve korkması lâzım gelenler, ... Türk milletinin hukukuna ve inkılâbına karşı tekin olmayanlardır ve bunların korkması lâzımdır. Fakat memleketimizi sevenler, bizden olanlar, Türk İnkılâbına hayırhah olanlar, ... bu sert Ceza Kanununda kendilerine bir masuniyet melcei bulacaklardır.”]
***
Laik Cumhuriyet ve devrimlerinin yeminli düşmanı olmaktan maruf (herkesin bildiği, tanınan) Eski ya da Yeni Akit gazetesinden başka bir yorum beklemek saflık olur. Uygar ve laik ilkeli bütün ülkelerin yasalarının (Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar ve Ticaret kanunları vb.) yüzde 99’unun birbirine benzemesi çok doğal. Bu doğallık, Türk Ceza Kanunu’nun İtalyan Ceza Kanunu’dan ilham almasına izin verir. Uygarlık bağlamında bütün suçlar evrenseldir! Bir ulusa, bir bölgeye, bir yöreye özgü suç hemen hemen yoktur. Bu nedenle medeni kanunu falanca ülkeden, filanca kanunu falanca ülkeden kısmen almak, belli bir oranda aktarmak ne yasa yapımına ne de ahlaka aykırıdır. Ama sağ gericilik ve dinci bağnazlık, laik Cumhuriyet düşmanlığı bu türden budalalıklara yol vermektedir.
Türk Medeni Kanunu’nu hazırlayıp çıkaran insanlar, günümüz entellolarıyla İslamcıları, yeni mürtecileri ile kıyaslanmayacak oranda bilgili ve entelektüel idiler. Yasanın mimarı, Adliye Vekili Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un hazırladığı gerekçede Cumhuriyetin temel perspektifi toplumsal ilerleme ve gelişme idi: “Yasaları dine dayanan devletler, kısa zaman sonra memleketin ve milletin isteklerini tatmin edemezler. Çünkü dinler değişmez hükümler ifade ederler. Hayat yürür, ihtiyaçlar sürekli değişir, din kanunları, mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir değer, bir anlam ifade etmezler. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur... Esaslarını dinlerden alan yasalar uygulanmakta oldukları toplumları, indikleri ilkel devirlere bağlarlar ve gelişmeye engel belli başlı etken ve unsurlar sırasında bulunurlar.” (Ferit İlsever, Cumhuriyet Devrimi Kanunları, Kaynak Yayınları, s. 54.)
Yıllarca önce Aziz Nesin’le tartışmaya giren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.T. Erdoğan, “Aziz Nesin dinsiz olduğunu söylemekte özgür olduğunu söylüyor ama benim şeriatçı olmamı eleştiriyor” derken sapla samanı karıştırmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nde dinsiz ya da ateist olmak bireysel özgürlük olarak anayasa ve yasalar tarafından korunmaktadır. Şeriat ise din devletinin anayasası olduğu için yasadışıdır. 8 Nisan 1924 tarihli ve 469 sayılı yasa şeriye mahkemelerini kaldırmış ve yerine Cumhuriyet’in çağdaş mahkemeler teşkilatı kurulmuştur. Şeri mahkemeler kapatılmışsa şeriat da yasadışıdır.
Ama günümüzde laik Türkiye devletinin cumhurbaşkanı şeriatı gururla savunmakta ve şeriatçı olduğunu dünyaya ilan etmektedir.
/././
Bayram benim neyime? (Şükran Soner)
İyi ki dip dalgası olarak gelen yerel seçim sonuçlarının yarattığı moral değerler ile çakıştı. Ailelerin sevinçlerini birlikte paylaşma duygularını besledi. Yaşamlarına dayatılmış geçim zorluklarının baskısı, gerçekleri yerine, birazcık olsun nefes alma özlemleri baskın çıktı. Kafalar uzatılarak derin bir nefes alma gereksinimi ağır bastı. Bir anne uzatılan mikrofondan hiç çekinmeden, “Çocuklarım et kokusunu unutmasınlar diye 100 liralık, 50 gramlık et aldım” açıklamasını yüksek sesle yapabiliyor... Bir başkası kameralar önünde, bile bile bayrama özel bilet fiyatları artışı sineye çeke çeke, ailenin üye sayısı ile orantılı ödemek zorunda kaldıkları otobüs fiyatının toplamını açıklıyor. Yollarda oluşan kuyruklar nedeniyle söylene söylene geri dönmeyi düşünen çıkmıyor. Eskisi gibi neşeli, güler yüzlü bayram kutlamalarını, öylesine özlemiş, öylesine hak etmişiz ki. Yarınki bayram günü buluşmalarımızın daha geniş katılımlı, sofra kalabalıkları, ikram bolluğu içinde yaşanabilmesinin düşünü, eski bayram günlerimizin, hele de çocukların şen şakrak seslerinin gürültüsünü öylesine özlemişiz ki. İple çekiyoruz. Umalım geçmişte kalmış düşlerimizdeki gibi bir günü yaşayabiliriz...
Biliyorum biz gazeteci milleti, sıradan vatandaşlardan çok daha şanslıyız. Saray’ın çoğunluk yandaşı olanların tuzu hep kuruydu. Ötekiler, sevilmeyen, istenmeyen, eleştirenlerimizin bile ağlanacak hallerinin olduğunu söylemeye hakkımız yok. Her şeyden önce yıllardır düşünü gördükleri, toplumsal başkaldırının, hak aramadan yana sandıkta sesini yükseltmiş olmasının keyfini, sevincini paylaşıyorlar. Üstüne üstlük bizim meslekte telifle çalışma hakının var oluşu sayesinde, az da olsa ek gelir alabiliyor olma ile, emeklilik gelirini birleştirebilmenin ayrıcalığını yaşayabiliyoruz.
***
Sözün özü en düşük telifle iş bulabilmiş gazeteci bile emekli maaşı ile telif ücreti gelirini birleştirebiliyor olarak, diğer emekli büyüklerin sıkıntılarını yaşamak zorunda kalmıyorlar. Geçen haftanın son günü, “Bizim 68’liler”in yaşça çoğunluğundan küçük olsa da duygusallıkla ablası sayılan Nigar Sancak, yine 68’liler kuşağının en ulu çınarı sayılanların doğum günlerinin ortak kutlanmasını sağlamıştı. Yıllardır bu kadar çok katılımlı, başka bölgelerden gelmiş arkadaşların da içinde oldukları bir kalabalık yaşanmamıştı.
Şöyle bir topluca, başları kaldırabilmiş olarak derin nefes alabilmek o kadar güzel, moral vericiydi ki. Duyamayanlardan ballandırarak aktardığım dostlardan “Benim haberim olmadı” sitemlerini bile aldım. Gerçeğini ararsanız özellikle, öncelikle seçimlerin sonrasında sokaklarda oluşan kalabalıklara dikkatinizi çekmek isterim. Elbette dedikodu art niyeti olmadan, doğaçlama yükselmiş ses tonları ile diyalogları duymamak olanaksız. Havalarda, doğamız için iyi mi kötü mü olduğu bilinemeden erken bahara dönüştü ya. Dahası deniz mevsiminin açıldığı kentlerimizin sayılarında patlama da yaşanıyor.
“Gidemesek de göremesek de o köy bizim köyümüzdür” tekerlemesini çağrıştırıyorlar. Gerçeğinde tüm değerlerin, tüm ülke kaynaklarının yağmalanmasının, kirli işlerin sonuçları haberleri giderek artıyor. Bayramla artan, bayram sonrası çok acı patlayacak yeni zamların ilk verileri peş peşe sayılmaya başladı ya. Yetmez, her gün yenisi, daha kötüsü vurgunların, yağmaların geri dönüşü olmayan örnekleriyle yüz yüze kaldığımız haberlerin patlaması var.
Başımız yukarıda, derin nefes alabiliyoruz ya. Morallerimiz bozulacağına, yükseldikçe yükseliyor. Yarın bayram, çocukların neşeli sesleri şimdiden kulaklarımızı çınlatıyor.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder