Ekonomi soğuyacak, mücadele kızışacak (Hayri Kozanoğlu)
31 Mart seçimlerinde geçim sıkıntısını iktidar blokunu protesto ile sandığa yansıtan yurttaşın yaşamını zorlaştıracak gelişmeler sürüyor. Kredi kartı aylık faizleri %3.66’dan %4.25’e yükseltildi. Cep telefonu tarifelerine %65 zam yapıldı. Sigara fiyatları artırıldı. Enerji ve ulaştırma zamlarının, KDV artırımlarının da eli kulağında. Üstelik İran-İsrail çatışması riskiyle petrol fiyatlarında da keskin bir sıçrama gözlendi. Brent petrolün varili 91 doları aştı.
Bildiğiniz gibi, seçimlerden önce 2023 seçim sonrası benzeri, kurlarda bir sıçrama olacağı iddiası yaygınlaşmış, o günlerden farklı TL’de aşırı değerlenme görülmemesi, borçlanarak döviz almaya elverişli koşullar bulunmamasına karşın bu beklenti sınırlı birikim sahibi kendi halinde yurttaşlara da pompalanmıştı.
O dönem sosyal medyada, “Sade insan finansal spekülasyonlardan hep zarar eder, Daha önce de defalarca yaşandığı gibi 2018 Rahip Brunson krizinde ve 2021 Aralık kur atağında da son anda kervana katılanların eli yandı. Tavsiyem, ‘Seçim sonrası şöyle olacak, böyle olacak” telkinlerine kanmayın olduğunuz yerde kalın!’ uyarısında bulunmuştum. Nitekim seçimden sonra döviz inişe geçti, ancak Merkez Bankası’nın 7-8 milyar dolar tahmin edilen döviz alımlarıyla daha şiddetli bir düşüş önlendi. Borçlanarak dövize talep yaratanlar ciddi zarara uğradılar.
KOLAY ÇIKIŞ YOK
Erdoğan’ın geçen haftaki siyasi kariyerindeki en ağır yenilgisinden sonra; seçimlere 4 yıl bulunması nedeniyle önce acı reçete uygulanacağı, zamanla ekonomi rayına girip ortalama vatandaşın yüzü gülünce halkın desteğinin tekrar kazanılacağı yorumları yapılıyor. Bu okumaların iki yönüyle hatalı olduğu söylenebilir. Birincisi, ekonomik durgunluk en az 1,5-2 yıl sürebilir. Sonra da seçim döngüsüne girilirken insanların yaşam standartlarının gerilediği, yoksullaştıkları, işsizliğin yaygınlaştığı 3 yılın ardından enflasyonun hız kesmesiyle iktidara tekrar gönül koymaları beklenemez. En yakın örneği DSP-MHP-ANAP koalisyonu olmak üzere ekonomik krizlerin acısı genel seçimlerde de çıkarılır.
İkincisi, AKP rejimi çok katmanlı, girift bir çıkarlar ağına dayanıyor. Taşra sermayesi ağırlıklı işveren örgütleri, korunan-kollanan tarikatlar, cemaatler, vakıflar, küçük menfaatlerle ödüllendirilen mahalle birimleri vb. Bunların yanısıra yirmi iki yılda inşa edilen “Beşli Çete” diye nitelendirilen tüm büyük ihalelerin bahşedildiği müteahhitler, özellikle medya operasyonlarında misyon biçilen seküler sermayenin de eklemlendiği dolambaçlı bir yapı söz konusu. Ayrıca rejimin, başta Saray’da konuşlananlar olmak üzere israfa, şatafata, gösterişe alışmış organik bir bürokrasisi var. Böyle bir kemer sıkma programı sırasında bu hantal yapıyı bir arada tutmak, çatlakları gidermek, kopuşları önlemek zor görünüyor. Geçmişte AP-DP ayrışmasındaki gibi sağ partilerin hep burjuvazi içi yarılmalardan bölündüğünü hatırlarsanız, bir de üzerine MHP ile zoraki koalisyonu eklerseniz, Erdoğan ve şürekâsının önümüzdeki dönemi sarsıntısız atlatmaları beklenemez. Ayrıca Şimşek programının yabancı sermayeye cezbetmeye bel bağladığını, sıcak paranın doymak bilmez kâr hırsını tatmin etme gereğini de birlikte düşünürseniz, mutlu mesut bir 2028 seçimi senaryosu hiç gerçekçi durmuyor.
MERKEZ’DEN HADDİNİ AŞAN MEKTUP
Geçtiğimiz haftanın üzerinde en çok konuşulması gereken ekonomik olayı, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) enflasyon hedefine ulaşılamaması kaynaklı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e mektubuydu. Burada iki noktayı vurgulamakta yarar var. Birincisi, beş sayfalık mektupta, KKM faiz yükünün TCMB’ye devredilmesinin ve dövizde net yükümlü pozisyona düşülmesinin sonucu olarak, Ekonomi gazetesi tarafından 850 milyar TL olarak hesaplanan bankanın uğradığı zarardan hiç söz açılmamasıydı. Bir kamu kuruluşu olarak TCMB’nin bu zararı görmezden gelmemesi, aksine hesabını vermesi beklenirdi.
İkincisi ise mektubun sonunda asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi zorunluluğunun dikte ettirilmesiydi. Sonunda TCMB atanmışlardan oluşan bürokratik bir kuruluş. Sınıfsal, toplumsal, insanı boyutları bulunun asgari ücret güncellenmesi gibi bir konuyu hükümete dayatması kabul edilemez. Ayrıca enflasyon dinamikleri arasında, fırsatı ganimet bilip, fahiş fiyat artışlarına yönelen şirketleri zikretmemesi de manidar. Ancak bu durumu sadece Türkiye özelinde TCMB’nin haddini aşması, belki danışıklı döğüş halinde Şimşek’e arzuladığı mesajın iletilmesi ile açıklamayız. Şimşek’in takipçisi olduğu neoliberal kurgu; ekonomiyi teknik, alternatifsiz, piyasanın talep ve yargıları ile işleyen halkın taleplerinden ve çıkarlarından kopuk bir disipline indirger. Bu kurgunun önemli bir halkası da “Bağımsız Merkez Bankası” efsanesidir. Bu anlayış, hükümetlerin seçmen taleplerine duyarlı biçimde işsizliği azaltmaya, büyümeyi canlandırmaya öncelik vereceği, enflasyon sorunun ise ikinci plana atacağını varsayar. Hâlbuki bağımsız Merkez Bankası’nın bu popülist eğilimlere prim vermeyeceği, tavizsiz bir dezenflasyon programı yürüteceği kesindir. İşte bugün TCMB’nin tam bağımsız sayılamasa da, böyle bir role soyunduğu anlaşılıyor.
Bu aslında Şimşek’in de tam beklediği mesaj. Ekonominin buz keseceğini kaçınılmaz gördüğü için, işverenlere sürekli ihracata yönelmelerini, iç talepteki zayıflığı dış taleple telafi etmelerini salık veriyor. İhracatçıların geçen hafta yükselttikleri ihracatçılara özgü 40 liralık katlı-kur talebinin Şimşek zihniyetinde karşılanması beklenemez. Öyleyse geriye ucuz işgücüne bağlı rekabet avantajı kalıyor. Bunun da olmazsa olmaz koşulu, asgari ücretin 2025 başına kadar sabitlenmesi görünüyor.
1 MAYIS’TA TALEPLER YÜKSELTİLMELİ
Buna karşın 17.002 lira aylık asgari ücret kazanan emekçilerin satınalma gücü her geçen ay eriyor. Mart ayı TÜİK tüketici enflasyonu toplumda inandırıcı bulunmasa da, %3.16 olarak açıklandı. Yılın ilk üç ayındaki enflasyon %15.06’yı buldu. Dar gelirlilerin tüketim deseninde belirleyici olan kalemlerde enflasyon gıdada %70.4, kirada %124 ve ulaştırmada %94.4 ile %68,50’lik manşet enflasyonun ötesine geçti. Taze meyve-sebze enflasyonunun %82.7’ye ulaşması, Mart ayında fiyatı en fazla artan kalemler arasında %18.6 ile kuzu eti, %14.7 ile dana eti ve %12.2 ile tavuk etinin bulunması vahim bir tabloya işaret ediyor. Emekçiler ve ailelerinin vitamin ve proteinden mahrum kaldıkları, “bulgur, makarna, salça, soğan, patatese” sıkışmış bir diyete reva görüldükleri hazin bir durum ortaya çıkıyor.
2024’te sınıf mücadelesinin ana halkası temmuz ayı asgari ücret belirlemesi olacak. 31 Mart seçimleriyle geleceğe yönelik umutları artan, en son Van halkının iradesinin gasp edilmesi karşısında memleketin her köşesinde demokratik tepkilerini yükselten toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin asgari ücret talebi karşısında emekçilerin yanında durması büyük önem taşıyor. 1 Mayıs’ın bu anlamda önemli bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
/././
İktidarın taktiği siyaseti soğutmak (Yaşar Aydın)
AKP, kurulduğundan bu yana en büyük yenilgisini alırken en az bu kadar önemli olan başka bir vaka da CHP’nin en çok oyu olarak birinci parti olması. Bu beklenmedik olay siyasetin ikliminde ciddi bir değişime neden oldu. Geleceğe dair hesaplar yenilendi.
Erdoğan ve Bahçeli’nin hâlâ düşünme aşamasında olduğunu söylemek mümkün. Yaşananları sıradanlaştıran “Halk bize küçük bir uyarı verdi” noktasına çeken bir taktikle siyasetin yükselen temposunu düşürmeye çalışıyorlar. Kısa vadede alternatiflerinin de çok olmadığı görülüyor.
Erdoğan ve Bahçeli Mart 2019 seçimlerinden sonra da benzer bir süreç işletmiş, yenilgi unutturulmuş muhalefet partilerinin 4 sene sonra yapılacak seçime kilitlenmesi sağlanmıştı.
SABAH’IN MANŞETİNE BAKINCA
Çok uzun yıllar sonra CHP’den bir isim Sabah gazetesinin manşeti oldu. Hem de bir söyleşiyle. Yavuz Donat sordu, CHP Genel başkanı Özgür Özel yanıtladı. Sabah Gazetesi’nin bu tutumu “hava değişiyor mu” sorularıyla tartışılmaya başladı. Özellikle de Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la temas kurup kurmayacağını daha doğrusu Beştepe meselesine nasıl yaklaşacağını duyurmak istemiş. Orada da kendince “makama saygı” başlığı adı altında istediğini almış görünüyor. Devletin başında Erdoğan’ın olduğunu bir kez daha Özel’e söyletmiş oldular. Öyle üzerine tahlil yapılacak, “siyasi hava yumuşuyor” değerlendirmeleri yapmak için çok erken olduğunun altını çizelim.
Bununla birlikte söyleşide sorulan bir soruya verilen yanıta önümüzdeki günlerde yaşanacakları da hesaba katarak parantez açmakta fayda var.
ERDOĞAN EN ÇOK NE İSTER?
Yıların gazetecisi Yavuz Donat, CHP Genel Başkanı Özel’e Ankara ve İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu ve Yavaş’ı sordu. Ne garip bir tesadüf ki aynı gün Hürriyet’te Abdülkadir Selvi tam da bu konuyu işleyerek “İkili arasında rekabet erken başladı” diye yazmış. Gerçekten güzel tesadüf oldu.
Selvi bu meseleyi her hafta en az bir gün yazacağı için tekrar Donat’ın söyleşisine dönmekte var.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yanıtı şöyle: “Maçın son dakikasında bir penaltı kazanıldığında, teknik direktör, ‘Bırakın ben atacağım’ demez... En formda oyuncusuna gol attırır. Belediye başkanlarımız kendi aralarında çok iyi işler yapacaklar... Günü geldiğinde de arkadaşlarımızdan biri Cumhurbaşkanı adayı olacak.”
Umarız Özel’in bu açıklaması çok planlı olmadığı belli olan bir söyleşide ayaküstü söylenmiş bir söz olsun ve öyle de kalsın. Çünkü bu demeç daha şimdiden dört yıl boyunca ülkenin Erdoğan’ın rejimiyle, onun istediği biçimde yönetileceğini kabul etmek anlamına geliyor. Yapılacak en önemli faaliyet de 4 yıl sonra Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağına karar vermek olarak anlaşılır.
Tıpkı 2019-2023 yılları arasında yaşandığı gibi. Kim iyi çalışıyor, kimin reytingi yüksek ve en nihayetinde kim aday olsun tartışmasıyla geçecek bir dört yıl ne ülkeye ne de muhalefete bir şey kazandırır.
Bu olsa olsa Erdoğan’ın yazının başında ifade ettiğimiz “siyaseti soğutma” girişimine destekten başka bir sonucu olmaz. Bir de muhalefet içinde kişiler üzerinde başlayan bir saflaşma ve ayrışma.
İKİ SANDIK ARASINDA NE OLACAK?
Türkiye çok yakıcı bir ekonomik kriz içinde. O kadar yakıcı ki toplumsal yapıyı tümden tahrip etme noktasına geldi. Milyonlarca insan sadece başını sokacak bir yer, karnını doyuracak bir iki lokma için çalışıyor. Gezmek, eğlenmek, dinlenmek hiçbiri yok. İşsiz kalma korkusu, gelecekten duyulan derin endişenin yanı sıra yağmayla, çalmayla, baskıyla süren bir idari yapı. Ülke bir batağın içinde.
Tüm bu tabloyu bir seçime havale etmek yapılacak en büyük hata olur.
Değişen iklimin, muhalefetin eline geçen belediyelerin bir anlamı olacaksa bu ancak bugünden eylemli bir muhalefet çizgisinin derinleştirilmesiyle mümkün kılınacaktır.
Yerel seçim sonrası 1989’a bakıp “oradan ders alacağız” demenin çok anlamı yok. Ders alınacaksa bunun tarihi 2019-2023 tarihi arasıdır.
Ülkenin acil ekonomik sorunlarına müdahale etmeyen, kaybedenlerin yanında durmayan, demokrasi talebini öne çıkaramayan, rejimin karşısında dört yıl boyunca mücadele etmeyen bir muhalefet olursa bir kez daha Aziz Nesin’in “Du bakalım n’olacak” hikayesinin gerçeği ile karşılaşırız.
Erdoğan ya da başkasıyla önce siyaset soğutulacak, rutine dönüşecek, sınır ötesi operasyon derken sonuç yine aynı.
Bir söyleşiden bu çıkar mı diyenler haklı olabilir. Ama Ekim 2022-Mayıs 2023 arasında yaşananları ara ara hatırlamakta ve hatırlatmakta büyük yarar olabilir.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder