1 Nisan 2024 Pazartesi

Evrensel KÖŞEBAŞI - 1 NİSAN 2024 -

 

Bu daha başlangıç(Nuray Sancar)

En yakın rakibi İBB Başkanı’nın yaptığı tatilleri hesaplayan, çalışmayan otobüs mizansenleri hazırlayan, para sayma görüntülerini tekrar tekrar servis eden, CHP’nin eski genel başkanını yenisiyle birbirine düşürmek için onun adına sahte afişler astıran, Kürt oylarını taşımalı-devşirme seçmenlerle bastırmaya çalışan AKP, yerel seçimi büyük bir kayıpla kapatmış bulunuyor. Neredeyse ‘iki partili’ sistem üzerinden işleyen Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerel seçimlerdeki hezimetinin nedenleri üzerine birçok şey söylenebilir.

En kestirmeden, açlık sınırında yaşamaya alıştırılmaya çalışılan halkın artık hayali düşmanlara, olmayan savaş haline karnının tok olduğu söylenebilir. Büyük şirketlere işsizlik fonunu, devlet hazinesini bol keseden dağıtırken emekliye ‘para yok’ diye kestirip atmanın, ne ‘verirsek verelim anında eriyor’ o yüzden vermeyeceğiz demenin bir bedeli olacaktı elbette.

Genel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmemişken önceki ekonomi politikasını temyiz eden Erdoğan yönetimi, ülkeyi ve nüfusu devasa bir borç içen soktu. Bu borçluluk yükü iki yakayı bir araya getirememekle sınırlı değil kuşkusuz. ‘Göklerden gelen bir karar’la seçilmiş olduklarına inanan AKP kadrolarının ve reisinin adaletsizliğe ne kadar katlanırlarsa katlansınlar halkı faizi bitmeyen bir manevi borca da soktuğunu eklemek gerekir. Din, aile, millet, vatan, beka sayelerinde emin ellerdeydi; bu yollarda beraber yürünecekti.

Bu hikayenin alıcı kitlesi büyük ölçüde çözüldü. Her sözünün karar ya da kararname haline geldiği, siyaseten canının istediğini istediği sürece hapse tıkabilen tek adam yönetiminin adaletsizliğini şimdilik gücünün yettiği tek araçla, o bir tek oyuyla protesto eden ‘seçmen kitlesi’ bu rejime karşı aşağıdan kendi koalisyonunu kurarak dur demek istediğini gösterdi. Bu seçimin manifestosu giderek daha baskıcı olan tek adam rejimini, rejimin kurallarına göre oynayarak halk inisiyatifinin bir denge-denetleme faktörü olarak kendisini ortaya koyması olmuştur. Bu inisiyatifi önümüzdeki süreçte güçlendirerek kullanmak isteyeceğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü iktidar partisinin seçim hezimeti; örgütlenmek istedikleri için biber gazına maruz kalan işçilerin, ek zam isteyen emekçilerin ve emeklilerin, özel okul öğretmenlerinin, bağrına taş, sabrına sabır katanın, İliç katliamından, çocuk tacizlerinden canı yananların, depremde ihanete uğrayanların birikmiş tepkisinde mayalanıp gelmiş sayılır.

CHP elindeki büyük şehir belediyelerine yenilerini ekledi. Bazı iller ve ilçelerde beklenmedik sonuçlar alarak AKP saltanatını da sarstı. Ancak bu sonucu sadece ana muhalefet partisinin zaferi olarak görmek doğru olmaz. Tek adam yönetiminin bir plebisite çevirdiği ve 20 yıldır neredeyse her sene kendisini oylatan ve meşruiyetini seçim sonuçlarına dayandıran bir iktidarı geriletmek için birleşme ihtiyacı duyan halkın sessiz konsensusunun bir ürünüdür bu sonuç. Bu seçim İYİP’i iyice geriletmiş, Hüdapar’ı anlamsızlaştırmış, İsrail’le ticaret yapmaya devam eden AKP’nin ideolojisine hala bağlı kesimleri de ‘İncirlik kapatılsın, İsrail’le ticari ilişkiler kesilsin’ diyen YRP ile terbiye etmeye sevk etmiştir.

İktidarın, sayısız siyasetçisini ve eski eş genel başkanlarını tutuklayarak sindirmeye çalıştığı, belediyelerine kayyum atanarak seçmenlerinin iradesi çiğnenen Dem Parti de bu seçimin kazananıdır. Her türlü oyuna, şiddete, hileye rağmen kayyum düzenini sarsan Kürt inisiyatifi İstanbul Büyük Şehir Belediyesini rantçı-talancı partiye kaptırmamak için de gerekli feraseti göstermiştir.

ASIL GERİLİM

AKP bu noktaya adım adım geldi aslında ve genel seçimlerdeki gidişat ve bu partiyi yeniden iktidara getirmesine rağmen oyların düşmesi olarak alınan sonuç, dün yaşanan seçimlerle teyit edilmiş oldu. Toplumda biriken ne kadar gerilim varsa, AKP’nin yarattığı ve ‘algı’ düzeylerini zorlayarak inşa ettiği bütün yapay gerilimlerin, halkı kutuplaştırmak için boca ettiği propaganda ve iletişim materyallerinin hepsinin bu partinin ve rejiminin üzerine boşalmaya başlamasının başlangıcı genel seçimlerdir. Bu bir yıllık süreçte işçi eve emekçilerin ortaklaşan talepleri tek adam rejiminin yapay gerilimlerini kuşkusuz daha çok aşındırdı. Kültürel yarıklar açarak birbirine düşmanlaştırma siyaseti iktidarla emekçiler arasındaki asıl gerilim kaynağını berraklaştırdı.Bu süreç derinleştirecektir. Çünkü daha başlangıçtır. 

  Kaybettikleri yalnızca belediyeler değil (Hakkı Özdal)

1989 yerel seçimleri, 6 yıllık hegemonik ANAP iktidarının, emeğe yoğun saldırılar ve yüksek enflasyonla derinleşen bölüşüm şoku koşullarında gerçekleşmiş ve 12 Eylül rejiminin partisi ANAP ile lideri Turgut Özal ağır bir yenilgi almıştı. Özal bu seçimden sonra kendisini Çankaya’ya atmanın bir yolunu buldu ama hemen iki yıl sonra 1991’de yapılan erken seçim ile 8 yıllık ANAP iktidarı sona erdi. ANAP da giderek küçülen bir merkez partisi olarak, sonunda bir tabela partisi haline geleceği yıkıcı yolculuğa başlamış oldu. Yakın tarihte, bir ‘yerel seçim’in genel siyaseti kalıcı şekilde etkilediği, sermaye ve devlet de dahil tüm egemen aktörlerin yeni pozisyonlar ve arayışlar içine girmek zorunda kaldığı müstesna bir seçimdir. Aradaki 90’lı yıllarda yaşananlar AKP rejimi ile nihayetlenen bir kısır döngü olsa da Türkiye’de merkez siyasetin tüm aktörleriyle dönüşümü 89 yerel seçimlerinin ardından olmuştur.

31 Mart 2024 yerel seçimleri de, Türkiye’de 2002’de başlayan bir baskın politik dönemin sonuna gelindiğine dair artık üstü örtülemez bir işaret veriyor. Ortaya çıkan tablo Türkiye siyasetini, onun başlıca aktörlerini, kurumlarını ve hatta ittifaklarını değiştirecektir. Bunun nedeni ‘kazananlar’ yerel yönetimleri kazanmış olsa bile ‘kaybeden’lerin yalnızca belediyeleri kaybetmediğidir. Saray ve sözcüleri, 31 Mart’ı bir yerel seçim çerçevesine indirgemek, önemsizleştirmek için çaba gösterecektir elbette. Ama nasıl devasa devlet olanakları ve kirli propaganda bu tabloyu -bırakın değiştirmeyi biraz olsun yumuşatmaya bile- yetmediyse, yenilgiyi küçültme çabaları da akim kalacaktır. Yenilgi, öncü sonuçlarından bazılarını bizzat iktidar unsurlarında verecek, tereddütleri, çözülmeleri, yeni arayışları hızlandıracaktır.

Şunu söylemek gerekir ki özellikle 7 Haziran 2015 seçiminden itibaren kurulan her sandık, ister yerel seçim isterse referandum sandığı olsun, ülke ölçeğinde bir siyasal kamplaşma ve hesaplaşmanın alanı oldu. Bu, Erdoğan ve rejiminin bir tercihi ve dayatmasıydı. “Beka” söylemiyle sembolleşen strateji, sandık ne olursa olsun Erdoğan ve onun şahsında somutlaşan rejimin bir güven oylamasına  dönüştürüldü. Bugüne kadar ortaya çıkan sonuçlarda da bu stratejinin etkisi vardı. Ancak 2017 referandumundan başlayarak, AKP-MHP ittifakının tüm büyükşehirlerle birlikte İstanbul’da da gerilediği ve esasen 2015’in ‘tekrar seçimi’ 1 Kasım’dan itibaren AKP’nin bir daha burada tek başına seçim kazanamadığı görüldü. Mottosu “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” olan Erdoğan, İstanbul ve diğer büyükşehirlerdeki kayıplarını Anadolu’da yoğunlaşan oylarıyla bir süre telafi edebildi.

Bu düzeneğin sonuna geldiğimiz seçim ise 31 Mart 2024 yerel seçimi oldu. Yüksek enflasyon ve düşük ücret dayatmalarıyla artan yoksulluk ve uçuruma dönüşen gelir eşitsizliği; Mehmet Şimşek idaresindeki ‘rasyonel ekonomi’ programının sahte vaatlerinin gerçekte ne anlama geldiğinin çarçabuk ortaya çıkması; buna karşın Erdoğan’ın tüm emekçileri ve emeklileri yıpratan süreci açıktan sahiplenmesi, AKP’nin kitle bağlarını iyiden iyiye ve ülke ölçeğinde yıpratmış oldu.

İktidar ve müttefikleri açısından bundan sonrası, bu ağır tablonun nereye evrileceği konusunda, önemli bir bölümü kendi iradelerinin dışında gelişmesi muhtemel olan süreci yönetmeye çalışmak olacaktır. Başta rejimin küçük siyasi ortağı MHP-Bahçeli olmak üzere, iktidarı oluşturan unsurların tümünde hem içe dönük tartışma ve hesaplaşmalar hem de “kendi başının çaresine bakma” eğilimlerinin ortaya çıkması muhtemeldir. Erdoğan’ın bir dönem daha başkanlık yapmasına ilişkin dayatmalar da bu tablo karşısında yok hükmünde kalacak, hatta genel siyasi tablonun bu seçimde ortaya çıkan tabloyla arasındaki asimetriyi 2028’den önce gidermek ihtiyacı ortaya çıkabilecektir.

En genel değerlendirmeyle, sermaye düzeninin 2002’den beri türlü dalgalanmalarla süren bir sekansı sona ermektedir. Türkiye halkı, özellikle de onun büyükşehirler ve Anadolu kentlerindeki emekçileri, tüm devlet güçleriyle yürütülen ağır propagandaya rağmen gidişatı değiştirecek bir sonucu ortaya çıkarttı. Bundan sonrası, ‘yeni dönem’ ve ‘yeni aktörler’ ile toplumun ve emekçilerin genel çıkarlarının ilişkisini belirleyecek doğrudan mücadelelerin gücüne ve direncine bağlı olacak. Türkiye’nin emekçileri için de yeni bir dönem başladığı söylenebilir.

İktidar açısından ciddi bir ‘meşruiyet’ tartışmasının kapısı açıldı(Fatih Polat)

AKP açısından tek başına iktidarını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, 31 Mart 2024 yerel seçimleri iktidarının ‘meşruiyetinin’ tartışılacağı bir tabloyu açıkça ortaya koydu. Bu yazı yazılırken sandıkların henüz yüzde 50’ye yakını açılmıştı.

CUMHUR İTTİFAKINA ÇOK NET BİR MESAJ

Devlet imkanlarının kelimenin tam anlamıyla iktidar açısından ‘hunharca’ harcandığı, harekete geçirildiği, bakanların AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kurum için sahaya çıktığı bir tablonun ardından ortaya çıkan sonuç, ülke halklarının, emekçilerinin iktidara çok net bir yanıt verdiğini gösteriyor. İstanbul’da İmamoğlu’nun Kurum karşısında kaç puan fark ile kazanacağı bu yazı matbaaya gittiğinde muhtemelen netleşmiş olacak ve pek çok kamuoyu araştırmasının tahmin ettiğinin üzerinde bir sonuç olacak bu.

İMAMOĞLU AÇISINDAN….

Bu sonuçlar, İmamoğlu’nun partisindeki pozisyonunu daha da güçlendirirken önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından da onu en güçlü aday haline getirmiş oldu.

Daha önce güçlü sonuçlar aldığı deprem kentleri dahil pek çok kentte ciddi zayıflama gösteren AKP ve Cumhur İttifakı, ortaya çıkan bu tablo ile artık bir ‘yük’ olarak tarif edilmiş oldu.

Bu sonuçlar, muhalefet cephesi içinde seçimlerin ertesinde bir erken genel seçim tartışmasını da tetikleyecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen haziran ayındaki bir konuşmasında, “31 Mart 2024 yerel seçimleri, tıpkı 30 yıl önceki 1994 seçimleri gibi inşallah belediyecilikte yeni bir milat olacaktır” ifadelerini kullanmıştı. Bu, aslında kendi partisindeki erimenin Milli Görüş’ün mirası için yarışan Yeniden Refah Partisi ile Saadet Partisinde toplanmasının önünü almaya yönelik bir hamleydi. Aynı zamanda da seçmenini konsolide etmeye yönelik bir taktik söylemdi.

94 RUHU ERDOĞAN İÇİN ARTIK BİR NOSTALJİYE DÖNÜŞTÜ

Ortaya çıkan tablo ise Erdoğan’a ‘1994 senin için artık ancak bir nostalji olabilir’ diyor.

Bu sonuçların ortaya çıkmasında son olarak Şimşek programıyla emekçilerin üzerine iyice çöken ve onların nefes almasını bile zorlaştıran yoksullaştırıcı ekonomi politikalarına açık bir tepki olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadar yaygın bir erime ekonomi politikalarının sonuçlarından bağımsız tartışılamaz. Bunun içine, iktidar tarafından yaşamaları bile lüks olarak görülen emeklilerin tepkisini de ekleyin.

KÜRT SEÇMEN KAYYUMU SANDIĞA GÖMDÜ

DEM Partinin aldığı sonuç ise kayyum politikalarına karşı net bir yanıt oluştururken, iktidara ve genel olarak devlete de bir kez daha ‘Boyun eğmiyoruz, irademizi tanıyın’ denmiş oldu.

Tam burada bir parantez açalım. Çoğu zaman olağanüstü halin çeşitli biçimleriyle yönetilen Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölge illerinde partilerin çalışmalarına ek olarak, son 35 yıldır bir de devletin özel bir çalışması var. Bu, devletin güvenlik konseptine bağlı olarak belirli bir mantık etrafından parçalı bir karakter gösteriyor. Temel strateji Kürt siyasi hareketini zayıflatmak üzerine kurulurken, bir il ve ilçede Kürt hareketinin karşısında hangi parti daha güçlü ise, devlet güvenlik personeli ve çeşitli kadrolarıyla oraya güçlendirmek üzere yükleniyor.

Bu gerçeğe ve taşımalı asker, polis oylarına, bu konuda yapılan itirazların çoğu yerde yanıtsız bırakılmasına rağmen, genel tabloda Kürt halkının yanıtının, sesinin duyulması engellenemedi. Kayyumu önden seçmen boyutuyla yürürlüğe koyma girişimleri karşısında da net bir yanıt verildi.

DEPREM BÖLGELERİNDE İKTİDAR ZAYIFLADI

6 Şubat 2023’te gerçekleşen depremlerin ardından yapılan seçimlerde AKP’nin deprem olan illerin önemli bir kısmında güçlü sonuçlar alması çeşitli yönleriyle tartışılmıştı. Ancak daha önceki deprem süreçlerine de bakıldığında ilk anda depremzede bölgelerde, belirli taleplerin yerine getirilme imkanları açısından güçlü olana sarılma refleksi olurken, bu taleplerin karşılanmadığı görüldükçe de bu destek düşüyor. Bu yerel seçimler de bize bunu göstermiş oldu.

Deprem yaşayan illerde AKP’nin oylarında erime görülürken YRP ve CHP’nin oylarında yükselme var. Maraş’ta AKP, depremin ardından gerçekleşen 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 47.72 oy alırken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıkların yüzde 26.49’u açıldığında oyu yüzde 37.73 oranındaydı. YRP, son milletvekili seçimlerinde bu ilde yüzde 5.42 oy alırken, bu yerel seçimde yüzde 26.56 oranındaydı. Depremin ardından 13 ay geçtikten sonra yapılan yerel seçimlerde AKP’deki ciddi erimenin önemli oranda YRP’de toplandığı ancak YRP’nin AKP dışından da oy aldığı dikkati çekiyor. Maraş’ta CHP de 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 16.04 oranında oy alırken, bu seçimlerde 28.67 oranında oy aldı. Dolayısıyla çok açık ki, Kahramanmaraş’ta depremin ilk anında bir beklenti ile iktidara oy veren seçmenin önemli bir bölümü desteğini çekerek, iktidarın karşısındaki partilere doğru kayış gösterdi.

Antep’te de benzer bir tablo var. 14 Mayıs 2023 milletvekili seçimlerinde AKP Antep’te yüzde 44.88 oy alırken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıkların 36.9’u açıldığında AKP’nin oy oranı yüzde 37.28 idi. Yani 7 puandan fazla bir erime söz konusu. YRP, Antep’te 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 4.18 oy alırken, 31 Mart 2024 seçimlerinde, sandıkların yukarıda belirttiğim oranı açılmışken YRP’nin oy oranı yüzde 16.31’di. Antep’te 2023 milletvekili seçimlerinde CHP’nin oyu yüzde 16.3 iken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde -bu yazı yazılırken- yüzde 30.08 oranındaydı.

Sandıkların tamamı açıldığında bu oranlar kuşkusuz farklılık gösterecektir. Ancak şu ana kadarki veriler de deprem yaşanan kentlerde iktidardaki zayıflamayı gözler önüne sermeye yetiyor. Bu kentlerde YRP ve CHP oylarında değişen oranlarda ve önemli düzeyde bir artış görüyoruz.

Bu seçimler İyi Parti için ise, kendisine ‘Millet İttifakı’ aktörü olarak restorasyon programı etrafında biçilen rolü harcamış olmasının da bir sonucunu yaşattı. İyi Partiye kendisinin dışında biçilmiş olan hikayenin de sonuna doğru gelindi denilebilir.

Bu seçimler Gelecek ve Deva Partisini de artık parti binalarını açık tutmanın maliyetinin bile yük görüleceği bir tablo ile yüz yüze bıraktı.

Karadeniz’de, çok güçlü olduğu kentlerden Kayseri’de bile ciddi erime gösteren bir AKP var artık karşımızda.

Erdoğan ve partisi, o kadar sözden sonra yarından itibaren Şimşek programından nasıl sapacak? Daha önemli soru da şu: Böyle bir sonucun ardından, iktidar o programı uygulanmaya nasıl devam edilecek?

İKİ SINIF AÇISINDAN DA AYRI ANLAMLARI OLAN BİR SONUÇ

Bu tablonun sermaye ve halklar, emekçiler açısından iki farklı tartışmayı derinleştireceği artık nettir. Sermaye, artık Cumhur İttifakının dışında ortaya çıkan yeni tabloyla yürüyeceği yolun etüdünü yaparak öne çıkan siyasi aktörlere kendince bir yön vermeye çalışacaktır. Çıkarları sermaye ile çatışan işçi ve emekçiler açısından da başka bir değişim talebinin daha cesaretle dile getirileceği bir kapının açıldığı nettir. İşçi ve emekçileri politikasının, örgüt çalışmasının merkezine koyanlar açısından ise ortaya çıkan bu tablo ayrıca sorumluluklar yüklüyor.

Üzüm bağlarında jeotermal boruları(Özer Akdemir)

Mart ayının son haftası Manisa Alaşehir’e, Çepeçevre Yaşam çekimleri için gittik. Salihli’den Alaşehir yönüne döndüğümüzde üzüm bağları karşıladı bizleri. Yolun sağı solu sıra sıra hep üzüm bağları ile doluydu. Bulutsuz ve güneşli bir havada, cam gibi berrak bir gökyüzü altında yaptığımız yolculuk manzarası Alaşehir’e yaklaştıkça değişmeye başladı.

Üzüm bağları ile bezeli ovada bize garip gelen bir pus peydahlandı. Karşımızdaki dupduru ova görüntüsü bu pusun ardında silikleşmeye, bulanıklaşmaya durdu. Pus, ovanın ilerisinde belli belirsiz görünen dağların üzerinde gri bir bulut kümesi halinde salınıyordu. Bu garip pusun ve gökyüzünde bölük bölük gördüğümüz gri bulutların sırrını, Alaşehir’in Ayı Dağı’na yaslanmış ilk evleri göründüğünde, Piyadeler köyünün minaresi pusun içinden seçilmeye başladığında çözmüştük...

Üzüm bağlarının içerisinde onlarca gümüş renkli boru dolaşıyor, borular bacasından sürekli duman kusan jeotermal enerji santrallerinin (JES) binalarına sokulup birleşiyordu. Bu JES tesislerinin sadece bacasından değil, her yanından dumanlar fışkırıyordu. Öyle ki ovanın ortasından geçen kara yolunda otomobilimiz ilerlerken bazen tesisler bu dumanların içerisinde kayboluyor, tepelerin yamacına bir top beyaz duman gelip de kurulmuş gibi görünüyordu.

Aydın’ın birçok köyü, kasabasında, hatta kent merkezinin dibinde bu JES’lerle ilgili sorunların haberini yapmış, kentin dört bir yanında topraklarını korumak için direnen köylülerin mücadelelerini izlemiştik. Aydın Ovası son 10-15 yılda kelimenin tam anlamıyla JES’lere karşı bir yaşam savaşı veriyordu. Kentin dağları ise adeta kuvars, feldspat ve kömür madencilerinin istilası altındaydı.

Aydın’daki bu sorunun Manisa Alaşehir’de de bu derece yoğun biçimde yaşandığını açıkçası bu korkunç manzarayı görmeden tam olarak kavrayamadığımızı anladık. O nedenle Ayı Dağı’ndaki antimon madeni girişimi ile ilgili yaptığımız çekimler sonrası “Gelmişken JES'leri de çekelim” diye geldiğimiz Piyadeler köyünden çekim düşüncemizi değiştirerek ayrıldık. Maden çekimlerimizde gün ikindiyi çoktan devirmişti ve bu konu bir-iki saate sığamayacak kadar geniş ve önemliydi bizim için. Bu nedenle Piyadeler ve Alaşehir Ovası’ndaki JES’leri başka bir günü, daha geniş bir şekilde ele alabilmek için çekimlerimizi Piyadeler köyünde sonlandırdık.

Alaşehir çevresindeki JES’lerle ilgili projelere ve bu projelere karşı açılan dava dosyalarına baktım dönüşte. Son birkaç ay içerisinde ovada yapılmak istenen jeotermal kaynak arama ve JES projelerine karşı, özellikle Alaşehir Ziraat Odası tarafından açılan davalarla ilgili haberler yapmıştık. Ne garip ve acı ki, tam da yerel seçimlerden bir hafta önce yaptığımız çekimlerimiz sırasında bölgedeki bu JES’lere kapıyı şimdi Cumhur İttifakının adayı Nejdet Türk’ün açtığını öğrendik.

2012 yılından bu yana Sulama Birliği Başkanı ve Ziraat Odası Başkanı olarak görev yapan Türk, JES’çilere topraklarını ilk satan kişilerden (belki de ilki) imiş. “Alaşehir'i jeotermal su ile ısıtacağız” propagandası eşliğinde JES'lerin ovada kurulmasını ve üzüm bağları arasında borularını döşemesini sağlayan Başkan, birkaç yılda bu tesislerin zararı özellikle bölgenin en önemli gelir kapısı üzüm bağları üzerinde görülmeye başlandığında, tabandaki üreticinin de baskısı ile dün kapı açtığı JES'lere bu sefer oda olarak davalar açmaya başlamış. Yerel seçim çalışmaları sürecinde, bu JES'lerin zararlarını gündeme getirip, kendisinin bu firmalara kapıyı açtığına yönelik eleştirilere ise “Kandırıldım” diye yanıt veriyormuş.

Geçtiğimiz aylarda Alaşehir Ziraat Odasının bu JES projelerinin ÇED olumlu ya da gerekli değildir kararlarına karşı açtığı davalarda Manisa İdare Mahkemesi ve Danıştay bu projelerin ÇED izinlerini ardı ardına iptal etti. Mahkemenin bu kararı vermesinin en önemli dayanağı bölgede yapılan bilirkişi keşiflerinin raporları idi. Raporlarda ne vardı da mahkeme projelerin izinlerini iptal etti? Bilirkişi raporlarında uzmanların uzun uzun sıraladıkları gerekçelerle “Bu JES'lerin buraya yapılmasında doğaya, toprağa veya tarıma bir yarar sağlama durumu bulunmadığı”nın altını çizdikleri bu gerekçelere kısa başlıklarla bakacak olursak;

* Her şeyden önce birinci sınıf tarım toprakları üzerinde, köylerin üzüm bağları ve meralarına, Alaşehir Çayı’nın yanı başına açılmak istenen onlarca kuyu ve ona yakın JES'in yol açacağı sorunları kümülatif olarak değerlendirmek gerekirken, her proje için ayrı ayrı ÇED’ler hazırlanmış, bu JES'lerin etkisi görmezden gelinmiş.

* Jeotermal kaynak sularının yöredeki bitki örtüsüne, canlılara ve tarım sektörüne önemli bir çevresel etkisinin olup olmayacağı, daha sonra açılması planlanan santral ve üretim aşamasının, kısa orta ve uzun vadede yeraltı ve yerüstü her türlü tarım alanlarına vereceği fiziki, kimyasal ve biyolojik zararların olup olmayacağına ilişkin alınacak önlemler bu hazırlanan ÇED’lerde yeterince değerlendirilmemiş.

* Projelerin çevresel etkileri ve etki alanına ilişkin belirlemeler ÇED raporunda tam olarak ortaya konulmamış.

* Jeotermal akışkanların kontrolsüz olarak yüzey üstü su kaynaklarına boşaltılmasından kaynaklanabilecek yüzey ve yeraltı sularının kirlenmesiyle toprak kirlenmesinin olacak, bu durumdan tarımsal alanlar etkilenecek.

* Jeotermal atık suları yüksek miktarlarda tuz, ziraat için zararlı maddeler, fiziksel zehirli maddeler ve su kirliliği yapan maddeler içerebilir.

* Ruhsat alanları, sondaj alanları ve çevreleri dikili tarım arazisi, sondaj alanları ve çevrelerinin tümü tarım dışı kullanımlara çıkarılamayacak mutlak tarım arazisi ve dikili tarım arazisi sınıfında.

Bacalardan havaya verilen gazlar alandaki tarımsal topraklara, sulama sularına ve tarımsal ürünlere zarar verebilir ve bu durum kamunun yararına aykırı.

* Bölgede yapılmış akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S (hidrojen sülfür) varlığının tespit edildiği göz önüne alındığında, bölgede gerçekleştirilecek yeni JES projelerinin devamı konusunda karar vermeden önce bütünleşik izleme çalışmalarının yapılması gerekir.

* Çevresel etkileri ile birlikte, iş sağlığı ve güvenliği açısından da risklerin değerlendirilmesi ve analizi eksik.

* ÇED raporlarında jeotermal sularda bulunan kuyu sondajı, deşarjı ve üretim aşamasında açığa çıkacak bazı ağır metal ve çözülmüş minerallerin yeraltı ve yer üstü sularına verecekleri zararlar tam olarak değerlendirilmemiş.

* Sondaj kuyularının tarım arazisinde bulunması nedeniyle bu ağır metaller toprağa, bitkilere ve halk sağlığına zararlar verecek.

*‘Sismik Tehlike Analiz Raporu’na göre proje alanı çok ciddi deprem riski altında...

Bu yazıyı tam da seçimlerin olduğu gün yazıp gönderdim. Alaşehir’de kimin kazanacağı yazının çıktığı gün belli olmuş olacak. Bakalım üzüm bağları JES firmaları tarafından parsellenen, suları kirletilen, yöre köylüleri tarım arazilerinin ortasına kondurulan bu zehirli tesisleri bölgeye ilk sokan kişinin “Kandırıldım” bahanesini kabul edecekler mi, göreceğiz...

(EVRENSEL)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder