Asgari ücret artacak mı? (Murat Batı)
Erdoğan, emeklilerden sonra asgari ücretlileri de kaybetmeyi göze alabilir mi sizce? Elbette hayır ama yakın tarihte bir seçim olmadığı için bu cevabı bir daha düşünmek zorunda kalıyoruz
Ülkemizde milyonlarca asgari ücretli bulunmaktadır. Bunların çok büyük bir kısmı gerçekten asgari ücretli; bir kısmı -duyduğumuz kadarıyla- yüksek maaş alıp asgari ücrete kadar olan kısmı kayıtlı olanlar; bir kısmı ise asgari ücretli görünüp daha az bir maaşla çalışanlar. Üç durum da ülkem adına çok ama çok vahim.
Asgari ücret, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmektedir. Kanunda asgari ücretin, kanun kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın iş sözleşmesiyle çalışan her türlü işçiye uygulanacağı, ücretin en geç iki yılda bir belirleneceği ve asgari ücret komisyonu ile ilgili usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği açıklanmıştır. Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesine göre asgari ücret, “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti,” şeklinde tanımlanmıştır.
Görüldüğü üzere asgari ücret bir işçinin o günlük ekonomik koşullarda sinemaya, tiyatroya, maça gidebileceği; sağlıklı beslenebileceği, barınma sorununu çözebileceği kadar yani bunlara yetebilecek bir ücret düzeyidir.
Şu an uygulanan asgari ücret ise 17 bin 2 TL’dir. Hissedilen enflasyondan, fiyatların ne derece el yaktığından, konut kiralarının ne denli uçtuğundan bahsetmeme gerek yok sanıyorum.
Ancak 2023 yılında, 2024 yılında uygulanacak asgari ücret tahmini yapılırken iktidar partisi kurmayları 2024 yılı için asgari ücret bir sefer artacak, daha fazla artmayacak şeklinde hep bir ağızdan aynı cümleleri tekrar edip durdular.
Şimşek, Orta Vadeli Program’ı işaret ederek her seferinde mali disiplinden vazgeçilmeyeceğini ısrarla vurgularken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da hükümete bir mektup yazarak önerilerini iletti. Bu öneriler arasında aman ha asgari ücreti artırmaya kalkmayın önerisi de vardı. Zaten Şimşek de ücret artışlarını enflasyonun nedenleri arasında görmekte dolayısıyla da bu artışa pek sıcak bakmamakta.
Ancak 31 Mart yerel seçimleri sonucunda AKP’nin başarısızlığının müsebbipleri arasında bu ekonomi/mali politikalar gösterilirken emekliye zam verilseydi bu sonuç olmayacaktı şeklindeki gerekçe birçok kişi tarafından söylenmekte.
Peki Erdoğan, emeklilerden sonra asgari ücretlileri de kaybetmeyi göze alabilir mi sizce? Elbette hayır ama yakın tarihte bir seçim olmadığı için bu cevabı bir daha düşünmek zorunda kalıyoruz. Erdoğan’ın seçim taktiği seçimin olmadığı dönemlerde vergi ve fiyat artışlarına müsamaha gösterdiği ama seçime yakın tarihlerde ise kesenin ağzını açtığını söyleyebiliriz.
Bu nedenle en yakın seçime dört (4) yıl kaldığını düşünürsek ve ekonomi de Şimşek ve kurmaylarına emanet edildiğinden şu an asgari ücretin Temmuz’da artması için olumlu bir neden yok gibi görünüyor. Zaten işverenlerin de bu konuda olumlu bir söylemi yok.
Ancak bunu konuşmak için henüz erken olduğunun da altını çizmek isterim. Özellikle bu konuda kamuoyunun oluşumu ve Mayıs verileriyle birlikte en erken Mayıs ayı sonu ve Haziran ayı başları gibi bir tarihte bu konu daha da olgunlaşacak ve aşağıda bahsettiğim nedenler baki kalmak kaydıyla ibre çalışanların lehine de dönebilecektir.
Aşağıdaki tabloda değişim seyrine baktığınızda özellikle son iki yılda asgari ücret yılda iki kez arttı. Hatta ilgili bakanlar her seferinde hayır artmayacak dedi ve Erdoğan seçimlerin olmasından da kaynaklı olarak asgari ücreti artırın talimatını vermişti. O nedenle Mayıs ayı sonunu bekleyelim derim. O tarihte çok daha net tahminde bulunabiliriz; artacak ya da artmayacak diye.
Asgari ücretin artmama ihtimalinin diğer nedenleri
Bu sorunun cevabı işveren maliyeti, asgari ücrete kadar gelir ve damga vergisi istisnası nedeniyle Devletin mahrum kalacağı vergi tutarı, kayıt dışılığın varlığı ve Bakan Şimşek’in ekonomik tedbirleridir.
-Olayın SGK (maliyet) boyutu
Asgari ücret her ne kadar gelir ve damga vergisinden istisna edilse de SGK hesaplamalarında bir istisna uygulaması bulunmamaktadır.
Asgari ücretin 2024 yılının ikinci yarısı için brüt 25 bin TL (net 21.250 TL) olması durumunda
3.500 TL SGK işçi payı ve 250 TL’lik işçi işsizlik fon payı;
3.875 TL SGK işveren payı ve 500 TL işveren işsizlik fon payı olacak. Yani net maaştan başka 8.125 TL (bir maliyet) daha oluşacak. Böylece bir asgari ücretlinin işverene toplam maliyeti 29.375 TL olacak.
-“Asgari ücrete kadar ücret istisnası” daha fazla artışa engeldir
25 Aralık 2021’de yayımlanan 7349 sayılı Yasa ile Gelir Vergisi Kanunu’nun 23’üncü maddesinin 18’inci fıkrasına asgari ücrete kadar olan ücret istisnası hükmü eklendi ve bu hüküm 1 Ocak 2022’de hayatımıza girdi. Buna göre net asgari ücrete kadar gelir vergisi, brüt asgari ücrete kadar ise de damga vergisi istisnası uygulanmaktadır. 15 Aralık 2023 tarihli TRT’de bir programda Cevdet Yılmaz ücretlilerin asgari ücrete kadar olan gelirinden 2024 yılında 590 milyar TL vergi alınmayacağını ifade etti.
Buna göre asgari ücret ne kadar yüksek olursa asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenlerin asgari ücrete kadar olan ücretleri hem gelir hem de damga vergisinden istisna edileceğinden Hazinenin bir vergi kaybı olacaktır.
-Kayıt dışılık artabilir
Asgari ücretin yükselmesiyle birlikte kayıt dışı istihdam çanları da çalmaya başlayacaktır. Bunun kontrolünü yapmak elbette Devletin görevidir. Ayrıca çalışanların da buna müsamaha etmemeleri gerekir ama işsizlik tehdidi çalışanları kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakabilir.
-Enflasyon etkisi
Bakan Şimşek enflasyonun nedenlerini sayarken her seferinde dolaylı vergi artışları ile ücretleri göstermektedir. Bu nedenle artık ortalama ücret haline gelmiş olan asgari ücretin talep baskısı yaratacağını düşüneceğinden artmasını istemeyecektir.
/././
Yine yakmış yar mektubun ucunu (Mustafa Durmuş)
"T.C. Merkez Bankası önce kendi kasasının ve Hazine’nin kasasının neden tam takır olduğunu, neden görülmemiş düzeyde zarar ettiğini ve bunlara sebebiyet verenlerin kimler olduğunu sorgulamalı"
Zira bu mektupta: “Dezenflasyon sürecinde para ve maliye politikalarının eş güdümü büyük önem arz etmekte olup öngörülebilirliğin artmasını sağlayan Orta Vadeli Program (OVP, 2024-2026) ile somutlaşmış olan kamu politikalarına dair varsayımlar TCMB’nin enflasyon tahminlerine yansıtılmıştır. Bu kapsamda, asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile ücret ve vergi ayarlamalarında OVP’de sunulan enflasyon tahminlerinin gözetilmesi ve para politikasındaki sıkı duruşun ihtiyatlı maliye politikası ile desteklenmesi, öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır” (1) deniliyor.
Yine ücretliler mi kusurlu?
Kısaca, Merkez Bankası, Hazine ve Maliye Bakanı’na “asgari ücretin yılın ikinci yarısında tekrar artırılmasını sakın düşünmeyin, aksi takdirde enflasyonu düşüremeyiz” diyor.
Ücret artışlarının enflasyona neden olduğu yaklaşımı, ana akım iktisatçıların ve burjuva siyasetçilerin pek çoğu tarafından benimsenen ama bilimselliği de oldukça tartışmalı, daha ziyade ideolojik bir yaklaşım.
Bu nedenle de yoksulluk içinde kıvranan, hatta açlık çeken işçiler, emekçiler, emekliler ve onların aileleri ne zaman enflasyona karşı korunmak için bile olsa ücret artışı talep etseler, hemen burjuva ideologları ortaya çıkarlar ve bu artışların aslında emekçilerin aleyhine olduğunu anlatmaya ve emekçileri bu taleplerinden vazgeçirmeye çalışırlar.
Oysa IMF bile, son bir iki yıldır, ücret artışlarından ziyade kur artışı ya da diğer arz yönlü sorunların günümüzde enflasyonun esas nedeni olduğunu ortaya koyan çalışmalar yayınlıyor. (2)
Mektup enflasyonun asıl nedenini gizliyor
Kaldı ki Merkez Bankası bu mektubunda, Nas referans gösterilerek 2021 Eylül- 2023 Mayıs döneminde uygulanan yanlış faiz politikalarının ya da (kendi bünyesinde yapılan bir araştırmanın ortaya koyduğu gibi), tekel konumundaki iskonto marketlerin fiyatlama davranışlarının, yani ek kâr fırsatçılığının enflasyona neden olduğu gerçeğinden (3) hiç söz etmiyor.
Bu tür mektuplar daha önce de yazıldı ama bu içerikte bir mektup ilk defa gönderiliyor. Bu durum da iktidar blokunun nasıl bir iktisadi sıkışmışlık içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Bu mektupla Şimşek’in özellikle de yerel seçimlerden sonra, halka acı ilacı içirme biçimindeki politikalarına bir destek söz konusu olabilir ya da kemer sıkma politikalarının uygulanacağına dair IMF’ye verilmiş sözler etkili olmuş olabilir.
Merkez Bankası önce kendine bakmalı
Merkez Bankası 2022 yılında 93 milyar TL ve 2021 yılında 74 milyar TL kâr elde ederek, en fazla kurumlar vergisi ödeyen bir kuruluş iken (Hazineye aktardığı kâr payı ve ihtiyaç akçesi dışında), 2023 yılını zararla kapattı. Öyle ki geçen yılki bilançosuna göre 850 milyar TL’nin üzerinde bir zararı mevcut (büyük ölçüde negatif döviz rezervleri altında ortaya çıkan kur farklarından kaynaklanan).
Ayrıca, hatırlayalım, geçen yıllarda Kur Korumalı Mevduat uygulamasının faiz-kur farkı biçimindeki on milyarlarca liralık mali yükü Hazine ve Maliye Bakanlığından alınıp Merkez Bankasına aktarılmıştı ve Merkez Bankası yetkilileri buna ses çıkarmamışlardı.
Merkez Bankası tarihsel zararda
Böylece, bir de henüz bilançoya yansıtılmamış olan 800 milyar TL civarında olduğu tahmin edilen, KKM’den kaynaklı zarar riskinin söz konusu olabileceği ileri sürülüyor. (4)
Merkez Bankası zararı, bankanın Hazineye kurumlar vergisi ve kâr payı gibi ödemeleri sonlandırarak kamu maliyesini olumsuz etkiler, zordaki Hazineyi daha da zora sokar.
Böyle bir durumda Merkez Bankası Hazineden borçlanarak zararını telafi edebilir mi? Teorik olarak bu mümkün ama dün açıklanan Hazine nakit dengesi verilerine göre bu da sıkıntılı görünüyor. Zira (Mart ayında 167 milyar TL olmak üzere) bu yılın ilk üç ayındaki toplam Hazine nakit açığı 570 milyar TL’yi aşıyor. Nitekim bu açığı kapatmak için Hazine bu üç ayda 337 milyar TL’den fazla borçlanmaya gitti. (5)
Kelin ilacı olsa…
Ayrıca Hazine, tarihinde belki de hiç olmadığı kadar borçlu durumda. Zira 2023 yılı sonu itibarıyla toplam iç ve dış borcu 6,7 trilyon TL’yi aşıyor. 2024’ün Şubat ayı itibarıyla ise bu borç; 3,4 trilyon TL’si iç borç ve 3,8 trilyon TL’si dış borç olmak üzere toplam 7,2 trilyon TL’ye yükseldi. Bu borç 2017 yılından bu yana 6,3 milyar TL ve sadece 2022 yılından bu yana ise 3,2 milyar TL arttı.
Bu borçlara Merkez Bankasının kısa vadeli dış borçlarını (yaklaşık 1,5 trilyon TL), eski adıyla görev zararı, yeni adıyla “görevlendirme gideri” adı altında üstlenilen KİT’lerin yaklaşık 800 milyar TL ve belediyelerin 175 milyar TL olan borçlarını da eklediğimizde yaklaşık 10 trilyon TL’yi bulan bir kamu kesimi (Genel Yönetim) toplam borcundan söz ediyoruz (buna bankalar ve reel kesimin borçları da eklendiğinde bu borç 30 trilyon TL’yi aşıyor). (6)
Öncelik kâr değil ama
Kuşkusuz merkez bankalarının önceliği kâr elde etmek ya da kârını maksimize etmek değil, ekonomideki fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamaktır. Keza merkez bankaları sermaye yeterliliği gerekliliklerine veya iflas prosedürlerine tabi değildir ve Şili, Çek Cumhuriyeti, İsrail ve Meksika merkez bankalarının birkaç yıldır yaptığı gibi negatif öz kaynaklarla bile etkin bir şekilde çalışabilirler.
Bununla birlikte, örneğin, devlet tahvillerini satmak yerine elde tutmak gibi bazı politika kararları, belirli politika emirlerini yerine getirmeye yönelik eylemlerden ziyade zararı kontrol altına alma arzusuyla motive edildiği şeklinde yanlış yorumlanabilir veya negatif sermaye değeri iletişim zorlukları doğurabilir. Aynı şekilde, merkez bankasının sermaye pozisyonlarını güçlendirmeye yönelik eylemler de dâhil olmak üzere, hükümetten gelen mali kaynaklar, merkez bankası bağımsızlığı ile tutarsızlık içerdiği biçiminde değerlendirilir. Tüm bunlar merkez bankasının kredibilitesini azaltır. (7)
Bu durum da, özellikle de dış kaynak için yanıp tutuşan bir ekonomi için iyi bir şey değildir.
Sonuç olarak
T.C. Merkez Bankası, Hazine'ye mektup yazarak ekonomik ve politik krizin bedelini işçilere, emekçilere ve emeklilere ödettirilmesini talep etmeden önce kendi kasasının ve Hazine’nin kasasının neden tam takır olduğunu, nasıl bu kadar borçlu bir duruma düşürüldüklerini, neden görülmemiş düzeyde zarar ettiğini ve bunlara sebebiyet verenlerin kimler olduğunu sorgulamalı ve kendi üstüne düşen kısmı ile ilgili olarak hesap vermelidir.
Merkez Bankası yöneticileri de, iktidardaki oligarşinin değil, başta işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, esnaf ve küçük işletmeler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını gözetmek zorunda olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Ülkenin ihtiyacı halkına sırtını dönmüş değil, halkından yana kararlar alan bir demokratik ve şeffaf merkez bankasıdır.
Dip notlar:
(1) TCMB, “Bankamız Kanunu'nun 42. Maddesi Uyarınca Hükûmete Gönderilen Açık Mektup (2024-18)”, https://www.tcmb.gov.tr (5 Nisan 2024).
(2) https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2022/10/11/world-economic-outlook-october-2022, s. 53-68.
(3) Muhammed Bahça, Tunç Bayram, Huzeyfe Torun, “Gıda Perakende Sektöründe Fiyat Belirleme ve Değiştirme Dinamikleri, TCMB Ekonomi Notları Sayı: 2023-10 (5 Aralık 2023).
(4) https://www.ekonomim.com/ekonomi/tcmb-olaganustu-kurulda-850-milyar-zarar-aciklayacak-haberi (12 Mart 2024).
(5) 2024 Yılı Hazine Nakit Gerçekleşmeleri (Şubat 2024), https://www.hmb.gov.tr (7 Mart 2024).
(6) Hazine ve Maliye Bakanlığı ve T.C. Merkez Bankası borç stoku verileri.
(7) Nobukazu Ono and Álvaro Pina, https://oecdecoscope.blog/do-central-bank-losses-matter (6 July 2023).
(T24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder