20 Mayıs 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI (20 Mayıs 2024)

 

Tasarruf değil taarruz paketi! (Aziz Çelik)

“Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” devlette usulsüz ve hukuksuz harcamaları önlemekten daha çok kamu harcamalarını kısmaya dönüktür. Asıl hedef kamu harcamaları, kamu çalışanları, emekliler ve kamu hizmetidir. Paketin şatafat ve usulsüz harcamalara dönük kısmı göz boyamadır.

“Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından 13 Mayıs 2024’te açıklandı. Açıklanan paketin tasarruf ve verimlilik hedefinden ziyade kamuculuğa ve kamu hizmetine yönelik bir taarruz olduğunu düşünüyorum. Bu paket kamu harcamalarının kısılmasını, kamu hizmetinin daraltılmasını kısaca kamu maliyesinin sıkılaştırılmasını öngörüyor. Paketin faturası kamu çalışanlarına, emeklilere ve kamu hizmetinden yararlanan yurttaşlara çıkacak.

Kamu harcamalarında 100 milyar TL (yaklaşık 3 milyar dolar) tasarrufa yol açacağı iddia edilen paketin devamının da geleceği belirtiliyor. Bakan Şimşek: "Bu açıkladığımız ilk paket değil, son paket de olmayacak. Önümüzdeki dönemde birçok adım atacağız” derken tasarruf paketi yanında ve yakında maliye politikasında atacakları ilave adımlarla dezenflasyon sürecine katkıda bulunacaklarını ileri sürdü.

Paketin, "kamuda tasarruf, bütçede harcama disiplini ve kamu yatırımlarında verimlilik" olmak üzere üç temel ekseni olduğu görülüyor. Öte yandan bu tedbirlerin tüm kamu kesimi kapsayacağı, merkezi idareler, mahalli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri, döner sermayeler ve fonlar, bütün kamu bu tedbir paketinin kapsamına alınmış durumda.

Öte yandan bu önlemlerin üç yıl boyunca uygulanacak olması da oldukça manidar. Bunun anlamı seçime kadar üç yıl kemer sıkılması, seçim öncesindeki bir yılda kemerlerin gevşetilmesi olarak ifade edilebilir. Üç yıl sınırı bu tedbirlerin asıl amacının seçimsiz bir dönemde sıkı para ve maliye politikaları uygulamak olduğunu gösteriyor.

ZARF: ŞATAFAT VE USULSÜZ HARCAMALAR

Paketin sadece zarfına ve sunumuna bakıldığında kamuda şatafatı ve gereksiz harcamaları kısmak gibi bir amacı olduğu yanılsaması ortaya çıkıyor. Bilindiği gibi üst düzey bürokraside giderek artan şatafat, usulsüz ve keyfi harcamalar ile gösterişli araç merakı, konvoy ve lüks araç tutkusu, birden çok yerden maaş alan kamu görevlilerinin artışı, kamu imkanlarının kötüye kullanımı toplumda büyük infial yaratmış durumda. Özellikle pahalılığın dayanılmaz hale gelmesiyle birlikte yüksek bürokrasideki şatafat ve saltanat çok daha fazla göze batmaya başladı. Bu tablonun seçim sonuçları üzerinde de etkili olduğu görülüyor. Üst düzey bürokraside yaşaman çürüme, yozlaşma ve kibir vatandaşta haklı bir infiale yol açtı.

Paketin ilk amaçlarından birinin toplumda giderek artan bu infiali önlemek olduğu görülüyor.  Tasarruf paketiyle şatafat ve usulsüz harcamaların bir miktar kısılması hedefleniyor. Geçmişte bu usulsüz, görgüsüz ve ölçüsüz harcamalar ile kamu kaynaklarının suistimali gündeme getirildiğinde bizzat Bakan Şimşek bunların “çerez parası” olduğunu iddia etmişti. Devletteki lüks ve gereksiz harcamalara itiraz edildiğinde  “itibardan tasarruf” edilmez denmişti.

Şimdi bu “tasarruf” paketiyle devletteki ölçüsüz harcamalarının ve şatafatın, “itibarın” bir kısmı için gaz kesiliyor. Bu yüzden paketin önemli hedeflerinden birinin göz boyama olduğunu düşünüyorum.  Bu makyaj tedbirler içinde neler var?

• Kamuoyunda “ballı maaş” veya birden çok yerden maaş olarak bilinen kamu işletme ve idarelerinin yönetim kurulu üyelerinin ücretlerine üst sınır getirilmesi,

• Lüks araç şatafatına ve araçlarının usulsüz kullanımının yaygınlaşması karşısında yeni araç satın alma ve kiralamasının 3 yıl süreyle durdurulması ve mevcut taşıt kiralama sözleşmeleri izin alınmadan yenilenmemesi,

• Turistik ve kişisel amaçlarla kamu kaynaklarının kullanımının önlenmesi için uluslararası toplantılar ve milli bayramlar hariç̧ gezi, kokteyl, yemek gibi faaliyet düzenlenmemesi

Hukuksuz ve usulsüz olan ve kamu hizmetinin temel ilkeleriyle bağdaşmayan harcamalarının kısılmasından doğal bir şey olamaz. Ancak paketin asıl amacı bu değil. Bunlar acı ilacın etrafındaki tatlandırıcılar. Asıl amaç kamu harcamalarının ve kamu hizmetinin kısılması, sosyal devlet uygulamalarının iyice ortadan kaldırılması ve bütçeden kamu çalışanlarına ve emeklilere ayrılacak kaynaklarının kısılmasıdır.

MAZRUF: KAMU HARCAMALARININ KISILMASI VE KEMERLERİN SIKILMASI

Sözde tasarruf paketinde usulsüz kamu harcamalarına dönük birkaç kalem dışında tüm önlemlerin kamu çalışanlarına ve kamu hizmetine yönelik olduğu görülüyor. O yüzden zarfa değil mazrufa bakmak gerek. Paket bir tasarruf değil taarruz paketidir. Neye taarruz? Kamuculuğa taarruz, kamu çalışanlarına taarruz, kamu hizmetine taarruz! Paketteki önlemlerin mantığını ve ayrıntısına bakıldığında bu gerçek daha net anlaşılıyor.

Yeni kamu istihdamı yok: Pakete göre üç yıl boyunca emekli olanlar kadar yeni personel istihdamı alınacak. Kamuda sadece emekli olanların yerine yeni kadro alınacak. Bunun anlamı kamuda sıkı personel rejimidir. Bu durum gerek yeni atamaları ve gerekse kurum içi atamaları olumsuz etkileyecek. Atama bekleyen öğretmenler, mühendisler ve sağlıkçılar atanmayacak. Bu kısıtlama akademik kadrolar için büyük sıkıntı yaratacak. Uzun süredir kamu üniversiteleri akademik kadro ilanı yayımlamıyor. Üç yıl boyunca akademik kadro ilanlarında ciddi bir kısıntı olacağı görülüyor. Böylece kadro yükseltmesi bekleyen akademik personel mağdur olacak. Büyüyen nüfusa rağmen kamu istihdamının durdurulması kamu hizmetinin niteliğinde düşüşe yol açacak. Oysa yapılması gereken tam tersidir: Kamu istihdamının artırılması.

Kamuda yeni istihdamının emeklilik koşuluna bağlanması oldukça manidardır. Çünkü son düzenlemeler sonucunda memur emekli aylıklarının mevcut maaşa oranının düşmesi nedeniyle kamuda emeklilik eğilimin azaldığı ve yaş haddini bekleme eğiliminin arttığı görülüyor. Dolayısıyla bir yandan kamuda emekliği caydırıcı politikalar izliyorlar öte yandan yeni istihdamı emeklilik koşuluna bağlıyorlar. Tam bir açmaz ve iki yüzlülük!

Pakete göre destek personeli sayısının zaman içinde azaltılması ve kamuda esnek ve uzaktan çalışma modellerinin geliştirilmesi de öngörülüyor. Böylece kamu istihdamının sınırlanması ve var olan kamu personelinin ise daha kuralsız çalıştırılmasının önü açılıyor.

Kamu çalışanlarının servisleri kaldırılacak: Mesele devletteki araç saltanatı ve şatafatını kaldırmak iken kabak kamu çalışanlarının başına patladı. Kamu çalışanlarına sağlanan servis olanakları kaldırılacak. Böylece kamu çalışanlarını ulaşım için daha fazla para ve işe gitmek için daha fazla zaman harcayacak. Bu durum hem kamu çalışanlarının harcamalarını artıracak hem de yaşam kalitelerini kötüleştirecek.

Lojman kiralarına ve sosyal tesis ücretlerine rayiç bedel: Kamu personeli lojmanları kamu çalışanlarının barınma sorununa karşı önemli bir çözümdür. Kamu çalışanları lojmanları bir tür kira ve barınma desteğidir. Bilindiği gibi kamu lojmanları uygulaması uzun bir süredir zaten sınırlanmıştı. Şimdi de var olanların kiraları piyasaya göre belirlenecek. Bu akıl ve insaf dışı bir uygulamadır. Kiraların fahiş hale geldiği günümüzde kamu lojmanlarının kiralarını rayiç bedellere göre belirlemek kamu çalışanlarının sırtındaki yükün artmasıdır.

Kamu sosyal tesis ücretlerinin rayiç bedellere göre belirlenmesi bir başka vahim uygulamadır. Kamu sosyal tesisleri gerek konaklama ve gerekse yeme içme konusunda hem kamu çalışanlarına hem de vatandaşlara uygun olanaklar sunmaktadır. Bu tesislerin kâr amacı olamaz ve olmalıdır. Hatta kamu tarafından sübvanse edilmeleri gerekir. Dışarıda yeme içme fiyatlarındaki fahiş artışlar dikkate alındığında bu düzenleme kamu çalışanına ve vatandaşa ek yük getirecektir.

Yeni hizmet binası ve demirbaş̧ alımlarının durdurulması: Bu önlem kamu hizmetinin kötüleşmesine yol açacak bir başka düzenlemedir. Kamunun bina ve kırtasiye ihtiyacı kamu hizmeti için önemli unsurlardır. Bunların verimli kullanımı başka bir mesele durdurulması başka bir meseledir.

Kamu yatırımlarının durdurulması: Tasarruf paketinin en önemli yönlerinden biri kamu yatırımlarının neredeyse durdurulmasıdır. Kanal İstanbul gibi gereksiz ve hatta zarar verici sözde yatırımlar hariç kamu hizmetine yönelik kamu yatırımlarının durdurulması akıl dışıdır. Elbette kamu yatırımlarında öncelik önemlidir.  Ancak bu önlem yeni metroların yapılmasını, kamu hizmeti için gerekli alt yapı yatırımlarının yapılmasını da engelleyecektir. Yerel yönetimler üzerinde de baskı oluşturacaktır.

TURPUN BÜYÜĞÜ HEYBEDE!

Paketin mevcut hali bile asıl hedefin usulsüzlüğün ve şatafatın önlenmesi değil kamu çalışanlarının haklarının kısıtlaması ve kamu hizmetinin sınırlanması olduğu görülüyor. Ancak meselenin burada kalmayacağı açık. Bakan Şimşek maliye politikası alanında yeni tedbirler alacaklarını ve yeni paketlerin geleceğini açıkça söyledi.  Bunun anlamı nedir? Tahminlerimi yazayım:

Kamu çalışanlarının ücret ve maaşları daha da baskılanacak. Örneğin geçmiş yıllarda seçimler nedeniyle yapılan iyileştirmelere benzer ilave düzenlemeler ve artışlar olamayacak. Memurlara ilave bir ödeme yapılmayacak. Memur emeklilerin aylıklarındaki düşüş telafi edilmeyecek. Örneğin ilave ödeme emekli aylıklarında dikkate alınmayacak.

Kısaca kamunun sosyal transferleri ve harcamaları ciddi biçimde kısılırken ücret, maaş ve aylıklar da bundan nasibini alacak. Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmayacağı gibi özel sektördeki ücret düzeyi de bastırılacak. Memurlar ve memur emeklileri enflasyonun altında zam alacak ve bunun telafisi için bir düzenleme yapılmayacak.

Kamu harcamalarını ve bütçe transferleri artıracak düzenlemeler yapılmayacak. İşçi ve Bağ-Kur emeklilerine sağlanan Hazine desteği kısılacak.  Bunun anlamı tamamlaman aylıklarda ya artış olamayacak veya bu artış sınırlı olacak. Emekli aylıkları resmi enflasyona hapsolmaya devam edecek. Emekli aylıklarında ciddi bir artış ve bir intibak düzenlemesi olmayacak. Benzer nedenlerle emeklilikte adalet beklentisine dönük bir geçiş takvimi gündeme gelmeyecek. Kadroya alınmayan taşeron işçiler kadroya alınmayacak

Bunlar kehanet değil. İzlenen ekonomi programının kemer sıkma politikasının doğal sonuçları. Tasarruf paketi de bunu teyit ediyor.

KAMU HARCAMALARI ARTMALI!

İzlenen ekonomi politikasının ve açıklanan tasarruf paketinin kamu harcamalarını kısmaya dönük olduğu oldukça net. Sıkı para ve maliye politikası izlendiği zaten saklanmıyor. Açıklanan tasarruf paketiyle yaklaşık 100 milyar TL tasarruf bekleniyormuş. Bütçenin yüzde 0,8’i civarına denk gelen ve bir kısmının hayata geçmesi güç olan tedbirler için bu kadar gürültü yapılması akla uygun değil.

Bu tasarruf paketi buzdağının görünen kısmı. Asıl amaç kamu harcamalarında esaslı kısıntılar yapmak. Nitekim bu kısıntıların bir kısmını yaptılar bile. Örneğin 2024’te sosyal güvenliğe bütçeden ayrılan transferlerin payını yüzde 16’dan yüzde 10-11 seviyesine çektiler. Böylece zaten sosyal güvenliğe ayrılan kaynaklardan 600-700 milyar TL civarında bir “tasarruf” hedefleniyor. Asıl tasarruf kamu çalışanından ve emekliden yapılıyor. İşin makyajı ise “itibardan tasarruf”. Onun da ne kadarı gerçekleşir meçhul.

Tasarruf paketindeki “itibardan tasarruf” kalemleri kamu harcamalarındaki diğer büyük kesintilerin meşruiyetini sağlamaya dönüktür. Kamu harcamalarının kısılması neoliberal ezberin bir parçasıdır. Elbette kamu harcamaları kamu hizmetinin kapsamını,  kalitesi ve etkinliğini artıracak şekilde yeniden yapılandırılmalı. Hukuksuz ve usulsüz harcamalar kuşkusuz önlenmeli. Ancak kamu harcamalarının kısılması zihniyeti kabul edilemez.

Kamu harcamaları ve transfer ödemeleri kısılmak bir yana tersine sosyal devlet ilkesi doğrultusunda çeşitlenmeli ve artırılmalıdır. Kamu harcamalarının kısılması önce dar gelirli ve yoksul vatandaşı ve kamu çalışanlarını vurur. Kısacası kamudan ve kamu hizmetinden tasarruf olmaz. İtibardan ve şatafattan ise sadece tasarruf yetmez, bunun kökünün kazınması lazım!

                                                           /././

İtaatsiz tutsaklara teşekkür (Selçuk Candansayar)

İktidar karşıtlığının iki hali var: İktidarı ele geçirmek için karşıtlık ve iktidar olma halinin kendisine karşıtlık. İktidara yönelik her karşı çıkış içinde bu iki imkânı barındırır. Maddenin bir halde dururken, bir halden diğerine geçerken diğer her halini de içinde potansiyel olarak taşıması gibi. Suyun sıvı haldeyken içinde buharın ve buzun imkânını, çelişkisini de içermesi gibi. Su sıvı, buz ya da buhar olsa da, o hep sudur aslında ya, iktidar karşıtlığı da benzer bir haldir. İktidar var olduğu sürece karşıt, taraf ya da bizatihi iktidarın kendisi olmak iktidarın varoluşuna pek de etki etmez.

İktidar karşıtlığının bir hali bilindik “büyüme”, “olgunlaşma” dediğimiz süreçtir. Kendi istek ve özlemlerini gerçekleştirmenin önünde iktidarı engel olarak görenin karşıtlığı. Evladın, “babanın yasası”na karşı çıkması gibi. Kimi zaman isyan ederek, kimi zaman bekleyip doğru zamanı kollayarak, babanın gücünü alt etmeye çalışma gayreti. Hayal, bir gün iktidarın ele geçirileceği ve “doğru” kullanılacağıdır. Babamın hatalarına düşmeyeceğim, ben evlatlarımı “özgür” yetiştireceğim umuduna tutunan bir karşıtlık. Kimi zaman ona isyan ederek kimi zamansa koyduğu kurallara uyarak, onun izin verdiği yolu takip ederek iktidarı ele geçirme çabası. Bu halde iktidarın kendisi bizatihi büyülü bir amaçtır. Ancak o güce sahip olunca arzularını gerçekleştirilebileceği yanılsaması ile biçimlenen tahtı ele geçirme çabası.

∗∗∗

İktidar, tahtı ele geçirmek isteyenleri, tahtın kendisini sorgulayanlardan daha çok sever. Yaramaz çocukların daha çok sevilmesi, bekârken “çapkın” olanların “aman iyi evlenince gözü dışarda olmaz” diye desteklenmesi, bazı disiplinsiz öğrencilerin zekiliğinden yapıyor, aklını başına topladığında büyük adam olacak diye öğretmenlerce affedilmesi de bundandır. İktidar tahtı ele geçirmek isteyen isyankârları kimi zaman şefkatli, çoğu zamansa zalim bir eğitmen gibi tahta layık hale getirmeye uğraşır. Tıpkı babanın oğluna “Hele bir baba ol, işte o zaman anlayacaksın beni” demesi gibi. İktidara karşıt olmanın bu hali, iktidarın kendisine koşulsuz bağlılıkla aynı kaynaktan beslenir: Bir gün iktidara kavuşma arzusu. İsyankâr hele bir iktidar olsun, nasıl da iyi, doğru ve güzel olandan yana kullanacaktır o büyük gücü. Bu hal, bir bakıma iktidara “ertelenmiş itaat”ten öte değildir. İktidarı ele geçirdiğinde, onu elinden aldığına benzemesiyle devran döner.

Her isyan, önce iktidarı ele geçirme amacıyla başlar belki. Ama sonra bazı isyanlar ele geçirmek istediği iktidarın bizatihi kendisini sorgulamaya da başlarlar. Nasıl ve neden bazı isyanlar bu hale evrilir, her zaman açık değildir. Ama ancak, iktidarı sorgularken isyankârın kendisini de sorgulamaya başlamasıyla mümkündür bu halin ortaya çıkışı. Dünyayı değiştirmeye soyunanların aynı anda kendilerini de değiştirme uğraşına girmeleriyle filizlenir. Attığı her adımda, her eyleminde karşı olduğuna benzemeye başladığını fark edenlere özgüdür bu istisnai isyan.

Devrimci eylem, tam da bu istisna halinde bir imkâna dönüşür. İkili bir yol açılır o zaman yürünecek: İktidardakini yıkmak üzere iktidarı ele geçirmeye çalışma yolu ve iktidarın tedrisatına itaat etmeyerek iktidara hazırlanmaktan vazgeçerek, iktidarı boşa çıkarma yolu.

∗∗∗

Evet, iktidar kendisini yenmeyi ve gücü ele geçirmeye çalışan isyankârları ne kadar çok severse, bir iktidar talep etmeden ona itaat etmeyenlerden de o denli korkar. İktidar amacı olmayan itaatsizler, hiç bir şey talep etmezler ama iktidarın hiçbir talebine de uymazlar. İktidardan hiçbir şey istemezler ama iktidara onun istediği hiçbir şeyi de vermezler. İktidarı en çok kendisiyle savaşmayan ama teslim de olmayan korkutur. İtaatsizlik tam da bu halinde iktidarı yok saymak demektir ve gücü elinde tutanın kendisini çaresiz hissetmesi kadar yıkıcı bir duygu yoktur.  Hükmedemeyen iktidar kendi güçsüzlüğüyle yüzleştikçe öfkelenip çileden çıkar. Önce itaat etmeyene zulmünü artırır. Artırır ki öfkelendirebilsin, öfkelendirebilsin ki itaatsiz savaşsın. Savaşsın ki iktidar gücünü daha sert gösterebilsin ve ezebilsin. Kendi zulmünün ahlakı, onuru ve sınırı olmadığını bildiğinden savaşta galip geleceğini ve yenilenin de boyun eğeceğini bilir. Boyun eğdirebildiği anda da yüce gönüllülükle affederek iktidarını sağlamlaştıracaktır. “Oh” dedirtecektir, “yumuşama belirtileri” gösteriyor!

İktidarın savaş arenasına çıkıp savaşmayan ama itaat de etmeyen bu iktidar oyununu bozmuş olur. İktidar karşısında onunla kavga etmeyeni bulduğunda şaşalar. Zulmü sürdürse zalim, sürdürmese yenilmiş olacaktır. O vakit, öfkesi kendisine dönmeye başlar. İktidara talip olmayan itaatsiz, iktidarı yıkabilecek en güçlü silahtır. İktidarın zulmü işe yaramadığında, iktidarın kendisi iktidarsızlaşır.

Geçmiş, şimdi ve gelecekteki tüm itaatsizler insan olma onurunu koruduklarını ve insan kalmanın mümkün olduğunu gösterdiler. Uğradıkları zulme, maruz bırakıldıkları onca haksızlıklara karşın içeriden dışarıya doğru estirdikleri özgürleşme rüzgârıyla yüzümüzü ağartıyorlar. Siz dışarıdakilerin de haysiyetlerini koruyor, yol açıp yol gösteriyorsunuz.

                                                               /././

İktidarın yolu net, ya muhalefetin… (Yaşar Aydın)

CHP’ye yönelik sosyal medya eleştirilerinden öte ‘ne düşünüyor’ sorusu daha hayati. Yaşananlardan yola çıkarak Cumhur aynı yoldan devam ediyorsa halkın koşullarını normalleştirecek siyaseti açığa çıkarmak gerekli.

Geçen hafta Ankara Temsilcimiz Nurcan Gökdemir ve politika muhabirimiz Mustafa Bildircin ile birlikte CHP Genel Merkezi’nde Özgür Özel’le bir araya geldik. Görüşmenin önemli bölümleri gazetemizde yayımlandı. Yine de önümüzdeki dönem siyasetinin yörüngesine dair birkaç noktanın altını çizmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

CHP’nin yerel seçimden birinci parti çıkmasıyla, lideri Özel’in her yaptığı medyanın gündemini meşgul etmeye başladı. Ne dedi, kimle görüştü, kimi kabul etti gibi başlıklar üzerine televizyonda saatler süren yorumlar yapılır oldu. Bu yoğunluğa rağmen yazı ve tartışmaların sosyal medya kıvamında olması CHP’nin Türkiye’nin gerçek gündemleri konusunda ne düşünüyor, neler yapacak, bu meselelerde bir ortaklaşma var mı gibi sorularını da yanıtsız bırakıyor.

Özgür Özel’le geçen hafta yaptığımız söyleşide bu sorunun yanıtını aradık. Kuşkusuz yönetime geleli bir yıl daha olmayan bir ekipten bütünlüklü ve tamamlanmış bir program beklentimiz yoktu. Ama genel yönelimi anlamaya çalıştık diyelim.

Özellikle ekonomik krizin vurduğu geniş halk kesimleriyle bir araya gelme konusunda bir irade var. Bu, parti yönetiminin ortak eğilimi. Ama sorunun çözümü konusunda bir netliğin oluştuğunu söyleyemeyiz. Yine demokrasi laiklik gibi başlıklarda da bir fikri çerçevenin oluşmaya başladığını söylemek mümkün. Bununla birlikte başlıklara dair tutumun, neresine kadar partinin kolektif aklı neresinden sonra Özel’in fikri olduğunu konuşmanın bazı anlarında kaçırdığımı itiraf edeyim. İktidara gelmeden bu kadar önemli başlıklarda somut adımların atılamayacağını söyleyenlerin varlığından haberdarım. Ama konuya yaklaşım biçimi, o sorunu gündeme getirme yöntemine ve çözüme dair fikirlerinizi ele verir. Yani sorunun çözümüne dair önermenizi tam da izlediğiniz o yolla ifade edebilirsiniz. Bugüne kadar parti yöneticilerinden ya da partiye yakın gazetecilerin söylediklerine, izledikleri yola ve tartışmalara bakıp CHP’nin yönelimine dair net bir şey söylemek mümkün değil.

Geçen hafta içinde yaşanan bir gelişme üzerinden ‘eksik’ olanı değerlendirmek daha kolay olabilir.

Hatırlanacağı üzere geçen hafta bir medya kuruluşuna konuşan İBB Mali Hizmetler Daire Başkanı Neslihan Vural, aralarında İSPARK’ın, Hamidiye’nin ve Halk Ekmek’in de bulunduğu varlıkların satışının gündemde olduğunu vurguladı. Devam ederek’‘Bir finans insanı olarak özelleştirmeden yanayım’’ dedi. Yine hatırlanacağı üzere Vural, aynı sohbette belediyenin asli işlerini yapmasının gerektiğini de söylemişti. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’da gazeteci Barış Pehlivan’ın sorusu üzerine “Bir bürokratın haddini aşan bir açıklaması olmuş” dedi. Konu CHP olunca Sayın Neslihan Vural gibi düşünen ne kadar partili var, bu eğilim güçlü mü ya da belediyelerde mi genel merkezde mi çoklar gibi başlıklarla konuşulmasını beklersiniz. Ama öyle olmadı. Neden?

Yandaş medyanın çok sevdiği Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel üzerinden tanımlanan rekabet bu durumun gerekçesi olmayacağına göre arkasındaki asıl neden ne olabilir?

Uzaktan bakınca kolay gibi görünen bir cevabı olabilir. Ama bu cevap siyaset yaparken dayanacağınız halk kesimlerine, önerdiğiniz ekonomik modele ve piyasa ilişkilerine dair yaklaşımınızı ortaya koyan eğilim ifade edecekse o kadar da kolay olmayabilir.

CHP ve Özgür Özel birçok konuda net olmakla birlikte bu konuya dair tam bir hazırlık yapmış gözükmüyor. Oysa bu soru tarihin tam da bu noktasında ülkenin içinde bulunduğu durumun etkisiyle yanıt verilecek en acil başlık olarak Özel’in önüne gelmiş durumda.

BU SORUDAN KİMSE KAÇAMAYACAK

Cumhur İttifakı, hem 14 Mayıs-31 Mart hem de 31 Mart sonrası izlediği çizgiyle “bizde değişen bir şey yok” mesajını verdi. AKP-MHP olarak gidebildikleri yere kadar gidecekler. Bu saatten sonra asıl soru iktidarın değil muhalefetin ne söylediği ve ne yapacağıdır. Bu anlamıyla CHP’nin önümüzdeki döneme dair gerçek sınavı ülkenin yüzde 80’nin talepler bütününü nasıl karşılayacağı neyi tercih edeceğidir. Kurumlar ve partiler tıpkı insanlar gibi kendi tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalır.

Memleketin yüzde 80’i ‘artık böyle yaşamak istemiyorum’ diyor. Tekrar etmek gerekirse, kadını, genci, emeklisi, işçisi, çiftçisi, küçük esnafı yani ülkenin neredeyse tamamı. Üstüne bir de ülkenin yarısından fazlasının her koşulda rejimin karşısında dimdik durmasını ekleyin. Siyaset kurumu teslim olsa halk teslim olmuyor.

Bu cephenin karşısında ne var. Bırakın ülkenin temel sorunlarını çözmeyi yanından geçemeyen iktidar var. Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş ve Özal’dan emanet alınan sağcılığı Ağar-Çiller yorumunu katan Cumhur İttifakı dizlerinin üzerine çöküyor. Tüm illüzyon çabasına rağmen giden çok belli. Yerine ne geleceği ve nasıl geleceği konuş karışık. Ama bunca yaşanılanlardan sonra en azından bunun biraz Menderes biraz bağımsızlık, biraz Erbakan biraz laiklik, biraz Özal biraz emek diyerek olmayacağı açık olmalı.

Emeklinin isyanı, ataması yapılmayan öğretmenin çığlığı, çalışarak okumak zorunda kalan öğrencilerin varlığı, yoksulluk gerçeği ve adil bir hayat talebi, kadınların aile parantezine alınarak yok sayılması, Kobani davası, dayatılan müfredat tamamı bu ülkede yaşanıyor.

Yani Bahçeli-Erdoğan ne yaptı, Meclis’te kim kimi öptü tartışmasından çok daha önemli sorunlar var. Bu önemli sorunların varlığı partileri, liderleri aşan bir noktaya işaret ediyor.  Bu sorunların çözümüne dair irade gelişmedikçe memlekette ne yumuşama ne de normalleşme olabilir. Önce halkın koşulları normalleşmeli. Soru bu talebe eşlik edecek siyaseti açığa çıkarmada.

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder