İstatistikler çok şey söylüyor (Murat Ağırel)
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2023 yılına ilişkin doğum, evlenme ve boşanma istatistiklerini açıkladı. Nedense pek ilgi görmedi. Halbuki çok şey anlatan veriler var. Önce oranları ve rakamları vereyim.
2023 yılında toplam evlenmeler içinde yabancı kişiler ile evlenmeler incelendiğinde, yabancı damatların sayısı 2023 yılında 6 bin 345 olup toplam damatların yüzde 1.1’ini oluştururken yabancı gelinlerin sayısı 31 bin 29 olup toplam gelinlerin yüzde 5.5’ini oluşturdu.
Yabancı damatlar içinde yüzde 21.9 ile Alman damatlar birinci sırada yer aldı. Alman damatları yüzde 19.2 ile Suriyeli damatlar ve yüzde 5.1 ile Avusturyalı damatlar izledi.
Yabancı gelinler içinde yüzde 12 ile Özbek gelinler birinci sırada yer aldı. Özbek gelinleri yüzde 11.3 ile Suriyeli gelinler ve yüzde 9.1 ile Azerbaycanlı gelinler izledi.
Türkiye’de 560 Özbek kadın evlenirken bu sayı geçen yıl itibarıyla 3 bin 716’ya yükseldi. Böylece Özbekler, bu alanda 2015’ten bu yana ilk sırada olan Suriyelileri (3 bin 519) geride bırakarak zirveye yerleştiler.
Türkiye’de evlenen Alman erkeklerin sayısı 2023 itibarıyla 1387 olurken bu ülke uyruklu erkekleri Suriye (1219), Avusturya (326), Afganistan (316) ve Azerbaycan (254) uyruklular izledi.
Evlenme istatistiklerine göre 16-17 yaş grubunda olan kız çocuklarının resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı 2002 yılında yüzde 7.3 iken bu oran 2023 yılında yüzde 1.9’a düştü. Diğer taraftan, aynı yaş grubunda olan erkek çocukların resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı 2002 yılında yüzde 0.5 iken bu oran 2023 yılında yüzde 0.1 oldu.
Önemli bir nokta var!
TÜİK verilerine göre, 2023 yılında çocuk sahibi olan yabancı uyruklu kadınlarda 6 bin 425 bebek ile ilk sırada Suriyeli anneler yer aldı.
Asıl benim üzerinde durduğum kısım ise çocuk sayıları ile ilgili. Cinsiyete göre çocuk nüfusu 0-17 yaş çocuk sayısı 22 milyon 206 bin. Toplam nüfusun yüzde 26’sını oluşturuyor. Bunların ne kadarı Suriyeli ne kadarı başka uyruklardan açıklanmamış.
Çocuk nüfusunun yüzde 28.8’ini 10- 14 yaş arasındaki çocuklar, yüzde 17.5’lik kısmını ise 15-17 yaş aralığındaki çocuklar oluşturuyor. 15-17 yaş grubundaki bu çocuklardan işgücüne katılma oranı erkek çocuklar için yüzde 32.2 kız çocuklar için yüzde 11.5.
Cinsiyete göre 16-17 yaş grubunda evlenen kız çocuğu sayısı 10 bin 471, erkek çocuğu sayısı ise 706. 15-17 yaş grubunda doğum yapan çocuk sayısı 6 bin 505, 15 yaş altında doğum yapan çocuk sayısı ise 130...
Bakın 15-17 yaş arası ve 15 yaş altı “çocuk” diyorum! 18 yaş altı herkes çocuktur ve çocukların evlenmesi ya da çocuk sahibi olması Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.
Bunların ne kadarı savcılıklara intikal etti, madem kayıt altına alındı Aile Bakanlığı bu çocuklar için devreye girdi mi? Belli değil.
Bu rakamlar, oranlar çok şey anlatıyor; çünkü görüyoruz ki Türkiye’nin demografisinde açık bir bozulma yaşanıyor.
Çocukken doğum yapanlar, çalışmak zorunda bırakılan çocuklar bunlar zaten en derin sosyal problemlerimizden biri. Devletin bu problemlerle terörle mücadele ettiği gibi mücadele etmesi, o ciddiyette konunun üzerine eğilmesi gerekir.
Alman ve Avusturyalı damatların sayısının çok olmasını Avrupa’ya göç olarak okuyabiliriz. Ancak Alman ve Avusturyalı erkeklerle evlenen kadınlar kadar Suriyeli damatlarla evlenen kadınların da çok olması sosyolojik bir kırılmayı gösteriyor.
Alman ve Avusturyalılarla evlenenler Avrupa’ya göç edebiliyorken Suriyelilerle evlenenlerin Suriye’ye göç ettiğini düşünmüyorum. Burada mesele toplumdaki bir anlayış değişikliğinin yansıması olarak görünüyor. Bu oranların dikkatle takip edilmesi gerekiyor.
Dip dalgalarının önlenemez yükselişi (Şükran Soner)
Gazetemizin dünkü birinci sayfasını anımsayın. Manşetin sağ tarafında beş sütun kıpkırmızı renge bürünmüş; 19 Mayıs’ın değerleriyle yeniden coşkulu kutlamalarının, dipten gelen dalgalarının yansımalarından karelerle paylaşılmasının sayısız örneklerinden sayfalara sığdırılabilenlerinin okurlarla buluşturulmasının çabası... Solda iki sütun içinde, siyaha bürünmüş renkleriyle İran’ı sarsan kaza ile dünyanın alarma geçtiğinin ön bilgileri...
Sizi bilemem ama kendi adıma öncelikle ülkemiz, sonrasında da dünya çapında gelişmelerin, yaşananların bütünlüğü içinde, uzun yıllardır hiç değişmeyecek izlenimi veren karabasanın sonlarına gelindiği duygularımı, öngörülerimi, özlemlerimi besleyip durmakta. “Artık hiçbir şey eskisi gibi sürüp gidemeyecek” inancımı giderek, kaygılar sürse de pekiştiriyorlar... Benzetmek ne kadar doğrudur bilemesem de çok farklı renkleri olsa da ülkemiz ile dünyada yaşananlar ile, Hitler’in son yıllarında yaşanan dünyanın kaoslarının bütünlüğünde olup bitenlerden kimi sonuçları okumaya çalışırsak... Dünya paylaşım dengelerinde yaşananların arasında, bilimsel, teknolojik gelişmelerin, canlıların yaşamlarında olumsuz patlamaları, çelişkilerine karşılık da... Neden sonuç ilişkileri üzerinden kimi benzerliklerin yaşanabileceği duygusunu alıyorum...
Doğayı katletmemiz üzerinden gelen ürkütücü olumsuz sonuçlar, teknolojinin yaşamla çelişen kullanımının önlenemez yükselişi çabası... Ortada çırçıplak, yüzümüze çarpan ağır gerçeklerimiz, ödemekte olduğumuz bedeller var...
***
Bir yanda yapay zekâ, en kötü niyetli ellere düşürülme riski ile karşımızda, diğer yanda sadece siyasal İslamın değil, bilinen tüm dinler, ırklar üzerinden alt kimliklerin, aşiretlere uzanmış boyutları, patlamaları ile yüz yüzeyiz. Bilimin, felsefenin ortaya koymakta olduğu gerçekler üzerinden ise her tür alt kimlik insan haklarına aykırı hızla gelişti. Ülkemiz, bölgemizde de ağırlıklı, ırkçılığın yüzlerle, kör dinsel inançlar ile aşiretçiliğin ise insan haklarını binlerce yıllar geriye çekebileceklerinin örnekleri ile yüz yüzeyiz.
Günlük yaşamımızı sürdürebilmenin karabasanında, insanca yaşayabilmenin ilk adımlarının, ülkemiz, Anadolu topraklarında yaşayanlarımız için tek çıkış yolunun, sil baştan Cumhuriyet değerleri, Atatürk’ün en zorlu koşullarda devrimci çıkış yolu, kurtuluş-kuruluş savaşımları değerlerine dönüşte olduğunu kavramamız, buluşmamız, yaşanmış yakın tarihimizden gelen bilinçaltımızın ürünü, dip dalgalarını oluşturmuyor mu? Arkası elbette evrensel değerleri ile, çağdaş yaşamın, bilimin yol göstericiliğinde gelebilmeli.
Yıllardır beynimize sokulmuş kirli çıkarlar ağının ahtapotunun yönlendirmesine boyun eğmiş olarak, yaşamaya çalıştıkça, bedel ödememek uğruna sesimizin soluğumuzun kesilmesinin alışkanlığında sustukça başımıza gelenler ortada... Dibe çekilmenin, daha çok bedel ödemek zorunda kalmanın sonu gelmiyormuş değil mi? Sustukça, boyun eğdikçe ödemek zorunda kaldığımız bedellerin ağırlığında nefes alabilenlerin oranları aşağı çekildikçe çekildi. Nefes alamayanlarımız artık yüzde doksanların üzerinde. Alabilenler karanlık kirli kuyudan pay alabilenler olarak giderek oransal da azlamaktalar.
“Kurtuluşumuz yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz...”
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder