4 Mayıs 2024 Cumartesi

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 4 Mayıs 2024 -

 

Epistomolojik, Aksiyolojik Maarif Modeli (Işık Kansu)

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bugünler için özel seçilmiş ve eğitilmiş kişilerden olduğu anlaşılıyor:

Tekin, Rize Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu. İmam okulundan sonra “devlet adamı” olsun diye SBF Kamu Yönetimi Bölümü’ne gönderiliyor. Sivas’ta siyaset ve sosyal bilimler alanında yüksek lisans yaptırılıyor ve çok stratejik bir yere, Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Fakültesi’ne atanıyor. Sonrasında AKP bürokratlığı başlıyor. Gençlik ve spor bakan yardımcılığı, Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı, Hacı Bayram Üniversitesi rektörlüğü derken bakanlığa oturtuluyor.

Bakan olduğundan bu yana da laik, çağdaş eğitimin Saray düzenince baltalanmayan son kırıntılarını yok etmek için kendisine verilen görevi yürütüyor.

Son marifeti “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altındaki gericileşme atağını gerçekleştirmesi.

Model, okullarda uygulanacak müfredatın çerçevesini çiziyor.

Buna bir öğrenci izlencesi demek olası değil, çünkü Eğitim-İş başkanının deyimiyle “tekkeye mürit” yetiştirme öngörüsüyle karşı karşıyayız.

Model büyük, cafcaflı sözlerle süslenmiş. Örneğin maarif modeli dedikleri şey, “öğrenci profilini, erdem-değer-eylem modeli” üzerine oturtuyormuş. “Değer” dedikleri dinsel dogmalar. Böylece, “yalnızca medeniyete uyum sağlayan bir nesil değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller yetiştirmeyi” hedefliyorlar.

Medeniyet”ten ve “öğretim programlarının perspektifi”nden anladıklarını da modelde açıklamışlar: Hikmete dayanacaklarmış.

Hikmet ne?

Tanrı’nın insanlarca anlaşılamayan amacı.

Yani, çocuklarımız anlaşılamayan amaçlar üzerinden medeniyet kuracaklar!

Modelde, AKP sayesinde yakından öğrendiğimiz kimi dallardan da yararlanacaklarmış. Şöyle diyorlar:

...öğrenci profili oluşturulurken ontolojik, epistemolojik ve zamansal bütünlüğün nasıl sağlanacağı ve bu bakış açılarının aksiyolojik olgunluk ile nasıl tamamlanacağı açıklanmıştır.”

Epistemolojiyi ekonomide kullandıklarında nereye vardığımızı yaşayarak öğrendik. Şimdi de “aksiyolojik olgunluk” çıktı:

Onun ne menem bir şey olduğunu şöyle açıklıyorlar:

Aksiyolojik olgunluk, bir öğrencinin değerleri ve ahlaki ilkeleri anlama, değerlendirme; bu değer ve ilkelere uygun davranma yeteneği ile çevresini algılamada, düşüncelerini tasarıma geçirmede ve üretmede estetik bakış açısına sahip olmasını ifade eder.”

Varıyoruz yine “değer”lere. Yani dinsel dogmalara...

Neden?

Onu da modelden öğreniyoruz: “Çünkü insanın kalbi; eğilimlerini, yönelimlerini, duygusal deneyimlerini, değerlerini, ahlaki inançlarını ve içsel dünyasını temsil ederken; zihni ise düşüncelerini, farkındalıklarını, bilgi ve öğrenme süreçlerini ifade eder. Başka bir ifade ile ruhun organları gibi olan kalp ve zihin, insanın içsel dünyasının merkezi olarak kabul edilir ve insanın duygusal ve bilgisel gelişimini şekillendirir.”

Görüldüğü üzere, hazırladıkları modelle, dogmayı, akıldışılığı ve tutarsızlığı çocukların üzerine boca etmeye hazırlanıyorlar.

Eğitimbilimciler, veliler ve çağdaş uygarlıktan yana olanlar görev başına!

Geleceğimizi karartmalarına izin vermeyelim.

                                                     /././

Taksim yasak, AKP binası serbest (Mehmet Ali Güller)

Son siyasi tablo özetle şu sonucu doğurdu: Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e 1 Mayıs’ta Taksim’i yasakladı, 2 Mayıs’ta AKP Genel Merkezi’ni açtı.

Oysa Özel, kendisinin ortaya attığı Erdoğan’la görüşme isteği yanlışına rağmen, Taksim yasağına tepki olarak 2 Mayıs görüşmesini reddetse, yine de durumu bir parça telafi edebilirdi.

Ancak hata üzerine hata sayesinde, Erdoğan bir ay içinde 31 Mart sonucunun etkisini kamuoyunun bir bölümü üzerinde dengelemeye yönelmiş oldu.

ERDOĞAN’A BAŞTAN ELİNİ AÇMA HATASI

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ilk hatası, 31 Mart sonucunu siyasete uyarlama hatasıydı.

22 yıl sonra AKP ikinci parti konumuna düşmüş, CHP yaklaşık yüzde 38 ile birinci parti olmuştu, bu olağanüstü önemde bir başarıydı. Bu tablonun “en sade” yorumu şuydu: Seçmen fiilen iktidarı muhalefete çekmişti. Erdoğan 10 ay önce anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı olmuştu ama 10 ay sonra seçmen, partisini birincilikten indirmişti.

Bu tablo karşısında, birinci parti konumuna yükselmiş bir partinin genel başkanının “Erken seçim talebimiz yok” demesi gereksizdi. Ne yazık ki oldu: Özel Erdoğan’a elini baştan açmış ve siyasi tabloyu koz olarak değerlendirmeyeceğini göstermiş oldu.

YAPAMAYACAĞI İŞİ YAPARIM DEME HATASI

Özel’in ikinci hatasıErdoğan’la görüşme konusunu kendisinin ortaya atmasıydı. Öyle ki Erdoğan bunu iyi kullanarak “Madem çok istiyorsun, gel görüşelim” demiş oldu.

Görüşmeden önceki üçüncü hatasını ise öncesinde ve sonrasında yaptığı hatalarla 1 Mayıs’ta sergiledi. Önce “Türkiye’nin birinci partisiyim, AKP’nin yasağını deler Taksim’e çıkarım” dedi ve partisine, sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine “Hedef Taksim” dedi. Ama Saray’ın Unkapanı’ndaki barikatı karşısında geri adım atıp Taksim’e yürümeye bile çalışmadan geri döndü.

Taksim’e neden yürümediğini de şu sözlerle açıkladı: “Biz şu anda Türkiye’nin birinci partisiyiz. Bunun sorumlulukları var. Polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmazdı.

Osya siyasetçilerin asıl sorumluluğu, yapamayacağı iş için yaparım dememektir. Çünkü yaparım deyip yapamamak, peşinden gelenleri yarı yolda bırakmak, siyasette büyük zayıflıktır.

Halbuki Özel öncesinde yaptığı görüşmelerden doğru sonuç çıkararak 30 Nisan günü halkı Saraçhane’ye çağırsa “Taksim’in yanı başından saraya sesleniyorum” diyerek coşkulu 1 Mayıs mitingine vesile olsa büyük başarı kazanırdı.

KUVVET KULLANMA SANATI

Kendisine Taksim yasaklandıktan bir gün sonra AKP Genel Merkezi’nde görüşmeye gidebilmesi ise dördüncü ve daha büyük hatası oldu.

Saray’ın Özel’e mesajı açıktı:

“Seni Taksim’e sokmam ama sen görüşmek istedin diye parti binamda kabul ederim.”

Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanının bu duruma düşme hakkı yoktu, ne yazık ki düştü. Erdoğan da böylece bir ay içinde yenilgisini dengelemeye başlamış oldu.

Özel’in görüşmeden önce Erdoğan’a neler söyleyeceğini açıklamış olmasına rağmen görüşme sonrası ne söylediğini kapıda bekleyen gazetecilere açıklamaması, ardından CHP’nin basına “Görüşme verimli geçti, mesafe alınacak” mesajı vermesi, belki acemilik olarak yorumlanabilir ancak CHP yöneticilerinin görüşmeyi büyük başarı gibi propaganda etmesi, 31 Mart sonucuna haksızlıktır.

“Erdoğan’ın doğurduğu sorunların Erdoğan’a anlatılmasını” başarı sanmak ve “anlatıldı” diye çözüleceğini ummak, en hafifinden siyasi saflıktır. Erdoğan’ın doğurduğu sorunlar, Erdoğan’a anlatılarak çözülebilseydi çoktan çözülürdü. Siyasette çözüm aracı kuvvettir, kuvveti doğru kullanabilmektir; sorunlar, hele de sorunun kaynağıyla konuşarak değil, kuvvetli eylemle çözülür. Zaten siyaset kuvvet toplama ve o kuvveti kullanma sanatıdır.

                                                    /././

1 Mayıs bal gibi solcu bayramıdır (Miyase İlknur)

Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs öncesi Taksim Meydanı’nda kutlama yapılıp yapılmayacağı tartışması yaşandı. Hükümet beklendiği üzere “Taksim”i yine 1 Mayıs kutlamalarına kapattı.

Yeri geldiğinde “1 Mayıs kutlamaları için Taksim’i 1977’den sonra ilk kez Erdoğan açtı” diye böbürlenen AKP ve yandaş medyası, ne oldu da kapattığını söylemiyor bir türlü. Biz söyleyelim o halde: Gezi travması.

Bu yıl da Taksim’in işçilere kapatılmasına kimse şaşırmadı. Ancak şaşırdığımız DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB’nin günler öncesinden “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” açıklaması yapıp sonradan vazgeçmesiydi. CHP’nin de “Mademki örgütler yürümekten vazgeçti, biz de saygı duyuyoruz” deyip alanda basın açıklamasıyla yetinmesiydi.

Evet iktidar şimdiye kadar görülmedik bir polis gücü ile yolları kapatmış; bırakın Taksim’i, İstanbul’un bütün ana arterlerinde barikatlar kurmuş; toplu taşıma seferlerini bile durdurmuştu.

İstanbul Valiliği’nin bu önlemleri alacağı beklenmeyen bir durum muydu?

Hayır, pekâlâ bekleniyordu.

O zaman insanlara “Ne pahasına olursa olsun Taksim’e yürüyeceğiz” demenin manası nedir?

Saraçhane ya da başka bir meydanda bir kutlama programı yapılır, herkes de o programa destek verir, kimse bu durumu eleştiri konusu yapmazdı.

Sonradan yapılan açıklamalarda “Taksim’e yürümek istedik ama işçilerle güvenlik görevlileri arasında çatışma çıkmasına gönlümüz razı olmadı” türünden açıklamalar zevahiri kurtarmıyor.

Kimse sizden gidip polisle çatışmanızı istemiyor zaten. Ama hiç olmazsa barikata kadar yürüyüp barikatların önünde bir oturma eylemi yapsaydınız.

Oraya kadar yürünmesi halinde, hele de başlarında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bulunduğu bir korteje polisin nasıl bir tavır alacağını gitmeden bilemezsiniz. Buna da “E biz öncesinde polis amirlerine sorduk. Onlar gelirseniz size engel oluruz, dediler” argümanı da ikna edici olamaz.

Elbette öyle diyecekler. Ama dediğim gibi sendikaların genel başkanları, seçimden birinci çıkmış CHP’nin genel başkanı, belediye başkanlarının olduğu bir korteji kimse durduramazdı. Durdurmaları halinde de dediğimiz gibi en azından orada akşama kadar yapılacak bir oturma eylemi ile dünya kamuoyunda Türkiye’nin hak ve özgürlükler konusundaki durumunu gözler önüne sererdi. Ama olmadı. Korkarım bundan sonra herhangi bir eyleme çağrı yapıldığında arkalarından yürüyecek birileri olmaz.

TAKSİM’İN ANLAMINI ÖNEMSİZ KILMA ÇABALARI

Bu yıl yeni bir söylem peydah oldu. Taksim Meydanı’nı ve 1 Mayıs’ın anlamını tahrif etme. Taksim Meydanı’nda kutlama yapmak şart mıymış, bu Taksim aşkı neyin nesiymiş? Yok efendim kalabalıkta yürüyenlerin hepsi işçi miymiş, yok 1 Mayıs solcu bayramı mıymış?

Evet kardeşim 1 Mayıs bal gibi solcu bayramıdır. Sınıf mücadelesine inanmayanların, emek sömürüsüne karşı çıkmayanların 1 Mayıs kutlamalarında işi ne?

Bu değerleri içselleştirmiş kişilere de siyasi literatürde solcu denir.

1 Mayıs kutlamalarına ille de işçiler katılacak diye bir şey yok. Emeğin sömürüsüne karşı çıkan herkes o meydanda yerini alır. Ha, her 1 Mayıs’ta ortalığı yakıp yıkan, şiddete başvuran goşistleri kastediyorsanız eğer, bunu önlemenin yolu Taksim yasağını kaldırmaktır. Taksim’de hangi kutlamada bu grupların taşkınlığına izin verildi.

Taksim’in işçi sınıfı ve sol kesim için elbette simgesel bir anlamı var. Bunu yadırgayanların aklına şaşarım. Kontrgerillanın katlettiği 37 canı da 1 Mayıs vesilesi ile anmaktır amaç.

Rusya’da 1905 yılında yaşanan “Kanlı Pazar” ile Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği Uritski Meydanı nasıl bir öneme sahipse bizim için de Taksim öyledir.

                                                       /././

Kadir Mısıroğlu ölmedi yaşıyor! (Murat Ağırel)

Milli Eğitim Bakanlığı, tüm öğretim kademelerindeki zorunlu derslere ait “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” yeni müfredat programını açıkladı.

Nedense kamuoyunda çok tartışılmadı. Halbuki bakanlık müfredatı resmen açıklamadan önce taslağını da açıklamıştı.

Yeni müfredat ile birlikte en tartışılan konu “integral”in kaldırılması oldu fakat aslında ortaöğretimde artan bir dincileşme ve Avrupa standartlarından uzaklaşma yaşanıyor. Yazıyı hazırlamadan önce bu konuyu inceleyen isimlerle ve öğretmenlerle konuştum. Aslında işin kültürel değerlerin yükseltilmesi ve PISA değerlerinde Türkiye’nin notunu yükseltmek amacıyla yapıldığı savunuluyor. Fakat AKP iktidarı en başarısız olduğu milli eğitim alanında her zaman olduğu gibi tarikatlarla, cemaatlerle kol kola olmasının etkisini yeni müfredatta da göstermiş durumda.

Özetle “Kadir Mısıroğlu” kafasıyla hazırlanmış bir müfredatla karşı karşıyayız.

Mesela önceki programda, “kuruluş-yükselme-duraklama-gerileme” ve “dağılma” olmak üzere beş ana başlık altında incelenen Osmanlı Devleti’nin tarihi, yeni programda değiştirildi. Osmanlı’nın “dağılma” döneminin anlatıldığı ünitenin adı, “Savaşlar Sarmalında Osmanlı” olarak düzeltildi.

Osmanlı’nın duraklama dönemi ise “Dönüşüm Sürecinde Osmanlı” başlığı altında anlatıldı. Dahası “Osmanlı Devleti’nin bir cihan devleti haline gelmesinde etkili olan politikalara, değişen dünya dengeleri karşısında Osmanlı Devleti’nin uygulamaya koyduğu yeniliklere ve Osmanlı kültür ve medeniyetine” değinileceği bildirildi.

Burada dikkat çeken bir anlayış değişikliği var. Müfredatta Türk tarihi ile İslam tarihi artık eşanlamlı hale getirilmiş durumda.

Türklüğün tarihiyle İslam tarihi eşdeğer bir anlama yüklenmiş gözüküyor. Müfredatta ne antik Türk tarihi ne Türk mitolojisi ne de İslamiyet öncesi Türk kültürü önemseniyor. Öyle ki tarih öğretim programında, “Anadolu’da kurulan ilk Türk beyliklerinin Anadolu’nun Türkleşmesindeki etkisi” yorumlanırken yeni programda, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasındaki etkisi” öğretiliyor. Boşuna Kadir Mısıroğlu kafası demedim...

Örgün eğitim dokuzuncu sınıf öğrencilerine okutulan temel dini bilgiler dersinde ise “öğrencilerden günlük hayatlarında Allah ile nasıl bir ilişki kurduklarına dair örnekler” vermeleri de ödev konusu oldu. Daha ilginci var. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde eğitimcilere, “Öğrencilerden yakın dönemde Türkiye’de bilim, teknoloji, kültür, eğitim ve spor alanlarında meydana gelen gelişmelerden birine ilişkin basit düzeyde bir araştırma yapmaları ve ulaştıkları sonuçları rapor olarak sunmaları istenebilir” önerisinde bulunuyor. Bu değişim aklıma Ödön von Horváth’ın “Tanrısız Gençlik” kitabını aklıma getirdi. Kitapta, Nazi eğitim sisteminde bir ortaokul öğrencisinin ödevinde “Siyahlar da insandır” dediği için ailesiyle birlikte nasıl toplumdan soyutlandığını, şiddet gördüğü anlatılıyor. Öğrencilerden yaşanan gelişmelere dair “rapor” istenmesi bu anlamda tüylerimi diken diken etti. Eskiden kompozisyon ödevlerimiz olurdu. Basit günlük gelişmelerden çok edebiyat, şiir ve sanat alanında bir şey yazmamız istenirdi.

Ama gelin görün ki fen bilimleri dersinde bile “canlılar ile evrenin oluşumu” konusuna atıf yapılan paragrafta sure ve ayetlere yer verilecek artık. Çünkü eğitim sistemimizde artık evrenin kurucusunun “Allah” olduğu fikri bilimin temeline yerleştiriliyor.

Dahası temel eğitim 12’nci sınıf din dersi programına “cihat” kavramı da girdi. Programda, “İslam ve barış konusu” ele alınırken “cihat” kavramına yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Programda, “Cihadın Çanakkale Muharebeleri, Milli Mücadele süreci ve 15 Temmuz’da olduğu gibi barışı sağlama ve vatanı savunmadaki rolüne vurgu yapılır” dendi.

ATATÜRK'ÜN ÇIKARILAN İFADELERİ

Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili yazılan ve eski müfredat programında yer almasına karşın yeni müfredattan çıkarılan ifadeleri vererek yazımı sonlandırıyorum. Mesela Mustafa Kemal Paşa ve diğer önemli şahsiyetlerin cephelerdeki görev ve başarıları çeşitli alıntılar üzerinden ele alınırdı, artık olmayacak. Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılmasında ve Büyük Taarruz’un başarılı olmasında Mustafa Kemal’in rolüne ilişkin çıkarımlarda bulunulurdu, artık olmayacak. Atatürk’ün Türk milletine bıraktığı eserlerinden örnekler verilirdi, artık olmayacak. Boşuna demedim Kadir Mısıroğlu kafasıyla hazırlanmış diye. O ve onun kafasında canlanan “fikirler” zaten iktidarda.

AKP iktidarı gördü ki imam hatiplerin sayısını artırarak “dindar ve kindar” bir nesil yetiştiremiyor. Bütün eğitim sistemini ve bütün okulları imam hatipleştirme operasyonuna başladı. Büyük ihtimal bu son hamle de gençlerde Atatürk’e olan bağlılığın ve onun akıl ilkelerinin çağdaş dünyaya ne kadar uyduğunun farkındalığını artıracaktır.  

                                                    /././

Karanlığın aydınlık korkusu...(Şükran Soner)

Saray’ın, Kanlı 1 Mayıs’la ülkemizin örgütlü işçi sınıfı için değil sadece, tüm çalışanları, Aydınlanmacıları için simge olmuş Taksim’i kapatma inadı ile yaşananlar kuşkusuz tarihe kazınmış olacak.

Kırk binlerle sayılan güvenlik güçlerinin bir tam günün çok üstünde süreçlerde sokaklarda nöbette tutulmalarının bedelinin bile kuşaktan kuşağa olumlu aktarılmayacağını, zaman zaman kulaklarımla tanıklık ettiğim aralarındaki söylemlerden gözlemleyebiliyorum. Yasal bayram gününün, sokağa eylemleri için inanarak çıkmışlarını sayamadan bile, sadece bir yerlerden bir yerlere gidebilmeye çalışan, acil sorunları olanlar için dahi nasıl karabasana çevrildiğini sayısız örnekleriyle de yüzleşmiş olarak yüz binleri aşmış olduğunu düşünebiliyorum.

Hani DİSK ile CHP’nin sorumluluğunda çok sayıda örgütlülüğün çaba gösterdikleri girişimler çok öncesinden başlanmış olarak aralıksız sürdürülmüş olmasına karşın gelebilen kitlenin Bizans sarnıçları ile Yenikapı arasında saatlerce tutulmak zorunda bırakıldıkları gelişmeler yaşandı ya. Gerçeğinde her bir geçiş kapısının içine bir panzer yerleştirilmiş olarak en azından bir saat kadar yaşanan basınçlı gaz ile su püskürtülerek kitlenin dağılması saldırısı sürdürüldü ya... İşte elektrik de verilebilecek, dikenli tellerle de sarılmış Mimar Sinan tarafından yeniden onarılmış tarihi sarnıçların bu halinin görüntüsü, tarihe kapak olarak şimdiden kazındı bile.

                                                  ***

Kimileri en profesyonel, kimileri en amatörce ellerden çekilmiş açıları ile kim bilir o günün içinde günümüz teknolojisi sayesinde dünya çapında ne kadar çok sitenin kapağına yerleşti bile. Zorlu bir yolculuk sonrası gözlemlerimi yazmadan öncesinden, raylı sistemle akşamın geç saatlerinde evime varana kadar, uzaktan ne kadar çok, yaygın olarak ekranlara yansımış olduğu dikkatimi çekmişti. Sonrasında birkaç Saray’ın buyruğu dışında kalabilen televizyon kanallarına da kapak oldu. Yıllarla İstanbul’da yaşıyor olarak sarnıçları hiç görmemiş, en azından geçmiş tarihteki anlamından habersizlerimiz bile anıt değerlerinin üzerine, 1 Mayıs yasakları, “karanlığın aydınlık korkusu”nun simgesi olarak da bu fotoğraf kareleri ile kuşaktan kuşağa aktarılacağını öğreniverdiler...

                                                 ***

Yaşayarak, günler, dahası saatler içinde yeni yaşananlarla gündemimizin nasıl hızla değişir gibi olduğuna tanıklık ediyoruz. İster dünya çapında iletişim teknolojisinin ilerlemesine bağlayın, isterse giderek zorlaşan yaşam koşullarımızın zorlamaları ile yaşamımıza giren, ne yazık ki çok ağırlıklı olumsuz gelişmelerin kaçınılmaz sonuçları olarak değerlendirin. Canımızı yakanların ağırlıkları hiç şaşmıyor. Hızlı yoksullaşmamıza ilişkin gelişmelerin ardı arkası kesilmiyor.

Dün yine ilgili kurumların aylık fiyat artışları ile yıllık ortalamalarının açıklanması günüydü. Göreceli her gün değişen yükselen, kimi yerlerde etiket yetiştirilemeyen yeni zamları yansıtmadıklarının sokaktan gelen yakınmaları, kanıtları bir yana. Göreceli daha gerçekçi istatistiklerden kimileri de paylaşılıyor olarak, öncelikli Saray denetimindeki resmi istatistiğin bile yükselişi saklayamadığının altı çiziliyordu.

Sözün özü, haksız, hukuksuz, kirli, karanlık ittifakların eklemlenmeleri ile geldiğimiz bu zaman dilimi içinde, olumsuz yaşamları karabasana çevirmiş sonuçlarını kapatabilmenin bir çıkış yolunun kalmadığı apaçık ortada. Emekçilerin “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganı kulakları çınlatıyor.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder