-Kuş niye uçamıyor?
-Çünkü bir kanadı kırık.
-Hangi kanadı kırık, sağ mı sol mu?
-Ruhu kırık?
-Ruh kanat mı?
-Gaibi; akıl bilim mantık felsefe anlamaz!
Böyle bir diyalogdan, esası “monist/totaliter” olan ama onu bile dillendirebilmek için ancak karşıtlaştırmaya başvuran, yani “ruhu [Ruhun spiritualin maneviyatın indirgendiği dini]” ancak “beden [bilim felsefe maddiyat]” karşıtlaştırması ile ifade edebilen bir anlayış/metafordan hareketle “erdemli ve yetkin” bir taslak oluşturulabilir mi acaba? Kaldı ki tin/zihin de bilgi bilim felsefe ile mi gelişiyor, dinle mi?
Felsefe sanat bilim duyguları etiği ahlakı vicdanı bilinçli eylemi dışlıyor mu, duyguları, bilinci, tini, insanlığı indirgeyen ne kim?
OSMANLI VE AKP’DE FAZLA OLAN NE, EKSİK BOYUTLAR NE? DİN TARİKAT MEDRESE Mİ EKSİK, YOKSA BİLİM FELSEFE ÜNİVERSİTE Mİ?
MEB’in “beden/maddiyat/bilim” ve “ruh/din/karakter” çifte kanat iddiası ve bu kanatlardan Osmanlı ve Türkiye’de “ruh/din/mille/milli” kanadın eksik kaldığı, “maarif taslağı”nın bu eksik kalan “din/mille/milli değerleri” tamamlamayı esas alan Milli Görüşçü dinci “erdem-değer-eylem” modeli kendi ana savlarında doğru tespitlerle başlıyor mu acaba?
Osmanlı ve Türkiye kendine üstünlük kuran Batı dünyasının “ileri” olmadığını, Osmanlı ve nüfusu Müslüman ağırlıklı ülkelerin geride kaldığını reddedemiyor ama bunun sebebiyle yüzleşirken işi ters yüz etmeye kalkıyor, işi safsataya vardırıyor.
ÇİFTE KANAT METAFORUNUN HZ. ÖMER’DEN BU YANA BİN 400, GAZALİ’DEN BU YANA BİN YILI
Hz. Ömer’in kütüphaneleri yaktırıp yaktırmadığı ayrı bir tartışma konusu ama her şey zaten bizim kitabımızda var, diğerleri mühim değil veya en azından birincil değil anlayışı Sami dinlerinde temel anlayışı oluşturuyor maalesef.
Gazali, Necip Fazıl, Milli Görüş, AKP, MEB’in “maarif taslağı” bu sayıltı üzerine kurulu, “çifte kanat” metaforu ve ondan da dini/nakli olan esas, akli ilimlerin konusu, “hikmeti” yolu yöntemi sınırlı.
İmam Gazali: Gaibi (tanrıyı, spiritüali, dini sünneti), gaibin anlamını akıl bilemez, bu kalp/gönül işidir dediğinde ilk kısmı doğru ikinci kısmı yanlış tespitti.
Necip Fazıl: Batı’nın aklı tefekkürü var, Müslümanın tarikatı tasavvufu (Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu) derken Batı’nın aklı olduğu doğru tespitti, tasavvufun da diğer kanadı oluşturduğu yanlış tespitti.
Milli Görüş, AKP, MEB: Kimlik kişilik erdem ahlak “erdem-değer-eylem” modeli kök değerleri gaibe dayandırıp çözümün de dinde tasavvufta olduğunu varsaymaktadır. Gazali’nin ve Necip Fazıl’ın iddialarının doğru taraflarını tümden göz ardı edip yanlış taraflarının tek doğru ve çözüm olduğunu kabul etmektedir.
Yani Türkiye’de İslamcılar ve MEB’in “maarif modeli” doğru tespitleri de görmezden gelerek hem Gazali’nin hem de Necip Fazıl’ın sadece yanlış taraflarının doğru olduğu saplantısında. Yani yarı doğru yarı yanlışların sadece yanlış tarafları “2023 Eğitim Vizyonu” ve şimdi de “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin temel sayıltısı haline gelmiş bulunuyor.
Tartışmanın daha güncel kökleri Ernest Renan, Cemaleddin Afgani, Namık Kemal arasında geçiyor.
ERNEST RENAN: OSMANLI 10-12 YAŞINDA ÇOCUKLARIN BEYNİNİ DİN İLE KİLİTLİYOR, BİR DAHA AKIL, BİLİM, FELSEFE YAPAMAZ HALE GETİRİYOR
Ernest Renan 1883 martında Sorbonne’da “İslamlık ve Bilim” başlıklı konferans veriyor. Bu konferanstaki ana savı, İslamlık birinci döneminde, özellikle Fars bilim felsefesi ve onun dayandığı Antik Yunan felsefesinden ve İran ve Harran vb. daha önceki bilim felsefe gelişmelerinden hareketle, özellikle “aklı/mantığı” ölçü kabul ettiği, dini referanslara başvurmadığı ilk dönemde Arapça dilinde felsefe yaptı ancak ikinci dönemi, akıl rasyonellik yerine dini normlara başvurmaya başladığı dönemde felsefe ve bilimden koptu, filozofları, düşünceyi zındıklık saydı, cezalandırdı, linç etti. Dahası öyle bir terbiye sistemi oluşturdu ki, 10-12 yaşlarında dünyada tek doğrunun kendi dini olduğu kabulüyle, çocukları din üzerinden tüm diğer bilim ve felsefe düşüncelerine, dünyaya kapalı hale getiriyor, onları bir daha özgür düşünemez, bilim felsefe yapamaz hale getiriyordu.
Bu konferansa aynı zamanda tanışık olduğu Cemaleddin Afgani yanıt veriyor, Renan da onu yanıtlıyor, rasyonel düşünmenin neden yakalanamadığını, Müslümanlar arasında da bunun başarılmasına sevineceğini belirtiyor.
Renan, Afgani’ye verdiği yanıtı şu şekilde bitiriyor: “İslamlık, mevcudiyetinin ilk yarısında Müslüman topraklarında bilim hareketinin meydana gelmesine mani olmadı; -mevcudiyetinin ikinci yarısında, kendi bağrında bilim hareketini boğdu, ve bu onun felaketine sebep oldu.”
NAMIK KEMAL’İN RENAN’IN BİLDİRİSİNE YANITI ‘RENAN MÜDAFAANAMESİ: İSLAMİYET VE MAARİF’: BATI SKOLASTİĞİ ÇOK KÖTÜLÜK ETTİ
Afgani gibi Namık Kemal de Renan’a bir reddiye yazıyor.
Afgani ve Namık Kemal, Renan’a yanıt verirken, Batı Hristiyan skolastiğinin çok daha katı dogmatik dışlayıcı olduğunu anlatıyorlardı.
Afgani de Namık Kemal de Batı skolastiğinin ne kadar kötülük yaptığını anlatırken aslında sadece E. Renan’ın tezini doğrulamış oluyorlardı: Din teokrasi skolastik sonuçta bilim ve felsefenin gelişimine uygun değil, zaman ve enerji kaybına yol açıyor.
Ama Osmanlı ve Müslümanlar için Hristiyanlar aydınlanma ve endüstrileşmeyi çıkarabildiyseler Osmanlı da başarabilir çıkarımları doğru olmakla birlikte “Osmanlı da İslam ile/medrese ile başarır” çıkarımları hatalıydı.
Renan biz skolastiği katedralleri, manastırları aşarak bunu başardık, Osmanlı bunu yapmıyor, aksine daha çok bağnazlaşıyor, çocuklara din telkininden başka bir şey vermiyor, dolayısıyla aydınlanmayı, özgür düşünmeyi ıskalıyor diyordu. Yoksa Osmanlı akıl ve bilimde ilerleyemez demiyordu, aksine bu kafayla ilerleyemez, bizim yaptığımızı yapmazsa ilerleyemez diyordu.
Afgani ve Namık Kemal ise Batı din içinde kalarak bunları başardıysa, biz de din içinde kalarak başarırız, diyorlardı. Yani Renan’ı dini aşamazsanız bunları başaramazsınız tezindeki şart olan koşulu tersine çevirerek din savunusuna giriyorlardı. Hataları Skolastik Dönem “Batı”sı bizden daha dindardı yargısını modern bilim ve yöntemlerin ağırlık kazanmaya başladığı aydınlanma dönemi için de varsaymaları idi.
OSMANLI VE TÜRKİYE DİNDEN, HANEDANLIKTAN UZAKLAŞTIĞI İÇİN DEĞİL AKSİNE DİNCİLİK TARİKATÇILIK DAYATMASI YAPTIĞINDA GERİ KALIYOR
MEB’in “İslamiyet ve maarif” sayıltısı da 150 yıl sonra yine aynı noktalara kilitlenmiş bulunuyor, Sünnilik/dine dönülürse ilerleme yakalanacak, iyi güzel bir toplum yakalanacak, bunun için önce dini/milli karakter aşılanmalı.
Elbette zor bir soru ama uygarlık tarihi toplumların belli bir inanç dayatması ile karşı karşıya kaldığı durumlarda özgür düşüncenin gelişemediğini, böyle toplumlarda yenilik ve buluşların çok sınırlı kaldığını; özgür düşüncenin yani akıl ve iradenin görece daha serbest olduğu toplumlarda ise yeni fikir ve buluşların daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bir toplum ne kadar katı inançlara yönelirse kendini yenileyebilmesi, gelişmelere uyarlanabilmesi, taşıyıcılık yapabilmesi de o kadar zorlaşmaktadır.
DİNDEN, GELENEKTEN ÖDÜN VERMEDEN YENİ FİKİRLER VE İLERLEME OLMAZ, TEKNOLOJİK YENİLİKLER DE DAHİL
MEB taslağın “bütüncül” bir bakışa oturduğunu iddia ediyor ama bunun ancak ortak dini kimlikle sağlanabileceğini varsayıyor, dahası din ve gelenekte hiçbir dönüşüm yapmadan teknikte ilerleyebileceğini sanıyor veya sayıltıyor.
Her teknik gelişme de o topluluğun yapış ve yaşam tarzının az çok başka bir hale geçmesidir, yani sadece fikirler düşünceler değil teknik de yaşamın ve anlayışın değişmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla daha fazla din gelenekle geleceğin yakalanması mümkün değildir.
DEĞİŞEN DÜNYADA DİN VE GELENEĞİN KENDİSİ DE DİNCİLİK GELENEKCİLİK YAPILARAK KURTARILAMAZ
Gelecek zaten din gelenekten bir şey vermeden sağlanamaz, bu savdan daha ötesi ilerlemeden tümden vazgeçsek bile, bunu göze alsak bile, din ve gelenek içinde kalarak din ve gelenek de kurtarılamaz.
İslam yaşar veya yaşamaz, Müslüman kalmazsa o din de yaşamaz, Müslümanların hayatta kalabilmesi, uygarlıklar gelişirken Müslümanların da varlık gösterebilmesi ancak akıl ve bilimle, sanatla felsefeyle mümkün olacaktır.
Bugün Hristiyanlık 500 yıl öncesinden daha yaygınsa ve Hristiyan toplumlar ne kadar sekülerleşse de hâlâ yaygın olarak varlığını koruyorsa dinden uzaklaşmakla suçladığı, günahkarlıkla suçladığı astronomiyle, fizikle, kimyayla, bilim teknoloji ile dünyaya yayıldı, hakim oldu.
Hristiyanlık bilimi desteklemedi, bilim ve felsefe de Hristiyanlığı örseledi ama yine de bu Hristiyanlığın daha yayılmasına doğrudan dolaylı vesile oldu. Nüfus çoğunluğu Hristiyan olan toplumlarda Hristiyanlık pek haz etmediği aydınlanmadan avantaj elde etti.
MÜSLÜMANLAR DA KURTULACAKSA DİN TASAVVUF İLE DEĞİL BUNLARI ZAYIFLATSA DA BİLİM, FELSEFE, SANAT İLE KURTULACAK
Neyin ipine sarılacağız? Gazali de, N. Kemal de, N. Fazıl da mantık, matematik, bilim, felsefenin ancak akılda mantıkta bilimde felsefede sanatta daha derinleşmeyle ilerlediğini kabul ediyorlar, buna aykırı bir savda bulunmuyorlar.
Tüm bunlarla fazla iştigal etmenin dini imanı zayıflattığını da kabul ediyorlar ki bu da doğru bir tespit sayılır.
Aklın, ilmin, bilimin dine, Tanrıya nötr olduğunu, gaip varsa bile, onu akılla bilimle bilemeyeceğimiz konusunda da hemfikirler (Akıl belki ilk varlık/zorunlu varlık olmalı der ama yine de gaibin var olup olmadığını ve varsa bile onun ne tür bir varlık olduğunu söyleyemez).
Bu doğru görülere rağmen dönüp dolaşıp bilim, felsefe, teknoloji, sanatta ilerlemenin dinle sağlanabileceğini söylemek saplantılı bir sayıltıdan ibarettir.
Eğer bilimde matematikte sanatta felsefede teknolojide ilerlemek istiyorsak bunlara sarılmalıyız; tarihsel deneyim de akıl mantık da bunu söylüyor.
Ayrıca tinin, zihnin, sağduyunun, bilincin ilerlemesi de bilimle felsefeyle sanatla doğrudan ilgili bulunuyor. Geçmiş düşünce ve gelenekler de ancak yeniye uyarlanıyor, onun içinde barınabiliyorsa sürüyor. Yoksa dünya ölü dinler ve inançlarla dolu bulunuyor. İdealler, özlemler, umutlar bile değişim dönüşüm geçiriyor.
PSİKOLOJİ, SOSYOLOJİ DERSİ OLMAYAN BİR LİSE MÜFREDATI OLMAZ
Öncelikle işin ana sayıltıları, ana felsefesinin düzeltilmesi, sonra da haftalık ders programlarından başlanması gerekiyor.
Büyük laflarla safsata işi kurtarmıyor. Psikoloji, sosyoloji, mantık dersinin ortak olmadığı bir lise bile işin ne kadar sığ ve saplantılı olduğunu göstermeye yeter artar. İnsanı ve kendini, toplumu ve insanlığı tanımayan bilmeyen bir kişi ne kadar erdeme ne kadar değer bilincine sahip olabilir?
SÖZÜN ÖZÜ: MEB’İN/AKP’NİN TARİH, ERDEM, DEĞER ANLAYIŞI EKSİK VE HATALI, BUNDAN HAREKETLE HAZIRLANACAK EĞİTİM PROGRAMLARI DA HATALI OLACAKTIR
Fikri, ana sayıltıları hatalı ise zikri, pratiği de hatalı olacaktır. Gazali’den, Nakli-Akli İlimler ayrımından, Namık Kemal’den Necip Fazıl’a “çifte kanat” metaforu pek çok bakımdan hatalı bir metafor, altı üstü bir metafor. MEB’in milli/dini “erdem-değer-eylem” modeli de hatalı sayıltılar üzerine bina edilmiş durumda.
Osmanlı’nın ihtiyacı daha fazla din tarikat medrese değildi, güncel olarak da o değil, bunlar fazlasıyla sürdürülüyor, okul dışı yaşamda zaten din ve gelenekler fazlasıyla sürdürülüyor.
Okullarda, eğitimde, toplumda esas eksik olan ise bilim felsefe sanattır; tini de dünyayı da kurtaracaksak eksikliğini yaşadığımız bilim felsefe sanata; sosyolojiyle psikolojiyle antropolojiyle bilimlerle felsefi olarak temellendirilebilecek ideallere, değerlere ve etiğe; bilgili bilinçli sağduyulu kuşaklar yetiştirmeye, böyle bir teori-pratik bütünlüğüne yönelmeliyiz.
Adnan Gümüş / EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder