18 Haziran 2024 Salı

Birgün KÖŞEBAŞI (18 Haziran 2024)

 

Yoksulun bütçesini gıda ve kira yutuyor (Hayri Kozanoğlu)

Hanehalkı Bütçe Araştırması’na göre harcamaların %20.6’sı gıdaya, %21.9’u ulaştırmaya, %23.9’u konut ve kiraya yapılıyor. Eğitime, eğlence ve kültüre para ayıramıyoruz. Zengin yoksul uçurumu derinleşiyor.

TÜİK’in yılda bir kez yayımladığı, anket sonuçlarına dayalı Hanehalkı Bütçe Araştırması’nın 2023 yılı bulgularını geçen hafta öğrendik. Ekonomik ve sosyal eğilimlere ilişkin ayrıntılı bilgiler içeren, özellikle emeklilerin ve dar gelirlilerin yüksek enflasyon ortamında içine düştükleri geçim sıkıntısını büyük ölçüde yansıtan bu araştırmanın sonuçlarını gelin birlikte irdeleyelim. 

EEĞİTİME, EĞLENCE VE KÜLTÜRE PARA AYIRAMIYORUZ  

Öncelikle, ortalama aile, harcamalarının yüzde 20.6’sını gıdaya, yüzde 23.9’unu konut ve kiraya, yüzde 21.9’unu ulaştırmaya yapıyor.

Bütçesinin yüzde 66.4’ünü, yani üçte birini söz konusu kalemlere ayırınca, haliyle gönençli bir yaşam için gerekli; eğitim, sağlık, eğlence, spor, kültür, lokanta, otel, kişisel bakım gibi hizmetlere kalan pay daralıyor. 2023 yılsonu resmi tüketici enflasyonu yüzde 64.77’ydi. Buna karşın gıda fiyatları yüzde 72.01, ulaştırma yüzde 92.44, konut ise yüzde 40.39 artmıştı. Ancak konut enflasyonunu başta doğalgaz, enerji sübvansiyonları aşağı çekiyordu. Konutun bir alt bileşeni olan yıllık kira artışı ise yüzde 108.38’i buluyordu. Yani kirada oturanın beli daha fazla bükülüyor, zorunlu harcamalar dışında hareket yeteneği kalmıyordu. 

EMEKLİLERİN HALİ PERİŞAN 

Tüketim harcamalarını temel gelir kaynağına göre incelediğimizde daha çarpıcı sonuçlara ulaşıyoruz. İsterseniz önce emeklilerin haline bakalım. 

Emekli maaşıyla geçinenler gelirlerinin yüzde 28.4’ünü gıda ve yüzde 31.9’unu konuta, toplamda yüzde 60.3’ünü bu iki alana ayırıyorlar. Mobilizasyonları aktif çalışanlara göre düşük olduğu için, ulaştırmanın payı ortalamanın altında yüzde 14.4’te kalıyor. Yaşamlarının bu demli günlerinde eğlenmeyi, gezmeyi-tozmayı, kültür etkinliklerine katılmayı fazlasıyla hakkediyorlar. Lakin eğlence, spor ve kültüre ancak yüzde 1.2, lokanta ve konaklamaya yüzde 3.1, kişisel bakıma yüzde 2.2 bütçe tahsis edebildikleri görülüyor. 

BERBER İLE HOLDİNG SAHİBİ AYNI KATEGORİDE  

Maaş, ücret, yevmiye geliri ile geçinenler ise, gıdaya yüzde 18.9, konuta yüzde 22.2, ulaştırmaya 22.8 ile harcama olanaklarının yüzde 63.9’unu bu üç kaleme paylaştırıyorlar. Kamuda “tasarruf önlemleri” kapsamında, servislerin kalkması halinde ulaştırma harcamaları artacak, bu diyelim eğlence ve kültür, lokanta ve kafe gibi alanlardan özveri göstermelerini gerektirecek. Dolayısıyla kamu çalışanlarının yaşam standartlarını aşağı çekecek. 

Temel gelir kaynağını müteşebbis geliri diye tanımlayınca, holding sahibi ile mahalle berberini veya ayakkabı boyacısını aynı kategoriye sokuyorsunuz. Dolayısıyla buradan sağlıklı bir değerlendirme yapmak olanaksız hale geliyor. O nedenle yüzde 20’lik gelirlere göre sıralı gruplar üzerinden yorum yapmak daha anlamlı görünüyor. 

ZENGİN YOKSUL UÇURUMU 

En düşük gelirli yüzde 20 gelirinin yüzde 36.6’sını gıdaya, yüzde 29.2’sini konuta, toplam yüzde 65.8’ini bu iki kanala akıtıyor. Böyle olunca eğlence ve kültüre ancak yüzde 1.2, sağlığa yüzde 1.9, lokanta ve konaklamaya yüzde 3.0 kalırken, eğitim yüzde 1’i bile bulamıyor. Bu kategorideki yurttaşlarımızın gerçek anlamda yaşamadıklarını, ancak ölmemek için çaba gösterdiklerini veriler ortaya koyuyor. 

Buna karşın en yüksek yüzde 20’lik grup gıdaya yüzde 14.5, konuta yüzde 21 harcayarak; sağlığa yüzde 5.4, eğlence, spor ve kültüre yüzde 2.5, lokanta ve konaklamaya yüzde 6.9’luk pay ayırabiliyor. En yüksek gelir grubunda dahi, bütçede spor ve kültür etkinliklerinin payının düşüklüğü, ülkenin genel bir sorunu, kültürel çoraklaşmanın somut bir yansıması kabul edilebilir. 

ZENGİNİN HARCAMASI YOKSULUN 5.33 KATI 

Ortalama bir aile 2023’te tüketime ayda 24.282 TL harcamış. Bunun 5.025 TL’si gıdaya, 5.824 TL’si konut ve kiraya, 5.351 TL’si ulaştırmaya gitmiş. Sağlığa 537 TL, eğitime 255 TL, eğlence, spor ve kültüre 468 TL kalmış. 

Yüzde 20’lik gelire göre sıralı olarak hanehalkının aylık harcamaları 8.827 TL, 14.745 TL, 21.254 TL, 28.250 TL ve 48.830 TL. Diğer bir ifadeyle, üst yüzde 20’lik grup, alt yüzde 20’lik grubun 5.53 katı kadar aylık tüketim harcaması yapabiliyor. Üst gelir grubu gelirinin bir kısmını tüketip, bir kısmını tasarruf ederken; yoksul kesimlerin tasarrufları sıfır, hatta bazen borçlanarak gelirlerinin üzerinde harcama yaptıkları için eksi. O nedenle üst ve alt gruplar arasında gelir farklılıkları harcamalarının işaret ettiği 5.53 katsayısının üzerinde. 

Bu verilerden, alt gelir gruplarının gelirinin daha fazlasını gıdaya harcasa dahi sağlıklı ve yeterli beslenemediğini kolaylıkla hesaplayabiliriz. Sonuçta, en alt yüzde 20’nin aylık ortalama 8.827 TL harcamasının gıdaya ayırdığı yüzde 36.6’sı 3.230 TL eder. Buna karşın en üst yüzde 20’nin aylık 48.830 TL gelirinin yüzde 14.5’i bile 7.080 TL’yi bulur. Kısaca en zengin yüzde 20 gıdaya yoksul yüzde 20’nin iki katından fazla ayırabiliyor. Sonuçta daha düşük bir oranla daha iyi beslenebiliyor. Yoksullar ise yeterli ve kaliteli beslenmenin uzağında kalıyor. 

Bu farklar zorunlu harcamalar dışındaki kalemlerde adeta uçurumlara dönüşüyor. Örneğin lokanta ve konaklama üst grup ayda 3.369 TL, alt grup ise 264 TL ayırıyor. Bu rakamlar sağlıkta 2.637 TL’ye karşı 203 TL; kişisel bakımda 1.709 TL’ye karşı 220 TL diye gidiyor… 

KADINLARIN SORUMLU OLDUĞU AİLE AZ HARCIYOR 

Hanehalkı sorumlusu erkek ise aylık harcama toplamı 25.842 TL, kadın olması halinde ise 20.343 TL. Bu durum eşit işe, eşit ücret ödenmemesinin ve kadınların eğitim düzeyinin erkeklerden daha düşük olmasının, gelir kanalıyla tüketime aktarımının bir sonucu kabul edilebilir. Hanehalkı sorumlusu eğer işsiz ise de, aylık tüketim 16.757 TL. Bu harcamanın işsizlik ödemesi, geçmiş tasarrufların harcanması, çeşitli dayanışma bağlarıyla sağlanan desteğin sonucu olarak gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. 

Zaten son işgücü istatistikleri, Nisan 2024 itibarıyla manşet işsizlik yüzde 8.5 iken, atıl işgücü oranının yüzde 27.2’ye yükseldiğini gösterdi. Bu da insanların “bari tencerem kaynasın” diye, aslında tam zamanlı çalışmayı isterken, kısmi zamanlı veya geçici işleri kabul etmek zorunda kaldığına işaret ediyor. 

                                                                /././

Bakan’ın her adımı ayrı bir skandal: Tekin’in verileri de fikirleri de yanlış (Ozan Gündoğdu)

Bakan Yusuf Tekin “Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi kamu tarafından fonlandırılmıyor” diyerek öğretmenleri hedef aldı. Eğitim Bakanı Tekin’in verileri de fikirleri de yanlış.

Son zamanların tartışmalı ismi Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in Erzurum’da partisinin bayramlaşma töreninde söyledikleri, eğitim camiasının tepkisini çekti.  

Devlet okullarında öğretmen fazlası olduğunu ima eden Tekin; “Sokakta gördüğünüz her 80 kişiden biri MEB tarafından maaşı ödenen öğretmen statüsünde. Bu devasa bir rakam. Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi kamu tarafından fonlandırılmıyor” ifadelerini kullandı.  

Milli eğitim bakanının bu açıklamaları üzerinden nasıl bir zihin yapısına sahip olduğuna ilişkin fikir yürütmek mümkün ama evvela, dediklerinin doğruluğunu tespit edelim.

EN ÇOK ÖĞRETMEN TÜRKİYE'DE DEĞİL 

Bir kere dünyada en çok öğretmeni olan ülke Türkiye değil. Neden olsun ki? Elbette 1,5 milyarlık Çin’de ya da 1,4 milyarlık Hindistan’da Türkiye’den çok daha fazla öğretmen var. O halde Yusuf Tekin öğretmen sayısı ile nüfus ve öğrenci sayılarını mukayese etmiş olmalı. O halde biz de aynı yolu izleyelim. UNESCO’nun “Global Report on Teachers-2024” raporuna göre, Türkiye, dünyanın en çok öğretmeni olan 17’nci ülke konumunda. Bunu da olağan saymak gerekir zira Türkiye dünyanın en kalabalık 18’inci ülkesidir.  

Peki, nüfusu analizin dışına çıkaralım ve Tekin’in söylediklerine daha yakın olan öğretmen başına düşen öğrenci sayısına bakalım. Bu oranda Türkiye birinci midir? Yine hayır, hatta ilk 20’de bile değildir. OECD verilerine göre örneğin San Marino’da her 6,93 öğrenciye 1 öğretmen düşüyor. Küba’da ve Lüksemburg’da her 9 öğrenciye 1 öğretmen düşüyor.  

ÖÖĞRETMEN BAŞINA DÜŞEN ÖĞRENCİ VERİSİ NEDİR?

Ancak kişi başına düşen öğretmen sayısı bölgeden bölgeye değişebiliyor. Mesela, Türkiye’de köylerdeki ilkokullarda öğretmen başına 12,4 öğrenci düşerken, kentlerdeki ilkokullarda öğretmen başına 17,6 öğrenci düşüyor. İstanbul’da ise bu sayı 19,8. Buradan hareketle köylerdeki eğitim daha konforlu denilemez zira öğretmen başına düşen öğrenci sayısı sadece bir göstergedir. Bu veriden hareketle esaslı bir analiz de yapılamaz. Bu veri hem branş öğretmenleri sayısındaki artış, hem de köy okullarında öğrenci sayısındaki azalış nedeniyle manipülatiftir.  

Türkiye’de ise 2022/23 MEB İstatistikleri’ne göre kamu ve özelde çalışan toplam öğretmen sayısı 1 milyon 154 bin 383. Yani Yusuf Tekin’in ifade ettiği “her 80 kişiye 1 öğretmen düşüyor” ifadesi doğru. Zaten sadece bu veri doğru, o da yarım doğru… Zira her 80 kişiye 1 öğretmen düşüyorsa bu veriye özel okul öğretmenleri de dahildir. 2022/23 eğitim yılı baz alındığında öğretmenlerin yüzde 15,5’i özel okullarda çalışmaktadır. Bu öğretmenlerin de parasını MEB değil, özel okul sahipleri verir. Türkiye’de örgün eğitim sisteminde ama devlet okullarında çalışan öğretmen sayısı 2022/23 sezonu itibariyle 974 bin 488, buna karşılık 179 bin 895 öğretmen de özel okullarda çalışıyor. 

TÜRKİYE'NİN ÖĞRETMEN AÇIĞI VAR

Veriler, Yusuf Tekin’in doğru söylemediğini ortaya koyuyor. Türkiye ne öğretmen sayısında, ne de öğretmen başına düşen öğrenci sayısında birinci… Zaten bu alanda birinci olmak ya da olmamak önemli değil. Fakat işin ilginci, Yusuf Tekin’in kendisi bile aslında doğru söylemediğini onaylıyor. Bugün öğretmen sayısının fazla olduğunu ima eden Yusuf Tekin, bakın 5 Ekim 2023’te gazetecilere verdiği beyanatında ne diyor?  

“Her yıl ekim ayı itibariyle hangi branştan kaç tane öğretmen eksiğimizin olduğu belli olmuş olur. Şu andaki rakamlar 60 binin üzerinde” 

Milli Eğitim Bakanı’nın kendisi bile 60 binin üzerinde öğretmen açığı olduğunu söylemesine rağmen Mayıs’ta 20 bin öğretmen atamasının yapılması büyük tepki çekmişti. Şimdilerde Yusuf Tekin nereye gitse, ataması yapılmayan öğretmenler bakanın yolunu kesiyor. 8 ay önce öğretmen açığımız var diyen  bakanın şimdilerde çok fazla öğretmenimiz var demesi de muhtemelen siyasetçiliğin gereğidir.  

PİYASACILIĞI GERİCİLİĞİYLE YARIŞIYOR

Ancak bu siyasetçilik arka planda neo-liberal bir aklı da barındırıyor. Zira Yusuf Tekin’in aklı kamusal eğitimi kamunun sırtında bir yük olarak görüyor. Halbuki, eğitim bir kamusal hizmet olduğu için kamu tarafından “fonlanmak” zorundadır. Zira eğitim fiyatlanabilir bir hizmet olmasına karşın, sadece bireysel fayda üretmez. Eğitim bireysel faydanın çok daha fazlasını toplumsal alanda üretir. Toplumsal faydası bu denli yüksek olan bir hizmet, özel kesime bırakılamadığı için eğitim kamusal bir hizmettir.  

Fakat Yusuf Tekin’in zihni, eğitimin kamusal niteliğini görmeyi reddediyor. Yusuf Tekin’in Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı olduğu 2012/13 eğitim sezonu ile 2022/23 sezonu kıyaslanınca, Bakan Tekin’in piyasacı anlayışı açığa çıkıyor. Verilere göre son 10 yılda özel okul öğretmeni sayısı 74 bin 745’ten 179 bin 895’e yüzde 140’lık bir artış yaşarken, devlet okullarındaki öğretmen sayısı 757 bin 981’den 974 bin 488’e yüzde 28’lik artış yaşıyor. 10 yıl önce her 100 öğretmenin 9’u özel okul öğretmeniyken, bugün her 100 öğretmenin 15,5’i özel okul öğretmeni.  

Yusuf Tekin’in verileri yanlış olduğu gibi, eğitime bakış açısının da halk dostu olmadığını anlıyoruz. Milli Eğitim Bakanı’nın hayali, eğitim sistemine Türk-İslam Sentezci ideolojik bir müfredat dayatmak ve kamu okullarını kamuya yük olmaktan çıkararak tamamen piyasalaştırmak var. Bu haliyle bakanın varlığı halkın zararınadır.

                                                            /././

Adalılar Azmanbüs istemiyor (Özge Güneş)

Adalar halkı bayram günlerini sokakta geçiriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bünyesindeki İETT Genel Müdürlüğü'nün Adalar’a getirdiği elektrikli minibüslere itiraz ediyorlar. İtirazın sebebi söz konusu araçların koruma altında olan ve sit alanı ilanı olan Adalar’ın bu özelliklerini tehdit eden bir nitelik taşıyor olması. 

Esasen Adalıların ulaşım mücadelesi yıllar öncesine dayanıyor. Bundan yaklaşık beş yıl önce hayvan hakları savunucusu Adalılar ve İstanbullular “Sıfır Atlı Fayton” diyerek Adalar’daki faytonların kaldırılması talebiyle günlerce İBB önünde eylem yapmış, “Yaşam Nöbeti” tutmuşlardı. 

367 hayvan hakları savunucusu dernek ve topluluğun talepleri şunlardı: Adalardaki tüm canlıların sağlığı için gerekli tedbirlerin alınması ve gerekirse karantina uygulamasının genişletilmesi; atların sağlık koşullarını sağlamayan yetkililer hakkında inceleme başlatılması; hastalıklı atlara yapılan testlerin ve sonuçlarının kamuoyuyla paylaşılması; Adalarda ekolojik ulaşım alternatiflerinin devreye sokulması; atların yarışma, yük taşıma ve diğer insan kullanımlarına karşı korunması ve fayton uygulamasının sonlandırılması; fayton işçilerine belediye bünyesinde ekolojik istihdam olanakları sağlanması; faytonlardan kurtarılan atların ömür boyu güvenli ve özgürce yaşayacakları bir tesisin yapılması. 

                                                             ***

Nöbet bir süre sonra sonuç vermiş fayton eziyeti sona ermişti ancak atların akıbetine ve Adaların ulaşım ihtiyacına yönelik tartışma bugüne kadar sağlıklı bir çözüme kavuşturulamadı. 

Ulaşım sorunu çözüme kavuşturulamamakla da kalmadı daha da derinleşti. Esasen ulaşım İstanbul’un geneli için çözümsüz hale gelmiş bir sorun olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunda şüphesiz bakanlıklar ile yerel yönetimler gibi farklı ölçeklerdeki karar vericiler arası siyasal “yumuşayamama” halleri en önemli etken. Fakat bunun yanı sıra halkın talep, ihtiyaç ve toplumun genel çıkarları ile kentlerin uzun vadeli sorunlarına yanıt üretmek için benimsenmesi gereken ilkelerin birbiriyle uyumunun yok sayılması da önemli bir rol oynuyor. 

Halbuki bu doğrultuda adımlar da atılmadı değil. İBB ulaşım çalıştayları yaptı. Toplumsal ihtiyaçlar ile kentsel ekosistemlerin ortak çıkarlarını göztebilecek çözümlerin nasıl geliştirilebileceği konusunda birçok öneri birikti. Ancak ortaya çıkan sentez bunlara yanıt üretemedi. 

Konuya istinaden yapılan kamuoyu bilgilendirmesinin ise katılımcı başlayan sürecin böylesi bir yanlışla sonuçlanmasının sebeplerini ortaya koyuyor. Öncelikle açıklama ile yapılanın “yeşil aklama” olduğu eleştirilerine katılmamak elde değil. Aracın elektrikli olması çözümün tüm süreci görmezden gelmesini meşrulaştırmıyor. Açıklama aynı zamanda Adaların demografik, tarihsel, ekolojik vb gereklerine uygun bir çözüme gidilmemiş olduğunu; aksine, yaz aylarında ve bayramlarda artan nüfusun turizm ihtiyacının önceliklendirildiğini ifade ediyor. Bu turistikleştirme çabalarının kentler için önemli bir tehdit olduğunu da hatırlatması bakımından ders alınması gereken önemli bir hata. 

                                                             ***

Tam da İBB Adalar Strateji Belgesi’nin dediği gibi “Adalar’da yeni yapılaşma getirecek, yeni çekim alanı oluşturacak plan, proje ve uygulamalara izin verilmemesi” gerekirken... Bölge sakinlerinin gündelik ihtiyaçlarına veya tarihsel, kültürel, doğal ortak varlıklarına tehdit oluşturacak biçimde körüklenen turistikleştirme çabaları ne yazık ki marifet gibi sunuluyor.  

Benzer itirazları Kabataş İskele Meydanı Projesi ve Yedikule Bostanları için de gördük. Kabataş projesi, kentin tarihine ve sosyal dokusuna duyarsız olmakla, deniz kıyısının doğal görünümünü bozma ve yerel halkın katılımını dışlama gibi nedenlerle eleştiriliyor. Yedikule bostanlarına yapılan proje ise kentin ekolojik ve kültürel hafızasını yok ettiği, bostanların ve tarihi dokunun rant uğruna tahrip edildiği gerekçesiyle eleştiriliyor. Ayrıca, projenin bölgeyi turistik bir alan haline getirme amacı olduğu da eleştiriler arasında. Sonuç olarak yerel yönetimler halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen bu tür projelerin kentin uzun vadeli çıkarlarına zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını da görmeli. 

(Birgün)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder