Balık kavağa çıkınca - Özdemir İnce
Demek ki “ahlak bilgili” din kültürü dersi anayasanın 2. maddesinin laiklik ilkesine aykırıymış ve demek ki bu dersten sınav yapmayı bir yana bırakın anayasaya göre din kültürü dersi, imam hatip okul ve liseleri dışında okutulamazmış. Ama okutuluyor ve sınavı bile yapılıyor. Ama yasal suç! Laik bir devlette din kültürü dersinde İslam dini öğretilemez çünkü bu devletin vatandaşları her dine mensup ve dinsiz insanlardan oluşmaktadır.
Din dersleri AKP iktidarından önce de vardı. Demokrat Parti iktidarına kadar din dersleri müfredat programlarında yer almıyordu. 1950’lerden itibaren seçmeli din dersi uygulamasına geçildi ve son olarak 1982 Kenan Evren anayasası ile din dersi zorunlu hale getirildi. AKP de iktidarında okulları kullanarak din devleti kurma amacını kullanmaya başladı. Peki AKP bu amacını gerçekleştirebilir mi? Balık kavağa çıkarsa! Buna halkın büyük bölümü izin vermez. AKP iç savaşı göze alabilr mi? Bilemem, kendi bilir! Ama siz anayasanın giriş bölümünü okuyun!
Ülke nüfusunun ezici çoğunluğu böyle bir felakete izin vermez. 22 yıllık iktidardan sonra AKP’nin oyu yüzde 30’un altında değil mi? Bu yüzde 30’un ancak yüzde 5’i AKP kafasındadır.
Türkiye’nin aile toplamının yüzde 95’i televizyonlarda Türk dizilerini izliyor. “Kuruluş Osman” dizisinde ne görüyor? Meğer Türk kadınları AKP’nin örnek olarak sunduğu tipe benzemiyormuş; başında geleneksel başlık varmış ama bu türban değilmiş; peçe kullanmıyormuş; erkek-kadın arasında kaç-göç yokmuş; özel saygının dışında iki cins eşitmiş; kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara âşık oluyormuş, kadınların “Bacıyan-ı Rum” örgütü Osmanlı beyliğinin meğer temel direğiymiş. Saltanatın Araplaşmadan, Acemleşmeden önceki durumu bu. Bu dizi halkı etkilemiyor mu sanıyorsunuz? İnci Taneleri neden bunca tutkuyla izleniyor?
Şunun şurasında 2028’e ne kadar kaldı?
/././
Az gittik, uz gittik bir arpa boyu yol gidemedik..- Şükran Soner
Dünkü gazetemizin 1.sayfasında, Kayseri Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk anıtına baltayla yapılmış saldırının fotoğraflı haberini görünce dayanamadım. 1964’lü yılların anılarına, yaşanmışlıklarına geçiş yaparak sizinle paylaşmayı istedim. Gazetecilik Ensitüsü Fikir Kulübü üyeleri olarak dönemin en parlak öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz’in öncülüğünde düzenlenmiş öğrenci eylemine katılmayı seçmiştik. İstanbul Üniversitesi bahçesi içindeki Atatürk heykelinin önünde toplanılmıştı. Ülkenin birçok yerinde Atatürk heykellerine düzenlenen saldırılar ile Türkiye İşçi Partisi’nin bombalanmasına karşı ortak protesto eylemine katılım çok yüksek, bir o kadar da akılcı, barışçı içerikliydi...
“Bizim 68’lilerin” ruhunu, özetleyen yüz binler, dönemin öne çıkan sorunlarının ağırlığı ile bağlantılı, gerektiğinde gençliğin, eğitim reformlarının, gerektiğinde işçi haklarının yanında durmakta, gerektiği zaman gerektiği yerlerde olarak bedellerini ödemekte hiç zorlanmayarak ülkenin, toplumsal gelişmelerin, yaşamın her alanına dönük olarak açılmasında, Cumhuriyet’in devrimlerinden ödün verilmeyerek yaşatılmasında, sorumluluklarını bildiler...
Aradan 76 yıl geçmiş... “Az gittik, uz gittik/bir arpa boyu yol gidemedik...” diyerek ülkemizin bugünlerinde halkımıza, hepimize birden yaşatılanlara karşı çıkmak, en doğal, yaşamsal hakkımız değil mi? Bir adım ötesi, bizim sesiz kalarak, isterseniz korkarak, yılarak, suspus olmamız, çocuklarımızın, Ülkemizin geleceğindeki yaşam haklarını gasp etmek olmaz mı?
***
Evlerde telefonların çoğunlukla olmadığı, birbirimizi çağırarak toplanabildiğimiz yıllarda böylesine güçlü eylemlerle duruşu, hak aramayı başarabiliyorken, iletişim teknolojilerinde yılları unutun, aylar içinde aklımızın önceden eremeyeceği ölçeklerde gelişim yaşanırken, bizi en çok elbette ülkemiz ilgilendirmeli... Ancak dünya ölçeğinde de haklarda çağlar gerilerine çekilmenin ağır örnekleri ile yüzleşip duruyor olmamızı nasıl açıklayamıyorsak, ülkemizde de olup bitenlere seyirci kalarak korunabileceğimizi sanmakla, bir o kadar kendi kendimizi aldatmış olmayacak mıyız?
İletişim teknolojisi sayesinde, bayram günlerinde yakın geçmiş yıllarda bile bundan daha iyisini yaşayabildiğimiz buluşmaları, keyifli tatilleri unutun, aile kavuşmalarının eksikliğini gidermeye çalışıyoruz ya... Ses tonumuzu mutluya ayarlamış olarak şen şakrak görünümlü bayramlaşma koşumaları için kendi kendimizi de aldatmıyor muyuz? Teknolojiyi kullanabilenlerimizin sayesinde kullanamıyanlarımız da özlediklerimizi ekrandan olsun görmeye çabalamıyor muyuz? Sonrasında, tamamen duygusal, parasal, yoksullaşmanın dibinin görünememesi yüzünden, çekirdek aileler ölçülerinde de olsa gerçekçi buluşmaların yakın tarihli özlemleriyle burulmuyor muyuz?
***
Ayrımında olsak da olamasak da elimizden hızla alınanlar, haksız, hukuksuz el konunlar yüzünden bileniyoruz... Gözlemim o ki çaresizlikle kendilerini evlerine kapatmış olanlar hem sağlıklarından hem de moral değerlerinden çok daha fazla şeyi yitiriyorlar. Elbette kaçınılmaz sağlık sorunları olanlar üzerinden söylenebilecek fazlaca söz yok. Ancak en travmatik gerçekler karşısında bile nefes alınan, her günü anlamlı kılabilmenin yolları tükenmiyor...
En geniş kapsamlı çoğunluğumuz için ise en geçerli çıkış yolu, ulaşılabildiği kadarı ile kalabalıklara ulaşmak, kalabalıklarla buluşup, kenetlenmiş olarak iletişim kurabilmenin yollarını bulmak... Bir 76 yılı daha yitirmede suç ortağı olmak istemiyorsak başka çaremiz olabilir mi ki?
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder