Rica ile hak alınır mı? - Kamil Tekin Sürek
Ortalıkta bir "yumuşama", "normalleşme" sözleri dolaşıyor ama bu sözlerle ne anlatılmaya çalışılıyor belli değil. Muz gibi sözler. Her konuşan kendine göre tarif ediyor. Fakat, sözlerin sahipleri ise lafı eveleyip geveliyor. Bu sözlerle nasıl bir politika değişikliğini gündeme getirdiklerini anlatmıyor. Belki de bir politika değişikliğinden çok, politika değişikliği lazım ile kitleleri oyalamaya, avutmaya çalışıyorlar.
Örneğin Erdoğan yumuşama ile nasıl değişik bir politikayı yürürlüğe soktu? Cezaevindeki 28 Şubat hükümlüsü generalleri (Bir sene önce serbest bırakması gerekirken) bırakınca yumuşamış mı oldu? Ya da CHP'yi ziyaret edince yumuşadı mı? Önce neden yumuşak değildi de şimdi yumuşadı?
Özgür Özel "normalleşme" diyerek neyi kastediyor? Cumhurbaşkanını ziyaret etmek, bakanlarla görüşmek normalleşme mi oluyor? Özel ve CHP'li yetkililer Erdoğan ve bakanlarla görüşünce asgari ücret iki katına mı çıkacak, en düşük emekli maaşı asgari ücrete mi endekslenecek? Vergi yükü işçi ve emekçilerin sırtından alınıp patronlara mı yüklenecek? Tarımda üreticiye destek mi artacak, ürün taban fiyatları mı yükselecek? Kavala, Demirtaş, Can Atalay ve diğer Gezi mahpusları ve Kürt siyasetçiler serbest mi kalacak? Kayyum atamalarına, grev yasaklarına mı son verilecek? Eğitimde şeriatçı yönelim mi sona erecek? Üniversitelerden atılan ilerici, demokrat akademisyenler mi görevlerine dönecek?
Özel bu hukuksuzlukları, adaletsizlikleri Erdoğan'a anlatınca Erdoğan "Sayın Özel, iyi ki sizi dinlemişim, iyi ki normalleştik, yumuşadık, ben bunları bilmiyordum, hemen dediklerinizi yapayım" mı diyecek?
Şimdi Özel ve CHP'liler biz sadece Erdoğan'a ve bakanlarına akıl vermiyoruz ara sıra da miting yapıyoruz diyebilirler. Evet ara sıra miting yapıyorsunuz ama o mitinglerde de Erdoğan'a ricacı oluyorsunuz.
Sizin yaptıklarınız aklıma Papaz Gapon'u getiriyor. O da işçileri peşine takıp çara ricaya götürmüştü. İşçiler çara bir dilekçe vermek istiyorlardı. Çar babamız, çok zor durumdayız, ücretlerimiz artsın, sekiz saat çalışalım, insan gibi yaşayalım diyorlardı. Papaz Gapon, çar babalarının aslında iyi biri olduğuna, ama işçilerin durumunu bilmediğine, evlatları işçiler onunla yüz yüze konuşursa ve dertlerini anlatabilirlerse, babalarının onların sorunlarına çare olacağına inandırmıştı. Çar babaları işçileri sarayına kabul etmedi. Makineli tüfeklerini ve atlı askerlerini dikti önlerine. Sonuç binlerce işçinin katledilmesi ve hakların daha da kısıtlanması.
CHP ve Özel'in yaptıkları Gapon'un yaptığına benziyor. İşçiler, emekçiler, emekliler, işsiz milyonlar açlık sınırının altında yaşamaya çalışıyor. Yüzde yüzü geçmiş enflasyon altında işçilere ve emeklilere yüzde yirmi beş zam yapılıyor. Bir avuç sömürgen dışında herkes burnundan soluyor. Görece rahatlatan yaz mevsimi bile öfkeyi dindiremiyor. Erdoğan ve Cumhur İttifakı, Gezi gibi bir direniş beklediği için "yumuşama" ilan edip halkı oyalamaya, kandırmaya çalışıyor. Bir taraftan da hak alma mücadelesini bastırmak için tedbirler almaya çalışıyor. Yeni yasalar gündeme getiriyor. Bizim sosyal demokratlarımız ise Cumhur İttifakının koltuk değnekliğine soyunuyor. Tarihte sosyal demokrasiye "koltuk değneği", "itfaiyeci" adı verilmişti. CHP tarihi bir kere daha haklı çıkardı.
Herkesin bildiği, işçilerin daha da iyi bildiği bir söz vardır. Hak verilmez alınır. Hak rica ile karşındakini ikna ederek değil zorla alınır.
15-16 Haziran'ın yıl dönümünde, Kavel direnişini, fabrika işgallerini, grevleri yad ederken, yumuşama, normalleşme ne oluyor? Mehmet Şimşek'i ikna edip işçileri açlık ve yoksulluktan mı kurtaracaksınız?
İşçinin, emekçinin en etkili hak alma aracı üretimden gelen gücüdür. Grev, genel grev, boykot, iş yavaşlatma vs.
Erdoğan ile bakanlarla konuşup işçileri, emekçileri yoksulluktan kurtarın diyeceğinize; işçilerle konuşup genel greve hazırlanın demek lazım. Emekçilerin üretimden gelen güçlerini devreye sokmaları için örgütlenmeye başlamak gerekir.
/././
Normal mi anormal mi? - Mustafa Yalçıner
Ö. Özel Erdoğan’ı ziyaret etti, sonra Erdoğan CHP’yi. CHP saygıda kusur etmeyip direğe cumhurbaşkanı forslu bayrak bile çekti.
Bir “yumuşama” ve “normalleşme” söylemidir gidiyordu.
Rivayetse muhtelifti. Gayet normaldi, herkesin farklı amaçları vardı.
Kaybettiği yerel seçimlerin ardından Erdoğan’ın nefeslenmeye ihtiyacı vardı. Asıl ihtiyacı ise, birkaç milyonluk faiz, finansal işlem ve al-sat vurguncusu dışında, emeğiyle geçinmeye çalışanların kan ağladığı gelir transferi ve vurgun düzeni ekonomisinin iktidarını sıkıştırdığı darboğazı atlatmaktı. CHP’nin halkın yatıştırılmasına yardım etmesi beklentisindeydi.
Özel’in amacıysa, “1. parti olmanın sorumluluğuyla davranmak”tı. CHP bu sorumluluğu 1 Mayıs’ta göstermiş; el verip destekliyor göründüğü göstericileri ortada bırakıp gitmişti. Muhalefet ediyor görünmek, ama düzeni savunmakta kusur etmemek-canı burnunda halkın düzene yönelik tepkilerinin arttığı koşullarda CHP’nin tutumu daima bu olageldi.
“Devleti ben kurdum” diyen bir düzen partisi olan CHP’nin misyonunun eleştirip muhalefet ediyor görünüp düzeni savunma ve iktidar olduğunda düzenin asıl sahibi tekellerin çıkarlarının gereğini yapma ve arada kendi kesesini de doldurma olmasında şaşacak şey yoktur. Tüm düzen partileri için böyledir. AKP de kurulduğunda, hatta ilk iktidar yıllarında düzeni eleştiriyor görünüyordu. Sloganı “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele” idi. “Vesayetle mücadele” deyip “yetmez ama evet”çi sözde solcuların desteğini bile almıştı.
Düzen partisi, düzenin, sahibi tekelci burjuvazinin ve devletinin bekasının koruyucusudur.
İkincil olan, rakip düzen partileriyle yarış içinde olmasıdır. Yöneten tekellerdir, egemenlik onlarındır; ama onların çıkarlarının gereğini yapmak üzere kim hükümet olacak, ihale ve rantlar türü hükümet olmanın ganimetlerini kim dağıtacaktır- bu konuda yarışırlar.
CHP böyle davrandı. 1. partiydi, zaten ucundan tutmuştu. Halkın tepkilerine olumlu yanıt verip çıkarlarını savunuyor görünmeli, “halkın sözcüsü” olarak artmakta olan tepkilerini arkasına alıp Erdoğan’dan iktidarı almalı, ancak tepkilerin düzene zarar vermesini önlemeliydi. Fazla gerilip sertleşirse halk kontrolden çıkabilirdi, “normalleşme” şarttı. Özel bu tutumu “hem müzakere hem mücadele” olarak formüle etti. Halkın talepleri müzakere yoluyla Erdoğan’a iletilecekti. Sanki bilmiyordu! Olabilirmiş gibi, gereği yapılmazsa mücadele edilecekti. CHP mitingler düzenlemeye başladı.
Görüşme olmaz değildir. Ancak nefes almak için de görüşürsünüz, nefeslendirmek için de.
İtiraz Bahçeli’den geldi. AKP’nin yanı sıra “ikinci aktör” kim olacaktı? MHP mi CHP mi? Suç dosyası en az AKP’ninki kadar kabarık olan MHP yerini CHP’ye kaptırmaya razı olmadı. “Ne normalleşmesi”ydi, “Anormal şey mi var?”dı. CHP’yi eleştirirken Erdoğan’ı tehdit edip “Normalleşme önünde bariyer görülüyorsak gereğini yaparız” deyip sürdürdü: “AK Parti içindeki gayri memnun kesimi de dikkate alarak, AKP ile CHP’nin ittifak yapması, buna altılı masanın desteği MHP’nin temennisidir.” Esas niyetini de belirtti tabii: “Cumhur İttifakına bağlılığı kararlılıkla devam edecek”ti. “Şartlar ne olursa sonuna kadar Erdoğan’ı yalınız bırakmayacak”tı.
Özel de Bahçeli’yi suçlayıp “Belli ki Cumhur İttifakında sorunlar var” diyerek koltuğuna göz diktiğini açık edince Erdoğan dayanamayıp başa döndü. Oysa Özel “emekliyi, emekçiyi gözetelim” dese bile Şimşek’in yükleri emekçiye yıkan gelir transferi politikasını asıl olarak olumlu buluyor, “yıkıcılık” yapmıyordu.
“Siyasete bir yumuşama, bir kibarlık getirelim dedik. Ama kibarlıktan anlamayanlar İstanbul’da basın toplantısı yaptılar. Bu yumuşama değildir. Cumhur İttifakı olarak aynı dayanışmamızı devam ettireceğiz.” Ekonomi politikalarına sert muhalefet edilmemesinden memnundu, ama bir beklentisi daha vardı ve Özel de umduğunu bulamamıştı: “Bizim bu ziyaretleri yapmamızın altında yatan gerçek ‘CHP ile bir anayasa yapma başlığı altında buluşabilir miyiz?’ arayışıydı. Onlarda ‘niye olmasın’ yaklaşımı gördüm. Fakat iki gün sonra arzu etmediğimiz bir yaklaşım ortaya çıktı.”
Halka düşen, dertlerini çözmek üzere birleşip kolları sıvamak, düzen yanlılarının peşinde hayal kırıklığına uğramamaktır!
/././
Fransa’da ‘Le Pen’ siyaseti: Kurtarıcı kılığında kadın düşmanı - Ela Eva
Fransa’da aşırı sağ, kadınları ve özellikle göçmen kadınları ‘Korumak istiyoruz’ söylemleriyle kadın ve göçmen düşmanı politikaları yeniden üretiyorlar.
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri AB’de aşırı sağın yükselmesinin sonuçlarını da ortaya serdi. AP’ye Almanya’dan sonra en çok vekil gönderen Fransa’daki seçim sonuçları, büyük yankı yarattı. Marine Le Pen’in liderliğini yaptığı Ulusal Birlik Partisinin sandıktan birinci çıkması üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, erken seçim kararı aldı. Seçimler Fransa’da çeşitli boyutlarıyla tartışılırken, Le Pen siyasetinin kadınlar üzerindeki etkisi ve önümüzdeki süreçte kadınların mücadelesini Fransa’da Siyaset Bilimci ve Kadın Araştırmaları Uzmanı Soma Rayan ile konuştuk.
AB Parlamentosu seçimlerinin sonuçları, aşırı sağın koltuklarını güçlendirdiğini de gösterdi. Geçtiğimiz dönem Fransa’da aşırı sağın yükselişi kadınlar ve göçmenler açısından nasıl sonuçlar yarattı?
AB ülkelerinde ve Fransa’da son yıllarda aşırı sağ bildiğiniz üzere iki eksen üzerinden propagandasını sürdürdü. Birincisi göçmen ve mülteci düşmanlığı, ikincisi ise homofobi ve aileyi koruma meselesi.
Bu iki eksen tabii ki en çok mültecileri ve kadınları etkiledi. Bu tabloda en fazla zarar gören kesim ise mülteci ve göçmen kadınlar oldu. Göçmen ailelerin fertleri ve özellikle kadınlar Fransa’da doğmuş olsalar bile ırkçılığa maruz kalıyorlar. Kadınlar en çok isimleri, ten renkleri ve dinleri üzerinden yargılanıyorlar.
Bu noktada medyanın dönüşümüne de şahit olduk. Medya aşırı sağın propaganda aracına dönüştü ve etki yarattı. Geçtiğimiz AB seçimlerinde Fransa’da medyanın yüzde 70’i aşırı sağın hizmetindeydi. Bunun etkilerini aşırı sağın yeni yüzlerinden olan 28 yaşındaki Jordan Bardella için gördük. TikTok’ta 1.6 milyon takipçisi olan Bardella’ya medyanın tanıdığı kürsü, Ulusal Birliğin, AP seçimlerinde tarihinin en büyük başarısını elde ederek yüzde 31’den fazla oy almasına yol açtı. Bardella’nin en çok üzerinde durduğu ve sürdürdüğü propaganda ise LGBTİ düşmanlığı üzerineydi.
Şimdi az önce dediğim gibi homofobi, kadın ve göçmen düşmanı politikalar olabildiğince normalleştirilmeye çalışılıyor.
‘İÇİNDE EŞİTLİK GEÇEN HER ŞEYE KARŞILAR’
Bu meselenin diğer ayağı ise tabii yasal düzenlemeler. Aşırı sağın parlamentoyu etkilemesi sonucu Fransa’da tehlikeli yasaların onaylandığını gördük. Orta sağa yakın olan Macron ise günden güne oy sevdasıyla kendini aşırı sağa yaklaştırdı. Geçtiğimiz sene onaylanan göçmen yasası, göçmenleri sınırlamak ve sınır dışı etmek için düzenlenen bir yasaydı. Bu yasa aynı zamanda göçmenlerin barınma, eğitim ve en önemlisi sağlık hizmetlerine erişimini engellemek üzere düzenlendi ve çok tepki topladı. “Cumhuriyetin değerleri” meselesi üzerinden düzenlenen yasa en çok göçmen kadınları etkiliyor, toplumda öfkeyi besliyor, şiddete zemin hazırlıyor.
Parlamentoda onaylanan diğer şeylerden biri “kadına yönelik şiddetle mücadele”ye ayrılan bütçenin azalmasıydı. Aşırı sağın en çok muhalefet ettiği şeylerden biri buydu. Aşırı sağın parlamentoda kadın-erkek eşitliğine karşı sürdürdüğü politika kadını geleneksel aile rollerine sıkıştıran bir çizgide ilerliyor.
Şimdilerde Le Pen’in tıpkı İtalya’da seçilen Meloni gibi Fransa’da seçilme şansı var. Aşırı sağın kadın temsilcileri de az önce dediğiniz gibi kadın ve LGBTİ düşmanı politika yürütüyorlar. Le Pen, Fransa’da nasıl çalışma sürdürüyor? Sürdürdüğü siyasetin kadınlar açısından etkisi ne?
İki yönlü bir çalışmadan bahsedebiliriz. Birincisi “aile değerleri” üzerinden sürdürdükleri propaganda. Yani kadın-erkek rollerinin bu sistemin içinde tarif edildiği şekilde şekillenmesi. Mesela 2013 yılında Fransa’da eşcinsellerin evlenmesine yönelik onaylanan yasaya karşı Le Pen’in önderliğinde çok kitlesel eylemler oldu. Geçtiğimiz sene “iş yerlerinde kadın-erkek eşitliği” yasa tasarısına ciddi karşı çıktılar. İçinde “eşitlik” geçen her şeye karşılar. İkinci yönü de çok göstermelik ve halkı kandırmaya yönelik sürdürdükleri propaganda. Şöyle ki kadınları ve özellikle göçmen kadınları “Korumak istiyoruz” söylemleriyle kadın ve göçmen düşmanı politikaları yeniden üretiyorlar. “Bütün erkek göçmenler tacizcidir” propagandasının sonucu toplumun içinde de yaygın olan şiddet ve tacizin sorumlusu göçmen erkekler olarak kabul ediliyor ve bunun kendisi ırkçılığı besleyen bir yerde duruyor. Öte yandan son yıllarda aşırı sağın kadın temsilciler üzerinden ilerlemeye çalışması da tesadüf değil. Göstermelik “kadın lider” olumlamasıyla bir yandan kadın düşmanı politikalarının üstünü örtemeye çalışıyorlar.
Anayasal hak olarak geçtiğimiz yıl kadınlar için onaylanan kürtaj hakkı Fransa’da kadınların çok uzun yıllar sürdürdüğü mücadelenin sonucuydu. Ama Le Pen ve partisi kadınların kazandığı birçok hakka saldırmaya devam ediyor. Çoğu Katolik olan toplumun içinde dini propagandanın yanı sıra “aile ve milli değerler” meselesi üzerinden halka ulaşmaya çalışıyorlar. Mesela parlamentoda kürtaj hizmetlerinden ve cinsel sağlık ürünleri ve hizmetlerinden kadınların ücretsiz yararlanmasını engelleyecek adımlar atmaya devam ediliyor.
ARANAN ‘SUÇLUYLA’ İLGİLİ YALAN YANITLAR VERİLİYOR
Geçtiğimiz yıllarda emeklilik meselesi, işsizlik, göçmen karşıtlığı politikalar Fransa’da büyük çaplı eylemlere de neden olmuştu. Sermayenin Fransa’da halk ve özellikle işçi sınıfı için ortaya çıkardığı krizlerle birlikte halkın sağa kaydığını da görüyoruz. Sizce neden sağ propaganda özellikle kadınlar içinde karşılık buluyor?
Fransa’da ciddi ekonomik sıkışmışlıktan bahsedebiliriz. Özellikle ekonomik krizlerin nüksettiği dönemlerde sağ ve aşırı sağın yükseldiğini görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkede faşizmin yayılması kapitalizmin içinde sıkıştığı krizden sonra ortaya çıktı. Sermaye kendi yarattığı krizler üzerinden öfkeli olan halka siyasi yanıtlar üretiyor. Ve bu yanıtlar hep toplumda kutuplaştırmayı arttıran yanıtlardır. Son süreçte aşırı sağa oy veren kesim esasında işçi sınıfı. Özellikle kadınlar açısından etkileyici olan propagandaların biri, “Göçmenler geldi işimizi elimizden aldı” oluyor. Çünkü işsizliğin arttığı dönemde en çok bundan etkilenen kadınlar oluyor. En zor kadınlar işe alınıyor.
Diğer yandan kadına yönelik şiddet oranları Fransa’da çok artıyor ve kadınlar güvensiz hissediyor. Yine burada da erkek göçmen karşıtı propaganda karşılık buluyor. Çünkü Fransa’da kadınların yaşadığı bütün güvensizlik ve şiddet sarmalı erkek göçmenler hedef alınarak tarif ediliyor. İstatistikler erkek göçmenlerin şiddet, taciz vs. oranını söylendiği gibi göstermese de kadınlar “suçlu” arıyor ve aşırı sağ bu “suçlunun” kim olduğuna dair yalan yanıtlar veriyor kadınlara.
TARIM İŞÇİSİ KADINLAR SAĞA KAYDI
Bir diğer önemli nokta köyler ve kasabalar. Özellikle solun uzun yıllardır çalışmasının zayıf olduğu köylerde, özellikle kadınlar aşırı sağa kaydı. Fransa’da köylerin çoğu aşırı sağa oy verdi. Özellikle köylü kadınların yaşadığı sorunların görünmez olduğu üzerinden bir öfke birikmişti. Fransa’da tarım işçisi ve çiftçi kadın sayısı çok fazla. Öte yandan son yılarda küçük tarım şirketlerinin kapatılması veya büyük şirketler ve holdinglere bağımlılaşması küçük ebatta tarımla uğraşan tüm kadınları ekonomik olarak çok etkiledi. Mesela çiftçiler ve tarım işçilerinin geçtiğimiz aylardaki eylemleri çok kendiliğinden gelişti ancak eylemleri yönlendirmeyi başaran sağ oldu.
BUHRANLARI YARATAN DA AŞIRI SAĞI YÜKSELTEN DE SERMAYE
Muhaliflerin, sol-sosyalistlerin önümüzdeki süreçteki pozisyonu nasıl olacak? Mesela seçimlere giderken Halk Cephesinin kurulması, kadın ve LGBTİ’lerin açıklamaları bu süreci nasıl etkileyecek? Hangi talepleri öne çıkararak bu örgütler propaganda sürdürüyor?
“Acil alarm” diyerek kurulan yeni sol koalisyon aslında faşizmin inşasını engellemek üzere bir araya geldi. Avrupa Birliği’nde faşizm deneyimi ve o dönem halklara ve özellikle kadınlara yaşatılanlar bir yandan da tarihsel olarak travmatik. Dolayısıyla faşizmin gelişmesine karşı “Tetikte olmak” da önemli bir kesim tarafından benimseniyor. Bu koalisyon bütün farklılıklarıyla en asgari programda birleşerek aşırı sağa karşı mücadele yürütüyor. Irkçılığa karşı mücadele sürdürmek bir yana bu koalisyonun en önemli hedeflerinden biri sermaye cephesini daha güçlü ifşa etmek. Özellikle aşırı sağın işçi ve emekçiler için parlamentoda sürdürdüğü politikanın bilançosunu teşhir etmek üzere propaganda sürdürmeye çalışıyor Halk Cephesi.
KAMUDA TASARRUFA KARŞI HALK CEPHESİ
Son yıllarda parlamentoda emeklilik ve emekli ücretlerinin arttırılması, işçi ve emekçilerin ücretlerinin artması, kamu hizmetlerinden yararlanma, zenginlik vergisi, işsizlik maaşı, temel gıda ürünleri ve barınma için kira fiyatlarının sabit tutulması ve öğrencilere burs için yasa tasarılarına ilişkin aşırı sağ hep ret oyu kullanmış. Bu Fransa’da halkın geneli tarafından bilinen şeyler değil. Dolayısıyla koalisyonun bu süreçte teşhirini güçlü tutmaya çalışıyor.
Özellikle ve özellikle kamuda tasarruf meselesi ve kamu hizmetlerinden yararlanmama tehlikesi Halk Cephesinin üzerinden durmaya çalıştığı şeylerden biri. Çünkü aşırı sağın kamuda tasarruf meselesi üzerinden sürdürdüğü propagandanın sonuçları yine en çok kadınları etkileyecek.
Seçim süreci sermaye klikleri açısından nasıl bir tablo ortaya koyuyor? Sağ ve aşırı sağ seçimlere nasıl gidiyor?
Sağ ve aşırı sağın sınırları Farnsa’da günden güne azaldı. Sağın ve orta sağın aşırı sağa kaydığını görüyoruz. Macron ve Le Pen arasındaki çizgi de gitgide inceleşen bir yerde duruyor. Macron’un erken seçim çağrısı da tam olarak aşırı sağa hizmet eden bir yerde duruyor. Macron iki eliyle aşırı sağın istediğini onlara verdi. Bu tablo tam olarak sermayenin yarattığı sonuçların siyasi görüngüsü. Bu çizgi Fransa’nın ötesinde AB’yi saran bir hareket olarak önümüze çıkıyor. Buhranları yaratan sermeye, aşırı sağı yükselten yine sermaye. Sağın kendi arasındaki bölünmeler görünür olsa da bir yandan da birleşiyor bu gerçeği görmemiz lazım. Bugün Halk Cephesi kurulmuşken sağ ve aşırı sağ da koalisyonunu kurmaya çalışıyor. Özellikle merkez sağa bağlı Cumhuriyetçilerin aşırı sağ ile koalisyon kurmaya hazır olması önemli bir yerde duruyor. Sağ ve aşırı sağ koalisyonu seçimleri elbet etkileyecek. Ancak bugün Fransa’da halkın ve en önemlisi kadınların mücadele etmekten başka çaresi de yok. Son günlerde sokaklarda “faşizme karşı mücadele” eylemlerinde de gördüğümüz gibi çok çekişmeli bir süreç bizleri bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder