6 Haziran 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI (6 Haziran 2024)

 

Avrupa Parlamentosu seçimleri neden önemli?(Ergin Yıldızoğlu)

Bu hafta 450 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nde 720 üyeli parlamento için seçimler yapılacak. “Bırak yahu, AB Brüksel bürokrasisi tarafından, Almanya ve Fransa etkisi altında yönetiliyor. O göstermelik bir parlamento” diyebilirsiniz. Ancak bu kez seçimler, AB’nin geleceği, bu gelecek içinde “süreç olarak faşizmin” yeri açısından önemli.

Seçimlere katılan ülkelerin partilerinin üyeleri parlamentoda, siyasi eğilimlerine göre bir araya gelerek gruplar oluşturuyorlar. Halen AB Parlamentosu’nda yedi grup var. Merkez sağ (Hıristiyan demokratlar-EPP, 170 temsilci) ve merkez sol (sosyalist sosyal demokratlar-S&D, 139 temsilci) iki ana grubu oluşturuyor. Liberal entelijansiyanın ve ana akım medyanın, merkez partilerin politikalarının da katkısıyla, tarihsel, karanlık köklerini önemsizleştirip “sağ popülist” kavramının arkasına sığınarak halkın gözünde “normalleşmeye” çalışan faşist partiler, esas olarak Kimlik ve Demokrasi (ID-49 temsilci) ile Avrupa Muhafazakâr ve Reformist Grup (ECR- 69 temsilci) içinde toplanıyorlar. İtalyan Liga, Fransız Le Pen’in Ulusal Toparlanma ID grubunda yer alıyor. Meloni’nin İtalya Kardeşliği, İspanyol Vox, Polonya’nın Hukuk ve Adalet, İsveç Demokratları; ECR içinde yer alıyorlar. Macaristan’dan Orban’ın partisini bu iki grubun dışında tutarak grupların birleşmesi için çalıştığı söyleniyor. ID ve ECR’nin seçimlerden güçlenerek çıkması bekleniyor. Bu hafta yapılacak seçimler bu nedenle önemli.

BİR UĞURSUZ KISIR DÖNGÜ

Birincisi, bu iki “sağ popülist” (faşist) parti grupları belirgin biçimde güçlenirse, merkez sağ EPP, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in yeniden seçilmesini sağlamak için merkez sol S&D’e karşı bu gruplarla işbirliği yapmak isteyebilir. Bu koşullarda faşist blokun AB’nin geleceğini doğrudan etkileme olasılığı daha da güçlenir. İtalya Başbakanı Meloni’nin von der Leyen ile yakınlığı bu bağlamda özellikle vurgulanıyor.

İkincisi, 2008 finansal krizi ve pandemi sürecinde faşist hareketi besleyen (bir benzerine Türkiye’de tanık olduğumuz) uğursuz bir kısır döngü oluştu. 

Merkez partileri, Makyavelli’nin, siyasi iktidarların kalıcılığını güvenceye alma bağlamında özellikle vurguladığı en önemli koşulu yerine getiremediler: Toplumdaki zenginler, ayrıcalıklılar ile yoksullar, mağdurlar ve emekçi sınıflar arasındaki ekonomik, kültürel çelişkiler yönetemediler. Neoliberalizm boyunca kaynaklar gelir piramidinin en üstündeki kesime aktarıldı, göçmenlerin yarattığı değerlerden esas olarak sermaye sınıfı yararlandı. Büyük finansal kriz ve pandemi bu gerçeği daha bir açıklıkla gözler ününe serdi. Halkın içinde “Bizim ekonomik sıkıntılarımız, kültürel korkularımız yöneticilerin umurunda değil” diye düşünenler çoğaldı. Bu, düşünceler devletlerin seçkinlerine (bürokrasilerine) kıyasla seçmenden daha uzak olan AB bürokrasisi (“şampanya - füme somon çevreleri”) söz konusu olduğunda daha da güçlüydü. 

Yönetici seçkinlerin meşruiyeti ile halkın hoşnutsuzluğu arasında hızla genişleyen siyasi kültürel boşluğu, faşist hareket, inandırıcı ve etkili bir sosyalist alternatifin yokluğundan da yararlanarak doldurmaya başladı. 

Bu sırada merkez partileri, faşist partilerin kendilerini gizleme, tarihlerini ve geleneklerini unutturma çabalarına gereken cevabı vermek yerine, faşist hareketin o açılan boşluğu girerek kendilerinden oy çalmasını önlemeye odaklandılar. Merkez partiler, faşist hareketlerin, göçmenler, güvenlik, hatta, küresel ısınmayla ilgili, ırkçı, cinsiyetçi, baskıcı taleplerini benimsemeye başladıkça Avrupa’da siyasal dengelerin sağa kayması hızlandı. 

Merkez partileri, faşist partilerin taleplerini benimsedikçe bu talepler “normalleşmeye” başladı. Faşist hareketler daha da güçlendi. “Sağ popülist” kavramı arkasına sığınan faşist partilerin görüşlerinin “normalleşme” süreci (Türkiye’de de CHP politikaları sayesinde) hızlandı. 

Faşist partiler bu AB seçimlerinden güçlenerek çıkarlarsa, merkez sağ ve sol partilerin daha da paniklemelerini, faşist partilerin taleplerini daha fazla benimsemelerini, bu uğursuz kısır döngünün, siyasetin merkezini boşaltma, faşist ideolojiyi “normalleştirme”, faşist partileri hükümetlere taşıma sürecinin daha da hızlanmasını bekleyebiliriz.

                                                  /././

Yolculukta kimi tatsız düşünceler (Ergin Yıldızoğlu)

Yolculuklarda insan tren, uçak, otobüs mekânlarına, zamanlarına tutsak olunca karışık düşünceler ve adeta zorunlu bir meditasyon kendilerini dayatıyorlar. Geçen hafta yollar boyunca, “Kızıl Goncalar”ın ilk sezonunun son bölümü ve de ana muhalefet partisinin yeni liderinin izlemeye başladığı politikanın arkasındaki mantık kafama takıldı. 

BİR DE BU VAR HA!

“Tatsız düşünceler” derken “Kızıl Goncalar” dizisinin sinematografisini, izleğini kastetmiyorum. Oyuncularının, özellikle Naim ve Müyesser gibi “iki boyutluluğa düşerek” “kartonlaşma” tehlikesi olan karakterleri canlandıran iki oyuncunun yarattıklarından etkilendiğimi söylemek isterim. Mert Turak’ın canlandırması, kasabadan kente gelip fantezileri ile gerçeklik arasında kaybolan Naim’in çelişkilerle dolu öznelliğini, yüzündeki gözlerindeki her hareketi bana dikkatle izlettirdi. 

Dizinin, “hakikat rejimleri” birbirini dışlayan iki “dünyayı” (faniler ve laikler) barıştırma ya da en azından aralarında sürdürülebilir bir “yaşama tarzı ilişkisi” (modus vivendi) yaratma çabasının bir fantezi olduğunu düşündüysem de bu; dizide sabırla, özenle kurulmuş bir fantezi. Dizinin içine belirgin biçimde yerleştirilen reklamlar, izlek sizden ciddiyet ve düşünce beklerken “Sakın kendinizi kaptırmayın bu gerçek bir yaşam değil bir yapıntıdır” diyor, aniden sizi akışa yabancılaştırıyor, en azından tebessüm etmenize neden oluyordu. 

Dizi son bölümde izlek, çelişkilerini çözmeye, karakterler “gerçekleri öğrenmeye” (anagnorisis) başlar, bir katarsis noktasına doğru ilerlerken, o noktaya ulaşmadan, aniden beklenmedik biçimde tersine döndü (peripeteia). Tam “laikler” ve “faniler” hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında bir “birlikte yaşama tarzı ilişkisi” kurmaya başlamışken, her iki tarafında bastırdığı üçüncü “şey”, “fanilerin” bilmek, “laikler”in kendilerine itiraf etmek istemediği hakikat, Cüneyt’in babası ve babasının mürtlerinin “esas, gerçek dini temsil etmek” iddiasıyla oyuna, büyük bir patlamayla girdi: Bir katarsis beklerken bizi, aniden şaşkınlık, şiddet, terör, kaos, ihanet, adeta Jakoben döneminde yazılmış bir intikam trajedisi karşıladı

“Fanilerin” seküler toplumun kurumlarının (hastane, hukuk, okul, yargı) hem içinde hem de dışında yaşama, laik doktorun ve “28 Şubatçı” babasının bu durumu kabullenme eğilimleri, o gerçeğin duvarına çarptı. Dini zaman dışında gören, din konusunda yalnızca kendisine gönderme yapan (romantik/köktenci) yorum tüm fantezileri “berhava” etti. Karakterler ve izleyiciler açısından esas anagnorisis de işte buydu: “Faniler” ve “laikler” vardı ama bir de karanlık güçlerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen (takiye) “BU” vardı“BU” ise dinin gerçeğiydi: Din çok kolaylıkla ve beklenmedik bir anda şiddeti de araçlaştıran siyasi bir projeye dönüşebilir! 

İKTİDARLA MUHALEFET BİRBİRİNE Mİ KARIŞIYOR?

CHP’nin lideri, rejimin liderleriyle içeriği açıklanmayan görüşmeler yapmaya, yumuşamadan, normalleşmeden söz etmeye başladı. Hakları ve özgürlükleri, siyasetin, konuşmanın sınırlarını daraltmaya devam eden “etki ajanlığı” gibi yasalar uygulamalar devreye girerken, gelecek kuşaklara yönelik “ruh mühendisliği” ÇEDES ve “yeni müfredat” ile derinleşirken, 1 Mayıs’ta yaşanan son derecede düşük yoğunluklu sürtüşmlerden sonra çok sayıda gözaltı ve tutuklama gerçekleşirken, “yumuşama” ve “normalleşme” ne anlama geliyordu? CHP’nin artık karikatürleşmiş sabık başkanının yeniden profil yükseltme çabaları, Özgür Özel’in “Erdoğan istemez miydi emekliye zam yapsın ama yapamadı” demesi de neydi? 

Sakın CHP, bu rejimi değiştirmeye yetecek bir bilgisi, bir projesi, cesaret hatta “takati” olmadığını bir anlamda kendi “gerçeğini” idrak ederek var olanı, “süreç olarak faşizmi” normalleştirmeyi kabullenmiş olmasın? Yoksa, neden bir ana muhalefet partisi başkanı, rejimin emeklilerde yarattığı düş kırklığını, “Ama para yok” bahanesiyle mazur göstermeye kalksın ki? 

Muhalefet hakikaten muhalefet yapıyor mu? CHP’nin yeni liderliği de eskisi gibi bir “rejimi meşrulaştırma makinesi” mi? Sakın, adı konmamış bir koalisyon, CHP ile rejim arasında bir modus operandi (birlikte çalışma ilişkisi) kuruluyor olmasın? Yollar boyunca kafamı, “Kızıl Goncalar”dan daha çok işte bu abuk sabuk sorular meşgul etti. (03/06/2024)

                                                              /././

Fidan: Tek Çin, çok kutup (Mehmet Ali Güller)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti, gerek iki ülke ilişkileri gerekse Atlantik-Çin ilişkileri bakımından çok önemli mesajlara sahne oldu. 

Aşağıda Fidan’ın o açıklamalarını tek tek ele alacağım, arka planına bakacağım ve aslında mesajların kimlere olduğuna işaret edeceğim. Ama önden şu toplam değerlendirmeyi yapmalıyım: Çin’le işbirliği Türkiye’nin önüne çok geniş bir manevra alanı açar. Yeter ki bu, ABD’yle pazarlığın aracı yapılmasın!

KÜRESEL FACİAYA KARŞI ÇİN

1) “Egemen güçlerin önceki yüzyılda kurmuş oldukları pazarların daha adil, rekabet edilebilir pazar şartlarında yeniden el değiştiriyor olması kabul edilmesi gereken bir sonuçtur. Buradan savaşa varan, daha farklı yıkımlara varan neticelerin üretilmemesi gerekiyor. Savaş riskine ve küresel faciaya karşı Çin’in ekonomik kalkınmasının adil biçimde oluyor oluşunu desteklememiz gerekiyor.”

Diplomatik ifadelerin üzerindeki örtüyü kaldırırsak Fidan, Amerikan yüzyılının bittiğini, çok kutuplu bir dünyanın inşa olduğunu belirtiyor ve yeni düzenin inşasının savaşsız sağlanabilmesinin yolunun Çin’i desteklemekten geçtiğine işaret ediyor. 

2) “Türkiye’nin, Çin’in toprak bütünlüğüne ve siyasal egemenliğine desteği tamdır.”

Bu mesaj doğrudan Tayvan’la ilgilidir. ABD’nin Tayvan kışkırtması yaptığı şu süreçte Fidan bu mesajıyla “tek Çin” vurgusu yapmakta, “müttefiki” ABD’nin siyasetini paylaşmadığını belirtmektedir.

ÇİN’İ HEDEF ALAN TERÖRE KARŞI TUTUM

3) “Çin’e yönelik silahlı terör hareketlerine karşı desteğimiz tamdır.”

Çin’i hedef alan silahlı terör hareketlerinin başında ABD sponsorlu “Doğu Türkistan İslam Partisi” gelmektedir. Fidan bu mesajıyla ABD’nin kışkırtıcılığını paylaşmadığını, ayrılıkçılığa karşı olduğunu belirtmiş oluyor. Hatta sonraki mesajlarıyla birlikte değerlendirirsek Fidan, Uygur Türklerini Çin ile Türkiye arasındaki iyi ilişkiler için köprü olarak görmektedir. 

Bu durumda, mesajın gereği yapılmalı ve Türkiye, Suriye’de silahlı faaliyet de yürüten bu örgüte karşı konumlanmalı.

4) “Çin’i karıştırmaya yönelik, Çin’in ekonomik gelişmesini durdurmaya yönelik uluslararası girişimleri doğru bulmuyoruz.”

Fidan, Çin’in ekonomik gelişmesini hedef alan uluslararası teröre de karşı çıkıyor. Yakın zamanda Çin’in Pakistan’daki projeleri ve personeli terör saldırılarına uğramıştı. 

Bu mesaj aynı zamanda Çin’in ekonomik gelişmesini hedef alan ticaret savaşının ve yaptırımların da doğru bulunmadığı anlamına geliyor ki Fidan, yine “müttefiki” ABD’nin pozisyonunu paylaşmadığını belirtmiş oluyor.

BRICS VE KUŞAK VE YOL

5) “AB ile Gümrük Birliği’ne sahip Türkiye, BRICS gibi farklı platformlarda çeşitli ortaklarla yeni işbirliği fırsatları arıyor.”

Fidan’ın yukarıda değerlendirdiğimiz yeni düzen ve çok kutupluluk mesajlarının altını dolduran temel araç BRICS’tir. BRICS ABD’nin G7’sini dengeledi ve artık genişleyerek dünyada yeni bir kutup haline geldi. Küresel Güney ülkelerini bir araya getiren bu platform, bölgemizden dört ülkenin katılımıyla daha da güçlendi. (Mesele Fidan ya da Erdoğan değildir, Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin, politik çizgisine ters olsa bile kaçınılmaz olarak BRICS’e ilgi duyacaktır.)

6) “Kalkınma Yolu ile Kuşak ve Yolu entegre etmek istiyoruz.”

Türkiye’nin yakın zamanda Irak’la imzaladığı Körfez’i Avrupa’ya bağlayan Kalkınma Yolu’nu Çin’in inisiyatifiyle büyüyen Kuşak ve Yol’la entegre etmek istemesi her şeyden önemlisi “bölgeci” bir tutumdur. Bölgemizdeki ABD sponsorlu, merkezinde İsrail’in olduğu ve asıl hedefi Kuşak ve Yol’u baltalamak olan proje aktörlerine Türkiye’nin konumunu işaret etmektedir.

Altını çizmek üzere baştaki endişemizi tekrarlayarak bitirelim: Çin’le işbirliği Türkiye’nin önüne -Afrika’dan uzaya- çok geniş bir manevra alanı açar. Yeter ki bu, ABD’yle pazarlığın aracı yapılmasın!

                                                            /././

Küresel Güney’in dayattığı ateşkes (Mehmet Ali Güller)

ABD Başkanı Joe Biden, Gazze için üç aşamalı ateşkes planı açıkladı:

1. aşama altı hafta (45 gün) sürecek. Bu aşamada İsrail askerleri Gazze’den çekilmeye başlayacak. Hamas yaşlı ve kadın rehineleri, İsrail de hapishanelerde tuttuğu Filistinlilerin bir bölümünü bırakacak. Gazze’ye insani yardım günlük 600 TIR seviyesine çıkarılacak. Filistinliler bu aşamada yaşadıkları bölgelere güvenli bir şekilde dönecekler. Asıl önemlisi, bu aşamada kalıcı ateşkes müzakereleri yapılacak. Müzakerelere bağlı olarak altı haftalık süre artabilecek.

2. aşamaya geçildiğinde Hamas’ın elinde kalan tüm rehineler serbest bırakılacak. İsrail Gazze’den tamamen çekilmiş olacak.

3. aşamada ise ölen rehinelerin cenazeleri teslim edilecek ve Gazze’nin yeniden inşa sürecine başlanacak.

ATEŞKES PLANININ SAHİBİ KİM?

Planı ABD Başkanı Biden dünya kamuoyuna açıkladı ama “İsrail’in önerisi” diye sundu. İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamada ise plandan “Biden’ın önerisi” diye bahsedildi. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz’ın anlaşmaya destek açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla ateşkes planı İsrail’in müzakere heyeti ile ABD’li görevliler tarafından hazırlandı. Nitekim Filistinli aktörler de plandan “ABD-İsrail önerisi” diye söz ediyorlar.

İSRAİLLİ AKTÖRLER PLAN İÇİN NE DİYOR?

Biden’ın planı açıklamasından bir saat sonra İsrail Başbakanlık Ofisi, “İsrail’in şartları sağlanmadan kalıcı ateşkes mümkün değil” çıkışı yaptı ve o şartları sıraladı: “Hamas’ın askeri ve idari gücünün yok edilmesi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’nin İsrail için artık bir tehdit oluşturmamasının sağlanması.”

Ancak İsrail Başbakanlık Ofisi’nin bu açıklaması Biden’ın açıkladığı planın reddinden ziyade, Netanyahu’nun savaş yanlısı koalisyon ortaklarını yatıştırma hamlesi gibi görünüyor.

Nitekim İsrail Maliye Bakanı Betzalel Smotriç ve Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir anlaşmaya karşı çıktılar ve Netanyahu’ya “onaylanması durumunda hükümetin bir parçası olmayacaklarını” bildirdiler. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Gantz ise anlaşmaya destek açıkladı.

FİLİSTİNLİ AKTÖRLER PLAN İÇİN NE DİYOR?

Hamas, ilk değerlendirmesinde ateşkes planını olumlu bulduğunu açıkladı.

Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Mustafa el Bergusi ise İsrail saldırganlığının başarısızlığına işaret etti: Bidenın açıkladığı İsrail-ABD önerisi, İsrail saldırganlığının etnik temizlik, direnişin kökünü kazıma, Gazze Şeridi üzerinde kontrol kurma ve rehineleri zorla kurtarma hedeflerinin başarısızlığının kabulünü temsil ediyor.

ABD-İSRAİL ATEŞKESE NEDEN MECBUR KALDI?

İşin ilginç yanı ateşkes planı, Hamas’ın üç ay önce önerdiği ateşkes planına benziyor. Hamas’ın hazırladığı, Mısır ve Katar’ın ABD’ye sunduğu o plana Biden itiraz etmişti. Plan o gün onaylansa 10 bin kişinin hayatı kurtulmuş olacaktı!

ABD’yi üç ay sonra benzer ateşkes planını gündeme getirmeye yol açan ise kuşkusuz güçlü iç ve dış etkenlerdir.

İç etkenler: Kasım seçimi öncesinde ABD çapında Filistin’e destek gösterilerinin artmış olması, hatta üniversite eylemleri boyutuyla bunun Amerikan demokrasisini tartışmaya açmış olması.

Dış etkenler: ABD ve İsrail iyice yalnızlaşıyor. İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nda “soykırımcı” diye yargılanıyor, Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcılığı İsrail başbakanı hakkında tutuklama talebinde bulunuyor, Filistin’e destek tasarıları BM üyelerinin çoğunluğu tarafından destekleniyor, Avrupa ülkeleri Filistin’i 1967 sınırlarıyla tanımaya başlıyor, Çin-Arap ortaklığı barış konferansı çağrısı yapıyor vb.

Özetle Küresel Güney, ABD ve İsrail’i ateşkese mecbur bırakıyor.(03/03/2024)

                                                             /././

Bir Cumhuriyet projesi: Seyyar Terbiye (eğitim) Sergisi (Sinan Meydan)

1933’te, Cumhuriyet’in 10. yılında, hem genç Cumhuriyet’in on yıllık birikimini halka göstermek, hem de özellikle eğitim, sağlık konularında ilkokul ve ortaokul öğretmenlerine ve halka yeni bilgiler vermek, yeni teknolojik araç ve gereçleri tanıtmak için bir trende Seyyar Terbiye Sergisi düzenlendi. Bu gezici sergi, 45 gün içinde 15 farklı şehirde 10.000’den fazla insanla buluştu.  

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce bir aydınlanma, bir uygarlaşma projesidir. Mustafa Kemal Atatürk, her türlü uygar yaşam olanaklarından yoksun bırakılmış, aydınlanmamış ve sanayileşmemiş bir din-tarım toplumunu aydınlatmak ve çağdaşlaştırmak istemiştir. Bunun için her şeyden önce 7’den 70’e tüm toplumu bilgilendirmeyi, bilinçlendirmeyi amaçlayan bir eğitim seferberliği başlatmıştır. Bu kapsamda ilginç ve özgün projeler de geliştirilmiştir. İşte o projelerden biri de 1933 yılında bir trende düzenlenen Seyyar Terbiye (Eğitim) Sergisi’dir.

TRENDE GEZİCİ SERGİ DÜŞÜNCESİ 

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yılına büyük önem veriyordu. Bu nedenle hükümet, çok kapsamlı bir 10. yıl kutlama programı yapmıştı. Kutlama hazırlıklarına aylar öncesinden başlanmış, Cumhuriyet’in on yılda yaptığı ekonomik yatırımları, kültürel atılımları ve toplumsal yenilikleri en etkili biçimde anlatabilmek için çeşitli projeler hazırlanmıştı. Bu kapsamda özellikle sergilerden ve sinemanın gücünden yararlanılmak istenmişti. Ayrıca Cumhuriyet’in on yılda yaptıklarını sadece Ankara, İstanbul ve İzmir gibi birkaç büyük kentte sergilemek yetmezdi, her kentte ayrı ayrı sergi açmak da dönemin koşullarında pek olanaklı değildi. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere Cumhuriyet’in on yıllık aydınlanmasını Anadolu’nun çeşitli kentlerine, köylerine ulaştıracak başka bir şey düşünülmeliydi. 

Maarif Vekâleti (Eğitim Bakanlığı), Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamaları kapsamında, şehir şehir dolaşacak bir trende gezici bir sergi açmaya karar verdi. Aslında bu özellikle ilkokul öğretmenlerini yeni eğitim teknikleri konusunda bilgilendirecek bir eğitim sergisi olacaktı. 29 Mart 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinde serginin amacı şöyle açıklanıyordu: “Bu sergi ile güdülen amaç muallimleri, bilhassa ilk mektep muallimlerini muhtelif okutma ve yetiştirme mevzuları ve yeni terbiye hareketleri hakkında aydınlatmak ve halk terbiyesine faydalı olmaktır.”

Sergide Cumhuriyet’in on yıllık kısa zamanda, özellikle eğitim ve sağlık alanında yaptığı ve yapmayı düşündüğü yenilikler görsellerle, afişlerle, özel tasarımlarla, çeşitli konferanslarla ve sinemayla halka anlatılacaktı. Sergide, Cumhuriyet’in on yıllık birikimi, eğitim, sağlık konusundaki yeni bilgiler, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve çeşitli kitaplar sergilenecekti. 

SEYYAR TERBİYE TRENİ

O yıllarda bilimsel, eğitici, öğretici etkinlikler “terbiye” olarak adlandırılırdı. Örneğin 1920’li-1930’lu yıllarda bilimsel, eğitici ve öğretici filmlerin tümüne “Terbiyevi Filmler” denilmekteydi. Bu nedenle trendeki bu gezici sergiye “Seyyar Terbiye Sergisi”, serginin düzenlendiği trene de “Seyyar Terbiye Treni” adı verilecekti. Cumhuriyet gazetesindeki bir haberde sergiden “Seyyar Pedagoji Sergisi” diye de söz edilmişti. (Cumhuriyet, 23 Nisan 1933, s. 2)

                                                     Cumhuriyet, 23 Nisan 1933

Sergi, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine uygun olarak eğitim ve sağlık konusundaki yenilikleri, müzeyi, sinemayı, kütüphaneyi, çağdaş bilgileri, merkezden uzaktaki kentlerde, kasabalarda ve köylerde yaşayan halkın ayağına götürecek ve Cumhuriyet’in on yılda yarattığı çağdaş dönüşümü halka gösterecekti. Böylece hem öğretmenlerin yeni eğitim teknikleriyle tanışması, hem halkın bilgilendirilip bilinçlendirilmesi hem de genç Cumhuriyet’in tanıtılıp sevdirilmesi amaçlanıyordu.

Trendeki gezici sergi ekibi Eğitim Bakanlığı Okul Müzesi Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Bakanlık Müfettişi Reşat Şemsettin Sirer, Bakanlık Sağlık Müfettişi Doktor Celal Otman, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş Öğretmeni Hayrullah Örs, İzmir İlköğretim Müfettişi Ferit Oğuz Bayır, gazeteci Sadri Ertem’den oluşuyordu.

                                            Vakit, 2 Haziran 1933

AYDINLANMA VAGONLARI

Seyyar Terbiye Sergisi’nin düzenlendiği Seyyar Terbiye Treni, TCDD’nin 1927 yılında Avrupa’da özel olarak yaptırdığı üç vagondan oluşuyordu. Gezici sergi, konferansların verildiği bir "mektep" vagonu ile görsel-eğitsel malzemelerin sergilendiği iki vagonda düzenlenmişti.

Vagonlar, çocuk sağlığı panoları, okul öncesi ve ilköğretim dönemi eğitim araçları, resimler, grafikler, çocuk yayınları, ilk ve orta okul meslek öğretiminde öğretmen yetiştirme konusunda ve öğretmenin kendini yetiştirmesinde kullanılacak yardımcı araçlarla, beden, sağlık bilgisi konusunda filmler, afişler ve kitaplarla doluydu. Özenle hazırlanan gezici sergi, Gazi Eğitim Fakültesi işliklerinde üretilmiş malzemelerle donatılmıştı. 

Sergiyi gezenler, daha sonra derslik vagonundaki konferanslara katılabilecekti. Bu konferanslarda olabildiğince görsel ve işitsel öğretim araçları (projeksiyon, film, resim, mikroskop, gramafon) kullanılacaktı. Lise olan yerlerde ayrıca özel konuşmalar ve laboratuvar uygulamaları yapılacaktı.

BİRİNCİ VAGON: MÜHİM VE MÜSPET İŞLER

Gezici sergisinin birinci vagonunda Cumhuriyet’in ilk on yılındaki “mühim ve müspet işler” sergileniyordu. Bu vagon, “Cumhuriyet idealini” anlatmayı, bu idealin nasıl hayata geçirilebileceğini öğretmeyi amaçlıyordu. Bu bölümde Cumhuriyet döneminde çeşitli alanlardaki gelişmeyi gösteren grafikler, Milli Mücadele sırasında ülkenin siyasi durumunu gösteren tablolar, ziraat ve sanayiye ait grafikler vardı.

Bu bölümde ayrıca Cumhuriyet öncesi eski okul binalarıyla yeni binaları karşılaştıran fotoğraflara, Ankara, İstanbul ve İzmir’deki okulları gösteren resimlere, yeni sınıfların ve pedagojik uygulamaların anlatıldığı bilgilendirme afişlerine, küçük çocukların bakımı ve eğitimine yönelik yeni yaklaşımların aktarıldığı yeni kitaplara yer verilmişti. Bu bölümde çeşitli okullardaki kütüphanelerin, temsil, bahçe, oyun ve derslerin, modern okul malzemelerinin fotoğrafları vardı. Bu bölümde ziyaretçilere kısa sunumlar da yapılıyordu.

İKİNCİ VAGON: SAĞLIK BİLGİLERİ

Gezici serginin ikinci vagonunu orta öğretime ve sağlık bilgilerine ayrılmıştı. Bu vagonda gençleri ve halkı ilgilendiren sağlık koruma levhalarına, afişlere ve kitaplara yer verilmişti. Bu vagonda, yeni okullarda öğrenci faaliyetlerine ve Gazi Muallim Mektebi öğrenci işlerine ait fotoğraflar da sergilenmişti.

MEKTEP VAGONU: SİNEMALI, GRAMAFONLU VE RADYOLU EĞİTİM

Gezici serginin mektep vagonunda ise seyyar muallim kütüphanesine ve konferans salonuna yer verilmişti. Bu vagonda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın, Kızılay’ın, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun, Maarif Cemiyeti ile çeşitli milli kütüphanelerin yayınları sergilenmişti. Buradaki salonda, eski ve yeni eğitim yaklaşımlarının, Millet Mekteplerinde gerçekleştirilen çalışmaların, Halkevlerinde ve köy odalarındaki eğitim faaliyetlerinin anlatıldığı konferanslar düzenlenecekti. Bu vagonda, gramofon ve radyo yardımıyla uygulanacak bir yetişkin yaygın eğitimine de yer verilmişti. Sergi boyunca Tonguç ve Örs iş eğitimi ve uygulamaları; Sirer, eğitim ve öğretim akımları; Otman, okul sağlığı; Bayır ise İzmir ilkokullarındaki yeni uygulamalar konusunda konferanslar vermişti. Bu vagonun dershane bölümünde bir de Gazi Mustafa Kemal Atatürk köşesi hazırlanmıştı. Bu köşede Atatürk’ün hayatının çeşitli dönemleri gösteren fotoğraflar, nutuklarından alınmış parçalar ve Atatürk heykeli vardı. 

GEZİCİ SERGİNİN YARATTIĞI ETKİ 

İçinde Seyyar Terbiye Sergisi’ni taşıyan Seyyar Terbiye Treni, 21 Nisan 1933 tarihinde Ankara’dan Samsun’a doğru hareket etti. Gezici sergiyi taşıyan tren Kırıkkale, Yerköy, Fakılı, Kayseri, Sarıoğlan, Şarkışla, Sivas, Yıldızeli, Zile, Turhal, Amasya, Havza, Ladik, Kavak ve Samsun’da 15 istasyonda durdu. Serginin ara istasyonlarda bir iki gün, büyük istasyonlarda bir hafta kalması planlanmıştı. Halk büyük bir ilgiyle sergiyi gezdi. Halka çeşitli konferanslar verildi, sergiler düzenlendi, filmler gösterildi. Tam 1002 km yol yapan Seyyar Terbiye Treni, 4 Haziran 1933 tarihinde görevini tamamlayarak Ankara’ya döndü. Eğitim Bakanlığı’nın bastırdığı “Seyyar Terbiye Sergisi Kılavuzu”  adlı broşürde sergi vagonlarındaki konular ve mektep vagonundaki konferanslar üzerine açıklayıcı bilgiler yer alır. Trende, konferans verenler arasında, daha sonra Köy Enstitüleri projesini hayata geçirecek olan İsmail Hakkı Tonguç da vardı.

                                              Cumhuriyet, 5 Haziran 1933

Türkiye’deki en özgün ve en ilginç halk eğitim uygulaması olan Seyyar Terbiye Sergisi’nden ve sergi kapsamındaki etkinliklerden yaklaşık 10.000’den fazla kişi yararlandı. Yolculuk boyunca 1300 öğretmenle karşılaşılıp görüşüldü. Sergi boyunca 947 ilkokul öğretmenine, 300 orta-lise öğretmenine mesleki konularda seminer verildi. Öğretmenler özellikle Halkevleri ve köy odalarında 92 konferans verdiler. Büyük şehirlerde halka ve aydınlara da toplumsal, bilimsel ve sağlık konularında konferanslar verildi. Trende 44 gün boyunca projeksiyon makinesiyle çeşitli konularda filmler gösterildi. Halka 10.000’den fazla ücretsiz kitap dağıtıldı. Uğranılan ve kalınan yerlerde halkla konuşuldu, halkın istediği konularda da halka bilgi verildi. Halka, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri anlatıldı. 

10 yaşındaki genç Cumhuriyet, kuldan birey haline getirmeye çalıştığı yurttaşlarına, yaklaşık 1.5 ay devam eden bu gezici sergiyle yeni eğitim tekniklerini ve araçlarını, çocuk bakımını ve çocuk yetiştirmeyi, salgın hastalıklardan korunmayı, modern tarım ve üretim yöntemlerini öğretti, kütüphaneyi, kitabı ve sinemayı tanıttı. Cumhuriyet’in kısa sürede yarattığı birikimi gösterdi, Cumhuriyet ideallerini anlattı, Cumhuriyet’in kurucu önderi Atatürk’ü tanıttı. Bu sergi, Anadolu’da görev yapan 1300 civarında öğretmenin bilgi ve görgüsünü artırarak onlara yeni ufuklar açtı. 

1933’te, Cumhuriyet’in 10. yılında, Eğitim Bakanlığı’nın bir trende düzenlediği ve 15 kasaba ve kenti ziyaret eden Seyyar Terbiye (Eğitim) Sergisi, Cumhuriyet’in bir aydınlanma, bir uygarlık projesi olduğunun en açık kanıtlarından biridir. Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyet’in 10. yılında Anadolu’da görev yapan öğretmenlerini, öğrencilerini ve halkı en yeni bilimsel bilgilerle tanıştırmak istemiştir. Öte yandan gezici serginin düzenlediği yer (tren), serginin biçimi, içeriği, kapsamı, (gezici olması, bilimsel bilgileri, çağdaş teknolojileri içermesi) serginin hedeflediği kitleler, (öğretmenler, öğrenciler ve halk) Cumhuriyet’in akla ve bilime dayılı çağdaş eğitim anlayışının ve halkçı aydınlanma modelinin en özgün uygulamalarından biri olarak tarihteki yerini almıştır. 

5 Haziran 1933’te gazeteler Eğitim Bakanlığı’nın seyyar sergisinin Ankara’ya döndüğünü yazıyordu. Serginin akılcı ve bilimsel niteliği dikkat çekiyordu. Tam 91 yıl sonra 5 Haziran 2024’te bugün ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın Maarif modelinin akılcı ve bilimsel eğitimi nasıl yok edeceğini konuşuyoruz. 

KAYNAKLAR

“Seyyar Terbiye Sergisi Ankara’ya Dönüyor”, Cumhuriyet, 5 Haziran 1933, s. 6

“Seyyar Terbiye Sergisi”, Cumhuriyet, 29 Mart 1933, s.3. 

“Seyyar Pedagoji Sergisi Kırıkkale’de”, Cumhuriyet, 23 Nisan 1933, s. 2.

“Seyyar Terbiye Sergisi”, Vakit, 2 Haziran 1933, s.1,9; 

“Seyyar Terbiye Sergisinde-8”, Vakit, 9 Mayıs 1933, s. 6.

“Seyyar Terbiye Sergisi”, Vakit, 14 Mayıs 1933, s.1.

“Seyyar Terbiye Sergisi”, Hâkimiyeti Milliye, 21 Nisan 1933, s.1.

İsmet Arasan, “Terbiye Treni (Seyyar Terbiye Sergisi)”, Atatürk Ansiklopedisi, pdf.

Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç (Birinci Kitap), Ankara, 1997.

Alev Gözcü, “İsmail Hakkı Tonguç ve Seyyar Terbiye Gezisi”, Aramızdan Ayrılışının 50. Yılında İsmail Hakkı Tonguç ve Okulöncesinden Yükseköğretime Eğitim Sorunları, Çözüm Önerileri Sempozyum Bildirileri, İzmir, 2010, s. 368-376. 

“Eğitim Tarihimizin Unutulmuş Sayfası: Seyyar Terbiye Sergisi”, https://egitimkolektifi.com/  (Son erişim, 4 Haziran 2014)

 Aydın Karataş, “Aydınlanma Treni”, Aydınlık, 3 Haziran 2024. 

(CUMHURİYET)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder